Facebook
From Bernard Lewis , 2 Months ago, written in Plain Text.
Embed
Download Paste or View Raw
Hits: 188
  1.  
  2. Bernard Lewis
  3. ORTADOĞU
  4. Kitabın
  5. Özgün Adı:The Middle East
  6. İÇİNDEKİLER
  7. Önsöz
  8. 1. KISIM Giriş 1
  9. 2. KISIM Geçmiş
  10. 1 Hıristiyanlık Öncesi 23
  11. 2 İslamiyet Öncesi . 37
  12. 3. KISIM İslamiyet’in Doğuşu ve Yükselişi
  13. 3 Kökenler 57
  14. 4 Abbasi Halifeliği 84
  15. 5 Bozkır Halklanmn Gelişi 97
  16. 6 Moğöllar’m Ardından 116
  17. - 7 Barut İmparatorlukları 127
  18. 4. KISIM Kesitler
  19. 8 Devlet 153
  20. 9 Ekonomi 181
  21. 10 Seçkinler 207
  22. 11 Halk 238
  23. 12 Hukuk ile Din 253
  24. 13 Kültür 283
  25. 5. KISIM Modern Çağ
  26. 14 Mücadele 315
  27. 15 Değişim 331
  28. 16 Etki ve Tepki 353
  29. 17 Yeni Düşünceler 365
  30. 18 Savaşlar 385
  31. 19 Özgürlükler 415
  32. Notlar 453
  33. Kaynakça 458
  34. Takvim Hakkında 460
  35. Kronoloji 462
  36. Haritalar 470
  37. Dizin 481
  38. ÖNSÖZ
  39. Ortadoğu’nun tarihini tek bir ciltle anlatan, çoğunluğu İslamiyet’in ortaya
  40. çıkışıyla başlayan ya da Hıristiyanlık çağının başlangıcıyla sona eren birçok
  41. kitap yazılmıştır. Ben kitabıma Hıristiyanlığın ortaya çıkışı ile başlarken iki
  42. amaç güdüyorum,ilk amacım,İslam Devleti’nin kurulması ve Hz. Muhammed’in
  43. görevinin odağındaki İslamiyet öncesi Arabistan ile büyük Bizans ve Pers
  44. imparatorluklarını tarihteki mütevazı yerlerinden kurtarmaktır. Yüzyıllardır
  45. Ortadoğu’yu parçalayan ve paylaşan bu birbirinin karşıtı güçler yüzeysel bir
  46. yaklaşımı hak etmiyor doğrusu.
  47. İkinci amacım ise, bugün tanıdığımız Ortadoğu ile bölgenin tarihi belge ve
  48. anıtları aracılığıyla tanıdığımız eski uygarlıkları arasında köprü kurmaktır.
  49. Hıristiyanlığın başlangıcında, başka bir deyişle Hz. İsa ile Hz. Muhammed
  50. arasındaki dönemde, Pers İmparatorluğu’nun batısında kalan bölgeler
  51. Helenleştirme, Romalılaştırma ve Hıristiyanlaştırma süreçlerinden
  52. sırasıyla geçerken eski uygarlıkların tüm izleri olmasa da anılan kaybolmuştur.
  53. Kaybolan anıların bir bölümü modem çağ arkeologları ve doğu bilimcileri
  54. tarafından yeniden gün ışığına çıkarılmıştır.İlk çağ’ın sonlarından başlayarak
  55. Ortaçağ’dan modern Ortadoğu’ya kadar doğrudan süregelen bağlantılar dikkate
  56. değerdir.
  57. Ortadoğu tarihinin kaleme alınması için yapılan ilk modem girişimlerde,
  58. tarihin derinlemesine ve kolay anlaşılmasında olmazsa olmaz değilse bile
  59. zorunlu olan siyasi ve askeri olayların tarihçesine önem verilmiştir. Tarihçilere
  60. teşekkürlerimle birlikte, çok gerekmedikçe siyasi tarihi anlatmadan, özellikle
  61. ekonomik, toplumsal ve en önemlisi kültürel tarih üzerinde durdum.Bu bakış
  62. açısıyla, çağdaş kaynaklardan yararlandım; tarihçeler,seyahatnameler, belgeler,
  63. yazıtlar, zaman zaman da öyküler ve şiirlerden alıntılar yaptım. Kaynakların var
  64. olan İngilizce çevirilerini kullandım, çevirisi olmayanları kendim çevirdim.
  65. Yazılı belgelerin yanı sıra, resimlerin katkısı da çok önemli oldu. Metinlerden ve
  66. hatta analizlerden çok da kolay elde edilemeyen görüşler sağladılar.
  67. Böylesine önemli, zengin ve hareketli bir bölgenin iki bin yıllık tarihini bir
  68. kitap cildine sığdırmaya çalışmak, taşıdığı önemin büyük bir kısmına değine
  69. memeyi de beraberinde getiriyor. Bu konuda çalışan her araştırmacının kendi
  70. seçimini yapması gerekiyor. Benim de kendi kişisel seçimimi yapmam gerekti.
  71. Daha çok en özgün bulduğum olaylara, kişilere ve durumlara önem verdim. Ne
  72. kadar başarılı olduğuma siz okurlarım karar vereceksiniz.
  73. Princeton Üniversitesi’deki genç araştırmacılar, David Marmer, Michael
  74. Doran, Kate Elliott ve Jane Baun’a bu kitabın hazırlanmasında ve sizlerle
  75. buluşmasındaki önemli katkılan için teşekkürlerimi ve takdirlerimi sunuyorum.
  76. Özellikle titiz, bilimsel ve eleştirel yaklaşımı için Jane Baun’a sonsuz
  77. teşekkürler.Asistanım Annamarie Cerminaro’ya kitabın ilk taslağından son
  78. durumuna kadar her aşamasındaki özenli ve sabırlı katkısı için teşekkür
  79. ediyorum. Kitabın resimlendirilmesi, editörlüğü ve yayınlanmasında değerli
  80. emekleri ve sabırları için Benjamin Buchan, Tom Graves ve dizini hazırlayan
  81. Douglas Matthews’e teşekkür ediyorum. Kitabın hazırlanma sürecini
  82. hızlandırmak ve sonucun niteliğini artırmak için çok çaba gösterdiler.
  83. Katkıda bulunan herkese, kabul ettiğim tüm önerileri ve fikirleri için
  84. teşekkür ediyorum; kabul etmediklerim için ise kendilerinden özür diliyorum.
  85. Bundan da açıkça anlaşılacağı gibi, kitapta olabilecek tüm hatalar bana aittir.
  86. BERNARD LEWIS Princeton, Nisan 1995
  87. 1. KISIM
  88. GİRİŞ
  89. Gün içinde herhangi bir saatte insanların, aslında yalnızca erkeklerin, bir
  90. masada oturup bir bardak çay ya da bir fincan kahve içerken yanında da
  91. sigaralarını tellendirdikleri, gazetelerini okuyup, tavla oynarken bir kenardaki
  92. televizyon ya da radyoya kulak verdikleri kahvehane ya da çayhanelere
  93. Ortadoğu’nun pek çok şehrinde sıkça rastlanır.
  94. Ortadoğu’daki kahvehanelerde zamanlarını geçiren insanların dış görünüşleri
  95. Avrupa’daki,özellikle de Akdeniz Avrupası’ndaki kahvehanelerdeki insanlardan
  96. farklı değildir. Ancak elli yıl önce aynı yerde bulunan insanlardan çok farklı,
  97. yüz yıl önceki insanlardan ise bambaşkadır. Böyle bir fark, Avrupa’daki bir
  98. kahvehanede bulunan insanlar için de söz konusudur ama bu iki farklılık
  99. birbirine benzemez. Avrupalı’nın giyim, görünüş, tavır ve davranışlarında ortaya
  100. çıkan değişikliklerin neredeyse tamamı Avrupa kökenlidir. Birkaç istisnası
  101. olmakla birlikte, bu değişim toplumun kendisinden kaynaklanır; istisnalar işe
  102. yakın ilişkide bulunulan Amerikan toplumundan etkilenmiştir.
  103. Ortadoğu’da gerçekleşen değişiklikler ise,bu durumun tam aksine dış
  104. kaynaklıdır. Ortadoğulu’nun kendi geleneklerine tümüyle yabancı toplumlardan
  105. ve kültürlerden kaynaklanmıştır.Kahvehanedeki bir masanın başında bir
  106. iskemleye oturmuş gazete okuyan adam, kendisinin ve daha önce de anne
  107. babasının yaşamlarını etkilemiş olan değişiklikleri taşımaktadır. Hali, tavrı, dış
  108. görünüşü, giyinişi ve davranışları, hatta kimliği ile modem çağlarda Batı'dan
  109. gelip Ortadoğu’yu etkisi altına alan son derece güçlü ve yıkıcı değişiklikleri
  110. simgeler.
  111. Açıkça görülen ilk ve en belirgin değişiklik giyiniş biçimindedir. Geleneksel
  112. giysiler giymesi de olasıdır ama şehirlerde buna pek rastlanmaz. Genellikle Batı
  113. tarzında gömlek ve pantolon ya da günümüzdeki gibi tişört ve kot giyer.
  114. Giyinmek, özellikle dünyanın bu bölgesinde, yalnızca örtünmek, soğuktan ve
  115. sıcaktan korunmak için değil, kimliğini tanımlamak, kökenini göstermek ve aynı
  116. gruptakilerce tanınmak için çok önemlidir.M.Ö.VII.yy’da peygamber
  117. Zephaniah’ın kitabında (1:8), Allah'ın “Kurban gününde tuhaf biçimde giyinen
  118. herkesi” cezalandıracağı yazıyordu. Museviler’in ve sonra da Müslümanların
  119. kitaplarında inananların inanmayanlar gibi giyinmemeleri, kendi ayırt edici
  120. giysilerini giymeleri buyrulur. “Onlar gibi olmamak için kafirler gibi
  121. giyinmeyin” genel bir uyarıdır.Hz.Muhammed’e atfedilen bir hadise göre
  122. “başörtüsü, inançsızlıkla inanç arasındaki sınır” olarak kabul ediliyor. Bir başka
  123. hadise göre, “diğerlerine benzemeye çalışan onlardan biri olur". Yakın zamanlara
  124. kadar, bazı yerlerde günümüzde bile, her etnik grubun, her dini zümrenin, her
  125. aşiretin, her bölgenin ve bazen de her meslek grubunun kendine özgü, ayırt edici
  126. bir giyiniş şekli vardır.
  127. Kahvehanede oturan adamın (Türkiye dışında) hâlâ bir tür şapka, belki bir
  128. takke ya da daha geleneksel bir şey giymesi olasıdır. Osmanlı' dönemine ait
  129. mezarlıkları görenler, kişinin yaşarken giydiği başlığın mermerden yapılmış bir
  130. benzerinin mezar taşlarının üzerinde yer aldığını anımsayacaktır. Bir kadıya ait
  131. mezar taşında kadı sarığı, bir yeniçerinin mezar taşında katlanmış elbise koluna
  132. benzeyen özel yeniçeri başlığı bulunur. Mezar taşlarında kişinin yaşarken yaptığı
  133. mesleği simgeleyen başlık yer alır. Bir kişiyi mezarında da bırakmayan
  134. bir ayrımın, o kişi yaşarken ne kadar fazla önemli olduğu ortadadır. Yakın
  135. zamanlara kadar Türkçedeki “şapka giymek” deyimi İngilizcedeki “totum one’s
  136. coat” (paltosunu ters yüz etmek)şeklindeki-eski bir deyimle aynı anlamda
  137. kullanılıyordu. Deyimin anlamı dininden dönmek, başka dine geçmekti.
  138. Günümüzde Türkiye’de şapka, kasket ya da dindarların giydiği başlık gibi pek
  139. çok türde şapka kullanıldığı düşünüldüğünde artık bu deyimin anlamını
  140. kaybettiği açıktır. Öte yandan Arap ülkelerinde Batı tarzında şapkalar nadir
  141. kullanılır, İran’da bile durum aynıdır. Giyinme tarzının, özellikle de şapkanın
  142. Batılılaşma süreci, Ortadoğu'nun modernleşme aşamalarını göstermesi açısından
  143. önemlidir.
  144. Modernleşmenin gerçekleştiği pek çok alanda olduğu gibi giyimde de
  145. değişimin başlangıcı askeriye ile olmuştur. Batılı askeri üniformalar, reformcular
  146. açısından büyülü bir çekiciliğe sahipti. Müslüman hükümdarlar, savaş
  147. alanlarında ordularının kafir düşmanlar karşısında peş peşe yenik düşmesiyle
  148. birlikte, istemeyerek de olsa düşmanlarının silahlarının yanı sıra, kurumlarını,
  149. Batı tarzında üniformalarını ve teçhizatlarını da benimsediler. XVIII.yy
  150. sonlarında Osmanlı ordusundaki ilk reform çalışmalarında Batılı silahları ve
  151. talim yöntemlerini benimsemelerinin gerekli olduğu düşünülse bile, Batılı
  152. üniformaları benimsemeleri gerekli değildi. Bu, askeri değil toplumsal bir
  153. seçimdi. Bu seçim, Libya ve İran İslam Cumhuriyeti de dahil olmak üzere tüm
  154. Müslüman ülkelerin modern orduları tarafından yapılmıştır. Batılı silahların ve
  155. taktiklerin etkileri ve güçleri nedeniyle tercih- edilmeleri bir zorunluluk
  156. olmuştur, ancak üniforma ve siperli kasket için herhangi bir zorunluluk olmadığı
  157. halde hâlâ giymektedirler. Bu tarz değişikliği, şiddete ve net olarak karşı çıkanlar
  158. için bile Batı kültürünün süregelen çekiciliğinin ve otoritesinin bir kanıtı
  159. olmuştur.
  160. Askeri üniformalardaki en son değişiklik şapkada oldu. Çoğu Arap ülkesinde
  161. kahvehanedeki adamın bugün bile, desen ve rengiyle toplumsal ya da bölgesel
  162. aidiyetini simgeleyen geleneksel bir şapka giyiyor olması mümkündür. Başın
  163. örtülmesinin sembolik durumu açıkça ortadadır. Müslümanlar için önemli bir
  164. nokta da çoğu Avrupalı şapka tarzının siperli olması nedeniyle namaz kılmaya
  165. engel oluşuydu. Hıristiyanların aksine Müslümanlar, Museviler gibi bir saygı
  166. ifadesi olarak başları örtülü ibadet ederler. Müslüman ibadeti olan namaz, alın
  167. yere değerek secde etmeyi gerektir ancak şapkanın siperi bunu engeller.
  168. Ortadoğu’daki Müslüman orduları Batılı üniformaların neredeyse aynısını
  169. giymişler ancak uzunca bir zaman Batılı şapkaları giymeyip, geleneksel şapka
  170. tarzlarını sürdürmüşlerdir. XIX.yy'ın ilk önemli reformcularından Sultan
  171. Mahmud (padişahlığı 1808-1839) Arapçada “tarbış” adı verilen yeni bir şapka
  172. türünü, fesi getirmişti. Önceleri kabul görmeyen ve kafir icadı olarak görülen fes
  173. zamanla kabul edilerek Müslümanlığın bir simgesi haline geldi. Türkiye
  174. Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk
  175. tarafından 1925’te fesin kaldırılması da tıpkı kabul edilirken olduğu kadar sert
  176. tepkilere yol açtı. Toplumsal sembolizmin uzmanı olan Atatürk, fesin ve
  177. geleneksel erkek şapkalarının yerine Avrupa şapka ve kasketlerin giyilmesi
  178. yasasını koyarken, yaptığı şey kesinlikle bir otoritenin yersiz kaprisi değildi.
  179. Kendisi de, yanında olanlar da, ona karşı çıkanlar da verdiği bu önemli
  180. toplumsal kararın anlamını çok iyi biliyorlardı.
  181. Bu türden bir değişim ilk değildi. XHI.yy’da Ortadoğu’nun Müslüman
  182. topraklan Moğollar tarafından fethedilmiş, Hz. Muhammed döneminden sonra
  183. ilk olarak Müslüman olmayan bir hükümdar başa geçmiş ve Müslümanlar askeri
  184. alanlarda Moğol yöntemlerini benimsemişlerdi.Moğolların himayesine hiç
  185. girmemiş olan Mısır’da bile Müslüman emirleri Moğollar gibi giyinmeye,
  186. onların teçhizatlarını kullanmaya ve Müslümanların adetleri saçlarını kısa
  187. kesmek olduğu halde, Moğollar gibi uzatmaya başlamışlardı. Müslüman
  188. ordularının Moğolların üniformalarını ve teçhizatlarını benimsemelerinin nedeni
  189. bugün giydikleri üniforma ve siperli şapkaları benimseme nedenlerine
  190. dayanıyordu. Bu neden, benimsedikleri şeylerin zamanlarının en önemli askeri
  191. gücünün dış görünüşünü ve taktiklerini simgeliyor olmasıydı. Moğolların
  192. üniformalarının, teçhizatların ve saç biçimlerinin etkileri 1315 yılına kadar
  193. sürmüştür. Ortadoğu’daki Moğol hakanlarının Müslümanlığı kabul etmelerinin
  194. ardından, Mısır sultanı askerlerin saçlarını kesmelerini, benimsedikleri Moğol
  195. tarzını bırakmalarını, geleneksel Müslüman giysilerini ve şapkalarını giymelerini
  196. emretmişti. Böyle bir değişiklik modem Müslüman ordularında henüz
  197. olmamıştır.
  198. Askeriyeden sonra sarayda değişimler olmaya başladı. Sultanın giysileri
  199. Batıkların aynısı gibi görünmemesi için farklılaştırılmaya çalışılmış ama çok
  200. farklı olmayan yine Batı giysisi gibi görünen bir değişim geçirmişti. Sultan
  201. Mahmud’un askeri giyim reformundan önce ve sonra yapılmış iki portresi
  202. Topkapı Sarayı’nda yer almaktadır. Aynı ressamın yaptığı anlaşılabilen bu iki
  203. portrede II.Mahmud aynı atın üstünde,aynı açıdan görünür. Portrelerden birinde
  204. geleneksel Osmanlı giysileriyle,diğerinde pantolon ve ceket ile resmedilmiştir.
  205. Atatürk daima yaptığı gibi konuyu temelinden ele alarak “Uygar giysiler
  206. giyelim” derken neyi anlatmak istemiştir? Eski uygarlıkların giysileri neden
  207. uygar değildir? Atatürk’e göre uygarlık, modernliktir,yani Batı uygarlığıdır.
  208. Sultandan sonra sarayda da Batık giyim tarzı etkili olmuştur. İlk ke2 o
  209. dönemde siviller için giyim kanunları konuldu ve uygulandı. Osmanlı saray
  210. memurlarının giymeye başladık-lan pantolon ve redingot, diğer memurlara da
  211. yayıldı. XIX.yy sonlarında artık Osmanlı topraklarındaki tüm devlet
  212. memurları;türlü pantolon ve ceketler giyiyorlardı. Giysilerdeki bu
  213. değişim,toplumsal yapının önemli bir değişim içinde olduğunun göstergesiydi.
  214. Yeni giyim tarzı memurlardan sonra şehirlerde yaşayan halk arasında da
  215. benimsenmeye başladı. İran’da bu boyuttaki bir değişimin gerçekleşmesi zaman
  216. almıştır- Osmanlı’da da, İran’da da işçi sınıfının ve kırsal kesimde yaşayanların
  217. Batılı giysileri benimsemeleri uzun sürmüştür ve henüz tamamen
  218. benimsenmemiştir. 1979 İslam Devrimi’nden sonra bile İran Cumhuriyeti devlet
  219. adamları Batılı tarzı ceket ve pantolon giymişlerdir. Kravat takmayı
  220. benimsemeyerek Batılı geleneklere ve kısıtlamalara karşı koyduklarını
  221. göstermeye çalışmışlardır.
  222. Kadınların giyiminde Batılılaşmaya ve modernleşmeye karşı direniş güçlü
  223. olmuştur. Değişim, çok sonraları yaşanmıştır, bugün de olduğu gibi, hiçbir
  224. zaman erkeklerdeki orana ulaşamamıştır. Müslümanların kadın ahlakı ile ilgili
  225. kuralları bu durumu oldukça kritik bir sorun ve sıkça gündeme gelen bir tartışma
  226. konusu haline getirmiştir. Atatürk bile erkekler için fesi ve geleneksel şapkaları
  227. yasakladığı halde, kesinlikle peçeyi yasaklamamıştır. Peçenin kaldırılmasını,
  228. erkeklerin başlıklarının kaldırılmasındaki gibi kanuni yaptırımlar değil,
  229. toplumsal baskı sağlamıştır. Kadın giyimindeki değişiklik süreci, başka
  230. konulardaki gibi farklı kadın gerçeklerini ortaya koymaktadır. Kahvehanede
  231. kadınlara nadiren rastlanır, onlar da çoğunlukla geleneksel giyim tarzına uygun
  232. olarak örtünmüşlerdir. Ama bazı ülkelerde, zengin olanların gittikleri pahalı otel
  233. ve kafelerde modern giyimli, başka bir deyişle Batılı tarzı giyinmiş kadınlara
  234. rastlanır.
  235. Batı karşıtı, radikal ülkelerde giyimde gerçekleşen değişim, başka bir ciddi
  236. değişimi göstermektedir. Bu ülkelerde yaşayanların tamamen olmasa bile bazı
  237. Batılı giysileri giymesi gibi, devletler de yazılı bir anayasa, bir yasama meclisi
  238. ve çeşitli seçim biçimleri kullanarak Batılı tarzı ceket ve şapka giymiş
  239. olmaktadır. Eski İran’da veya kutsal İslami tarihlerinde yer almamasına rağmen,
  240. İran İslami Cumhuriyeti’nde durum böyledir: ”
  241. Kahvehanedeki bir masa başında, bir sandalyede otururken bıraktığımız
  242. adama dönecek olursak, her iki eşya da Batı etkisinden gelen yeniliklerdir. Antik
  243. çağlarda ve Roma döneminde Ortadoğu’da masa ve sandalye kullanılırdı ama
  244. Arap fetihlerinden sonra yok oldular. Araplar ağacın az, tahtanın değerli olduğu
  245. bir ülkeden gelmişlerdi. Yün ve deri bol öldüğü için evleri ve tüm binaları
  246. döşemekte, giysileri yapmakta bunları kullanırlardı. Halılarla kaplanmış
  247. minderlerde ve divanlarda (divan sözcüğünün kökeni Ortadoğu'dur) oturur,
  248. süslemeler yapılmış tepsilerde yemek yerlerdi. XVIII.yy’ın başında yapılan
  249. Osmanlı minyatürlerinde Osmanlı saray kutlamalarında Avrupalıların figürleri
  250. yer alır. Avrupalılar ceketleri, pantolonları ve şapkalarıyla birlikte üzerine
  251. oturdukları sandalyeleri ile Osmanlılardan ayrılırlar. Osmanlılar
  252. konukseverlikleri ile tanınırdı ve Avrupalı konuklarını sandalye ile ağırlamışlardı
  253. ama kendileri kullanmazlardı.
  254. Kahvehanedeki adam şimdi kahvesini içerken sigarasını tüttürüyor. Sigara
  255. Batı, daha doğrusu Amerikan kökenlidir. Tütünün Ortadoğu’ya XVII. yy’ın
  256. başında İngiliz tüccarlar tarafından getirildiği ve çok kısa sürede popüler olduğu
  257. bilinmektedir. Kahve ise XVI.yy’da gelmiştir. Habeşistan’da çıkan kahve Güney
  258. Arabistan’a oradan da Mısır, Suriye ve Türkiye’ye gitmiştir. Türk tarihçileri
  259. kahvenin Kanuni Sultan Süleyman’ın zamanında (1520-1566) biri Halep’ten,
  260. diğeri Şam’dan gelen iki Suriyeli tarafından getirildiğini ve bunların İstanbul’un
  261. ilk kahvehanelerini açtıklarını söylemektedirler.-Kahve çok rağbet görmüştür,
  262. öyle ki Halepli kahvehane sahibinin üç yıl içinde beş bin altın kazandığı rivayet
  263. edilir. Kahvehane kültürünün oluşması, hem başkaldırıdan korkan devlet
  264. adamlarının, hem de bu tür keyif verici maddelerin İslam hukukuna aykırı
  265. olmasından kaygılanan din adamlarının telaşa kapılmasına yol açmıştı. l633’te
  266. Sultan IV. Murad kahveyi ve tütünü yasaklamış ve içenlerin öldürülmesini
  267. buyurmuştu. Tütünün destekçileri ve karşıtları arasındaki tartışmalar sürerken,
  268. 1634’te tütün tiryakisi olması nedeniyle görevinden alınarak sürgüne gönderilen
  269. baş müftü Mehmed Bahai Efendinin fetvasıyla tütün yasal ilan edildi. Aynı
  270. çağda yaşamış Osmanlı yazar Katip Çelebi tütünün yasallaştırılmasını kendi
  271. bağımlılığı yüzünden değil, yasak olanın daha çok istek doğuracağı ilkesinden
  272. ve halkın yararına yapıldığını söylemiştir.
  273. Kahvehanedeki adamı gazete okurken ya da birinin okuduğu gazeteyi
  274. dinlerken görebiliriz. Gazete, tek tek kişileri ve toplumun tamamım etkileyen en
  275. genel ve büyük değişikliklerden biridir. Gazete, bölgenin büyük bölümünde,
  276. Ortadoğu’da en yaygın kullanılan dil olan Arapça dilinde basılır. Verimli
  277. Hilal’de (Mezopotamya-Suriye ve Ürdün bölgesi), Kuzey Afrika’da ve Mısır’da
  278. eski çağlarda konuşulan diller yalnızca dini törenlerde ya da küçük azınlıklar
  279. arasında kalmak suretiyle yok olmuştur. Musevilerin dini ve edebi dil olarak
  280. korudukları, modern İsrail devletinde siyasi ve gündelik dil olarak yeniden
  281. kullanmaya başladıkları İbranice tek istisna olarak kalmıştır. İran’da konuşulan
  282. eski dilde değişiklikler olmuş ama yerini Arapça’ya bırakmamıştır. Ancak
  283. İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte Arap harfleri kullanılmaya başlanmış, çok
  284. sayıda Arapça sözcük Farsça’ya geçmiştir. Farsça'nın başına gelenler, Türkçe'nin
  285. de başına gelmiştir. Ancak reformcu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk,
  286. Türkçenin yazımında kullanılan Arap alfabesinin yerine yeni Latin alfabesini
  287. getirmiş ve böylece önemli bir kültürel değişimi gerçekleştirmiştir. Türki dil
  288. ailesinden dillerin konuşulduğu Sovyetler Birliğinin bazı eski cumhuriyetlerinde
  289. de Türklerdeki durumun benzerine rastlanır.
  290. Antik çağlardan itibaren Ortadoğu’da yazıya rastlanır. Yazının
  291. bulunmasından önce kullanılan simge, işaret ve resim dizgelerinin geliştirilmesi
  292. ile bulunan ilk alfabenin ana vatanı Ortadoğu’dur. İbrani, Arap, Latin ve Yunan
  293. alfabeleri, Levant kıyısında (Doğu Akdeniz) yaşayan ve ticaretle uğraşan
  294. halkların ilk alfabelerinden kaynaklanmıştır. Alfabe ile metinlerin yazılması ve
  295. çözümlenmesi kolaylaşırken, VIII. yy’da Çin’den kağıdın gelmesi ile yazılı
  296. metinlerin üretimi ve yayılması çok daha hızlı olmuştur. Öte yandan,
  297. Uzakdoğu’da ortaya çıkan matbaa Batı’ya doğru ilerlerken Ortadoğu’ya
  298. uğramamıştır. Ancak matbaanın hiç bilinmiyor olmadığı, Ortaçağ’da kullanılmış
  299. bir tür tahta baskısı izlerinden anlaşılmaktadır. XIII.yy'ın sonlarında İran'ın
  300. Moğol hükümdarların kağıt para basma girişimleri, işçilere kağıt para ödeyip
  301. vergilerini altın olarak almak istedikleri için paraya karşı doğan güvensizlik
  302. nedeniyle başarılı olamamıştı. Matbaanın Ortadoğu’ya girişi Çin’den değil,
  303. Türkiye’den olmuştur. Kafir, ülkelerde olanlarla ilgilenmemeyi tercih
  304. eden Osmanlı tarihçileri, matbaanın icadı ile ilgilenmiş, Gutenberg;ve ilk matbaa
  305. makinesi ile ilgili birkaç satır bile yazmışlardı. Ortadoğu’ya matbaayı 1492'de
  306. İspanya’dan sürgün edilen İspanyol Musevileri’nin de getirdiğine ilişkin
  307. kaynaklar vardır. Matbaa ile birlikte, basılı kitaplarla Batı el sanatlarını,
  308. düşüncelerini, yeteneklerini ve bunları üretme bilgisini de
  309. getirmişlerdi.Museviler’den sonra Müslüman olmayan başka topluluklar da
  310. benzer etkilenmeye yol açmıştır. Bu etkinlikler, halkın tamamının kültürünü
  311. etkileyecek denli güçlü olamamış ama başlangıç noktası olmuştur. Osmanlı
  312. arşivlerindeki vasiyetname belgelerinden,Avrupa’daki Arapça harflerle basılmış
  313. kitapları Müslümanların satın aldığı anlaşılmaktadır. XVIII.yy’ın başında
  314. İstanbul’da kurulan ilk Müslüman matbaasında Hıristiyan ve Musevi ustalar
  315. çalışmışlar.
  316. Gazetelerin ortaya çıkışı çok sonra olduğu halde, Müslüman aydınlar basının
  317. olanaklarının ve elbette tehlikelerinin farkındaydılar. l690’da Fas’ın İspanya
  318. elçisi olan, Vezil-el Gassani lakaplı Muhammed ibn Abdül Vahab, gazetelerden
  319. “haberler yazdığı söylenen ama sansasyonel yalanlarla dolu yazılar basan yazı
  320. fabrikaları” olarak söz etmiştir.XVIII. yy’da Osmanlılar’ın;Avrupa matbaasını
  321. bildikleri ileri sürülmekteydi. Basın Ortadoğu’ya doğrudan Fransız Devrimi’nin
  322. bir sonucu olarak girmiştir. Ortadoğu’da basılan ilk gazete, 1795’te Fransız
  323. Elçiliği’nde basılmış olan Gazette Française de Constantinople’dir. Fransız
  324. vatandaşları için basılmış olmasına karşın, Fransız olmayanlarca da okunmuştur.
  325. General Botıaparte aracılığıyla Mısır’a ulaşmasından sonra Kahire’de Fransız
  326. gazeteleri ve resmi gazetelerin basımına başlanmıştır. Kahire’de Fransızlar
  327. tarafından Arapça bir gazete çıkarıldığı konusunda bilgiler olmasına karşın,
  328. bugüne kadar bu gazeteye rastlanmamış olması, gazetenin hayata geçirilmemiş
  329. olduğunu göstermektedir.
  330. Geleneksel Müslüman toplumlarında hükümdarlar, önemli değişiklikleri
  331. çeşidi yollarla halka bildirirlerdi. Sikkelerin üzerindeki yazılar ve camilerdeki
  332. cuma hutbesi bu amaç için kullanılırdı. Sikkelerde ve hutbelerde hükümdarın adı
  333. geçerdi. Duada hükümdarlardan birinin adının söylenmemesi ya da yeni bir ad
  334. eklenmesi değişiklik olduğuna işaretti. Cuma hutbesinin devamında alman
  335. önlemler ve yeni politikalar anlatılırdı ve vergilerin kaldırılması kamu yerlerinde
  336. yazılı şekilde bildirilirdi. Saray şairleri hükümdar için övgü şiirleri yazarlardı.
  337. Bu şiirler kolay ezberlenebildiği ve hızla yayıldığı için halkla ilişkiler amaçlı
  338. olurlardı. Resmi tarihçilerin yayınladığı yazılı belgeler önemli olayları haber
  339. vermek amaçlı kullanılırdı. Osmanlı sultanlarının askeri başarılarını bildiren
  340. zafer mektupları olan fetihnameler başka bir halkla ilişki kurma yoluydu. Yazılı
  341. ve sözlü iletişimi yönetime destek için kullanma deneyimi olan Müslüman
  342. hükümdarlar, ithal bir yenilik olan gazeteyi de nasıl kullanacaklarını biliyorlardı.
  343. Ortadoğu'da yerel bir matbaanın kurulması, çağdaş ve rakip olan iki önemli
  344. reformcu yönetici, Mısır’da Mehmed Ali Paşa ve Osmanlı Sultanı II. Mahmud
  345. tarafından gerçekleştirilmiştir. Başka konularda olduğu gibi bu konuda da
  346. Mehmed Ali Paşa öncü olmuş, Sultan Mahmud da bir paşanın yaptığını, bir
  347. padişahın daha iyi yapabileceği ilkesinden hareketle onu izlemiştir.Mehmed Ali
  348. Paşa önce Fransızca, sonra da Arapça resmi gazete ile Sultan II. Mahmud ise
  349. Fransızca ve Türkçe bir gazete ile işe başladı. Ortadoğu’da yayınlanan gazeteler,
  350. uzun bir zaman yalnızca resmi gazeteler oldu. O zamanın bir makalesinde,
  351. “Gazetenin amacı hükümetin karar ve emirlerini halka bildirmektir.” sözleriyle
  352. anlatılan basının bu durumu ve işlevi, bölgede bugün de sürmektedir.
  353. Gazete basımının Ortadoğu’daki tarihini yazmak oldukça zordur. Pek çok
  354. gazete birkaç sayı yayınlanıp kapanmış olduğundan tam bir arşiv
  355. bulunmamaktadır. Bilindiği kadarıyla, resmi olmayan ilk gazete 1840’ta
  356. İstanbul’da Türkçe basılan Ceride-i Havadis’tir. Gazetenin sahibi ve editörü, bir
  357. ferman elde eden ilk kişi olan William Churchill adında bir İngiliz’dir. Gazete
  358. belirli aralıklarla düzensiz olarak yayınlanmasına rağmen varlığını
  359. sürdürebilmiştir.
  360. Ortadoğu’ya Kırım Savaşı ile gelen ve o zamana kadar görülmeyen bir
  361. iletişim sağlayan telgraf, gazete basımının dönüm noktası olmuştur. Churchill,
  362. Kırım Savaşı için bölgeye gelen İngiliz ve Fransız savaş muhabirlerinden biriyle
  363. anlaşmış ve raporlarım Londra’daki gazetesine göndermesini
  364. sağlamıştı.Churchill’in gazetesi, Ceride-i Havadis haftada beş gün çıkmaya
  365. başlamıştı. Böylece önce Türkler, sonra da diğer Ortadoğulular tütünden de,
  366. kahveden de daha fazla bağımlılık yapacak bir alışkanlığa kapılmış oldular. Kısa
  367. süre sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda yaygın dili Türkçe yerine, Arapça olan
  368. bölgeler için Arapça bir gazete çıkarıldı. Savaştan sonra, Arapça gazetenin
  369. yayını sona ererken, Türkçe gazetenin yaymı sürdü ve onu başkaları izledi.
  370. 1860'ta İstanbul’da Osmanlı hükümeti tarafından, yalnızca resmi bildirim
  371. amaçlı olmayan, aynı zamanda imparatorluğun içinden ve dışından haberler ve
  372. makalelerin bulunduğu, gerçek bir Arapça günlük gazete çıkarıldı. Aynı
  373. zamanlarda, Beyrut’ta Cizvit papazları da Arap ülkelerinin ilk günlük
  374. gazetesini çıkarmışlardı, emperyalistler ve misyonerlerin oluşturduğu iki büyük
  375. tehlikeden şikayet eden Müslümanlar, bu açıdan haksız da sayılmazlar çünkü
  376. onlara günlük gazeteyi emperyalistler ve misyonerler vermiştir. Basının
  377. gelişmesi gazeteciler ve okurlar için beraberinde propaganda ve sansür olmak
  378. üzere iki önemli sorunu getirdi.
  379. IX.yy sonları ile XX.yy başlarında, özellikle İngiliz işgalinin uygun koşullar
  380. yarattığı Mısır başta olmak üzere, günlük, haftalık ve aylık basında çok hızlı ve
  381. yaygın bir gelişme oldu. Mısır’da çıkan yayınlar Arapça konuşulan diğer
  382. ülkelerde yaygınlaşınca, bu ülkeler de kendi gazete ve dergilerini
  383. hazırladılar. Basının gelişmesinin etkileri çok büyük oldu. Hem ülke içinden hem
  384. ülke dışından sürekli haber alınabilmesi sayesinde, gazete ve dergileri okuyan ya
  385. da okuyanları dinleyen sıradan insanlarda, yaşadıkları şehir, ülke, kıta ve dünya
  386. hakkında öncesiyle karşılaştırılamayacak ölçüde önemli bir bilinçlenme oldu.
  387. Basın yeni bir siyasileşme ve toplumsallaşma da içeriyordu. Kırım Savaşı ile
  388. gelen tek yenilik basın olmamış, Batılı örneklere uygun belediyelerin
  389. oluşturulması, Batı tarzında devlet finansmanının, özellikle de kamu
  390. borçlanmasının getirilmesi gibi başka yenilikler de olmuş ve bunlar gazetelerde
  391. yazılmıştı.
  392. Dilde de çok önemli değişiklikler olmuştu. Önce Türkçe ve Arapça’da, sonra
  393. Farsça’da, ilk gazetelerin resmi emirler gibi olan tarzından, sonraki yıllarda
  394. çıkan ve bugüne kadar gelen gazeteci tarzına doğru hızla bir ilerleme olmuştu.
  395. Modern dünyanın sorunlarını tartışmak için Ortadoğu gazetecilerinin artık yeni
  396. bir iletişim ortamı yaratmaları zorunlu olmuştu. IX.yy’daki gazeteler, Amerika İç
  397. Savaşı, Polonya'nın Rusya’ya direnmesi, Kraliçe Victoria'nın Parlamento’yu açış
  398. konuşması gibi haberleri veriyor ve bunları tartışıyorlardı. Bu tür haberleri
  399. verme ve tartışma gereği Ortadoğu’nun modem gazetecilik ve siyasi dilinin
  400. oluşmasında oldukça önemli bir etkendir. Daha da önemlisi, Ortadoğu’da daha
  401. önce hiç görülmemiş yeni ama çok önemli bir mesleğin, gazeteciliğin ortaya
  402. çıkmasıdır.
  403. Günümüzde kahvehanede bulunan tek kide iletişim aracı gazete değildir.
  404. Kahvehanelerde mutlaka bir radyo ve televizyon bulunur. Ortadoğu’daki ilk
  405. radyo yayıncılığı, Londra’dakinden üç yıl sonra,1925’te Türkiye’de başlamıştır.
  406. Ancak iletişimleri başka ülkelerin denetiminde olan pek çok ülkede radyo
  407. yayıncılığının başlaması gecikmiştir. Radyo yayıncılığı, Mısır’da 1934’te
  408. başlamış ve 1952 devrimine kadar önemli bir gelişme göstermemiştir. Türkiye
  409. 1964’te kurulan ve doğrudan devlet denetiminde olmayan bağımsız radyo yaym
  410. kurumu ile yine öncü olmuştur. Bir ülkede radyo yayıncılığının bağımsızlığı
  411. genellikle siyasi rejime koşuttur. İtalyan faşist hükümeti tarafından 1935’te
  412. Bari’den yapılan Arapça yayın ile dışarıdan doğrudan propaganda yayınları
  413. başlamıştır. Böylece, sırasıyla İngiltere, Almanya, Fransa, ABD ve SSCB’nin
  414. katıldıkları bir propaganda savaşı başlamıştı. Bu sırada, Ortadoğu ülkeleri de
  415. birbirlerine yönelik radyo yayınlan yapıyorlardı. Maliyeti televizyonun gelişini
  416. geciktirmiş olsa da, bugün televizyon Ortadoğu’nun her yerine girmiştir.
  417. Okuryazarlığın önemli bir sorun olduğu bölgede kitle iletişiminin doğrudan
  418. konuşma yoluyla başlamasının devrimci bir etkisi olmuştur. 1979 İran Devrimi,
  419. Ayetullah Humeyni’nin nutuklarının kasetlerle dağıtılması ve emirlerinin
  420. telefonla verilmesi özellikleriyle dünya tarihindeki ilk elektronik olarak
  421. yürütülen devrimdir. Hitabet yeni bir boyut kazanmış, öncesinde hayal bile
  422. edilemeyecek kadar çok kişiye nutuk verme olanağı yaratmıştır.
  423. Genellikle, radyo ve televizyon yayınlarını ülkenin hükümet biçimi ve
  424. hükümeti yöneten devlet ya da devlet başkanı yönlendirir. Büyük olasılıkla da
  425. kahvehane duvarında resmi bulunur. Batı tarzı demokrasiyi başarıyla alan ve
  426. uygulamakta olan az sayıda ülkede bu başkan demokratik yollarla seçilen bir
  427. liderdir. Bu ülkelerde medya devletin görüşleri kadar muhalefetin görüşlerini de
  428. aktarır. Ortadoğu’nun büyük bölümünde hükümdar genellikle otokratik bir
  429. hükümetin başkanıdır. Bazı ülkelerde otorite geleneksel ama ılımlıdır ve belli bir
  430. ölçüde görüş farklılıklarına izin verir. Bazı ülkelerde ise siyasi ya da askeri
  431. diktatörlerin totaliter düzenleri hüküm sürer ve medya totaliter bir fikir birliğini
  432. temsil eder.
  433. Kahvehanede asılan resim, hükümetin biçimi ya da devlet başkanının
  434. otoritesi her nasıl olursa olsun, geleneklerden köklü uzaklaşmayı ve bir
  435. yenileşmeyi simgeler. 1721’de Fransa’daki Osmanlı elçisi bir yazısında gelenek
  436. olarak kralın başka ülkelerin elçilerine portresini verdiğini belirtmiştir.
  437. Ancak ‘İslamiyet’te resmin günah olması nedeniyle” kendisi başka bir hediye
  438. istemiştir.
  439. 4 Öte yandan, portre bilinmiyor değildi. Fatih Sultan Mehmed İtalyan
  440. ressamı Bellini’ye portresini yaptırmış, aynca İtalyan ressamlarının tablolarından
  441. bir koleksiyon oluşturmuştur.-Fatih’ten sonra yerine geçen ve daha dindar olan
  442. oğlu bu koleksiyonu kaldırtmıştır. Ondan sonra gelen sultanlar bu kadar titiz
  443. olmadıklarından Topkapı Sarayı’nda sultanların ve diğerlerinin geniş bir portre
  444. koleksiyonu vardır. Modem çağlarda-Şii ülkelerin Hz. Ali ve Hüseyin
  445. portrelerinden ve çok olmasa da Sünni ülkelerin lider portrelerinden tür İslam
  446. ikonografisi oluşmuştur. Eski Yunan ve Roma’dan itibaren Avrupa’da
  447. gelenekselleşen portreli sikkelere Ortadoğu’da neredeyse hiç rastlanmaz.
  448. Anadolu’daki birkaç küçük Selçuklu beyliğinin sikkelerinde emirlerin portreleri
  449. görülür ama bunlar da Bizans geleneklerinin taklidinden başka bir şey değildir.
  450. Kahvehanede başka resimlere rastlanmaz ama çerçevelenip aşılmış bir Kuran
  451. ayeti ya da Hz. Muhammed’in bir hadisi kesinlikle bulunur. İslamiyet on dört
  452. yüzyıldır bölgeye hakim en büyük din olmuştur. Kuran’daki birkaç sure ile
  453. yapılan cami ibadeti kolay ve sadedir. Namaz, yaratıcıya, ilahi ve tek
  454. olan Allah’a bağlılıktır, bir dram ya da sır içermez. İslam geleneğinde şiir ve
  455. müziğe izin verilmez, heykel ve resim de puta tapma olarak kabul edildiği için
  456. yasaktır. Müslüman sanatında soyut ve geometrik şekiller tercih edilir,
  457. süslemelerde çoğunlukla sistematik yazılar kullanılır. Cami süslemelerinde
  458. yaygın olarak kullanılan Kuran ayetleri, evler ve kamu binalarının duvar
  459. ve tavan süslemelerinde de kullanılır. Batı kültürüne ait yöntemlerin ilk etkileri
  460. sanat alanında olmuştur. Batı’dan uzak ve Batı etkisine kapalı İran’da bile
  461. XVI.yy’dan sonra resimdeki gölge ve perspektif kullanımı, insan figürü çizimi
  462. Batı etkisinde kalmıştır. İslamiyet’in insan resmini yasaklamasına karşın, uzuca
  463. bir süredir Osmanlı ve İran sanatında var olan insan figürü özelleşip,
  464. kişiselleşmiş, klişe olmaktan çıkmıştı. Hükümdar portrelerinin para, pul ve
  465. duvarların üzerine konması hemen kabul görmez ve tutucu ülkelerde puta
  466. tapmaya girdiği düşünüldüğünden dine küfür sayılır.
  467. Sanat dallarından tiyatro Ortadoğu’da pek etkili olamadığı halde, sinema
  468. oldukça etkili olmuştur. 1897’de İtalya’dan Mısır’a sessiz film getirilmiştir.
  469. Ortadoğu, I. Dünya Savaşı sırasında Müttefik askerlerin izlediği filmler
  470. sayesinde yeni bir iletişim aracını tanımıştır. 1917’de Mısır’da yerel filmler
  471. çekilmeye başlamış, 1927’de de ilk uzun metrajlı film gösterilmiştir. Bu tarih
  472. Ortadoğu’da sinema sanayisinin başlangıcı olmuştur. Günümüzde sinema
  473. sanayisi sıralamasında ABD ve Hindistan’dan sonra üçüncü sırada Mısır yer alır.
  474. Batıdan gelen yenilikler öyle yerleşmiştir ki, bunların batıdan alındıkları
  475. neredeyse unutulmuştur. Kahvehanedeki adam eğitimli, çok okuyan biriyse ve
  476. gözleri rahatsızsa, Ortadoğu’ya XV. yy’da gelen Avrupa icadı bir gözlük
  477. takıyordur. Kahvehanedeki duvar saati ve adamın kol saati, Avrupa’dan
  478. gelmiştir ve hâlâ Uzakdoğu’dan ya da Avrupa’dan gelmektedir. Geçen zamanın
  479. an be an ölçülebilmesi, toplumsal alışkanlıklarda günümüzde de süregelen
  480. önemli değişikliklerin belirleyicisi olmuştur.
  481. Kahvehanedeki adam arkadaşları ile birlikte kahve içerken, ölçmesi
  482. gerekmeyen saatlerini bölgede çok eskilerden beri oynana gelen masa oyunlarına
  483. ayınr. Tavla en favori oyundur, eğitimli kişilerin tercihi satrançtır. Batı’ya
  484. Ortadoğu’dan giden bu oyunlardan satrancın Hindistan’da doğduğu
  485. bilinmektedir. İki oyun, İran’da İslamiyet’ten önce de oynanan oyunlardır. Her
  486. iki oyun, Ortaçağ’daki Müslüman din bilginlerinin irade ve kaderden hangisinin
  487. daha önemli olduğu konusundaki tartışmalarında prototip ve sembol idi. Hayat,
  488. her hamlesini oyuncunun seçtiği, öngörü ve ustalık sayesinde kazanacağı bir
  489. tür satranç mıdır? Hayat, sonucunu zarların saptadığı, kimilerinin şans,
  490. kimilerinin Allah’tan gelen önceden belli yazgı olarak kabul ettiği,’bir tür tavla
  491. mıdır?
  492. Kahvehanede haberler ve konuşmalar ile birlikte’ geleneksel ya da popüler
  493. Ortadoğu müziği dinlenir. Bir ölçüde Doğululaşmış Batı pop müziği de dinlenir
  494. ama Batı sanat müziğinin dinlenmesi pek olası değildir. Kültürel ve toplumsal
  495. açıdan en fazla Batılılaşmış öğeler arasında Batı sanat müziği pek
  496. benimsenmemiştir. Aralarında İsrail Musevileri
  497. 1 ve Lübnan Hıristiyanlarının
  498. olduğu Batılılaşmış toplumlarda Batı sanat müziği dinlenir. Türk operaları,
  499. bestecileri ve orkestralarının varlığı batılılaşmanın Türkiye’de müzik alanında da
  500. gerçekleştiğini göstermektedir. Sanat dallarından müziğin, özellikle de
  501. enstrümantal müziğin dile duyarlı olmaması farklı kültürlere kolayca
  502. girebileceğini düşündürse de Ortadoğu’da pek çok bölgede, Batı sanat müziği
  503. sınırlı bir dinleyici kitlesi bulabilmiştir. Bunun nedeni, Ortadoğu’nun şarkının
  504. çıkış yeri olması olabilir. Bu durum, değişimin Batı etkisinin daha önce başlayıp
  505. tamamlandığı mimari ve resimde, geleneksel biçimlerinin neredeyse
  506. tamamen yok olduğu edebiyatta; roman, tiyatro ve hatta şiir gibi
  507. modem dünyanın genel şablonlarına uyan yapılardaki diğer sanatlarda ilginç bir
  508. çelişki yaratmaktadır. Batılılaşmanın en yaygın olduğu alanlardan biri sanatken,
  509. müzik en sonuncu ve en kısıtlı olduğu alandır. Aslında bir toplumun unsurları
  510. içinde müzik dışarıdan gelen bir yabancının anlayabileceği, kabul edebileceği ve
  511. uygulayabileceği en sonuncu unsur olduğu için bu da belki bir anlam
  512. taşımaktadır.
  513. Ortadoğu’da bir kahvehaneye girildiğinde dikkati çekecek ilk şey hiç kadının
  514. olmamasıdır; eğer varsa onların yabancı olduğunu düşünmek yanlış
  515. olmayacaktır. Tüm masalar grup olarak ya da yalnız oturan erkeklerle doludur.
  516. Kadınların yaşamlarındaki değişiklikler erkeklerin yaşadıkları değişikliklere
  517. göre epeyce az olmuştur. Hatta bazı yerlerde geriye doğru değişiklikler de
  518. yaşanmıştır. Böylece ortaya eski ve köklü bir kültüre sahip bir bölge çıkmıştır.
  519. Bu bölge, fikirlerin, malların ve hatta orduların çıkış noktası durumundaki bir
  520. merkez olmuştur. Aynı zamanda da insanları kendine çeken bir mıknatıs
  521. olmuştur. Bu çekime kapılanlar hacılar, esirler, müritler, fatihler ve de
  522. hükümdarlar olmuştur. En önemlisi de bölge, uzak ülkelerin mallarının ve
  523. bilgilerin gelip Avrupa’ya gönderildiği bir pazaryeri ve bir köprübaşı durumuna
  524. gelmiştir.
  525. Önceleri Avrupa'nın, sonra genel anlamda Batı’nın etkisi ile gerçekleşen
  526. değişim, modem çağlarda Ortadoğu’daki bilinçlenmenin temel kaynağıdır.
  527. Bölgede modem tarih, yabancı dünyanın tehdidi, çeşitli durumların ve etkilerin
  528. baskısı, zorunlu ve hızlı değişim, karşı çıkışlar ve tepkilerin olduğu bir seyir
  529. izler. Pek çok açıdan değişim köklü ve geri dönülemez olmuş, daha ileri
  530. götürülmesinden yana kişilerce desteklenmiştir. Bazı açılardan da değişim
  531. yüzeysel ve kısıdı olmuştur. Bugün, bölgede bu değişimleri tersine çevirip geri
  532. dönüşü yaygınlaştırmak isteyen radikal ve tutucu kesimler vardır. Bu kişiler, Batı
  533. kültüründen kaynaklanan değişimi, bölgenin başına gelen XIII. yy’daki Moğol
  534. istilasından bile büyük bir felaket olarak görmektedirler. Humeyni’nin Amerika
  535. Birleşik Devletleri’ni “Büyük Şeytan” olarak adlandırması, Batının etkisine
  536. karşı olanların tavrını açıkça göstermektedir. Şeytan emperyalist değil,
  537. ayartıcıdır. O fethetmez, tecavüz eder. Batı kültürünü yıkıcı ve tecavüz edici bir
  538. güç olarak görüp ondan nefret eden ve korkanlar ile onu, kültürler ve uygarlıklar
  539. arasındaki sürekli ve verimli alışveriş için yeni bir olanak olarak görenler
  540. arasındaki savaş bugün de sürmektedir.Ortadoğu’daki bu durumun nasıl
  541. sonlanacağı belirsizliğini hâlâ korumaktadır.
  542. 2. KISIM
  543. Geçmiş
  544. 1. BÖLÜM
  545. HIRİSTİYANLIK ÖNCESİ
  546. Bugün Ortadoğu adım verdiğimiz bölge, Hıristiyanlık çağının başlangıcında,
  547. iki büyük imparatorluk arasında, bölgenin yazılı tarihinin binlerce yılında, ne ilk
  548. ne de son olarak, paylaşılamayan bir yerdi. Bölgenin, Boğaziçi’nden Nil
  549. deltasına kadar uzanan Doğu Akdeniz kıyısındaki ülkeleri içine alan batı
  550. yarısının tamamı Roma İmparatorluğu’nun bir parçası durumuna gelmişti. Bu
  551. bölgenin eski uygarlıkları yıkılmış ve eski kentleri Roma valilerinin ya da yerli
  552. kukla prenslerin yöntemine girmişti. Bölgenin doğu yarısı, önce Yunanlılar’ın,
  553. sonra da Romalılar’ın “Pers İmparatorluğu”, orada yaşayan halkın ise “İran”
  554. olarak adlandırdığı başka bir büyük imparatorluğa aitti.
  555. Bölgenin siyasi haritası, hem dış görünüşü hem de temsil ettiği gerçeklik
  556. açısından, bugün olduğundan çok farklıydı. Ülkelerin adları gibi, üzerinde
  557. bulundukları topraklar da günümüzdekinden çok farklıydı. Bu ülkelerde yaşayan
  558. insanların çoğu, bugün oralarda yaşayanlardan farklı diller konuşmuş ve
  559. farklı dinleri benimsemişlerdi. Bugüne gelen bazı istisnalar ise, değişmeden
  560. korunan eski geleneklerden çok, yeniden farkına varılan eski uygarlıkları bilinçli
  561. anımsatma çabasıdır.
  562. Pers-Roma imparatorluklarının rekabet ve egemenliklerinin sürdüğü çağda,
  563. kuzeydoğu Afrika ve güneybatı Asya haritası da, Roma, Makedonya ve Pers
  564. imparatorluklarının egemenlikleri altına girmeden çok daha önce, güçlü
  565. komşuları tarafından asimile olan eski Ortadoğu imparatorlukları ve
  566. kültürleri zamanındakinden çok farklıydı. Hıristiyanlık çağının başlangıçına dek,
  567. varlığını sürdüren eski kültürlerden, kendi eski kimliğinin pek çok şeyini ve eski
  568. dilini koruyarak kalan en eski kültür, kuşkusuz Mısır idi.
  569. Tarih ve coğrafya açısından kesin sınırları çizilmiş olan Mısır, Nil nehrinin
  570. aşağı vadisi ile deltasını içine alır; doğu ve batı sınırlarında da deniz bulunurdu.
  571. Fethedilmeye başlandığında, Mısır uygarlığı binlerce yıllıktı ve birbiri ardına
  572. İranlılar, Yunanlılar, Romalılar tarafından istila edilmesine karşın, kendi özel
  573. niteliğini büyük ölçüde korumuştu.
  574. Eski Mısır dili ve yazısı bin yıllık süreçte pek çok değişikliğe uğradığı halde,
  575. dikkate değer bir süreklilik göstermiştir. Eski hiyeroglif yazısı ve onun halk
  576. arasında kullanılan el yazısı (demotic) Hıristiyanlık çağının başladığı yıllarda,
  577. yerlerini Kıpti yazısı alana dek kullanılmıştır. Kıpti yazısı,' eski Mısır dilinin
  578. Yunan alfabesine uyarlanarak çevrilen ve halk yazısından harfler eklenerek
  579. oluşturulan son biçimidir. Kıpti yazısına ilk olarak M.Ö.II.yy’da rastlanır ve
  580. M.S.I.yy’a kadar görülür. Mısırlıların Hıristiyanlığı benimsemeleriyle birlikte,
  581. önce Roma, sonra da Bizans egemenliğine giren Hıristiyan Mısır’ın milli kültür
  582. dili olur. Mısır’ın Müslüman Araplar tarafından fethi ve sonraki
  583. Müslümanlaştırma, Araplaştırma döneminde Hıristiyan kalan Mısırlılar bile
  584. Arapça’yı benimserler. Bunlara bugün de Kıpti denilmektedir ama Kıpti dili
  585. yavaş yavaş yok olmuştur ve günümüzde yalnızca Kıpti Kilisesi’nin ayinlerinde
  586. kullanılmaktadır. Tüm bu gelişmelerle Mısır yeni bir kimlik kazanmıştır.
  587. Günümüzde de kullanılan Arapça adı “Mısır”, Arap fetihleriyle birlikte
  588. gelmiştir. Bu ad, İbrani Tevratı ve diğer eski metinlerde geçen Mısır’ın Sami
  589. dillerindeki adlarıyla ilişki içindedir.Ortadoğu’nun Dicle ve Fırat uygarlığı
  590. olarak bilinen diğer bir nehir vadisi uygarlığı, Mısır’dan eski olsa bile, Mısır
  591. devletinin ve toplumunun birliğini de, sürekliliğini de gösterememektedir.
  592. Bölgenin güneyi, ortası ve kuzeyinde, Babiller; Asurlar, Akadlar, Sümerler
  593. olarak bilinen farklı dilleri konuşan, farklı halklar yaşıyordu. İbrani Tevrat’ında
  594. burası, Aram Naharayim, başka bir deyişle İki Nehrin Aramı olarak adlandırılır.
  595. Helen-Roma dünyasında ise aynı anlama geldiği söylenebilecek 'Mezopotamya'
  596. adı verilmiştir.
  597. Hıristiyanlık çağının ilk yıllarında, bölgenin güneyi ve ortası Persler’inin
  598. kesin egemenliğindeydi. Pers imparatorluğunun başkenti bugünkü Bağdat
  599. yakınlarındaki Ktesiphon kentiydi. Bağdat adı, “Tanrı verdi” anlamına gelen
  600. Farsça bir sözcüktür. Bağdat, yüzyıllar sonra Araplar’ın kuracağı yeni
  601. imparatorluk başkentinin olduğu yerdeki bir köyün adıdır. Irak, Ortaçağ
  602. Arapçası’nda, ülkenin bugünkü güney yarısının Takrit’in güneyinden denize
  603. kadar olan bölümünde bulunan bir eyaletin adı olarak kullanılıyordu. Kimi
  604. zaman bu eyalet, güneybatı İran’a sınırı olan Irak-ı Acemi bölgesi ile
  605. karıştırılmaması için Irak-ı Arabi olarak adlandırılmıştır.
  606. Zaman içinde, Kuzey Mezopotamya Pers, Roma ve bazen de yerel
  607. hanedanlar tarafından yönetilmiş olan paylaşılamayan bir bölge olmuştu. Bölge
  608. bazen de, sınırları güneyde Sina çölü, kuzeyde Toros dağlan, batıda Akdeniz,
  609. doğuda Arap çölü ile çizilen ve Suriye olarak adlandırılan bölgenin bir parçası
  610. olmuştu. Suriye sözcüğünün kökeni ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır.
  611. Herodot’a göre Suriye Asuriye’nin kısaltılmış biçimidir. Modem çağ bilim
  612. adamları bu sözcüğün kaynağı olabilecek bazı yerel yer adlar saptamışlardır.
  613. Suriye adı ilk kez Yunanca'da görülür ancak Helen öncesi metinlerde izine
  614. rastlanılmıştır.Bizans ve Roma resmi diline geçen bu Yunanca ad, VII.yy’da
  615. Arap istilasından sonra neredeyse tamamen kaybolmuştur. Avrupa’da, klasik
  616. bilgilere artan ilgi sonucu kullanılmaya başlanmıştır. Geçmişte Suriye adıyla
  617. bilinen bölge Arap, genel anlamda İslam dünyasında, Şam olarak adlandırılmıştı.
  618. Bölgenin en büyük şehrinin adı da Şam’dı. Suriye adı coğrafi yazılarda nadiren
  619. kullanılmıştır ve XX. yy’ın ikinci yarısında Avrupa'nın etkisiyle yeniden
  620. kullanılana kadar çok bilinmezdi.
  621. 1865'te Osmanlı yönetimi tarafından Şam vilayetinin adı olarak resmen
  622. benimsenen Suriye, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransız mandasının
  623. kurulmasıyla bu ülkenin adı olmuştur. Mezopotamya ve Suriye’ye yerleşen
  624. Aramlılar’m adından gelen Aram adı, bölgenin eski adlarından en çok
  625. kullanılanıdır. Mezopotamya “İki Nehrin Aramı” olarak anılır, kuzey ve
  626. güney Suriye ise “Şam Aramı” ve “Zoba (Halep) Aramı” olarak anılırdı. (bkz: 2
  627. Samuel 8:6 ve 10:8)
  628. Öte yandan Verimli Hilal’in batı kolundaki ülkelerin adları oralarda hüküm
  629. süren krallıkların ve yaşayan halkların adlandır. Bunlardan en çok tanınanı ve
  630. hakkında en çok belge bulunan Kenan, Tevrat’ta ve öteki eski meünlerde de
  631. anılan gü-, neyde yer alan topraklardır. İsraillilerim fethedip yerleştikleri
  632. topraklar “İsrailoğulları’nın toprakları” (Joshua 11:22) ya da “İsrail diyarı” (1
  633. Samuel 13:19) olarak adlandırılmıştır. M.Ö. X. yy’da Süleyman’ın ve Davud’un
  634. hükümdarlıklarının yıkılmasının ardından, başkenti Kudüs olan güney Yahudiye,
  635. kuzey İsrail ve sonrasında Samiriye olarak anılmıştır. Güney ve Kuzey kıyı
  636. bölgelere Fenike ve Filistiye olarak halklarının adları verilmiştir. Babilliler’in
  637. fetihleri sırasında kaybolan Filistinlilerin adları bir daha duyulmamıştır.
  638. Bugünkü güney Lübnan ve kuzey İsrail bölgesinde Fenikeliler, Roma ve
  639. erken Hıristiyan çağına dek kalmışlardır. M.Ö. VT. yy’daki Pers fethinin
  640. ardından sürgünden dönenler Yehud olarak tanınan bölgeye yerleşmişlerdir.
  641. Romalılar ülkenin kuzeyine, güneyine ve ortasına Yahudiye, Galile ve Samariye
  642. adlarını vermişlerdir. Romalılar, bugün Ürdün nehrinin doğusundaki Necef ve
  643. Peraea adlarıyla bilinen, Tevrat’ın Edom’una atfen güneydeki çöle İdumea adını
  644. vermişlerdir.
  645. Suriye ile Mezopotamya’da kullanılan Sami dilleri, kendi içerinde dil
  646. ailelerine ayrılmışlardır. Bunlardan en eski olan ve çoğunlukla Mezopotamya’da
  647. kullanılan Akadça dil ailesine bağlı diller arasında Babilce ve Asurca
  648. bulunmaktadır. Başka bir dil ailesi olan Kenan ailesi, Fenike dilini ve onun
  649. Kuzey Afrika kolu olan Kartaca dilini, Tevrat İbranicesi’ni içine almaktadır.
  650. Hıristiyanlığın başlangıç döneminde bu dillerden pek çoğu nereyse tümüyle
  651. kaybolmuş, onların yerine yine bir Sami dil ailesine bağlı ve birbirine çok
  652. benzeyen Arami dilleri geçmiştir. Fenike dili Kuzey Afrika kolonilerinde ve
  653. Levant limanlannda konuşulmaya devam ederken; artık Museviler’in ortak
  654. konuşma dili olmayan İbranice ise bir edebiyat, bilim ve din dili olarak
  655. yaşamaya devam ediyordu. Babilce ve Asurca tamamen kaybolmuştu. Arami dili
  656. uluslararası diplomasi ve ticaret dili olmuş, yalnızca Verimli Hilal ile sınırlı
  657. kalmayıp Mısır’da, İran’da ve bugünkü güney (doğu) Türkiye’de yaygın olarak
  658. konuşulmaktaydı.
  659. Hıristiyanlık döneminin başlangıcında bölgeye giren Sami dillerinden
  660. sonuncusu Arapça, Arap yarımadasının kuzey ve orta bölümünde kullanılıyordu.
  661. Şimdiki Yemen’de yer alan güneybatının gelişmiş şehir kültürlerinde, güneydeki
  662. Arap kolonicilerinin Afrika'ya taşıdığı ve Güney Arapçası olarak
  663. bilinen Habeşçe’ye yakın başka bir Sami dili kullanılıyordu. VII.
  664. yy’da Arapça’nın bölgenin tamamında hakimiyet kurmasını sağlayan büyük
  665. Arap fetihlerinin öncesinde bile, kuzeyde Irak ve Suriye’ye Arapça konuşanların
  666. gelip yerleştiklerine ilişkin bulgular vardır. Verimli Hilal’de Arapça yerini
  667. Arami’ye bırakmıştı. Bugün de hâlâ Doğudaki kilise ayinlerinde ve uzak küçük
  668. birkaç köyde yaşamaktadır.
  669. Günümüzde Türkiye olarak tanınan ülke, Ortaçağ’da doğudan Türklerin
  670. buraya gelişine kadar bu ad ile anılmıyordu, sonrasında bile sadece Avrupa’da
  671. bu adla biliniyordu. Hıristiyan çağının başlarında bölge için Anadolu, Asya ve
  672. Küçük Asya adlan en yaygın kullanılanlardı. Bunlar Ege Denizi’nin doğu
  673. kıyılarını anlatıyordu ve sonra da çeşitli yollarla doğuya yayılmıştı. Ülke
  674. genellikle bölündüğü krallık, şehir ve eyaletlerin adlarıyla anılırdı. Bölgede
  675. hakim dil olan Yunanca, başlıca iletişim aracıydı.
  676. “Anatolia” adı, İtalyanca “Levant”, Latince “Orient” sözcükleriyle aynı
  677. anlamdaki (güneşin doğması) Yunanca bir sözcükten gelmektedir. Bu adlar,
  678. tanıdıkları dünyanın sınırları doğu Akdeniz topraklan olan halkların görüşlerini
  679. taşımaktadır. Daha sonraları çok uzaklarda, çok daha büyük bir Asya
  680. olduğunu öğrenen Akdeniz halkları, kendi Asya’larına “Küçük Asya” adını
  681. vermişlerdir. Yüzlerce yıl sonra da “Doğu” ‘Takın” ve Batı ufuklanndan çok
  682. daha uzakta bir Doğu ile tanıtıldığında “Orta” Doğu doğmuştur. Yeni daha
  683. Uzakdoğu ülkelerinden en önemlisi Batı’nın Persia olarak adlandırdığı İran idi.
  684. Persis ya da Persia adı bir ülke ya da milletle değil, bir eyalete aittir. Pers ya
  685. da Fars, adı verilen körfezin doğusundaki eyaletin adıdır. Persler bu adı tüm
  686. ülkeye vermeseler de bölgenin dilini kullanmışlardır.Perslerin kullandığı ve
  687. 1935’te tüm dünyada kabul edilen “İran” adı, “Arilerin ülkesi” anlamına
  688. gelen ve Hint-Ari halkların ilk göç zamanlarından kalma eski Farsça’daki
  689. “Aryananı” sözcüğünden türemiştir.
  690. Ortadoğu’nun dini haritası, dil ve etnik haritasına göre daha kanşıktır. Eski
  691. tannlardan pek çoğunun ölmüş ve unutulmuş olmasına karşın ilginç ve farklı
  692. şekillerde yaşatılanlar da vardı. Ortadoğu halklarının yaşadıkları göçler ve
  693. fetihler sonucunda, önemli bir gücü olan Helen kültürü ve Roma yönetimi
  694. sayesinde ortaya yeni inanışlar çıkmıştır. Romalılar arasında, Roma’da bile bazı
  695. Doğu kültleri kabul görmüştü. Ortadoğu’nun yeni hakimleri Küçük Asya’dan
  696. Frigya’lı Kibele, Suriye’li Adonis ve Mısır’lı İsis destekçi kazandılar.
  697. Eski tanrıların ve kültlerin tümünden vazgeçilmesi ve yerlerini tektanrılı iki
  698. dünya dininin alması, binlerce yılı alan uzun bir sürede değil, yüzyıllara sığan
  699. kısa bir sürede gerçekleşmiştir. İslamiyet ve Hıristiyanlık, bölgede art arda çıkan
  700. ve birbirinin rakibi olan iki yeni dindi. VII. yy’da İslamiyet ortaya çıkışını ve
  701. başarısını, büyük ölçüde Hıristiyanlığın ortaya çıkmasına ve yayılmasına
  702. borçludur; tıpkı Hıristiyanlığın da kendinden önceki felsefi ve dini akımlara
  703. borçlu olduğu gibi. İslam ve Hıristiyan uygarlıkları Ortadoğu’nun eski
  704. geleneklerindeki ortak köklere dayanmaktadır.
  705. Tektanrıcılık tamamen yeni bir düşünce değildi. M.Ö. XIV. yy’da Mısır
  706. firavunu Akhenatonün ilahilerinde tektanrıcılık düşüncesine rastlanır ama bu tür
  707. düşüncelerle sık karşılaşılmadığından etkileri yerel ve geçicidir. Ahlaki tek
  708. tanrıcılık ilk kez Museviler tarafından dinin önemli bir parçası haline
  709. getirilmişti. Museviler’in ilkel aşiret dini inançlarından evrensel tektann-cılık
  710. inancına geçişleri İbrani Tevratı’nın kitaplarına yansımıştır. Aynı zamanda bu
  711. kitaplarda, puta tapan, çok tanrılı komşularının kendilerini bu inançları yüzünden
  712. nasıl dışladıkları da anlatılmaktadır.
  713. Modem çağlarda, gerçeği bulduklarına inananlar, ona kendi başarıları
  714. sayesinde ulaştıklarına kolayca inanırlar. Ne var ki eski çağlardaki dindarların
  715. böyle bir düşünceye inanmaları mümkün değildi. Tek tanrı gerçeğine yalnızca
  716. kendilerinin sahip olduğunu düşünen Museviler, Allah’ı seçmiş oldukları fikrini
  717. kesinlikle düşünmeyerek, mütevazı bir biçimde, Allah tarafından seçilmiş
  718. olduklarına inanmışlardır. Aslında bu seçimleri onlara bir ayrıcalık değil,
  719. sorumluluk yüklüyor; hatta bazen taşınması çok güç bir yük getiriyordu:
  720. “Dünyadaki tüm halklar arasında yalnızca sizi bildim. Bu nedenle tüm
  721. günahlarınız için sizi cezalandıracağım.” (Alnos 3:22)
  722. Tek bir evrensel tanrıya inanan ve tapan yalnızca Yahudiler değildi. Doğuda,
  723. İran yaylasında iki akraba halk, Persler ve Medler, eski paganizmlerini bırakmış,
  724. eninde sonunda iyiliğin kazanacağma ve tek bir tanrının kötülükle savaştığına
  725. inanmışlardı. Bu dini görüşün ortaya çıkışının peygamber Zerdüşt ile olduğu
  726. bilinmektedir. Pers dilinin en eski biçiminde yazılmış Zerdüşt kaynaklarında
  727. Zerdüşt’ün öğretilerine rastlanmıştır. Zerdüşt’ün ne zaman yaşadığına ilişki bir
  728. bilgi bulunmamasıyla birlikte bu konudaki tahminler yaklaşık bin yıllık
  729. farklarla yapılmaktadır. Zerdüşt dininin en çok yayıldığı dönem M.Ö. VI. ve V.
  730. yüzyıllarıdır. Birbirlerinden habersizce Allah’ı arayan bu iki halk, kendi
  731. yollarında gitmeyi sürdürmüşlerdir. Onları bir araya getiren M.Ö. VI. yy’daki
  732. önemli olaylar, yüzyıllarca dünyayı sarsacak sonuçlar doğurdu.
  733. Babil kralı Nabukadnezar, M.Ö. 586’daki fetih savaşlan ile Kudüs’ü ele
  734. geçirmeyi başardı. Musevi tapınağını ve Yahuda krallığım yıktıktan sonra o
  735. zamanki geleneklere göre, esir aldığı halkı Babil’e gönderdi. Bu yüzyılın sonraki
  736. yıllarında, o zamanki Suriye topraklarına ve çevresinde hüküm süren yeni Pers
  737. imparatorluğunun kurucusu Med’li Kiros, Babil krallığını fethetti. Bu
  738. topraklarda yaşayan fethedilmiş halklar arasından bir grupla fethedenlerin
  739. inançlarında bir benzerlik olduğu görüldü. Kiros, Museviler’in İsrail topraklarına
  740. geri dönmelerine müsade etti. Kudüs’teki Tapınağı devlet bütçesi ile yaptırttı.
  741. Tevrat’ta Kiros'a Musevi olmayan bir hükümdara, bundan da öte Musevi-ler’e
  742. gösterilebilecek en büyük saygı gösterilmiştir. Babil’deki tutsaklığın ardından
  743. yazılmış olan İsa'ya kitabının son bölümünde şunlar yazar: “Koreş çobanım ve
  744. tüm isteklerimi gerçekleştirecek: Yeruşalim ve tapınağın temelleri atılacak.”
  745. (İşaya 44:28)
  746. Babil'deki esaretin öncesinde ve sonrasında yazılan Tevrat kitaplarının
  747. inanışlarında ve düşüncelerinde, bir bölümü İran'ın dini düşünce yaşamının
  748. etkisinden kaynaklanan önemli farklar vardır. En önemlileri; öldükten sonra
  749. yargılanma, cennette ödüllendirilme, cehennemde cezalandırılma düşüncesi;
  750. insan-lann da rol aldığı iyilik ve kötülük güçleriyle Allah ve Şeytan arasındaki
  751. kozmik mücadele düşüncesi; kutsal tohumdan çıkıp zamanı geldiğinde iyilikle
  752. kötülük arasındaki savaşta iyiliğin zaferi kazanmasını sağlayacak bir kurtarıcının
  753. geleceği düşüncesidir. Tüm bu düşünceler, Museviliğin son döneminde
  754. ve Hıristiyanlığın ilk döneminde de çok önemiydi.
  755. Musevi-Pers ilişkisi siyasi sonuçlar da içermekteydi. Kiros, Museviler’e
  756. iyilik yapmış, onlar da Kiros’a bağlılıkla hizmet etmişlerdir. Sonraki yüzyıllar
  757. boyunca hem yurtlarındaki hem de Roma hakimiyetinde bulunan başka
  758. ülkelerdeki Museviler’in, Roma’nın Pers düşmanlarıyla yakınlık ve işbirliği
  759. içinde olduklarından şüphe duyulmuştur.
  760. Alman filozof ve tarihçi Kari Jaspers M.Ö. 600 ile 300 arasındaki yılları,
  761. birbirleriyle ilişkileri olmayan, birbirlerinden uzak ülkelerde yaşayan halkların
  762. entelektüel ve manevi gelişimleri açısından “mihver dönemi” olarak
  763. nitelendirmiştir. Bu dönem, İran’da Zerdüşt’ün ve önemli havarilerinin, İsrail’de
  764. peygamberlerin, eski Yunan’da filozofların, Hindistan'da Buda’nın, Çin’de
  765. Konfüçyüs’un ve Lao-Tse’in birbirlerini tanımadan yaşadıkları yıllardır.
  766. Hindistan’dan gelen Budist misyonerler, Ortadoğu’da birtakım etkinliklerde
  767. bulunmuşlar ancak tanınıp etkili olamamışlardır. Kiros ve ondan sonra gelenler
  768. döneminde Persler ile Museviler arasında karşılıklı iyi ilişkiler kurulmuştur. Bu
  769. halefler topraklarım Küçük Asya’nın Ege kıyılarına kadar genişletmişler,
  770. Yunanlılar ile olan ilişkileri ve çatışmaları sayesinde, Pers İmparatorluğu'nun
  771. çeşitli halklarıyla ortaya çıkmaya başlayan Yunan uygarlığı arasında köprü
  772. kurulmuştur. Yunan uygarlığının din yerine bilime ve felsefeye dayanmasına
  773. rağmen Yunan bilim adamlarının ve filozoflarının fikirlerinin, Ortadoğu’nun,
  774. dahası dünyanın sonraki dini uygarlıkları üzerinde çok önemli etkileri olmuştur.
  775. Eski çağlardan itibaren Yunan paralı askerleri ve tüccarları Ortadoğu’nun
  776. çeşitli yerlerini keşfederek, bu yabancı diyarlardan Yunan bilim adamlarının ve
  777. filozoflarının entelektüel ilgilerini çekecek bilgiler getirmişlerdi. Pers
  778. İmparatorluğu’nun genişlemesiyle Pers hükümetinde Yunan yeteneklerinden
  779. faydalanma olanağı doğmuştu. Makedonyalı Büyük İskender’in (M.Ö. 356-323)
  780. Makedon hakimiyetini ve Yunan kültürel etkinliğini Orta Asya’ya, İran’a,
  781. Hindistan sınırlarına ve güneyde Suriye üzerinden Mısır’a kadar yayan doğu
  782. fetihleri yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Büyük İskender öldükten sonra,
  783. Suriye, İran ve Mısır’da üç krallık kurulmuştur.
  784. İskender’in fetihlerinin öncesinde de İran ile ilgili bilgileri olan Yunanlılar’ın
  785. fetihlerin sonrasında Mezopotamya, Suriye ve Mısır’ı tanıma şansları olmuştur.
  786. Bu topraklarda, kurdukları siyasi üstünlük sonunda Romalılar tarafından
  787. yıkılmış olsa da, kültürel üstünlükleri Roma döneminde bile sürmüştür. M.Ö.
  788. 64 yılında Romalı general Pompey Suriye’yi ele geçirmiş, çok kısa bir süre
  789. sonra da Yahuda’yı fethetmiştir. Antonius ve Kleopat-ra’nın M.Ö. 31’de Aktium
  790. savaşındaki yenilgilerinin ardından Mısır’ın Greko-Makedon hükümdarları da
  791. Roma hakimiyetine girmişlerdir. Roma hakimiyetinin ve Helen kültürünün
  792. büyük zaferine karşı koyma cesaretini yalnızca Persler ve
  793. Museviler gösterebilmiş ve bu direnişin çok çeşitli sonuçları olmuştur.
  794. Arşak adlı biri, M.Ö. 247 yıllarında Yunan yönetimine karşı başarılı bir isyan
  795. başlatarak tarihte, geldikleri yerin ya da kabilelerinin adıyla Partlar olarak
  796. bilinen bağımsız bir Hanedanlık kurdu. Makedonya hakimiyetini tekrar kurma
  797. girişimlerinin ardından Partlar varlıklarını sürdürdüler. Siyasi bağımsızlıklarını
  798. genişleterek Roma’nın karşısında tehlikeli ve güçlü bir rakip olmaya başladılar
  799. ama Yunan kültürel etkisine açık kaldılar. Partlar, Zerdüşt inancını tekrar
  800. canlandıran Sasani hanedanlığının kurucusu Ardeşir (M.S. 226-240) tarafından
  801. yıkıldı. İran’da hakimiyetin, hükümetin, toplumun bir parçası ve devlet dini
  802. haline gelen Zerdüştlük, devlet baskısıyla dini sınıf ve hiyerarşik din adamlığı
  803. oluşturan; karşıt inançların belirlenmesi ve bastırılmasıyla uğraşan tarihteki ilk
  804. devlet dini sayılabilir. Bu açıdan Sasaniler’in uygulamaları gerek Partların
  805. gerekse imparatorluk Roma’sının büyük hoşgörüsüyle önemli bir çelişki
  806. yaratmaktadır.
  807. Zerdüşt dini ve rahipliği devletle olan sıkı bağı nedeniyle büyük bir güç
  808. kazanmış ancak devletin yıkılmasıyla birlikte de zarar görmüştür. Zerdüşt
  809. rahipliği kurumu Pers İmparatorluğu ile birlikte yok olmuş, Arap fetihleriyle
  810. imparatorluğun yıkılması Zerdüştlüğün uzun bir çöküş dönemine girmesine yol
  811. açmıştır. İslam döneminde İran'ın kültürel ve siyasi yaşamının yeniden dirilmesi
  812. sürecinde çöküşten kurtulamamıştır. İran’da İslamiyet’in yayılışına karşı direnişi
  813. Zerdüşt rahipliği değil, muhalefet ve baskıya alışkın olan Zerdüşt karşıtları
  814. göstermiştir.
  815. Zerdüşt karşıtı düşüncelerden bazılarının Ortadoğu’da ve genel anlamda
  816. tarihte çok önemli yerleri olmuştur. Bunlardan en iyi bilineni, Roma
  817. İmparatorluğu’nda, özellikle askerler arasında, çok benimsenmiş olan ve
  818. İngiltere’de bile kabul gören Mitraizm’dir. Ondan daha çok bilineni ise
  819. Maniheizm’dir. Mani, 216 ile 277 yılları arasında yaşamış, Zerdüşt ve
  820. Hıristiyan düşüncelerinin birleşiminden oluşan bir din kurmuştur. Mani 277’de
  821. şehit olmuş ama dini yaşamını sürdürmüş, hem Avrupa’da hem Ortadoğu’da
  822. Hıristiyan ve Müslüman baskılarına direnmiştir. Zerdüşt karşıtı düşüncelerden
  823. daha yerel nitelikli ama çok önemli olan bir başkası Mazdak’tır. VI. yy
  824. başlarında İran’da yaşamış ve bir tür dini komünizm kurmuş, İslamiyet'te daha
  825. sonraki muhalif Şii hareketlere esin kaynağı olmuştur.
  826. İran’ın dinlerinden biri olan Zerdüştlük, imparatorluğun kültürel dünyası
  827. dışında yaşayanlara ciddi olarak açılmamıştı. Başlangıçta etnik kökenli olan
  828. uygar eski dinlerin tümü gibi bu da olağan bir durumdu. Zamanla siyasi nitelik
  829. kazanan, sonra da kültlerini sürdüren siyaset ile birlikte çöken bu dinlerin tek
  830. bir istisnası vardır. Antik çağlarda tek bir din siyasi ve coğrafi üssü yok
  831. edildikten sonra ayakta kalabilmiş, ikisi de olmadan köklü bir kendini değiştirme
  832. süreciyle yaşamayı sürdürmüştür. Önce İsrailoğulları, ardından da Yahuda
  833. halkının Musevi oluşları bu şekilde olmuştur.
  834. Museviler, Röma’ya ve Yunan’a karşı olan siyasi direnişlerinde başarı
  835. gösterememişlerdir. Başlangıçta Makabiler altında Suriye'nin Makedonyalı
  836. hükümdarı karşısında başarılı olmuşlar ve bir süreliğine Yahuda’daki
  837. krallıklarının bağımsızlığını elde etmişlerdir. Ancak Roma’nın gücüne karşı
  838. koyamamışlar ve bazı Persler’in yardımıyla peş peşe gerçekleştirdikleri
  839. başkaldırışların tümü bastırılmış, sonunda sindirilip köle haline gelmişler,
  840. başrahipleri ve kralları Roma’nın kuklaları olmuştu. Yahuda, Romalı bir valinin
  841. hakimiyetindeydi. 66 yılında başlayan en önemli başkaldın zorlu bir
  842. mücadelenin sonunda, isyancıların yenilgisi ile sonuçlanmıştı. Romalıların 70
  843. yılında Kudüs’ü fethedip Babil esaretinden kurtulanların yaptığı ikinci tapınağı
  844. yıkmaları bile Musevi direnişini durdurmayı sağlayamamıştır. 135’teki BarKohba isyanının ardından Romalılar Musevilerden mutlaka kurtulmaya karar
  845. verdiler. Daha önce Babilliler’in yaptığını Çaparak Musevilerin büyük
  846. çoğunluğunu esir alıp sürgüne gönderdiler ama bu sefer onların imdadına
  847. yetişecek bir Kiros yoktu. Museviler’in tarihi adlan dahi silindi, Kudüs’e Aelia
  848. Capitolina adı verildi ve yıkılan Musevi Tapınağı’nın yerinde Jüpiter’e bir
  849. tapınak yapıldı, Samariya ve Yahuda adları kaldırıldı ve ülkeye çoktan
  850. unutulmuş olan Filistinliler’in adı verildi.
  851. Aşağıdaki eski bir Musevi metni Musevi ve başka Ortadoğu halklarının
  852. Roma imparatorluk yönetiminin faydalarını ve zararlarını nasıl gördüğünü açık
  853. bir biçimde anlatmaktadır. Bölüm ll. yy’da üç hahamın konuşmalarından
  854. alınmıştır:
  855. 1
  856. Haham Yahuda dedi ki: “Bu insanların (Romalılar) eserleri ne de güzel.
  857. Pazarlar, köprüler, hamamlar yapmışlar." Haham Yose sessiz kaldı. Haham
  858. Simeon Bar- Yohai yanıtladı: “Tüm yaptıklarını kendi gereksinmeleri için
  859. yaptılar. Fahişelerini yerleştirmek için pazar yerleri, kendilerini güzelleştirmek
  860. için hamamlar, vergi toplamak için köprüler yaptılar." Yahuda konuşmalarını
  861. yetkililere anlattı ve yetkililer şu kararı verdiler: “Bizi öven Yahuda övülsün.
  862. Sessiz kalan Yose, Seforis'e sürgün edilsin. Bizi suçlayan Simeon idam
  863. edilsin,"
  864. Romalılar, -Museviler ve Yunanlılar, birbirlerine benzeyen önemli bir
  865. yönleriyle antik çağlarda yaşayan diğer insanlardan farklıydılar- İşte bu
  866. benzerlik ve farklılıkların onların gelecekteki uygarlıktan biçimlendirmelerinde
  867. büyük etkisi olmuştur. Ortadoğulular dünyanın başka yerlerinde yaşayanların da
  868. yaptığı gibi kendi grupları ile başkalarınınkini kesin sınırlarla
  869. ayırırlardı.Böylelikle grup saptanırken yabancılar grup dışında bırakılırdı.
  870. Gruplaşma ve yabancıyı dışlama, insanoğlunun içgüdüsel davranışıdır; hatta
  871. çeşitli hayvan türlerinde de görülmektedir.
  872. Grubun içindekiler ile dışındakiler arasındaki değişmez ayrım ya akrabalık
  873. ya kan ya da günümüzdeki etnik kavramı ile * belirlenir. Eski çağlarda iki halk,
  874. Museviler ve Yunanlılar birbirlerini farklı şekillerde adlandırırlar: Yunanlılar
  875. onlardan olmayanları “barbar”, Museviler de kendilerinden olmayanları
  876. “gentile” olarak adlandırırlar. Aslında bu adlar büyük engelleri simgelerdi ama
  877. yine de bunlar aşılmaz değillerdi. Bu özellikleriyle akrabalığa ya da kana bağlı
  878. olan daha genel ve ilkel ayrımlardan farklıydılar. Tarafların karşılıklı olarak
  879. Musevi din ve. kanunlarını, Yunan dil ve kültürünü benimsemeleriyle engeller
  880. aşılabilir, hatta kaldırılabilirdi bile. İki grup da yeni üye aramazlardı ama kabul
  881. etmeye de hazırlardı. Hıristiyanlık çağının başlarında, Ortadoğu’da Yahudileşmiş
  882. gentile’lere ve Helenleşmiş barbarlara rastlanırdı.. Eski dünyada Museviler’in ve
  883. Yunanlıların diğer halklardan farklı bir yanları da düşmanlarına merhamet
  884. göstermeleriydi. Tevrat'ın Yunus kitabında Asur’un Ninova halkı için
  885. kaygılanılması ya da Pers savaşlarına katılmış olan Yunan tiyatro yazan
  886. Aeskilus’un yenilgiye uğrayan Persler’in acılarını paylaşarak betimlemesi
  887. çarpıcı örneklerdir.
  888. Romalılar kendilerine dahil olma fikrini öyle genişletmişlerdi ki bir ortak
  889. imparatorluk yurttaşlığı kavramına kadar ilerletmişlerdi. Yurttaşlık kavramını
  890. geliştiren Yunanlılar olmuştu. Yurttaş hükümetin kurulmasına ve yürütülmesine
  891. katılma hakkı olan kişiydi. Yunan şehrinin üyeliği, şehrin kendi üyeleri
  892. ve onların yerine gelecek olanlarla sınırlıydı. Yabancı bir kişi yalnızca o şehirde
  893. yaşayan yabancı konumuna erişebilirdi. Başlangıçta Roma yurttaşlığı da benzer
  894. biçimdeydi ancak belirli süreçler sonucunda Roma yurttaşlarının görevleri ve
  895. haklan tüm imparatorluk eyaletlerine genişletilmişti.
  896. Musevi dininin, Helenistik kültürün ve Roma devlet sisteminin erişilebilir
  897. olması birlikte Hıristiyanlığın doğmasını ve yayılmasını sağlamıştır. Birkaç
  898. yüzyıl sonra, farklı yöntem ve içeriği ile İslamiyet ikinci evrensel din olarak
  899. doğmuş ve aynı görevi üstlenmiştir. İnançları ve amaçları aynı olan, aynı
  900. bölgede yan yana yaşayan iki ayrı dünya dininin çatışması kaçınılmaz olmuştur.
  901. 2. BÖLÜM
  902. İSLAMİYET ÖNCESİ
  903. Hıristiyanlık çağının yaklaşık ilk altı yüzyılını, yani Hıristiyanlığın
  904. doğuşundan İslamiyet’in doğuşuna kadar geçen süreyi, hem uygarlıkların
  905. hareketlerindeki hem de yaşanan olaylar zincirindeki önemli gelişmeler
  906. şekillendirmiştir.
  907. İlk gelişme ve birçok açıdan en önemli olam, Hıristiyanlığın yükselmesi,
  908. benimsenmesi ve yaygınlaşması, Persler ve Museviler dışında Hıristiyanlıktan
  909. önceki tüm dinlerin yok olması kaybolması, en azandan batmasıdır. Klasik
  910. Helen-Roma paganizmi bir süre yaşamış, hatta imparator Julian’ın
  911. hükümdarlığı süresince (361-363) son kez alevlenmiştir. Bu dönemin IV.
  912. yy başlarına kadar olan ilk yarısında Hıristiyanlık, Roma sistemine protesto
  913. olarak büyümüş ve yaygınlaşmıştır. Hıristiyanlık zaman zaman hoşgörü ile
  914. karşılansa da çoğunlukla yargılanması nedeniyle devletten ayrılması ve kendi
  915. kurumunu, Kilise’yi kurması zorunlu olmuştur. Kilise kendine özgü yapısı,
  916. sistemi, hiyerarşisi, liderliği, yönetimi, yasaları ve mahkemeleri ile zamanla
  917. Roma dünyasının tamamına hakim olmuştur.
  918. Hıristiyanlık,imparator Konstantin’in(311-337)Hıristiyan olmasıyla Roma
  919. İmparatorluğu’nu ele geçirmiş, bir bakıma da Hıristiyanlık imparatorluğun eline
  920. geçmiştir. Sonrasında Roma devleti Hıristiyan olmuştur. Yeni dinin yayılması
  921. otorite ve ikna ile sağlanmıştır. Roma’nın büyük gücü, Justinien döneminde
  922. (527-569) yalnızca Hıristiyanlığın diğer dinlere üstünlüğünü sağlamak için değil,
  923. Hıristiyanların ayrıldıkları çeşitli düşünce akımlarının devlet onaylı öğretiyi
  924. benimsemesini sağlamak için de kullanılmıştır. O günlerde artık birden çok
  925. Kilise vardı. Bu kiliseler teolojik öğretilerde anlaşamadıktan gibi, kişisel,
  926. bölgesel ve de milliyetçi bağlarla bağlıydılar.
  927. İkinci önemli gelişme, Roma İmparatorluğu’nun güç merkezinin batıdan
  928. doğuya, Roma’dan Konstantin’in doğu başkenti yaptığı Konstantinopolis şehrine
  929. taşınmasıdır. 395’te İmparator Teodosius’un ölmesinin ardından, İmparatorluk
  930. Konstantinopolis’ten yönetilen doğu ve Roma’dan yönetilen batı olarak ikiye
  931. ayrıldı. Çok geçmeden Batı imparatorluğu art arda gelen barbar istilaları
  932. sonucunda yıkıldı. Doğu imparatorluğu zorlukların üstesinden gelerek bin yıl
  933. daha varlığım sürdürdü.
  934. Bugün çoğunlukla Doğu imparatorluğu için kullanılan Bizans adı, eskiden
  935. Konstantinopolis şehrinin olduğu yerde bulunan bir yerleşimin adından gelen ve
  936. modem bilim adamları tarafından bulunan bir addır. Asla Bizanslılar kendilerine
  937. Bizanslı demezler, Romalı derlerdi. Roma hukukunun uygulandığı, bir Roma
  938. imparatorunun hükümdarlığında yaşarlardı, tabii küçük farklarla... İmparator ve
  939. tebaası dinsiz değil Hıristiyandı ve Bizanslıların kendileri için kullandıkları
  940. Romalı adı, Latince’deki "romanı”’ sözcüğünden değil, Yunanca’daki
  941. “rhomaioi” sözcüğünden geliyordu.
  942. Bazı Yunan yazıtlarında “hegemonia ton Rhomaion” (Romalılar’ın
  943. egemenliği) için dua ediliyordu. Persler’in yıktığı ve Romalılar’ın tekrar
  944. kurduğu Edessa prensliğinin prensi Yunanca “Philoromaios” (Romalılar’ın
  945. dostu) unvanını almıştı. Yunanca, gücünün en parlak olduğu zaman bile Roma
  946. İmparatorluğu’nda ikinci dil olarak kalmışken, Doğu Roma İmparatorluğu’nda
  947. birinci dil olmuştu. Latince varlığını sürdürmeyi başarmıştı. Bizanslı
  948. Yunanlılar’ın ve yüzyıllar sonra halifelik Arapça’sında Latin terimlerinin izleri
  949. görülmüştür. Yunanca, uzunca bir zarpan kültürün yanı sıra devletin de dili
  950. olarak kullanılmıştır. Doğu eyaletlerinde varlığım sürdüren Yunanca- dışındaki
  951. diller ve edebiyatlar, Kıpti, Arami dilleri, Arapça, Helenistik bilim ve felsefeden
  952. önemli ölçüde etkilenmiştir.
  953. Üçüncü önemli gelişme, yüzyıllar önce, Büyük İskender ile Mısır ve Suriye
  954. imparatorluklarında başlamış olan Ortadoğu’nun Helenleşmesidir. Yunan
  955. kültürü, Roma devletini de Hıristiyan Kiliselerini de etkileyerek daha çok
  956. yayılmıştır. İskender ve haleflerinin Roma Sezarlarınınkinden çok farklı olan
  957. Yunan monarşileri Doğu Roma devletinin hükümet kurumlarını etkilenmiştir. İlk
  958. Hıristiyanlar, Yunanlıların eskiden beri ilgilendikleri, Museviler’i ve Romalılar’ı
  959. pek rahatsız etmeyen felsefe konularına ilgi göstermişlerdir. Hıristiyanların
  960. kutsal kitabı Yeni Ahit, Yunanca yazılmıştı. Eski Ahit’in de yüzyıllar
  961. önce İskenderiye’de yaşayan ve dilleri Yunanca olan Museviler için yazılmış
  962. Yunanca çevirisi vardı.
  963. Geçmişteki değişikliklerin etkisiyle gerçekleşen önemli bir başka gelişme'de,
  964. bugün güdümlü ekonomi olarak adlandırılabilecek ekonominin, devlet
  965. otoritesiyle planlanma ve yönetilme düzeninin süregelen gelişmesidir. Nehir
  966. vadisi toplumlarında, özellikle de Mısır’da böylesi bir siyasi gelişme
  967. olağandı. Mısır’da, İskender’in generallerinden birinin kurduğu Ptolemeus
  968. hanedanında ileri düzeye ulaşmış bir güdümlü ekonomi vardı. Hıristiyanlığın ilk
  969. yüzyıllarında, özellikle de III.yy’dan itibaren devlet ticaret, sanayi, üretim ve
  970. hatta tarım alanlarında etkinlik göstermeye başlamıştı. Devlet dışındaki özel
  971. girişimcilerin ekonomik etkinlikleri, devlet tarafından denetlenmiş, bir devlet
  972. ekonomi politikası oluşturulup uygulanmaya çalışılmıştır. Devlet pek çok alanda
  973. özel girişimcilerle ticareti tercih etmeyip kendi olanaklarını kullanmıştır.
  974. Örneğin ordu, silah, donatım ve kimi zaman da üniforma gereksinimlerini devlet
  975. girişimlerinden sağlamıştır. Genellikle ordunun erzağı vergi olarak toplanıp
  976. askerlere tayın olarak verilirdi. Devletin ekonomik etkinliklerinin giderek
  977. artması özel girişimcilerin çalışma alanlarını büyük ölçüde kısıtlamıştı.
  978. Devletin artan müdahalesi tarım alanında da olmuş, yavaş yavaş tarım
  979. alanları azalmıştır. Devletin, topraklarını terk eden, toprak sahiplerini ve
  980. köylüleri maddi olarak ve başka bazı özendirmelerle topraklarında kalmaya ikna
  981. etme çabaları ve bu konudaki kaygısı, imparatorluğun çoğu bugüne kadar gelen
  982. kanunlarına da yansımıştır. Bu durum, ekonomik müdahaleciliğin önemli
  983. savunucularından Diocletian (284-305) döneminden, İslami fetihlere, yani
  984. ekonomik güç ve işlevin tekrar sağlanmasına kadar, III.ile VI.yy’lar arasında,
  985. büyük bir sorun olmuştur.
  986. Bizans ve Pers imparatorlukları,VII.yy’ın ilk birkaç on yılında yaklaşan
  987. İslamiyet dalgasına kapılmış olsalar da, kaderleri çok farklı olmuştur. Araplar
  988. Bizans ordularını ağır yenilgilere uğratarak pek çok eyaletlerini ele geçirdikleri
  989. halde, Küçük Asya'nın merkez eyaleti Yunan ve Hıristiyan kalmıştı. Öte
  990. yandan imparatorluğun başkenti Konstantinopolis aldığı saldırılara rağmen, onu
  991. denizden ve karadan koruyan surlarıyla ayakta kalmayı başarmıştı. Bizans
  992. imparatorluğu gücünü kaybederek küçülmeye başlamasından sonra bile yedi
  993. yüzyıl dilini,' kültürünü ve kurumlarını özgün biçimleriyle sürdürerek yaşamıştır.
  994. İran’ın kaderi çok daha farklıydı. Fethedilen yalnızca dış eyaletleri olmamış,
  995. başkenti ve topraklarının tamamı da fethedilerek yeni Arap-İslam
  996. imparatorluğuna dahil olmuştu. Mısır ve Suriye’deki Bizanslı iş adamlarının
  997. Bizans’a kaçma şansları vardı ama İran'ın Zerdüşt destekçilerinin Müslüman
  998. yönetimine girmekten ya da gidebilecekleri tek yere, Hindistan’a göçmekten
  999. başka seçenekleri yoktu. İran’daki Müslüman hakimiyetinin ilk yüzyıllarında
  1000. eski dil ve eski yazı, küçük bir azınlık dışında, kullanılmayarak unutuldu. AngloSaxon dilinin İngilizce’ye dönüşmesi sürecinde yaşandığı gibi fetih dili bile
  1001. değiştirdi. İran'ın İslamiyet’ten önceki tarihi, modern çağlarda eski Pers
  1002. yazılarının çözümlenmesi çalışmalarıyla araştırılmaya başlanmıştır.
  1003. İran İmparatorluğu tarihinde Hıristiyanlık çağının ilk altı yüzyıllık
  1004. bölümünde, Sasani ve Part dönemleri olmak üzere iki büyük dönem vardır. İlk
  1005. Sasani hükümdan Ardaşir (226-240) Roma’ya yeni bir dizi savaş açmıştır.
  1006. Ondan sonra gelen I. Şahpur (240-271) savaşta Roma İmparatoru Vaieriani esir
  1007. almış ve Valerian esarette ölmüştür. 1. Şahpur övündüğü bu
  1008. başarısının resimlerini İran’daki çeşitli dağların kayalanna yonttuımuştur. At
  1009. üstündeki Pers şahının, yerdeki Roma imparatorunun boynuna ayağını koymuş
  1010. olduğu bu resimler hâlâ durmaktadır.
  1011. İslam halifeliği ortaya çıkana kadar bölge tarihine egemen olan siyasi durum,
  1012. Pers-Roma, sonrasında da Pers-Bizans rekabetiydi. İslamiyet ise bir rakibini
  1013. ortadan kaldırmış, diğerine de önemli ölçüde gücünü kaybettirmişti. Bu sonuca
  1014. büyük etkisi olan sonu gelmek bilmeyen savaşlar bir istisnayla
  1015. kesintiye uğramıştır. Bu istisna, yüz yıldan fazla süren Uzun Barış’tır.Şahpur
  1016. (383-388) 384’te Roma ile barış yapmıştır. 421-22 yıllarındaki ufak bir sınır
  1017. çatışması hariç, VI.yy’ın ilk yıllarına kadar bir daha savaş olmamış, bu tarihlerde
  1018. başlayan ilk savaş kısa aralıklarla 628’e kadar devam etmiştir. Bu sıralarda da
  1019. çok yakında bu iki düşmanı gölgede bırakacak yeni bir güç doğmaya başlamıştır.
  1020. Modem ve Ortaçağ tarihçilerine göre bu savaşların temel gerekçesi toprak
  1021. olmuştur. Romalılar bu dönemde Persler’in egemenliğindeki Ermenistan ve
  1022. Mezopotamya üzerinde hak iddia ediyorlardı. Romalılar imparatorları Trajan’ın
  1023. fethettiğini söyledikleri bu topraklan istiyorlardı, bu da Romalılar’ın, Persler’in,
  1024. sonra da Müslümanların ortak öğretilerine göre buralar üzerinde kendilerine
  1025. sürekli hak tanıyordu. Ayrıca Bizanslılar, Mezopotamya ve Ermenistan
  1026. halklarının büyük çoğunluğu Hıristiyan olduğundan Hıristiyan imparatoruna
  1027. bağlı olmaları gerektiğini öne sürüyorlardı. Persler de M.Ö. 525'te Kiros’un oğlu
  1028. Kambiz’in fethettiği Filistin, Suriye ve Mısır’da bile hak iddia ediyorlardı. Bu
  1029. topraklan savaşlar sırasında zaman zaman ele geçirdiler. Buralarda Persler ya da
  1030. Zerdüştler yoktu ama onlara sempati duyan Hıristiyan olmayan gruplar vardı.
  1031. Modem tarihçiler toprak dışındaki başka nedenleri de bulup belgelemişlerdir.
  1032. Bunların en önemlilerinden biri Doğu ile Batı arasındaki ticaret yollarını ele
  1033. geçirme arzusudur. Akdeniz dünyası için Çin’den ipek, Hindistan ve Güneydoğu
  1034. Asya’dan baharat olmak üzere Doğu’dan yapılan iki ithalat büyük
  1035. önem taşımaktaydı ve bu malların ticareti çok yaygınlaşmıştı. Roma yasalarında
  1036. ticareti müdahaleden koruyacak önlemlere yer veriliyordu. Bu ticaret Roma ve
  1037. Bizans’ın, Çin ve Hindistan uygarlıklarıyla ilişkide olmasını sağlıyordu.
  1038. Ülkeler arasında ne düzenli bir ilişki ne de ziyaret bulunuyordu ama her
  1039. ikisinden de ithalat yapılıyordu. Romalılar ve sonra da Bizanslılar bu ithalat için
  1040. altın ödüyorlardı. Hint baharattan ve Çin ipeğine karşılık Akdeniz dünyasının
  1041. verilebilecek bir şeyi yoktu. Altın her zaman geçerliydi ve çok miktarda Roma
  1042. altını Akdeniz havzasına yapılan ithalatın karşılığı olarak Doğu Asya’ya
  1043. gönderiliyordu. Bu arada, belirli dönemlerde hükümranlıklarını Orta Asya’ya
  1044. yayan Persler, ipek ticaretinin çıkış noktasındaki hakim güç olarak aracılık
  1045. yapıyorlar ve bu sayede büyük kâr elde ediyorlardı. Roma dünyası Doğu’ya
  1046. altın akışından şikayetçi oluyordu ama yine de bu ölçüde bir kayba
  1047. dayanabilmişti.
  1048. Akdeniz’den doğuya giden en kısa yolun Persler hakimiyetindeki
  1049. topraklardan geçmesi nedeniyle, Pers silahlarının olmayacağı başka yollar
  1050. bulamak hem ekonomik hem de stratejik açıdan yararlı olacaktı. Çin’den sonra
  1051. Avrasya bozkırlarındaki Türk topraklarından Karadeniz ve Bizans topraklarına
  1052. veya Hint Okyanusu’ndan geçerek güney denizlerine giden yollar var olan
  1053. alternatiflerdi. Bu yollar, Basra Körfezi ve Arabistan’a veya Kızıldeniz’den
  1054. sonra Mısır ve Süveyş kıstağından geçerek Akdeniz’e ya da Yemen’den Batı
  1055. Arabistan kervan yollarıyla Suriye sınırlarına uzanıyordu.
  1056. Başta Roma’nın ve daha sonra Bizans’ın çıkan, Hindistan ve Çin ile dış
  1057. ticaret bağları yaratmak ve korumak, bu sayede Persler hakimiyetindeki orta
  1058. bölgelerden uzak durmaktı. Öte yandan Pers İmparatorluğu transit yollardaki
  1059. durumundan faydalanarak Bizans ticaretini denetim altında tutup barış
  1060. zamanında kâr sağlamak, savaş sırasında da yolu kapatmak istiyordu. Bu da her
  1061. iki imparatorluğun, kendi sınırlan dışındaki topraklarda etkin olabilmek için
  1062. sürekli mücadele halinde olmaları anlamına geliyordu.
  1063. İki bölgede, tüm bu diplomatik, ticari ve nadiren de askeri müdahalelerin
  1064. etkisi de küçümsenemeyecek derecedeydi. Bu durumdan ilk önce kuzeyde Türk
  1065. beylikleri ve aşiretleri ile güneyde Arap beylikleri ve aşiretleri etkilenmişti. Ne
  1066. Araplar’ın ne de Türkler’in bölgenin eski uygarlıkları üzerinde önemli bir
  1067. etkileri olduğuna dair kanıt bulunmamaktadır. Ancak daha sonradan gelen istila
  1068. dalgalarında ortaçağlarda İslamiyet’in merkezi olan topraklardaki etkileri önemli
  1069. olmuştur.
  1070. Hıristiyanlık çağının ilk altı yüzyıllık döneminde Araplar ve Türkler henüz
  1071. imparatorluk sınırlarının dışında, barbar ya da yan barbar olarak çöllerde ve
  1072. bozkırlarda yaşıyorlardı. Romalılar ve Persler, imparatorluklarını genişletirken
  1073. bile çöl ya da bozkır topraklarını ele geçirmekle ilgilenmemişler, hatta onlarla
  1074. yakınlık kurmamaya özen göstermişlerdi. IV. yy Romalı tarihçisi Suriyeli olan
  1075. Ammianus Marceilinus bozkır halkları için şunları söylemiştir:
  1076. 1
  1077. "Tüm bu bölgelerin halkları vahşi ve savaşçıdır. Çatışma ve savaş onlara
  1078. keyif verir Onlar için savaşta ölenler en mutlu kişilerdir. Dünyadan doğal ölümle
  1079. ayrılanları korkaklıkla suçlayıp hakaret ederler. (XXI)
  1080. Ammianus Marceilinus, güneydeki çöl halklarını “dost da, düşman da
  1081. olamayacak Araplar” sözleriyle anlatmıştır (XIV, 4.1). Bu komşuların silah
  1082. gücüyle fethedilmesi tehlikeli, maliyetli ve zordu. Bu yüzden, iki imparatorluk
  1083. da yaptıkları maddi, askeri ve teknik yardımlar, verdikleri unvanlar ile bu
  1084. halkları kendi yanlarına çekmeye çalıştıkları, genel imparatorluk politikası
  1085. şekline getirilecek bir yol izlediler. Kuzeyin ve güneyin aşiret reisleri bu durumu
  1086. kendi çıkarlarına kullanarak, bir birinin bir ötekinin, bazen ikisinin birden
  1087. yanında oldular. Kimileri kervan ticaretinden elde ettiği servet ile kendi
  1088. şehirlerini ya da krallıklarını kurdular, imparatorlukların uydularıymış gibi,
  1089. bazen de müttefikleri olarak siyasi rol üstlendiler. Bu imparatorluklar çıkarları
  1090. doğrultusunda sınır beyliklerini ele geçirip doğrudan hakimiyet altına almışlarsa
  1091. da, genellikle dolaylı hakimiyeti ya da müşteri devlet konumunu tercih
  1092. etmişlerdir.
  1093. Bu çok eskiden kalan ilişki türünün kökeni şüphesiz antik çağa
  1094. uzanmaktadır. Romalılar M.Ö. 65’te Romalı Pompey’in bugün Ürdün Haşimi
  1095. krallığında bulunan Petra’daki Nabat başkentine yaptığı ziyaretle çöl
  1096. politikalarının başlangıcını yaptılar. Nabatiler’in yazılı dilleri ve kültürleri Arami
  1097. olduğu halde kendilerinin Arap olduktan bilinmektedir. Petra vahasında
  1098. bir kervan şehri kurdular, Romalılar da onlarla kuracakları ilişkinin dostça
  1099. olmasını doğru buldular. Petra, Roma eyaletleri ile çöl arasındaki tampon ülke,
  1100. Güney Arabistan,ve Hindistan ile ticaret yollarına ulaşmak için çok önemli bir
  1101. komşuydu. M.Ö. 25’te İmparator Augustus Yemen’i fethetmek için bir ordu
  1102. göndererek başka bir politika denedi. Romalılar’a Kızıl deniz'in güney ucunda
  1103. bir köprübaşı yaratarak Hindistan yolunu Roma’nın doğrudan hakimiyetine
  1104. almayı amaçlıyordu. Fetih başarılı olamadı ve Romalılar oraya bir daha sefer
  1105. düzenlemediler. Yeniden Arabistan içlerine ordularını göndermeyi denemediler,
  1106. hatta barış sırasındaki ticari, savaş sırasındaki askeri gereksinimleri nedeniyle
  1107. çöldeki sınır devletleriyle ve kervan şehirleriyle iyi ilişkiler kurmaya başladılar.
  1108. Romalıların bu politikası Arap sınır beyliklerinin sayısında büyük bir artışa
  1109. yol açtı. Bunların birincisi Petra idi, en önemlilerinden biri de şimdi güneydoğu
  1110. Suriye’deki Tadmur olan Palmira idi. Palmira Suriye çölündeki bir kaynağın
  1111. etrafında bulunuyordu. Çok eski çağlarda orası bir ticaret ve yerleşim şehriydi,
  1112. Palmiralılar’ın. Fırat üzerinde Dura’da bir merkezleri bulunduğu için Akdeniz
  1113. ile Mezopotamya ve Körfez çöl ticaret yolu üzerinde söz sahibi olmaları, onlara
  1114. bir ölçüde stratejik ve ticari önem sağlıyordu.
  1115. Benzer durum, iki imparatorluğun ve Karadeniz’le Hazar Denizi’nin
  1116. kuzeyinde, Çin’e uzanan Orta Asya yolu üzerinde de geçerliydi. Bu bölgedeki
  1117. Orta Asya aşiretleri arasında I.yy'ın son çeyreğinde Çin’in otoritesine karşı
  1118. başkaldırılar olmaya başladı. Bu başkaldıranların liderleri arasında olan ve Çin
  1119. tarihçileri tarafından “Hiung Nu” olarak adlandırılan halkın, Avrupa tarihindeki
  1120. Hunlar oldukları bilinmektedir. Pan Chao adlı Çinli general Çin’den Orta
  1121. Asya’ya gerçekleştirdiği seferle başkaldırıyı durdurarak Hiung Nu’ları ipek yolu
  1122. üzerinden atmıştır. Bu kez Çinliler daha da ileri giderek, sonraları adı Türkistan
  1123. olan, bugünkü Özbekistan ile batı komşularını içine alan bölgeyi fethettiler. Pan
  1124. Chao buradan iç Asya ipek yolunu Çin’in denetimi altına aldı ve Kan Ying adlı
  1125. elçisi önderliğinde bir heyeti Romalılarla görüşmeleri için batıya yolladı.
  1126. Heyetin 97’de Basra Körfezi’ne ulaştığı bilinmektedir.
  1127. Roma İmparatoru Trajan'ın Ortadoğu’da yayılma politikasını açıklamada,
  1128. Doğu’nun bu ve diğer diplomatik ve askeri etkinlikleri yardımcı olmaktadır.
  1129. 106’da Trajan, Roma ile Petra eski ilişkisine son vererek şehri fethetti. Artık
  1130. Nabatiler’in ülkesi Provincia Arabia adlı bir Roma eyaleti oldu ve Basra’da
  1131. bulunan bir Roma Lejyonu tarafından yönetilmeye başladı. Trajan, Roma
  1132. gemilerinin Akdeniz’den Kızıldeniz’e geçebilmelerini sağlamak için Nil
  1133. Nehri’nin kanallarını ve kollarını birleştirip İskenderiye’den Clysma’ya dek
  1134. uzanan bir suyolu yaptırdı. 107’de Hindistan’a bir Roma elçisi gönderildi, kısa
  1135. bir süre sonra da Doğu Suriye sınırından Kızıldeniz’e bir yol açıldı.
  1136. Tüm bu olayların iki imparatorluk arasındaki savaşı başlatan Partlar’ı haklı
  1137. olarak endişelendirdiği görülmektedir. Trajan 114’te başlattığı bir seferde iki
  1138. imparatorluğun paylaşamadığı en önemli bölgelerden Ermenistan’ı işgal etti.
  1139. Bağımsız Hıristiyan bir hükümdar olan Edessa prensi ile anlaştıktan sonra
  1140. doğuya doğru Dicle’den geçerek llö’da şimdiki Bağdat yakınındaki büyük Pers
  1141. şehri Ktesiphon’u fethetti. Bu sırada Yahudiye’de büyük bir isyan çıkması bir
  1142. tesadüf gibi görünmüyor. 117’de Trajan’ın ölümü üzerine yerine geçen Hadrian,
  1143. Provincia Arabia dışında doğuda işgal edilen eyaletlerden çekildi.
  1144. Trajan’ın bölgede yayıldığı 100 yıllarında, Arap yarımadası yaklaşık olarak
  1145. şu durumdaydı: İç bölgelerde dışarıdan ve içeriden hiçbir otorite yoktu, öte
  1146. yandan batıda Roma ve doğuda Part imparatorluklarıyla çeşitli ilişkileri olan
  1147. küçük beyliklerle çevrilmişti. Beylikler Arabistan’dan Yemen’e, oradan da deniz
  1148. yoluyla Doğu Afrika ve Hindistan’a uzanan ticaret yollarıyla geçiniyorlardı.
  1149. Roma’nın Petra’yı hakimiyetine alması önemli bir politika değişikliği olmuş
  1150. ve o dönemin güçler dengesini bozmuştu. Romalılar bundan sonra da Palmira’da
  1151. benzer bir politika uyguladılar ama en sonunda bundan vazgeçerek bilinmeyen
  1152. bir tarihte Palmira’yı imparatorluklarına dahil ettiler.
  1153. İran'da Sasaniler'in ortaya çıkması ve bölgede daha militan ve merkezi bir
  1154. düzenin kurulması ile durum tekrar değişti. Persler de Arabia’nın kuzeydoğu
  1155. sınırlarında birkaç beyliği aldılar. Persler, III. yy ortalarında eski bir Arap
  1156. merkezini,Hatra'yı ortadan kaldırdıktan sonra, doğu Arabistan'ın Körfez kıyısı
  1157. boyundaki bölgelerini işgal ettiler.
  1158. Roma tarihçilerine göre III.yy’ın üçüncü çeyreğinde Zenobia adındaki
  1159. (büyük olasılıkla Arapça Zeyneb) kadın hükümdar, Palmira’nın bağımsızlığını
  1160. tekrar kazanması için son çabayı harcamıştır. İmparator Aurelian’ın gönderdiği
  1161. Roma ordusu Zenobia’yı yenmiş ve Palmira bir kez daha imparatorluğa
  1162. katılmıştır.
  1163. Bu sırada Arap yarımadasının uzak güneyinde önemli değişiklikler
  1164. yaşanmaktaydı. Tarım alanları olan ve hanedan monarşileriyle yönetilen şehirleri
  1165. olan Güney Arabistan, yan çöl olan kuzeyden oldukça farklıydı. Ancak
  1166. monarşiler yıkılmış, yerini Himyaritik monarşi adı verilen yeni bir düzene
  1167. bırakmıştı. Batıdan Habeşler ve doğudan Persler olmak üzere bölge dış etkilerin
  1168. çarpışma noktası olmuştu. Habeşistan’da başlayan militan Hıristiyan monarşisi,
  1169. Kızıldeniz’in diğer tarafındaki gelişmelere doğal olarak ilgi gösteriyordu. Persler
  1170. de onlar için birbirinden farklı olmayan Hıristiyan ya da Roma etkisine
  1171. direnmeye her zaman hazır durumdaydılar.
  1172. - Bu süreçte, eski dünyanın büyük ekonomik çöküşünden, özellikle III.
  1173. yy’dan sonra ticaretin sonlanmasından Akdeniz uygarlığının bu uzak ileri
  1174. karakolları bile etkilenmişlerdi. Bulunan Roma sikkelerinin azalmış olması
  1175. bunun bir göstergesidir. 217’de Hindistan’da ölen Caracalla’dan sonraki
  1176. sikkelerden neredeyse hiç bulunamamıştır. Bu da IV. ile VI. yüzyıllar
  1177. arasında Arabistan’ın karanlık bir dönem yaşadığını göstermektedir. Bu dönem,
  1178. bedevileşme ve yoksullaşma çağı olmuştur. Bu döneme değin var olan tarım
  1179. gerilemiş, kurulan merkezler azalmış ve deve göçerliği yaygınlaşmıştır.
  1180. İslamiyet'in ortaya çıkmadan hemen önceki zamana ilişkin ilk Müslüman
  1181. öyküleri bu dönemi çok net olarak anlatmaktadır.
  1182. Arabistan’ın gerileyişinin nedenleri arasında her iki imparatorluğun
  1183. ilgilerinin yok olması da göz önüne alınmalıdır. İran ve Roma barışının sürdüğü
  1184. 384 yılından 502 yılına kadarki uzun sürede her iki imparatorluk da Arabistan’a,
  1185. vahalarından ve çöllerinden geçen pahalı, uzun ve tehlikeli ticaret yollarına ilgi
  1186. göstermemişti. Ticaret yollannın yönü değişmiş, teşvik yardımları sona ermiş,
  1187. kervan trafiği durmuş ve şehirler terk edilmişti. Ticaretin son bulmasıyla
  1188. göçebeliğin başlaması, kültür ve yaşam standardım düşürmüş ve çok uzun
  1189. süreden soma ilk kez Arabistan’ı uygar dünyadan soyutlamıştı. Bu durumdan,
  1190. Arabistan'ın daha gelişmiş olan güneyi de etkilenmiş, buradaki göçebe aşiretler
  1191. daha iyi otlaklar aramak için kuzeye göç etmişlerdi. Arap toplumunda göçebelik
  1192. daima önemli olmuştur ama artık daha da öne çıkmıştır. Müslümanlar bu dönemi
  1193. “Cahiliye” olarak adlandırırlar ve bu dönem ile Aydınlık Çağ yani İslamiyet ile
  1194. aralarındaki çelişkiye dikkat çekerler. Bu dönem, yalnızca sonradan gelecek
  1195. olanlara göre değil, daha öncekilere göre de çok karanlıktı. İslamiyet’in ortaya
  1196. çıkması bu açıdan bir restorasyon olarak düşünülebilir ve gerçekten de Kuran’da
  1197. Hz. İbrahim’in dininin restorasyonu olduğu belirtilmektedir.
  1198. Hz.Muhammed’in doğduğu VI.yy’da her şey yeniden değişti.En önemlisi
  1199. Persler ve Bizanslılar’ın yüz yıllık barış sürecinden sonra yeniden çatışmaya
  1200. başlamaları ve bugün neredeyse sonsuz bir savaşa dönüşmesidir. İki
  1201. imparatorluk savaş ve rekabet halindeyken bu mücadelenin bir nedeni olarak
  1202. Arabistan bir kez daha ortaya çıktı ve Arap halkları yeniden her iki tarafın da
  1203. saygı ve ilgilerini kazandılar. Nehir vadilerinden Basra Körfezi’ne inen yol, barış
  1204. döneminde, Akdeniz dünyasından Doğu’ya giden en elverişli yoldu. Uzun bir
  1205. kısmı su üzerinde geçen bu yol ötekilerle karşılaştırıldığında hem daha ucuz,
  1206. hem de daha güvenliydi ama Bizanslılar ile Persler yeniden savaşmaya
  1207. başladığında durumu değişti. Mezopotamya ve Körfez yolu Bizanslılar açısından
  1208. çok sakıncalıydı. Bu yol, Persler tarafından savaş sırasında askeri hareketle, iki
  1209. imparatorluk arasındaki barış sayılabilecek zamanlarda ise ekonomik baskılarla
  1210. her an kapatılabilirdi. Bunun için Bizanslılar,Persler’in ulaşamayacakları
  1211. uzaklıkta başka yollar bulma politikasını benimsediler.
  1212. Önceden de olduğu gibi güney çöl ve denizleri ile kuzey bozkırları olmak
  1213. üzere iki önemli seçenek vardı. Karadan Asya yolunun tercih edilmesi, Orta
  1214. Asya bozkırlarının hanları ile Bizans imparatorlan arasında ilginç pazarlıklara
  1215. yol açtı.Türk hanları Konstantinopolis’e elçilerini göndermeye başladılar. Bizans
  1216. tarihçilerine göre, daha kurnaz olan bazı hanlar hem Bizans’a hem de Perslef’e
  1217. elçi göndermişlerdir. Ancak hanlar genellikle Bizanslılar’ı ihanetle
  1218. suçlamışlardır. Bizans tarihçisi Menander, 576’da geçen bir olayı şöyle
  1219. anlatmıştır:
  1220. 2
  1221. Bir Bizans elçisi bana güven mektubu verirken, han tarafından kendisiyle
  1222. iş yaparken düşmanlarıyla da yapmakla suçlanmıştı. Han, parmaklarını
  1223. ağzına alıp şunları söylemişti: "Sen bir aldatması ve on tane dili olan o
  1224. Romalılar'dan değil misin? Şimdi ağzımda olan on parmağım kadar dilin var
  1225. senin ve birini beni, ötekini Avarlar'ı kandırmak için kullanıyorsun... Kurnaz
  1226. sözlerle ve hile yaparak herkesi aldatıyorsun... Ama bir Türk ’ün yalan
  1227. söylemesi tuhaf olur ve görülmemiştir de...”
  1228. Kuzeydeki ve güneydeki patronlar ile müşteriler birbirlerini oldukça iyi
  1229. anlarlardı. VI.yy başladığında, güney yolu hem Persler’in ulaşamayacağı
  1230. uzaklıkta olduğu, hem de çeşitli seçenekler sunduğu için kuzey yolundan daha
  1231. önemli olmuştu. Eski kaynaklara göre, ilgili tarafların politikalarını ve
  1232. uygulamalarını ortaya koyan şöyle bir tablo çıkmaktadır: Bizans, Pers
  1233. denetiminden uzak bir Hindistan yolu açmış ve yolu açık tutmuştur. Persler de
  1234. bu iletişim hattını önlemek ve kesmek için uğraşmışlardır. Bu arada yol
  1235. üzerindeki çeşitli halklar bu durumdan kâr sağlamaya çalışmışlar, kendi çıkarları
  1236. için yolu açık tutmak ama Bizanslılar’ın da yolun denetimini ve tekelini ele
  1237. geçirmesini engellemek istemişlerdir.
  1238. O dönemdeki pek çok olay bu örneğe uygun gelişmiştir. Hem Bizans hem de
  1239. Pers tarafında uç beyliklerinin yeniden ortaya çıkmaları bunlardan biridir.
  1240. Bizans'ın çöl sınırında bugünkü Ürdün’ün olduğu yerde Arap Gassani beyliği,
  1241. İran tarafında da Hira beyliği bulunuyordu. İkisi de Arap’tı, ikisi de Ara-mi
  1242. kültürüne sahipti, ikisi de Hıristiyan’dı ama siyasi olarak biri İran’a, diğeri
  1243. Bizans’a bağlıydı.
  1244. Yaklaşık 527’de Bizans İmparatoru Jüstinyen, Hira’ya savaş açmaları için
  1245. Gassaniler’i ikna etti. Böylece Bizans ile İran’ın;başrollerde olduklan bir savaş
  1246. başlamış oldu. Gassani beyine unvanlar verildi ve Roma İmparatorluğu’nun
  1247. “partici”si ilan edilerek Konstantinopolis’e davet edildi. Roma silah ve
  1248. eğitmenleri ile birlikte yeterli miktarda da Roma altını verildi. Pers tarafında
  1249. olanlarla ilgili çok fazla bir bilgi bulunmamasına karşın, orada da aynı şeylerin
  1250. olduğu anlaşılmaktadır.
  1251. Sina Yarımadası’nın güney köşesinin açıklarındaki Yotabe olarak
  1252. adlandırılan küçük Tiran adasının tarih sahnesine çıkması, bu dönemin ikinci
  1253. önemli gelişmesidir. Eski çağlardan bu yana adada transit ticaretle uğraşan
  1254. insanlar tarafından' kurulan küçük bir yerleşim merkezinin olduğu
  1255. anlaşılmaktadır. 473’te adadaki bir aşiret reisinin Konstantinopolis’i ziyaret ettiği
  1256. ve onun ardından, bazen imparatorluğun dostu bazen de düşmanı olarak görülen
  1257. diğerlerinin olduğuna ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Adada yaşayanlar hakkında
  1258. Musevi olduklarına ilişkin bilgiler vardır ama eski Museviler’den mi, sonradan
  1259. Museviliği seçenlerden mi ya da Yahudi ülkesinden yeni gelenlerden mi
  1260. oldukları açık değildir. Kızıldeniz’de ticaret yapan ada halkı başlangıçta
  1261. bağımsızdı ve Bizans’a düşmanlardı. VI. yy’da Kızıldeniz ticaretinin
  1262. ilerlemesiyle birlikte, ada Bizans denetimine girdi ve kolaylık olması için bir
  1263. Gassani beyine bağlandı.525’te birtakım ilginç gelişmeler oldu. Tiran-Yotabe
  1264. Musevileri denetim altına alındılar ama Kızıldeniz’in güney ucunda Himyarites
  1265. kralının Museviliği seçmesiyle yeni Museviler ortaya çıktı. Böyle.ce
  1266. Arabistan’ın kuzeybatı köşesinde yüzyıllardır ilk defa bir Yahudi krallığı
  1267. kurulmuş oldu. Kızıldeniz’in iki köşesinde, her ikisi de Kızıldeniz ticareti yapan,
  1268. her ikisi de Pers destekçisi politika benimseyen bir Yahudi varlığının aynı
  1269. anda ortaya çıkmasının birbiriyle ilişkili olması gerekir. Bizans öncelikle İran’a
  1270. yönelik bir politika izliyordu. Bizans eylemleri yalnız İran’ı hedef almıyordu,
  1271. Kızıldeniz’in bir ucundan diğer ucuna değin Bizans üstünlüğünü ve ticaret
  1272. tekelini elde etmek, yerel güçleri boyunduruk altına almak ya da yok etmek
  1273. amacına hizmet ediyordu. Kuzeyde Arap dostlanndan aldıkları yardımlarla bu işi
  1274. kendileri yapıyorlardı ama güneyde böyle bir olanak bulamadıkları için
  1275. Yemen’deki Museviler’e ve onların doğusundaki Persler’e karşı Bizans ile
  1276. ittifakta olan Hıristiyan devleti Habeşistan’ı kullanmak istediler. O dönemde
  1277. Habeşistan, Hindistan’a kadar giden gemileri ve Arabistan yarımadasında
  1278. bulunan askerleriyle uluslararası ticari güç durumundaydı. Ha-beşler yeni
  1279. Hıristiyanlıklarının heyecanı içinde Bizanslı elçileri hevesle karşıladılar.Ne yazık
  1280. ki Habeşler kendilerine verilen görevde başarılı olamadılar. Başlarda Güney
  1281. Arabistan’daki son bağımsız devleti yıkıp yok ederek ülkeyi Hıristiyanlar’a ve
  1282. başka dış etkilere açık hale getirmeyi başarmalarına karşın, bu zaferlerini devam
  1283. ettirecek güçleri yoktu. Yemen’den öteye gitmek isteyerek 507’de kuzeye giden
  1284. kervan yolu üzerindeki Yemen ticaret merkezi Mekke’ye saldırı düzenlediler.
  1285. Ancak yenilgiye uğrayarak Yemen’deki yerlerini Persler'e bıraktılar.
  1286. Hz.Muhammed’in doğduğu yıllarda Yemen’in başında bir Pers satrapı
  1287. bulunuyordu ve ülke tamamen Persler’in denetimi altındaydı. Kızıldeniz’in
  1288. güney köşesine yerleşen Pers gücü, Bizans’ın Doğu’ya ayrı ve açık bir ticaret
  1289. yolu açma politikasını başarısızlığa uğratıyordu. Bununla birlikte
  1290. konunun önemini tümüyle azaltan başka bir gelişme olmuştu. Yüzyıllardır ipek
  1291. üretimi Çin’de özenle bir sır olarak saklı tutulmaktaydı ve ipekböceğinin ihraç
  1292. edilmesi ölümle cezalandırılıyordu. Ancak iki Nesturi keşişinin 552’de Çin'den
  1293. Bizans’a ipekböceğinin tohumunu kaçırmayı başarmalarından sonra Küçük
  1294. Asya’da VII .yy’ın ilk yıllannda ipekböceği yetiştirme işi gelişmişti. Çin'de
  1295. üretilen ipekliler daha kaliteli ve güzel olduğu için daha çok tercih ediliyordu
  1296. ama artık Çin’in bu konudaki dünya tekeli sona ermişti.
  1297. VI.yy iki rakip imparatorluğun zayıflaması ve geri çekilmeleri ile
  1298. tamamlandı. Arabistan’dan atılan Habeşlerin, Habeşistan’daki rejimleri de
  1299. sarsıldı. Bir süre daha direnen Persler, ülkelerindeki taht kavgaları ve Zerdüşt
  1300. dini içindeki tartışmalar nedeniyle başlayan büyük dini sorunlar yüzünden
  1301. önemli ölçüde güç-kaybetmişlerdi. Öte yandan, Bizans Jüstinyen’in
  1302. hükümdarlığının ardından sorunlar yaşamaya başlamıştı ve Bizans Hıristiyanlığı
  1303. büyük kilise tartışmaları ile sarsılıyordu. Arabistan yarımadasının son bağımsız
  1304. güç merkezleri durumundaki güney beylikleri, yerlerini yabancıların işgallerine
  1305. bırakarak ortadan kalkmışlardı.
  1306. Bu olayların tümü Arap yarımadasını önemli derecede etkilemişti. Bu
  1307. gelişmelerin ardından Arabistan’a yanlarında yeni yöntemler, düşünceler ve
  1308. ürünler getiren çok sayıda yabancı yerleşmişti. Arabistan’dan geçen ticaret
  1309. yollan, tüccarlar ve ürünler, devam eden Pers-Bizans mücadelesinin sonucu
  1310. olarak çoğalmıştı. Yine kuzeyde sınır devletleri ortaya çıkmış, imparatorluk
  1311. efendilerine bağlı olmuşlar ancak Arap ailesi içinde kalmaya devam etmişlerdi.
  1312. Dışarıdan gelen bu etkiler Araplar içinde çeşitli tepkilere yol açmıştı.
  1313. Bunlardan bir bölümü maddi kaynaklıydı. Daha sonra karşılaşacakları olaylar
  1314. açısından çok değerli bir ders olan silah, zırh kullanmayı ve dönemin askeri
  1315. yöntemlerini öğrenmişlerdi. Önceden hiç bilmedikleri şeyleri getirmeye başlayan
  1316. tüccarlar ilerlemiş toplumların zevkleri ile tanışmışlardı. Kendilerinden ilerideki
  1317. komşularının din ve kültürleriyle ilgili bilgi sahibi olan Araplar, bir ölçüde
  1318. entelektüel, hatta manevi bir etkilenme de yaşamışlardı. Yazıyı öğrenerek yeni
  1319. bir alfabe oluşturmuşlar ve dillerini yazmaya başlamışlardı. Dışarıdaki yeni
  1320. düşünceleri almışlar, en önemlisi, ilkel paganizme sahip olan ve yetersiz
  1321. buldukları dinlerinin yerine başka bir din arayışına girmişlerdi.
  1322. Ulaşabilecekleri uzaklıkta birkaç din bulunuyordu. Hıristiyanlıkta büyük bir
  1323. ilerleme olmuştu. Hem Bizans, hem de İran sınırlarındaki Arapların çoğunluğu
  1324. Hıristiyan olmuştu ve güneydeki Yemen ve Najran’da da Hıristiyanlar vardı.
  1325. Museviler özellikle Yemen'de, ama Hicaz’ın başka yerlerinde bulunuyorlardı.
  1326. Bunların bazıları Yahudiye’den gelmiş olan göçmenlerin torunlarıydı, bazıları
  1327. ise yeni Musevi olanlardı. VII.yy'da Arabistan’daki Museviler ve Hıristiyanlar
  1328. tamamen Araplaşmışlar ve Arap toplumunun bir parçası olmuşlardı. Pers
  1329. dinlerini benimseyen pek olmamıştı. Dinin fazlaca milli olması nedeniyle Persler
  1330. dışındakilere çok çekici gelmemesini ilginç bulmamak gerekir.
  1331. İlk İslam tarihçilerine göre, Arapça’da Hanifi denilen bir grup puta
  1332. tapınmayı bırakmışlardı ama o dönemin rakip dini öğretilerinden hiçbirini
  1333. benimsemeye de hazır değillerdi. Hanifiler yeni İslam dinini ilk kabul
  1334. edenlerdendir.
  1335. 3. KISIM
  1336. İslamiyet'in Doğuşu ve Yükselişi
  1337. 3. BÖLÜM
  1338. KÖKENLER
  1339. İslamiyet’in doğuşu, kurucusu, ilk kabul edenleri ve inananları ile ilgili
  1340. bilgiler yalnızca İslam hadisleri, metinleri ve tarihi anılardan edinilebilmektedir.
  1341. İslamiyet’in dış dünya tarafından fark edilmesi ve dışarıdan bakanlarca ele
  1342. alınması uzun zaman sonra olmuştur. Bu açıdan İslam tarihi de, Hıristiyanlık,
  1343. Musevilik ve insanlığın diğer büyük dinlerinin tarihleri gibi tarihçiler için sorun
  1344. olmuştur. Ortaçağ’daki en titiz dindar Müslüman ilahiyatçılar bile dini öğretinin
  1345. doğruluğunu ve mükemmelliğini tartışmasız kabul ettikleri halde, kişisel
  1346. biyografik ve tarihi hadislerin doğru olup olmadığını sorgulamışlardır. Bu tür
  1347. kısıtlamaları olmayan çağdaş eleştirici ilahiyatçılar da daha başka sorunları
  1348. gündeme getirmişlerdir. İslam tarihinin başlangıç dönemine ait başka belge,
  1349. metin ve yazıt gibi bağımsız kanıtların bulunamamış olması nedeniyle bu dönem
  1350. geleneksel görüşler çerçevesindeki sorunlarıyla bilinecektir.
  1351. Müslümanlar açısından her şey kesin ve açıktır. Müslümanların tarihsel
  1352. bilincinin 'merkezinde,Hz.Muhammed’in görevi, savaşımı ve sonundaki zaferi,
  1353. Müslüman dünyasının oluşması, inananlann ve Hz. Muhammed’den sonrakilerin
  1354. yaşadıkları, Kutsal Kitapta geçenler ve insanların sonrakilere aktarılan anılan yer
  1355. almaktadır. Müslüman inanışına göre Abdullah’ın oğlu Muhammed kırk yaşma
  1356. doğru Peygamber olmuştur. Bir Ramazan ayı gecesi Hira dağında uyumakta olan
  1357. Hz. Muhammed’e Cebrail görünerek “Oku!” demiştir. Hz. Muhammed önce
  1358. duraklamış, sonra Cebrail üç kez daha aym şeyi söyleyince, “Neyi okuyacağım?"
  1359. diye sormuştur. Cebrail, “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı bir kan
  1360. pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. O’dur kalemle
  1361. yazmayı öğreten. O, insana bilmediğini öğretti.” Bu cümleler Kuran’ın doksan
  1362. altıncı suresinin ilk beş ayetidir. Kuran, Arapça bir sözcüktür, “okuma,
  1363. ezberleme” anlamlarına gelir ve İslam inancına göre Allah'ın Hz. Muhammed’e
  1364. indirdiği vahiyleri içerir. Bu ilk ayetlerden sonra Hz. Muhammed’e pek çok
  1365. vahiy inmiştir, Hz. Muhammed aldığı vahiyleri doğduğu yere, kendi halkına
  1366. götürmüş ve artık puta tapmamalarını evrensel bir tek tanrıya tapmalarını
  1367. söylemiştir.
  1368. Hz.Muhammed, 571 yılında Batı Arabistan’daki Hicaz bölgesinin küçük
  1369. vaha şehri Mekke’de Kureyş Arap aşiretinde dünyaya gelmiştir. O yıllarda
  1370. yarımadanın büyük bölümü yalnızca birkaç kervan yolu ile dağınık vahanın
  1371. olduğu bir çöldü. Ha lk çoğunlukla göçebeydi, deve, koyun, keçi-yetiştirerek,
  1372. bazen de rakip aşiretlere, vaha ve sınır halklarına yaptıkları baskınlarla
  1373. geçiniyorlardı. Bir kısmı olanak buldukları yerlerde küçük çapta tarımla uğraşır,
  1374. bir kısmı da dış dünyadaki gelişmeler tüccarları, Arabistan’a gönderdiğinde
  1375. ticaret yaparlardı. Roma ile Persler arasında VI.yy da çıkan savaş sayesinde
  1376. Akdeniz ile Doğu arasındaki kervan yolunun küçük şehirleri kısa süreliğine
  1377. tekrar hareketlenmişlerdi.Mekke de bu şehirler arasında yer alıyordu.
  1378. Görevinin ilk yıllarında Hz. Muhammed’e önce ailesi, daha sonra da geniş
  1379. çevreler inandılar. Mekke’deki ileri gelen aileler, bu yeni düşünceleri ve
  1380. kaynaklandıkları yeni oluşumu şüpheyle karşıladılar ve muhalif oldular. Onlar
  1381. için Hz. Muhammed ve öğretisi gerek maddi gerekse dini yönden, hem kendi
  1382. otoriteleri hem de varolan düzen için ciddi bir tehditti. Geleneksel biyografiler,
  1383. bazı Müslümanların baskı ve zulüm yüzünden memleketlerini terk ederek
  1384. Kızıldeniz’in diğer yanındaki Habeşistan’a sığındıklarını anlatmaktadır.Hz.
  1385. Muhammed ilk Çağrı’dan on üç yıl sonra, yaklaşık 622’de, Mekke’nin
  1386. 350 kilometre kuzeyinde bir başka vahadaki küçük Yesrib şehrinden elçilerle bir
  1387. anlaşma yapü. Yesribliler Hz. Muhammed ile beraberindekileri iyi karşıladılar,
  1388. ondan anlaşmazlıklarında ara bulucu olmasını istediler, onu ve onunla birlikte
  1389. Mekke’yi terk edecek olanları savunmayı önerdiler. Hz. Muhammed ilk önce
  1390. yaklaşık altmış aileyi gönderdi, o yılın sonbaharında da kendisi gitti. Hz.
  1391. Muhammed ile yanında olanların Mekke’den Yesrib’e göçlerine “hicret” denir
  1392. ve Müslümanlar hicreti Hz. Muhammed’in peygamberliğinin nişanı olarak kabul
  1393. ederler. Sonraları bir Müslüman takvimi yapılır ve Arap takviminin başlangıcı
  1394. hicret olur. Yesrib İslam dininin ve topluluğunun merkezi haline geldi ve zaman
  1395. içinde yalnızca El-Medine (Şehir) denilmeye başlandı. Yeni topluluğa da
  1396. Arapçada topluluk anlamına gelen “ümmet” adı verildi..
  1397. Hz. Muhammed Mekke’deki, şehir yöneticilerinin başlangıçta
  1398. umursamazlıklarına, sonrasında da düşmanlıklarına direnmişti. Medine’de dini
  1399. yetkinin beraberinde siyasi ve askeri yetkileri de alarak yöneten kendisi oldu.
  1400. Medine’deki yeni Müslüman devleti, kısa bir süre sonra Mekke’deki puta tapan
  1401. yöneticilerle savaşmaya başladı. Sekiz yıl süren savaş sonunda Hz. Muhammed
  1402. Mekke’yi aldı.
  1403. Bunun sonucunda, Hz. Muhammed’in hayatı ile ondan önceki
  1404. peygamberlerin, Musa ve İsa'nın hayadan arasında önemli bir fark oluştu. Hz.
  1405. Musa'nın vaat edilmiş topraklarına girme izni yoktu, halkı ilerlerken o ölmüştü.
  1406. Hz. İsa çarmıha gerilmişti ve Romalı imparator Konstantin, Hıristiyanlığı
  1407. benimseyip inananlarına güç verene kadar Hıristiyanlık bir azınlık dini
  1408. olarak kalmıştı. Hz. Muhammed ise vaat edilen topraklarını ele geçirmiş,
  1409. yaşarken güç ve zafer elde etmiş, peygamberlik otoritesinin yanında siyasi
  1410. otorite de kullanmıştır. Allah’ın Peygamberi olarak getirdiği dini vahiy vardı ve
  1411. bunu öğretiyordu. Bununla birlikte Müslüman ümmetinin lideri olarak yasalar
  1412. yapıyor, diplomasiyi yönetiyor, vergi alıyor, adalet dağıtıyor, savaş ve
  1413. barış kararı veriyordu. Başlangıçta bir topluluk olan ümmet, artık bir devlet
  1414. olmuştu, bir süre sonra da imparatorluk olacaktı.
  1415. 8 Haziran 632 tarihinde yaşamını yitiren Hz. Muhammed’in peygamberlik
  1416. görevi de tamamlanmış oldu. Müslümanlar açısından onun peygamberliğinin
  1417. amacı, ondan önceki peygamberler tarafından getirilen ama daha sonra
  1418. çarpıtılmış ya da terk edilmiş olan gerçek tek tanrıcılığı tekrar canlandırmak,
  1419. puta tapınmayı yok etmek ve Allah’ın en son vahyini getirmekti. Müslüman
  1420. inancına göre o sonuncu Peygamberdi ve ölümüyle birlikte Allah’ın insanlığa
  1421. gönderdiği vahiyler tamamlanmıştı. Bir daha başka bir peygamber ve vahiy
  1422. gelmeyecekti.Böylece manevi görev tamamlanmıştı ama Kutsal Yasayı devam
  1423. ettirme ve tüm dünyaya yayma amacını taşıyan dini görev hâlâ son bulmamıştı.
  1424. Bu amacın tam olarak gerçekleştirilebilmesi, bir devlet içinde siyasi ve askeri
  1425. güç kullanılarak yani egemenlik ile mümkün olacaktı.
  1426. Hz. Muhammed, hiçbir zaman ölümlü bir insandan farklı olduğunu iddia
  1427. etmemişti, o Allah'ın Peygamberi ve Allah’ın kullarının lideriydi ama bir insandı
  1428. ve ölümlüydü. Bununla ilgili olarak Kuran da şunları söyler: “Muhammed
  1429. yalnızca bir peygamberdir. O da kendinden önceki peygamberler gibi
  1430. ölümlüdür.”
  1431. Peygamber ölmüştü ve yerine başka bir peygamber gelmeyecekti. Müslüman
  1432. ümmetinin ve devletin lideri artık yoktu, yerine birinin gelmesi gerekliydi. Bu
  1433. acil gereklilik karşısında peygamberin yakınındakiler, aralarından birini seçtiler.
  1434. Bu da,Müslümanlığı ilk kabul edenlerden ve en saygın kişilerden biri olan
  1435. Ebubekir’di. Ebubekir liderliği için, Arapça’da hem halef hem vekil anlamına
  1436. gelen Halife unvanını seçti. Anlamı çok açık olmayan bu unvan, bazılarına göre
  1437. Halifet-ül Resul-Allah yani Allah'ın peygamberinin halefi, bazılarına göre de
  1438. Halifet-ül Allah yani Allah'ın vekili demekti. Ebubekir’i devletin başına
  1439. getirenler bunu düşünmemiş olsalar da, büyük halifelik kurumu, yani İslam
  1440. dünyasının en üstün egemen makamı böylelikle kurulmuş oldu.
  1441. İslam halifeliğinin ilk dönemleri hakkındaki bilgiler Peygamber
  1442. hakkındakileri de olduğu gibi yalnızca İslam kaynaklarından edinilmiştir. Öteki
  1443. ülkelerin tarihçileri, yeni devlet ve dinin ortaya çıkması ve ilerlemesi ile ilgili ilk
  1444. bilgileri epeyce sonra vermişlerdir. Müslümanlar arasında bilgiler nesiller
  1445. boyunca sözle iletilmiş, çok daha sonra yazıya geçirilmiştir. Bilgiler bozularak
  1446. ve değiştirilerek aktarılmıştır. Bunun doğal nedeni insan hafızasından
  1447. kaynaklanan hatalar olmuştur (aslında bu sorun okuryazar olmayan bir toplum
  1448. için bugün olduğundan daha az önemli olurdu), ancak başka bir önemli neden
  1449. de ilk Müslümanlar arasındaki birçok bireysel, ailevi ve mezhep ayrılıkları ve
  1450. tartışmalarıdır. Bu yüzden, savaşların sırası ve sonuçları gibi en temel gerçekler
  1451. bile çeşitli anlatımlara göre değişmektedir.
  1452. Müslüman tarihçiler, peygamber öldüğü zaman, İslamiyetin henüz Arap
  1453. yarımadasındaki bazı bölgelerle sınırlı olduğunu belirtmektedirler. Müslümanlığı
  1454. kabul eden Araplar da, Verimli Hilal sınırlarını biraz aşmış olsalar bile,
  1455. sınırlıydılar. Kuzey Afrika, Güneybatı Asya ve İslam topraklarında, yani, ileride
  1456. Arap dünyası olacak yerlerde henüz başka dinlere inanılıyor, başka diller
  1457. konuşuluyor ve başka hükümdarlara itaat ediliyordu. Bölgenin tamamı Hz.
  1458. Muhammed’in ölümünden yüz yıl sonra insanlık tarihindeki en hızlı ve en
  1459. dramatik değişikliğe sahne olacaktı. VI.yy’ın sonlarında artık dış dünya yeni bir
  1460. din ve güç ile tanışmıştı. Halifelerin Müslüman imparatorluğu bazen Asya’da
  1461. Hindistan ve Çin sınırlarını aşıyor, batıda Güney Akdeniz kıyılarından Atlantik
  1462. Okyanusu’na, güneyde Afrika’daki kara insanlarının, kuzeyde Avrupa’daki
  1463. beyaz insanların ülkelerine kadar ilerliyordu. İmparatorluğun devlet dini
  1464. İslamiyet’ti ve Arapça hızla diğer dillerin yerine geçerek gündelik yaşamda
  1465. kullanılan başlıca iletişim aracı oluyordu.
  1466. Günümüzde, İslamiyet’in başlangıcından on dört yüzyıl sonra, Arap
  1467. imparatorluğu çoktan yok olmuştur. Ancak yalnızca batıda Avrupa, doğuda İran
  1468. ve Orta Asya hariç, Araplar’ın fethettikleri tüm ülkelerde Arapça çeşitli
  1469. biçimleri ile hâlâ halk dilidir. Edebi Arapça da kültür, ticaret ve hükümetin temel
  1470. iletişim aracı olarak varlığım sürdürmektedir. Din dili olarak Arapça,
  1471. konuşulduğu ülkelerden çok uzaklara, sonralan da Arap fetihlerinin sınırlarının
  1472. ötesine ve Asya ile Afrika’nın Arap hakimiyetine girmemiş yerlerine kadar
  1473. gitmiştir.
  1474. İslam dini ile Arap imparatorluğunun yayılmasında, fethedilen ülkelerde
  1475. yaşayanların da payı olmuş, bu halklar hızla İslamiyet! kabul etmiş ve bayrağı
  1476. altında girmişlerdir. Batıda Kuzey Afrika Berberileri başlarda Arap saldırılarına
  1477. şiddetle karşı koymuşlar ancak sonunda onlara katılarak İspanya’nın fethine ve
  1478. kolonileştirilmesine yardım etmişler, daha sonra da onlar Sahra’nın güneyindeki
  1479. siyah insanları İslâmlaştırmış ve sömürge yapmışlardır. Doğuda imparatorluktan
  1480. yıkılmış ve din hiyerarşisi zayıflamış olan Persler, İslamiyet’te yapı ve anlam
  1481. bulmuşlar, yeni dinlerini Orta Asya’nın karma İran ve Türk halklarına
  1482. götürmüşlerdir. Ortada yer alan ve uzun süredir Bizans ve Pers
  1483. imparatorluklarının hakimiyetinde olan Verimli Hilal’in dili Aramice, dini
  1484. Hıristiyan olan halkları ile Mısır’ın dili Kıptice olan Hıristiyanları, bir
  1485. imparatorluktan, diğer bir imparatorluğun hakimiyetine girmişler ve yeni
  1486. efendilerinin eskisinden daha iyi niyetli ve hoşgörülü olduğunu görmüşlerdi.
  1487. İslamiyet’e geçiş süreci bu ülkelerde daha kolay yaşanmıştı. Araplar’ın
  1488. vergileri, özellikle Müslümanlar için Bizans’ınkinden çok daha azdı. Arap
  1489. devleti, Konstantinopolis yönetimindeki Ortodoks olmayan Hıristiyanlar’a ve
  1490. kiliselerine çıkarılan zorlukları göz ardı ediyor, aynı kanunlar dahilinde tüm
  1491. Hıristiyan-lar’a hoşgörülü davranıyordu. Parttar ve pagan Roma imparatorları
  1492. zamanında dini hoşgörü gören, Sasaniler ve Hıristiyan Bizanslılar zamanında ise
  1493. zulüm gören Musevilerin durumu Müslüman Arap devletinde çok daha iyiye
  1494. gitti.
  1495. Arap devleti yöneticileri ve ordu komutanları genellikle Medine ve Mekke
  1496. vaha şehirlerinden oluyordu ama yine de çöl kökenlerinden çok
  1497. uzaklaşmamışlardı. Fetihlerde zafer kazanan Arap orduları çoğunlukla çöl
  1498. insanlarından oluşuyordu. Araplar’ın fetih savaşları, genellikle çöl gücünü
  1499. ustaca kullanma stratejisine dayanıyordu. Bu, daha sonralan Batı’nın
  1500. deniz insanlarının kurduğu imparatorlukların deniz gücünü kullanmalarına
  1501. benzer bir yöntemdi. Araplar için kendi evleri gibi otan çöl, düşmanları için öyle
  1502. değildi. Çöl Araplar için tanıdık, dost ve kolay erişilebilir bir yerken, düşmanları
  1503. için ıssız, tehlikeli, korkutucu ve uzaktı. Nasıl bir kara insanı denizden korkarsa
  1504. onlar da çölden korkuyorlardı. Araplar çölü acil durumlarda sığmak, başarı
  1505. kazandıklarında zafere giden yol ve ikmal,mesaj, destek gönderme amaçlı bir
  1506. iletişim yolu olarak kullanıyorlardı. Aynca Arap imparatorluğunun Afrika ile
  1507. Asya’yı birbirine bağlayan Süveyş kıstağından geçen bir çöl yolu otan Süveyş
  1508. Kanalı da bulunuyordu.
  1509. Araplar fethettikleri her ülkede, çölün hemen kenarında ana askeri üslerini ve
  1510. yönetim merkezlerini kuruyorlardı. Şam gibi yerini beğendikleri bir şehir olursa
  1511. hemen onu başkent yapıyorlardı. Ancak genelde yeni merkezler kurmaları
  1512. gerekiyordu. Bu merkezler de imparatorluk ve stratejik gereksinimleri
  1513. karşılamak üzere garnizon şehirler haline geliyorlardı. Bunlardan en önemlileri
  1514. İran’da Kum, Irak’ta Küfe ve Basra, Tunus’ta Kayrevan ve Mısır’da Fustat’tı.
  1515. Bunlara, sınır anlamındaki eski bir Sami sözcüğü olan Arapça “mısr”
  1516. (çoğulu amsar) adı verilirdi. Bu ad Tevrat İbranicesi’nde, Aramice ve Arapça’da
  1517. Mısır’a verilmiştir. Bölgelerin yönetiminde ve Araplaştırılmasında Amsar’in
  1518. merkezi bir önemi vardı. Başlangıçta Araplar kurdukları imparatorluğun küçük
  1519. ve tecrit edilmiş bağımsız bir azınlığıydı. Amsar’da Arap öncüleri ve dili
  1520. egemendi. Her Amsar’ın merkezinde bulunan askeri kantonlara Arap savaşçısömürgecileri aşiret düzeni içinde yerleşmişlerdi. Merkezin etrafında bulunan
  1521. dükkan sahipleri, zanaatkarlar ve öteki esnaf olmak üzere yerel halktan
  1522. kişiler, Arap yöneticilerin, askerlerin ve ailelerin gereksinimlerini karşılarlardı.
  1523. Zamanla bu dış şehirler yerleşme, zenginlik ve değer alarak büyüdüler ve Arap
  1524. devletine hizmet eden yerli memurları da içlerine aldılar. Bu memurlar zorunlu
  1525. olarak Arapçayı öğrendiler ve Arapların davranışlarından, zevklerinden ve
  1526. düşüncelerinden etkilendiler.
  1527. Genelde, İslamiyetin fetihler aracılığı ile yayıldığı ileri sürülür. Fetihler ile
  1528. birlikte sömürgeleştirme, İslam dininin yayılmasını önemli oranda etkilemişse de
  1529. bunu iddia etmek yanlış olur çünkü fetihlerin temel savaş amacı İslamiyeti zorla
  1530. kabul ettirmek değildi. Üstelik Kuran bu konuda çok kesindir: “Dinde zorlama
  1531. yoktur.” (2:256). Bu sözler çoğunlukla, tek tanrılı bir dine inanan ve İslam’ın
  1532. onayladığı kutsal kitaplara saygılı olan kişilerin dinlerini İslam devleti ve
  1533. kanunlarına uygun olarak uygulamalarına müsaade edileceği şeklinde
  1534. anlaşılmıştır. Öte yandan fethedilen ülkelerde yaşayanlar İslam dinini kabul
  1535. etmeleri için düşük vergiler ve benzeri şeylerle teşvik ediliyorlardı ama
  1536. zorlanmıyorlardı. Arap devleti bağımlı halkları Araplaştırmaya ve özümsemeye
  1537. de çabalamıyordu. Tam tersine, ilk fetihlerde Arap olanlar ile Arap olmayanlar
  1538. (sonradan İslamiyeti kabul edip Arapça konuşmaya başladıkları halde)
  1539. arasındaki güçlü toplumsal engeller korunmuştu. Arap olmayan erkeklerle Arap
  1540. kadınların evlenmelerini hoş karşılamaz, yeni Müslümanlar’a kendileriyle aynı
  1541. ekonomik, siyasi ve toplumsal haklan vermezlerdi. Ne var ki İslamiyet’in ikinci
  1542. yüzyılında gerçekleşen devrimci değişikliklerle Arap ayrımcılığı sona ermiş,
  1543. böylelikle Araplaştırma süreci hız kazanmıştır.
  1544. Arap imparatorluğunun askeri fetihlerinden daha çok, fethedilen yerlerde
  1545. yaşayanları Araplaştırması ve İslâmlaştırması şaşırtıcıdır. Arapların askeri ve
  1546. siyasi üstünlük dönemi çok kısa sürdü ve kısa süre sonra imparatorluklarının
  1547. kontrolünü, hatta kendi yarattıkları uygarlıklarının liderliğini başkalarına
  1548. bıraktılar. Yine de hukukları, dinleri ve dilleri hakimiyetlerinin devam eden anıtı
  1549. olarak kaldı ve bugün de hâlâ duruyor.
  1550. Aslında büyük değişiklik özümleme ve sömürgeleştirme çalışmaları ile
  1551. birlikte gerçekleşmişti. Arap fetihlerini güdüleyen güçlerinden biri olarak kurak
  1552. Arabistan yarımadasının nüfusunun fazlalığı genel kabul gören bir görüştür.
  1553. Krallığın ilk zamanlarında pek çok Arap eski imparatorlukların yıkılmış surlarını
  1554. aşıp fethettikleri verimli topraklara göç etmişlerdi. Araplar önce egemen asker
  1555. sınıfıyla bir işgal ordusu, üst düzey memurlar ve toprak sahiplerinden oluşan
  1556. yönetici bir azınlık olarak gelmişlerdi. Daha önceki yönetimlerin devlet
  1557. topraklarına ve fetihlerden kaçan göçmenlerin topraklarına Arap devleti
  1558. tarafından el konulmuştu. Arap devleti bu geniş topraklan Araplar’a dağıtıyor ya
  1559. da çok uygun şartlarla kiraya veriyordu. Bu topraklara yerleşen Araplar,
  1560. topraklarında kalan yerli sahiplerinden daha az vergi veriyorlardı. Garnizon
  1561. şehirlerde yaşayan zengin Arap toprak sahiplerinin topraklarını yerli halk
  1562. işletirdi.
  1563. Arap etkisi, gerek doğrudan, gerek İslamiyet’i benimsemiş olan ve
  1564. çoğunluğu orduya hizmet eden yerli nüfus aracılığıyla şehirlerden çevredeki
  1565. kırsal bölgelere yayılıyordu. Yerli dönmelerin, toplumsal ve ekonomik açıdan
  1566. istedikleri eşitlik, safkan Arap oldukları iddiasında olanlarca kabul edilmezken,
  1567. onlar yine de artan bir hızla fatihlerin dillerini ve dinlerini benimsiyorlardı.
  1568. İslam egemenliğinin ilk yüzyılındaki siyasi ve askeri değişiklikler, önemli
  1569. toplumsal ve ekonomik değişiklikleri de beraberinde getirmişti. Tüm fetihlerde
  1570. olduğu üzere Arap fetihleri ile kamu, özel ve kilisenin sahip olduğu donmuş
  1571. haldeki büyük zenginlikler tekrar piyasaya sürülmeye başladı. İlk Arap
  1572. tarihçilerinin aşın masraf ve zengin ganimet öyküleri vardır. X.yy yazarlarından
  1573. el-Mesudi fetihlerde ele geçirilen büyük zenginliklerden söz etmiştir. Mesudi,
  1574. Halife Osman’ın öldürüldüğü gün özel varlığının yüz bin dinar (Roma ve Bizans
  1575. altını) ve bir milyon dirhem (Pers gümüş sikkesi) olduğunu, mülklerinin de yüz
  1576. bin dinar hesaplandığını ve pek çok at ile deve bıraktığını söyler. İslamiyet’i ilk
  1577. kabul edenlerden ve erken İslam tarihinin önemli kişilerinden El-Zübeyr ibn ülAvvam, Irak’ta Küfe ve Basra’da ve Mısır’da Fustat ve İskenderiye’de evlere
  1578. sahipti. Mesudi, o dönemde (Hicri 332/ miladi 943-44) onun Basra’daki evinde
  1579. tüccarların ikamet ettiğini söyler. Öldüğünde hesap edilen varlığı nakit elli bin
  1580. dinar, bin kadın ve erkek köle, bin at ve söz konusu şehirlerde pek çok evdi.
  1581. Aynı kaynakta, Peygamber’in yakınlarından Talha ibn Ubeydullah el-Taymi’nin
  1582. Kufe’de büyük bir evi olduğundan, Irak’taki topraklarından günde bin dinar ve
  1583. el Şara bölgesindeki topraklarından ise bundan daha çok gelir elde ettiğinden söz
  1584. edilir. Ayrıca Medine’de tuğla ve tik ağacından yapılmış bir de evi vardı. Yine
  1585. aynı kaynağa göre ilk Müslümanlar’dan Abdül-Rahman ibn Avf yüz at, bin deve
  1586. ve on bin koyuna sahipti. Öldüğünde varlığının dörtte biri seksen dört bin
  1587. dinardı. Zayd ibn Tabit öldüğünde, baltalarla parçalanan altınlar ve gümüşler ile
  1588. yüz bin dinarlık mal mülke sahipti. Yala ibn Munya öldüğünde yanm milyon
  1589. dinar ve üç yüz bin dinarlık arazi ve çeşitli maddi eşyaları vardı.
  1590. 1
  1591. Şüphesiz, bu inanılmaz servetler, çok abartılmıştır ama yine de, bir fatih
  1592. soylular sınıfının çok fazla varlıklarının olduğunu, gittikleri ileri ülkelerin tüm
  1593. zevklerinden ve olanaklarından faydalandıklarını ve varlıklarını keyifle
  1594. harcadıklarını göstermektedir.
  1595. Yeni düzen, sadece Araplar’ı değil, onlarla birlikte pek çoklarını da refaha
  1596. kavuşturamamıştı. Tarihi metinlerde, edebiyatta ve özellikle de çağdaş şiirde
  1597. gerek bireylerin gerekse de toplumsal grupların, zamanın siyasi, toplumsal ve
  1598. dolaylı olarak ekonomik gerilimlerine rastlanmaktadır. Bir fetih ve yeni
  1599. bir devlet düzeni, önceden iktidar ve servet tekeline sahip olan önemli grupları
  1600. yerlerinden etmesi kaçınılmazdır.Herhalde böyle bir değişikliğin etkisi doğudaki
  1601. eski Pers eyaletlerinde, batıdaki eski Bizans eyaletlerinden daha fazla
  1602. görülmüştür. Mısır ve Suriye’deki yerlerinden olan Bizanslı iş adamları eski
  1603. topraklarıyla halklarını yeni efendilerine bırakarak Bizans başkentine
  1604. çekilebilirlerdi. Ancak Pers iş adamlarının kaçacak yerleri yoktu.
  1605. İmparatorluklarının başkentini Araplar ellerine geçirmişti ve birkaçı dışındakiler
  1606. oldukları yerde kalarak yeni devlet düzeninde kendilerine bir yer bulmaya
  1607. çalışmak zorundaydılar.
  1608. * Bu yüzden Perslerin eski ayrıcalıklı ve yönetici sınıfının, İslam kültürüne
  1609. ve devletine Bizans şehirlerinin halklarının yaptığından daha önemli katkıları
  1610. olması olağandı.
  1611. Başlangıçta Pers yönetici sınıflarının yeni devlet düzenine uyum göstermiş,
  1612. ayrıcalıkları ve görevlerinden bir bölümünü korumuş oldukları anlaşılmaktadır.
  1613. Ancak Arap iktidarının güçlenmesi, Arap aşiretlerinin büyük çoğunlukla İran’a
  1614. yerleştirilmeleri, sayıları zamanla artan İranlı Müslümanların Araplarla eşit
  1615. haklara sahip olmak istemeleri ve aslında daha çok da şehirlerin büyümesi
  1616. sonucunda, yeni düzenlemeler yapılmış ve bunlardan kaynaklanan yeni
  1617. çatışmalar olmuştu. Eski Bizans topraklarında şehir hayatı eskisi gibi kalmış,
  1618. değişim daha az olmuştu. Müslüman şehirlerin bu hızlı ve ani artışı beraberinde,
  1619. daha az şehirleşmiş olan eski Pers İmparatorluğu’na çatışma ve gerilim
  1620. getirmiştir.
  1621. İslamiyet’in ilk zamanlarında İslam toplumunun birliği ve Arap devletinin
  1622. istikrarı için en önemli tehdit gruplar arasındaki rekabetten kaynaklanmıştır. Bu
  1623. rekabet, Arap olanla, Arap olmayan Müslümanlar, hatta Müslümanlar ile ötekiler
  1624. arasındaki ayrılıklardan doğmamış; kuzey-güney Arabistan kökenli aşiretler,
  1625. erken-geç gelenler, durumları iyi-kötü olanlar, özgür bir Arap ailenin çocukları
  1626. ile özgür bir Arap baba ve yabana cariyenin çocukları arasında yani Araplar ile
  1627. Araplar arasında doğmuştur. Öte yandan, zafer kazananların yenilenler
  1628. üzerindeki haklarım uygulamaları, giderek yan Araplar’ın sayısını artırıyordu..
  1629. Bu çatışmalar, Arap tarihinde bazen dini ya da aşiret kökenli, bazen de
  1630. kişisel çatışmalar şeklinde anlatılır. Şüphesiz tümü önemli çatışmalardır ancak
  1631. arada başka sorunların da olduğu açıktır. Bazı Arap grupları arasında devam
  1632. eden ve çoğu kez sert olan düşmanlık, bir süre sonra Arap olmayan Müslüman
  1633. halkın da katıldığı bir dizi iç savaşa yol açmıştı.
  1634. Roma ile İran arasındaki Ortadoğu ticaret yollarının paylaşılamaması
  1635. durumu, Arap imparatorluğunun kurulması ile son bulmuştu. Büyük
  1636. İskender’den sonra ilk kez Orta Asya’dan Akdeniz’e kadar Ortadoğu’nun
  1637. tamamı tek bir imparatorluk ve ticaret düzeni altına girmişti. Bir dönem Bizans
  1638. altını ile İran gümüşü beraber dolaşımda kalmıştı ve iki para arasındaki kur oram
  1639. ilk İslam hukuku için önemli bir konu olmuştu. Bu nedenle de İslam
  1640. pazarlarında sarrafların önemli bir yeri vardı.Çok miktarda nakit paraya sahip
  1641. yeni yönetici sınıfın ortaya çıkmasıyla sanayi ve ticarette büyüme
  1642. gerçekleşti.Tıpkı Ortaçağ Avrupası’nın Vikingler’i gibi, Ortadoğu’nun Arap
  1643. fatihleri de paralarını sarayın ve soyluların özel ilgileri olan üstün kaliteli tekstile
  1644. yatırdılar. Bu ekonomik gelişmeye, özel malikanelerin, sarayların, kamu
  1645. binalarının, camilerin yapılması ve yüksek maaş alan askerlerle öteki
  1646. yerleşimcilerin çok ve çeşitli gereksinimlerinin karşılanması da önemli bir katkı
  1647. yapmış olmalıdır. Büyük olasılıkla, hızla büyüyen şehirlerdeki huzursuzluk
  1648. fakirlikten çok kırgınlıktan kaynaklanıyordu. İçlerinde zengin, yetenekli, hem de
  1649. iktidar sahibi kişilerin olduğu yan Arapların kırgınlıklarının nedeni devletin ve
  1650. toplumun üst düzeylerine alınmamalarıydı. Başta Persler olmak üzere Arap
  1651. olmayan dönmeler, kendilerine verilen alt statüden memnun değillerdi ve
  1652. yeni dinlerinin evrensellik mesajının anlattığı eşitliği istiyorlardı.
  1653. Bu çatışmalar ve ayrılıklardan başka, Müslüman topraklarının büyük ve hızlı
  1654. genişlemesi de gerilim yaratıyordu.Böylece imparatorluğun ve devletin
  1655. sürdürülmesi, yönetilmesi fazlasıyla zorlaşıyor ve ilk halifeler zor ve aşılmaz
  1656. sorunlarla karşılaşıyorlardı.
  1657. Raşidun olarak anılan ilk dört halife miras yoluyla değil, seçimle başa
  1658. gelmiştir ve Sünni Müslümanlar onların dönemlerinden altın çağ olarak söz
  1659. ederler. Dini ve ahlaki rehberliklerinin kutsallığı Hz.Muhammed’inkinden sonra
  1660. ikinci olarak kabul edilir. Dört halifenin ilki dışındaki üçü katledilmiştir. İkinci
  1661. halife Hz. Ömer ibn el-Kattab’ı durumundan şikayetçi olan bir Hıristiyan köle
  1662. öldürmüştür. Üçüncü halife Hz. Osman ile dördüncü halife Hz. Ali, Müslüman
  1663. Arap isyancılar tarafından öldürülmüşlerdir. Hz. Muhammed’in ölümünden
  1664. yirmi beş yıl sonra, toplum, şiddetli muhalefetle parçalanıyor, devlet de isyan ve
  1665. iç savaşlarla sarsılıyordu. Tüm olaylar fethedenlerle fethedilenler, yeniyle eski
  1666. Müslümanlar arasında değil, Araplar arasında meydana geliyordu.
  1667. Kısa süre iktidarda kalan Hz. Ebubekir’in, ölümünden sonra, Hz. Ömer’in
  1668. 634’te başlayan on yıllık- iktidarı, İslam devletinin ve hatta İslam toplumunun
  1669. ortak tarih bilincinin oluşmasında çok önemlidir. Hz. Ebubekir’in ölüm
  1670. döşeğindeyken Hz. Ömer’in halife olmasını istediği genel kabul gören bir
  1671. görüştür. Hz. Ömer, Ashab tarafından hemen kabul edilmiş ve iktidarı süresince
  1672. önemli bir muhalefet ile karşılaşmamıştır. Yalnızca Hz. Muhammed’in
  1673. amcasının oğlu ve kızı Hz. Fatıma’nın eşi olan Hz. Ali’yi destekleyenler
  1674. muhalifi olmuştur. Bu muhalefetin nedeni, bazıları açısından bir aday olarak Hz.
  1675. Ali’nin üstün özellikleriydi, bazıları açısından da onun yasal hakkı olmasıydı.
  1676. Ancak Arap dünyasının büyük çoğunluğu Hz. Ömer’in halifeliğini kabul
  1677. etmiştir. Hz. Ömer yalnızca birlik ve beraberliği sağlamakla kalmayıp ileride
  1678. imparatorluk hükümetinin sistemi olacak temeli de atmıştır. Getirilen yeni bir
  1679. unvanın, otoritedeki değişikliğin göstergesi olmuştur. Hz. Ömer’e halife unvanı
  1680. ile birlikte “Emir ül-Müminin” unvanı da verilerek siyasi,askeri ve dini
  1681. otoritenin sahibi olduğu gösterilmiştir. Halifeler en çok bu unvanı kullanmışlar
  1682. ve halifelik kurumunda bu makam bir ayrıcalık olmuştur.
  1683. Hz. Ömer elli üç yaşındayken öldürülmüştür ve kendisinden sonra gelecek
  1684. kişiyi seçmemiştir. Ölüm döşeğindeyken As-hab’dan ileri gelen altı kişilik bir
  1685. şura toplayıp aralamadan birini halife seçmek için görevlendirdiği söylenir.
  1686. Mekke’nin büyük Ümeyye (Emeviler) aşiretinden ve ilk müminlerden oluşan
  1687. Mekke soylu sınıfının tek temsilcisi olan Hz. Osman, şura tarafından halife
  1688. seçilmiştir.îlk halifeler, büyük bir askeri güce ve düzenli bir orduya bile sahip
  1689. değillerdi, Arap aşiretlerinden toplanan askerler orduyu oluşuyordu. Halifeler
  1690. askeri güçleri ile değil daha çok Peygamber halefi olduklan için ve kişilik
  1691. özelliklerine gösterilen saygı ile hüküm sürüyorlardı.
  1692. Hz. Osman’ın kişilik özellikleri, kendisinden önceki iki halifenin kazandığı
  1693. saygınlığı kazanamamıştı. Hz. Muhammed’in ölümünden on yıl sonra dini bağ
  1694. zayıflamaya başlamıştı ve Mekke soylu sınıfı aralarından birinin halife
  1695. olmasının fırsatla-nndan yararlanmaya çalışarak durumu daha da
  1696. zorlaştınyordu. Göçebe aşiretleri daima rahatsız eden otorite baskısı daha
  1697. dayanılmaz bir duruma geliyordu.
  1698. Hz. Osman- 644 yılında halifeliğe getirildi. Yüzyılın ortalarında batıda Mısır
  1699. ve Suriye, doğuda İran ve Irak’ın büyük bölümünü Müslümanlar ele geçirmişti.
  1700. 654-55’te Müslüman donanması Bizanslılara karşı büyük bir deniz zaferi
  1701. kazandı. Pers imparatorluğu yıkıldı. Savaşın geçici olarak durması, aşiretleri
  1702. kendi istekleri ve hoşnutsuzlukları üzerinde durmaya yöneltti ve böylece Arap
  1703. aşiretlerinin hareketleri iç savaşlara yol açtı.
  1704. 656 yılında, Mısır’daki Arap ordusundan gelen bir grup isyancı şikayetlerini
  1705. iletmek için Medine’ye geldiklerinde Halife Osman'ı öldürerek ilk iç savaşı
  1706. başlatmışlardı. İsyancılar 17 Haziran 656’da evine saldırdıkları halifeyi ağır
  1707. yaraladılar ve bu saldırı ile ardından gelen çatışmalar İslam tarihinde bir
  1708. dönüm noktası oldu. İlk kez bir İslam halifesi Müslümanlar tarafından öldürüldü.
  1709. Müslüman ordularının arasında kıran kırana bir savaş başladı.Hz. Ali isyancılar
  1710. tarafından halife seçildi.
  1711. Hz. Muhammed’in amcasının oğlu ve kızının eşi Hz. Ali ibn ebu Talib, çok
  1712. yönlü ve karmaşık ilk İslam iç savaşında önemli bir rol oynamıştır. Hz. Ali, Hz.
  1713. Muhammed’in kızı Fatıma’nın eşiydi ve pek de dikkat çekici özelliklere sahip
  1714. değildi. Böyle bir akrabalık ilişkisi çok eşliliğin geçerli olduğu bir
  1715. toplumda önem taşımazdı ama İslamiyet öncesi Arap uygulamasına göre
  1716. Peygamber’in akrabası olması nedeniyle, onun dini ve siyasi otoritesinin bir
  1717. bölümünü devralmak üzere aday olabilirdi. Konumu ve kişilik özellikleriyle
  1718. kendi başına güçlü bir aday değildi. Öte yandan, Müslümanlar’ın çoğu, seçimle
  1719. gelen halifelerin yarattığı düş kırıklığı nedeniyle Muhammed’in bir akrabasının
  1720. başa geleceği yeni bir devlet düzeninin İslamiyet’in asıl özüne dönüşü
  1721. sağlayacağını düşünerek Hz. Ali’yi destekliyorlardı.Bunlar, başlangıçta “Şiatül
  1722. Ali” (Ali'nin partisi) olarak, sonra da Şii’ler olarak anıldılar.
  1723. Neredeyse tamamı çatışmalarla geçen beş yılın ardından, 66l’in Ocak ayında
  1724. Halife Ali de öldürüldü. Bu sefer katil isyancı askerler yerine, radikal bir dini
  1725. grubun temsilcisiydi. Bu olay ikinci bir önemli örnek olmuştu.
  1726. Suriye eyaletinin valisi Muaviye ibn Ebu Sufyan’ın liderliğindeki grup
  1727. birinci İslam iç savaşında zafer kazanan taraf oldu. Muaviye’nin konumu
  1728. oldukça güçlüydü. Öldürülen Halife Osman’ın amcasının oğlu olan ve
  1729. Emeviler’in Mekke kolundan gelen Muaviye’nin, İslam hukukuna ve Arap
  1730. geleneklerine göre, akrabasının öldürülmesine karşı misilleme isteme hakkı
  1731. vardı.Onu Hz. Ömer vali yapmıştı ve görevine başlaması son iki halifenin
  1732. meydan okumalan ve rekabetlerinden önceydi. Suriye valisi olarak Bizans
  1733. Hıristiyan ve İslam dünyaları arasında becerikli ve disiplinli bir ordusu vardı ve
  1734. kazandığı savaş deneyimiyle güçlenmişti.
  1735. Hz. Ali öldürüldükten sonra oğlu Haşan, birçoklarının kendisini yeni lider
  1736. olarak görmesine rağmen, halifelik iddiasından vazgeçerek, Suriye’de halife ilan
  1737. edilen ve tüm'imparatorluk tarafından tanınan Muaviye’nin egemenliğine girdi.
  1738. Muaviye’nin halifeliği ile İslam tarihinde Emevi halifelik dönemi başladı. Ondan
  1739. sonra da halifelik, bir ilke olmamakla birlikte daima babadan oğula geçerek
  1740. Emevi hanedanında kaldı. Muaviye hayattayken oğlu Yezid’i veliahtı olarak
  1741. göstererek sonraki halifelere bir örnek oluşturdu.IX.yy yazarlarından biri
  1742. öyküsünde bu davranışın önemi çok açık anlatmıştır:
  1743. ‘Halk Muaviye’nin önünde toplanmışken, Yezid hatipler tarafından Halife
  1744. ilan edildi. Halktan bazıları memnun olmayınca, Udra aşiretinden biri ayağa
  1745. kalkarak kılıcını kınından çekti ve' "Müminlerin Lideri odur”deyip
  1746. Muamye’yi işaret ettikten sonra Yezid’i gösterdi ve “O öldükten sonra, bu
  1747. olacak” dedi. “Eğer itirazı olan varsa, o zaman da bu!" dedi ve kılıcım çıkardı.
  1748. Muaviye, ‘‘Hatiplerin prensisin sen” dedi adama.
  1749. 2
  1750. Yüz yıl bile sürmeyen Emeviler’in halifeliklerinin ardından, Arap İslam
  1751. tarihi geleneğine uygun biçimde yazılan tarihlerde sert eleştiriler yapılmıştır.
  1752. Şiiler’e göre Emeviler zorba ve gaspçıydı. Halifeliği asıl haklan olan Hz. Ali ve
  1753. oğlundan zorla alıp onların soyundan olanları öldürerek İslamiyet’in gerçek
  1754. mesajını reddetmiş ve yozlaştırmışlardır. Sünni tarihçilere göre de Emeviler
  1755. gaspçıydılar, amaçları ve yöntemleri dini kaynaklı değil, dünya işleriyle ilgiliydi.
  1756. Klasik tarihçilere göre Emevi hükümdarlığı, onlardan önceki doğru yolda
  1757. yürüyen hükümdarların halifelikleri ile onlardan sonra gelen ilahi olarak
  1758. benimsenmiş halifeler arasında bir "krallık” olmuştur. Emeviler’e düşman olan
  1759. Arap tarihçiler Muaviye’nin politik ve diplomatik becerisine iki anlama da
  1760. gelebilecek biçimde iltifat ederler.
  1761. Modern araştırmacılarsa, Emeviler’e daha olumlu bir açıdan bakarlar.
  1762. Özellikle tehlikeli ve yıkıcı iç savaşlar sırasında İslam devletinin ve toplumunun
  1763. kararlılığını ve sürekliliğini korumuş olan önemli hükümdarları haklı bulurlar.
  1764. Bu görevi Emevi halifeleri bir dizi uzlaşma ve düzenlemeyle yerine getirerek
  1765. birliği sağlamışlar, fetih yapmayı sürdürmüşler, imparatorluğa özgü toplum,
  1766. kültürü ve yönetim yapısının temelini hazırlamışlardır. Bunu yaparken îslami
  1767. mesajının özünden bir ölçüde uzaklaşmayı göze almışlardır.
  1768. Hükümdarların öldürülmesi ve iç savaşlar yüzünden dini sadakat ve dini otorite
  1769. bağının saygınlığı neredeyse yok olacak kadar azalarak yerini Emevi
  1770. halifelerinin yarattığı "Arap krallığı” ya da daha doğrusu, Arap yükselişine
  1771. bıraktı. Yalnızca anne ve baba tarafından saf Arap olanlara ayrıcalığın ve
  1772. iktidarın en üst düzeylerine gelme olanağı tanınıyordu. Babası Arap olan, annesi
  1773. Arap olmayan çoğunlukla da köle olan Yan Araplar, yalnızca belli makamlara
  1774. gelebiliyorlar, en üst düzeylere çıkamıyorlardı. Örneğin, Emevi prensi Maslama,
  1775. Emevi halifelerinin en büyüklerinden birinin oğluydu ve başarılı bir komutandı
  1776. ama annesi bir köle olduğu için tahttan uzak kalmıştı.
  1777. Yarı Araplar’dan sonra Arap olmayan dönmeler, onlardan sonra da nüfusun
  1778. çoğunluğunu oluşturan Müslüman olmayanlar geliyordu. Ancak Arap
  1779. olmayanlar, Müslümanlığı benimsemiş olup olmamalarına bakılmaksızın, askeri
  1780. ve siyasi yönetimde yer alamamalarına rağmen Emeviye hükümetinde çok
  1781. önemli roller oynuyorlardı. Sonraki tarihçilerin Emeviler’i suçladıktan bir
  1782. uzlaşmayla vergi ve yönetim gibi çeşitli konularda Îslami görüşlerden
  1783. vazgeçilerek merkezde ve de eyaletlerde îslami halifelik tarafından çökertilen
  1784. imparatorlukların yapısına, yöntemlerine ve özellikle de personeline dayalı bir
  1785. hükümet düzeni kurulmuştu.
  1786. Çok zor geçirilen bu süreç, ahlaki ve silahlı direnişlere yol açmıştır. Silahlı
  1787. direnişleri, Emevi halifeliğini dini açıdan eleştiren, tarikat şeklindeki iki grup
  1788. gerçekleştirmiştir. Bunlardan biri Hariciler’di. Haricilik, Hz. Ali yanlılarından
  1789. küçük bir .grubun ilk iç savaşta ondan ayrılarak ona karşı çıkmasıyla
  1790. başlamıştı. Hz. Ali’yi bunlardan biri öldürmüştü. Hariciler, Emeviler’e
  1791. ve onlardan sonra gelenlere muhalefet etmeyi sürdürdüler. Hariciler aşiret
  1792. bağımsızlığının en aşın noktasında duruyorlardı. Kendilerinin verdiği ve
  1793. istediklerinde geri alabilecekleri onaylarından kaynaklanmayan bir otoriteyi
  1794. kabul etmiyorlar ve doğumu ile kökeni ne olursa olsun, müminler tarafından
  1795. seçilecek her müminin halife olabileceğini iddia ediyorlardı. Şiiler'in
  1796. görüşleri tam tersineydi ve halifeliğin Hz. Muhammed’in soyundan gelenlere ait
  1797. ilahi bir hak olduğunu ileri sürüyorlardı. İki taraf da kurulu düzeni yıkıp yerine
  1798. yeni ve daha gerçek İslamcı bir düzen kurmaya yönelik ve çoğunlukla tehlikeli
  1799. isyanlar çıkarıyordu.
  1800. Bu isyanlardan biriyle ikinci iç savaş başladı. İsyan askeri ve siyasi etkisi
  1801. açısından küçük olmasına karşın, dini ve de tarihi açıdan çok büyük bir öneme
  1802. sahiptir. 680’de Hz. Ali’nin oğlu ve Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin, Irak’taki
  1803. bir isyanın önderliğini yaptı. Kerbela’da Muharrem ayının onuncu günü
  1804. Hüseyin’in ailesi ve destekçileri bir Emevi gücüyle girdikleri savaşta yenildiler.
  1805. Savaşta ve sonrasında yetmişten fazla kişi öldürüldü, bu gruptan yalnız
  1806. Hüseyin’in oğlu Ali ölmedi ve olayı aktarabildi. Şiiler’in İslam tarihi görüşlerini
  1807. değiştiren Kerbela katliamı nedeniyle Muharrem ayırım onuncu günü Şiiler’in
  1808. dini takvimine önemli bir gün olarak geçti. Bu günde Şiiler, Hz. Muhammed’in
  1809. ailesinin şehit olmasını, öldürenlerin kötülüklerini ve kurtaramayanların
  1810. pişmanlıklarını anmak için özveri, kefaret ve suçluluk temalı dini törenler
  1811. düzenlerler. Şii ve Sünni Müslüman öğretileri arasındaki farklar, Hıristiyanlığın
  1812. rakip kiliselerini bölen farklardan çok daha az ve önemsizdir. Şiiler’in zulüm ve
  1813. şehitlik duygulan, yüzyıllar boyunca gaspçı kabul ettikleri hükümdarların
  1814. egemenliğinde bir azınlık şeklinde yaşamaları, Sünni devlet ile aralarında
  1815. psikolojik bir engel oluşturmuş, bu yüzden siyasi, dini tavır ve davranışlarında
  1816. farklılık yaratmıştır.
  1817. Kerbela katliamı siyasi bir parti olan Şia'nın dini bir mezhebe dönüşmesini
  1818. hızlandırdı ve ikinci iç savaşa şiddet ve kırgınlık kattı. Yeniden Halifelik
  1819. toprakları yıllar boyu süren bir savaşla parçalanmasında Araplar’ın
  1820. dışındakilerin de katkısı oldu. Bu nedenle Ali yanlılarının isyanı o anda olmasa
  1821. da, daha sonra en tehlikesi olmuştur. 685 yılında başa gelen Emevi halifesi
  1822. Abdülmelik’in karşısındaki en ciddi tehdit Abdullah ibn al-Zübeyr ve Muşab
  1823. kardeşlerin isyanı oldu. 683 yılında Abdullah Hicaz’da kendini halife ilan etti,
  1824. bir süre gücünü Irak’a dek yaydı imparatorluğun öteki eyaletlerinde de bir
  1825. ölçüde tanındı.Abdülmelik ancak Abdullah’ın 692 yılında ölmesinin ardından
  1826. muhalefetin üstesinden gelerek, monarşik olmaya yolunda ilerleyen devlet
  1827. gücünü hakim kılmayı başardı.
  1828. Abdülmelik (685-705) ve ondan sonra gelenlerin en başarılısı olan Hişam
  1829. (724-743) zamanında Arap tarihçiler tarafından “düzenleme ve örgütlenme”
  1830. olarak tanımlanan çok önemli gelişmeler oldu. Persler’den ve Bizans’tan alman
  1831. eski yönetim sistemine yeni bir imparatorluk düzeni getirildi. Yönetim ve
  1832. muhasebe dili olarak Yunanca ve Farsça'nın yerine Arapça geçti. Arap tarihinde
  1833. bu reformları Abdülmelik’in gerçekleştirmiş olduğu kesin kanıtlan ile sunulur.
  1834. 694’te Abdülmelik yeni bir halifelik altını yaptırmasının büyük yankılan oldu.
  1835. Roma imparatorlarından miras alınan bir Bizans yöntemi olan altın
  1836. sikke dünyada başka kimsede yoktu. Araplar’ın o güne dek yalnızca gümüş
  1837. sikkeleri olmuştu, bunları da eski Pers ve Bizans eyaletlerinde buldukları
  1838. darphanelerde basılırlardı. Altın sikkeler eskisinden çok farklı değildi ve
  1839. yalnızca hükümdarların değişmesiyle değişiyorlardı. Araplar, Bizans’tan altın
  1840. sikke ithal etmeyi de sürdürüyorlardı. Bizans imparatoru, Abdülmelik’in attın
  1841. dinarlarını bir meydan okuma olarak gördü ve buna savaşla karşılık verdi. Altın
  1842. sikkelerin üzerindeki Kuran ayetleri bu meydan okumayı açıkça göstermiştir:
  1843. Allah'tan başka tanrı yoktur, Hz. Muhammed onun resulüdür. (9:33) Allah
  1844. birdir. Allah uludur. O doğurmamış ve doğurulmamıştır. (112:1-3)
  1845. Bu Kuran ayetleri, Hıristiyan öğretilerine doğrudan meydan okuyordu ve
  1846. hicretin 720 yılında (691-92) Abdülmelik tarafından Kudüs’ün ibadet tepesinde
  1847. yaptırılan Kubbet-üs Sahra’da da yer alıyordu. Cami ve yazıtları dini bir amacı
  1848. gösterirken,üzerinde halifenin adının olduğu kilometre taşları ile yapılan yeni
  1849. yollar da bir imparatorluk amacını göstermekteydi. Para ise her iki amaca da
  1850. hizmet ediyordu. Artık Bizans İmparatorluğu’nun ve Hıristiyanlığın iddialarına
  1851. meydan okuyacak yeni bir evrensel devlet ve dünya dini ortaya çıkmış oluyordu.
  1852. İslam tarihindeki ilk büyük dini bina, yarımdaki Mescid-ül Aksa ile beraber.
  1853. Kubbet-üs Sahra’dır. Artık uyarlama, ödünç alma ve düzeltme zamanı geride
  1854. kalmış, yeni bir dönem başlamıştı. Emevi halifeleri Pers ve Roma
  1855. imparatorluklarından bağımsız yeni bir evrensel devletti ve İslamiyet,
  1856. Hıristiyanlığın devamı değil, yeni bir evrensel dindi. Kubbet-üs Sahra’nın
  1857. konumu, şekli, en çok da süslemeleri amacım açıkça göstermektedir. Boyutu ve
  1858. şekliyle Hıristiyan kilisesiyle yarışarak onu geçmesinin amaçlandığı
  1859. anlaşılmaktadır. Cami İslamiyet’ten önceki dinler Hıristiyanlık ve Musevilik için
  1860. dünyadaki en kutsal yerde, Kudüs’te yapılmıştı.
  1861. Kudüs’ün seçilmiş olması önemli bir noktadır. Kuran’da Kudüs’ten hiç söz
  1862. edilmemiştir. İlk Müslüman metinlerinde Kudüs „ adı kullanılmamış,
  1863. Abdülmelik’in kilometre taşlan konusunda olduğu gibi ondan söz edilirken,
  1864. şehirdeki Musevi ve Hıristiyan izlerini silmek amacıyla Romalılar’ın verdiği
  1865. Aelia adı kullanılmıştır. İslamiyet’in ilk mabedi için Kudüs’te seçilen yer daha
  1866. da önemlidir. Cami hem Hıristiyanlığın hem de Museviliğin kutsal tarihindeki
  1867. önemli olaylarının geçtiği Tapınak Tepesi’ne yapılmıştır. Musevi inancına göre
  1868. Hz. İbrahim oğlunu oradaki kaya üzerinde kurban etmek istemişti, aynı yerde
  1869. daha sonra da Süleyman tapınağının mihrabı bulunmaktaydı. Abdülmelik camiyi
  1870. buraya yapürarak, onun son dinin mabedi olduğunu, Süleyman’ın tapınağının
  1871. yerine geçmesiyle de Hıristiyanlar’a ve Museviler’e vaat edilen vahiylerin
  1872. devam ettiğini ve onların yanlışlarının düzelttiğini anlatmak istemiştir.
  1873. Caminin içini süslemek için seçilen ayetler ve diğer yazılar da bu amaçlan
  1874. desteklemektedir. Özellikle “La ilahe illallah” ayetinin sıkça yinelenmesi,
  1875. Hıristiyanlar’ın Teslis öğretisinin reddedildiğini anlatmaktadır ve bu öteki
  1876. yazıtlarda da görülmektedir:
  1877. "Oğlu ve ortağı bulunmayan Allah 'a şükürler olsun ki O’nun kendini
  1878. koruyacak kimseye ihtiyacı yoktur!"
  1879. 112. sure sıkça yinelenen bir başka yazıttır: “O, Allah'tır, tektir. Allah’tır,
  1880. uludur. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır.O’nun eşi ve benzeri yoktur,
  1881. olamaz. "Başka bir ayet de önceki vahiyleri alanlar için bir uyandır (Kuran 3:18-
  1882. 19):
  1883. “Ey inananlar! Dininizde aşırılık yapmayın: Allah hakkında yalnızca
  1884. gerçeği söyleyin. Meryem'in oğlu İsa, Allah’ın gerçekten
  1885. peygamberiydi... Allah'a ve peygamberlerine inanın. "Üç" demeyin. Bundan
  1886. vazgeçin, sizin için en iyi olan budur. Allah tektir, oğlu yoktur.”
  1887. Başka bir ayet de yanlış yolda olan Musevileri ve Hıristiyanları uyarmaktadır
  1888. (Kuran 3:18-19):
  1889. “Allah 'tan başka Allah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar
  1890. etmişlerdir. Evet, mutlak güç ve hikmet sahibi Allah 'tan başka ilah yoktur.
  1891. Allah'ın nezdinde hak dini İslam'dır... Allah'ın ayetlerini inkar edenler
  1892. bilmelidirler ki, Allah ’ın hesabı çabuktur."
  1893. Bunların dini anlamlarının yanında siyasi anlamları da vardır. Yalnızca din
  1894. imparatorluğu haldi yapar ve dini imparatorluk devam ettirebilir.Allah,resulü
  1895. Muhammed ve halifesi aracılığıyla dünyaya yeni bir düzen göndermiştir.
  1896. Abdülmelik yeni din ile bu dinin dünyadaki liderine adanmış olan yapısıyla
  1897. İslam ile müjdeci dinler arasındaki ilişkiyi doğruluyor, bununla birlikte yeni
  1898. dinin diğer dinlerin düştüğü yanlışları düzeltmek ve üstlerine çıkmak üzere
  1899. gönderildiğini net olarak ifade ediyordu.
  1900. Abdülmelik’in ardından başa gelen oğlu halife Velid de Büyük Şam Camii
  1901. yaptırırken aynı düşüncelerden yola çıkmış olmalıdır.X.yy coğrafyacısı elMukaddesi ilginç bir konuşmadan söz eder:
  1902. 3
  1903. ‘Amcama bir gün dedim ki: Halife Velid’in Müslümanlar’ın parasını Şam
  1904. camiine harcaması yanlıştı. Bu parayı su depolarının, kalelerin ve yolların
  1905. tamirine harcaması çok daha uygun ve yararlı olurdu. Amcam şöyle yanıtladı:
  1906. Oğlum, böyle düşünme. Velid önemli bir şey yaptı.Hıristiyanların ülkesi
  1907. Suriye’nin güzel ve çekici kiliselerle dolu olduğunu görünce, Müslümanların
  1908. bu kiliselere ilgi göstermemesi için dünyanın harikalarından biri olan bu
  1909. camiyi yaptırdı. Abdülmelik de kilisenin büyük ve hakim kubbesini görünce,
  1910. onun Müslümanlar'ın etkileyeceğinden korkmuş ve bir kayanın üzerine
  1911. Kubbet-üs Sabra'yı yaptırmıştı. ”
  1912. Büyük olasılıkla bu büyük cami ve onun Süleyman'ın tapınağını
  1913. anımsatması' nedeniyle bir dönem Kudüs, tapınağın Tevrat’taki adı İbranice
  1914. Baytha-Mikdaş'la akrabalığı açıkça görülen Beyt al-Maqdis adı ile tanındı.
  1915. Sonraları bu ad, Aelia daal-Quds, “kutsal şehir” olarak tarımdı. Kuran’da bir
  1916. ayet (17:1) Allah'ın bir gece Hz. Muhammed’i Mekke’deki Mescid-i Haram’dan
  1917. en uzak camiye (Arapçası el-Mescid ül-Aksa) götürdüğünü yazar. Eski bir
  1918. görüşe göre “en uzak cami”cennette, başka bir görüşe göre ise Kudüs’tedir.
  1919. Müslümanlar ikinci görüşü benimsemişlerdir. Bu ayet Kubbet-üs Sahra’da
  1920. bulunmaz. Eski başka bir hadisle de İslamiyet’te Kudüs’e kutsallık tanınmaması
  1921. tam bir çelişki oluşturmaktadır. Bu hadis yalnız Mekke ile Medine’nin kutsal
  1922. olduğunu söylemektedir. Bu tartışma yüzyıllarca devam etmiş ve modern
  1923. çağlarda Kudüs’ün de kutsal olduğu görüşüne varılmıştır.
  1924. Amman’ın seksen kilometre doğusunda Ürdün çölündeki bir av köşkü olan
  1925. Kuseyr Amra’daki bir duvar resmi daha siyasi bir mesaj vermektedir. Tahmini
  1926. olarak VII. yy’dan kalan resimde, altı tane kafir hükümdar oturmuş durumdaki
  1927. halifeye itaat ederken resmedilmiştir. Hem Arap hem Yunan alfabesiyle yazılmış
  1928. olan hükümdarların adlarından dördü açıkça okuna-bilmektedir: Sezar, Bizans
  1929. imparatoru; Roderik, Arapların 711 yılında yenilgiye uğrattığı İspanya’NIn son
  1930. Vizigot kralı; Krezüs, Pers İmparatoru ve Habeşistan imparatoru. Diğer iki resim
  1931. bozulduğu için tanınmayacak haldedir ama bunların bir Türk ya da Hint prensi
  1932. ve Çin imparatoruna ait olma ihtimali vardır. Bu resimlerin ilginç olan yanı, o
  1933. dönemde yenilgiye uğratılmış krallar hor görülen esirler şeklinde gösterildiği
  1934. halde, burada itaat eden hükümdarlar şeklinde gösterilmesidir. Ancak bu defa
  1935. anlatılmak istenen fetih değildir (Habeşistan ve Çin fethedilmemişti),
  1936. İslamiyet’in üstünlüğünün, Müslüman halifesinin liderliğinin ve herkesin
  1937. efendisi olduğunun dünya hükümdarları tarafından kabul edildiğidir.
  1938. Son Emeviler zamanında halifelerle danışmanları miras aldıkları bazı parasal
  1939. sistemleri yeni bir İslami vergi sistemi haline getirmek için uğraştılar. Sonraki
  1940. belgelere göre tüm Emeviler tarafından “kral” kabul edilen, “dindar halife"
  1941. Ömer ibn Ab-dülaziz’e bir anahtar rolü verilmiştir. Ancak bu durumdan
  1942. şikayetler' tükenmek bilmemiş, yarı Arapların ve Arap olmayan Müslümanların
  1943. sayılarının, hızla artmasıyla birlikte olumsuz görüşler de. çoğalmıştı.
  1944. Edebiyatta da sıkça görülen bir anlayışa göre, silahlı" direniş yapmayan ve
  1945. alternatif bir öğreti iddiasında olmayanlar arasında bile, İslam tarihi yanlış bir
  1946. yöne girmişti ve toplumun liderleri tarafından günaha yönlendiriliyordu.
  1947. Gerçekten dindar bir Müslüman açısından bu durum aşağılayıcı ve değersiz
  1948. gördüğü devlet hizmetinden geri çekilmişti. Devrimci bir değişikliğin tam
  1949. sırasıydı ve İslamiyet’in yükselişi derin anlamıyla bir tür devrim niteliği
  1950. taşıyordu. Yeni din var olan öğretilerin ve kiliselerin ötesindeydi. Ondan önce
  1951. gelen iki dinin devamı değildi. Onları aşan bir kitap getirmişti. Fetihlerle birlikte
  1952. başa geçen yeni hükümdarlar eski dini, toplumsal ve siyasi düzeni yıkarak yerine
  1953. yenisini getirmişlerdi. İdeal İslam'da ruhban sınıfı, kilise, krallar, soylular,
  1954. ayrıcalıklı sınıflar bulunmuyordu. Ancak dine gerçekten inanmış olanların onu
  1955. bilinçli olarak kabul etmeyenlerden, erkeğin kadından ve efendinin köleden
  1956. üstün olması şeklinde bazı doğal ve toplumsal gerçeklikler vardı. Yeni din, bu
  1957. eşitsizlikleri bile yumuşatıyor ve insancıllaştırılıyordu. Eski dünyanın tam
  1958. tersine İslamiyet’te köle artık mal değil insan olarak görülüyor, hukuki ve
  1959. ahlaksal bir statü kazanıyordu. Henüz kadınlar çok eşlilik ve cariyelikten
  1960. kurtulamamışlardı, öte yandan da sahip oldukları mülkiyet haklan Batı’da
  1961. modern çağlara dek görülmemişti. Müslüman olmayanlar bile çeşitli toplumsal
  1962. ve maddi zorluklan olmasına karşın Ortaçağ’da,hatta günümüz Hıristiyanlığında
  1963. bile görülmeyen bir güvenlikten ve hoşgörüden yararlanıyorlardı.
  1964. Arap savaşçılarının fetihlerde kazanılan ganimeti, eşit olmasa da, paylaşma
  1965. ilkeleri vardı. Çoğunluğu daha fazla ve bazen de çatışan ayrıcalıklar talep eder
  1966. ve bunları elde ederlerdi.Aşiretler, vahalarda, otlaklarda yaşayanlar, büyük
  1967. malikaneler, Mekke tüccarları da büyük şehirlerin zengin ticaret olanaklarından
  1968. faydalanmak istiyorlardı. Halife hükümetlerine, özellikle de üçüncü halife Hz.
  1969. Osman’a yöneltilen şikayetle İslam’ın gereksinimlerinden daha çok, bu grupların
  1970. gereksinimleriyle ilgiliydi.
  1971. Her çeşit otorite göçebeliğin verdiği özgürlüğe alışkın insanlara yabana
  1972. geliyor, sıkıntı veriyordu. Devletin ve yöneticilerinin artan güçleri İslamiyet’in
  1973. asıl mesajına bir ihanet olarak görülüyordu. Dindarlara ve isyancılara göre amacı
  1974. İslamiyet’e hizmet etmek olan halifelik bu mesajı sürdürmek ve yaymak için
  1975. kurulmuştu ve ona otoritesini sağlayan, Müslümanların özgür iradeleriyle
  1976. verdikleri ve geri alabilecekleri onaylarıydı. Onların çoğunluğuna göre devlet
  1977. ise, İslamiyet yerine devleti ve öteki alanları, İslamiyet’in yıkıp yerlerini aldığı
  1978. eski imparatorlukların yöntemlerine hızla daha çok benzeyen yöntemlerle
  1979. yöneten zengin ve güçlü küçük insan gruplarının çıkarlarına hizmet eder
  1980. durumdaydı. Bazıları bu olayı meşru otoriteye karşı bir başkaldırı eylemi olarak
  1981. görüyor ve yasalara göre en ağır biçimde cezalandırılması gerektiğini
  1982. düşünüyorlardı. Bazılarına göre de, bu bir cinayet değil, infazdı ve İslam
  1983. toplumunun en üst makamını kötüye kullanan (Şiiler’e göre gaspeden) birine
  1984. verilmesi gereken adil bir cezaydı. Bu tartışma, sonraki yüzyıllar boyu çeşitli
  1985. biçimleriyle Müslüman siyaset kuramını ve uygulamasını etkileyecekti.
  1986. İlk zamanlarda halifelik, kimin nasıl hüküm süreceği, asıl İslam'ın tanımı ve
  1987. tekrar canlandırılması konuları ortaya atılmıştır. Yalnızca devletin
  1988. güçlendirilmesi toplumun birliğini sağlayabilirdi, öte yandan da güçlenen İslam
  1989. devletinin İslamiyet’in etik ve toplumsal inançlarından pek çok ödün vermesi
  1990. gerekmişti. Bu süreçte sert ve sürekli bir direniş oldu. Direniş isyancıların
  1991. iktidarı ele geçirmeleri açısından bazen başarılı oldu ama zafer isyancıların da,
  1992. devletin de olsa, her durumda devletin gücü daha da pekişerek İslami devlet
  1993. idealinden uzaklaşıp eski Ortadoğu tarzındaki merkezi otokrasiye doğru bir'adım
  1994. daha gidiyordu. Direniş döneminde birtakım dini mezhepler ortaya çıktı. Bu
  1995. mezheplerin farklı öğretileri ve destekçileri olduğu halde, ortak amaçlan
  1996. İslamiyet kurucularının köklü etkinliğini geri getirmekti. Başlangıçta Müslüman
  1997. ve Arap yaklaşık olarak aynı anlama gelirken, yaşanan dini mücadeleler bir
  1998. Arap iç savaşıydı. Sonralan ise, İslamiyet fethedilen topraklarda yaşayan halklar
  1999. arasında giderek yayılmış ve dönmelerin bu hareketlerde etkinlikleri hızla
  2000. artmış, bazen de hakim rol almışlardır. İslam imparatorluğundaki büyük köklü
  2001. hareketlerin tümünün İslamiyet’e karşı değil, İslamiyet’in içinde olması, İslami
  2002. düşüncenin süregelen devrimci gücünün ve evrensel çabasının bir kanıtıdır.
  2003. 743 yılında Hişam’ın ölümünün ardından gelen dört kısa hükümdarlık ile
  2004. Emevi halifeliğinin hızlı sonu gelmiştir. Çıkan aşiret kavgaları, yoğunlaşan Şii
  2005. ve Harici mezhepçiliği ve İran’ın doğudaki Horasan eyaletinde başlayan güçlü
  2006. yeni bir muhalefet sonucunda halifelik Suriye’de bile sorgulanan, diğer yerlerde
  2007. ise önemsenmeyen bir duruma gelmiştir. Sonuncu Emevi hükümdarı II.Mervan
  2008. (744-750) yetenekliydi ama hanedanı kurtarabilmesi için artık çok geç olmuştu.
  2009. Doğuda İslamiyet tarihinde yeni bir hanedan, yeni bir güç ve yeni bir çağ
  2010. doğmaya başlamıştı.
  2011. 4. BÖLÜM
  2012. ABBASÎ HALÎFELÎĞÎ
  2013. Azat edilmiş Pers bir köle ve militan bir mezhebin lideri olan Ebu Müslim 9
  2014. Haziran 747 tarihine karşılık gelen Hicri 25 Ramazan 129 tarihinde, İran’ın doğu
  2015. eyaleti Horasan’da kara isyan bayraklarını açü. Ebu Müslim ve ondan öncekiler
  2016. neredeyse otuz yıldır eylemlerine devam ediyor, dinsiz Emeviler’i suçluyor, Hz.
  2017. Muhammed’in akrabalarının, özellikle amcası Abbas’ın soyundan gelen
  2018. Abbasiler’in iddialarını sürdürüyorlardı. Ebu Müslim’in hazır bir dinleyici kitlesi
  2019. vardı. İran’daki Müslüman halk Emevi hakimiyetinin neden olduğu
  2020. eşitsizliklerle eziliyordu. Uzun bir zaman ikamet ederek yarı yarıya Persleşen
  2021. Arap ordusu ve yeni yerleşimciler, isyancılar zafer kazanmak üzereyken bile
  2022. aşiret kavgalarına devam ediyorlardı. Ebu Müslim, çok geçmeden hem Araplann
  2023. ve Arap olmayanların desteği sayesinde Horasan’ı ele geçirip İran üzerinden
  2024. batıya doğru eski Irak eyaletine yürüdü. 749’da orduları Fırat’ı geçtiler ve başka
  2025. bir Emevi gücüne karşı da zafer kazandılar. Kufe’deki askerler mezhebin lideri
  2026. Ebul Abbas’ı halife ilan ederek ona el-Saffah unvanını verdiler. 749 ve 750’de
  2027. Suriye’de ve Irak’ta kazanılan başka zaferler Emeviler’in sonu hazırladı.
  2028. Böylece kısa sürede yeni halifenin otoritesi İslam imparatorluğunun tamamına
  2029. yayıldı.
  2030. Sonucu Abbasi halifelerinin Emeviler’in yerine iktidara gelmesi olan bu
  2031. mücadele sıradan bir hanedan değişimi değil, İslam tarihinde bir devrimdi.
  2032. Gerek-İslam gerek de Batı tarihçileri, Abbasi zaferinin bu özeliğini kabul
  2033. etmiş ve konuya açıklık kazandırmak' için çok çaba harcamışlardır. Tarihin milli
  2034. ve de ırkçı kuramlarının etkisinde kalanlar, Abbasiler’in iktidara gelmelerini,
  2035. İranlılar’ın Araplara karşı kazandıkları bir zafer, Emevi Arap Krallığı’nın
  2036. devrilmesi ve İranlaşmış İslamiyet etiketiyle yeni bir İran imparatorluğunun
  2037. doğması olarak görmüşlerdir.
  2038. Hem isyan öncülerinin hem de yeni devlet düzeninin önde gelenleri arasında
  2039. İranlılar’ın çoğunluğu ve Abbasi siyasi kültüründe güçlü bir İran öğesinin olması
  2040. ilk bakışta bu görüşü destekleyecek bazı göstergelerdir ama sonraki
  2041. araştırmalarla tarihçiler Araplar’ın yenilgisi ve İranlılar’ın zaferi kuramları başta
  2042. olmak üzere bazı önemli konuları değiştirmişlerdir.19.yy’da Batılı ve 20.yy’da
  2043. İranlı bazı bilim adamları “İran Milli Bilinci”nin ifadesi biçiminde düşünülen
  2044. Şiiliğin kökeninin gerçekte Arap olduğunu ortaya koymuşlardır. Güney Irak’tâki
  2045. karma nüfusta Şiilik çok güçlüydü. Şiiliği İran’a Arap sömürgecileri getirmiş ve
  2046. uzun zaman destek olmuşlardı.
  2047. İranlılar’ın yanı sıra Araplar da Abbasi yanlısı harekette bulunuyordu ve
  2048. aralannda komutanlar, liderler de yer alıyorlardı. Ebu Müslim’in isyanı Araplara
  2049. karşı değil, Emevi yönetimi ve Suriye üstünlüğüne karşıydı. Kuşkusuz etnik
  2050. düşmanlıklar etkili olmuş ve kazananlar arasında İranlılar’ın önemli bir yeri
  2051. vardı. Ancak bu hareket hilafet üzerinde hak iddia eden bir Arap içindi ve bir
  2052. Arap hanedanı başa geçmişti. Kazanılan zaferin ardından devletin üst düzey
  2053. görevlere Araplar getirilmiş, Arapça tek kültür ve devlet dili olarak kalmıştı.
  2054. Arap toprakları mali açıdan ayrıcalıklıydı ve toplumsal açıdan Arap üstünlüğü
  2055. öğretisi devam ettiriliyordu. Araplar yalnızca iktidar gücünden değil, artık
  2056. başkalarıyla ve özellikle de yarım kan kardeşleriyle paylaşmak zorunda
  2057. kaldıkları iktidarın olanaklarından olmuşlardı. Emeviler zamanında devletin en
  2058. üst düzey görevleri, yalnızca anne baba tarafından Arap olanlara verilirdi;
  2059. Abbasiler zamanında hükümdarın gözdesi olarak saygınlık ve güç kazanılan
  2060. halifelik sarayında yükselenler, yalnızca yarım kan Araplar değil, İranlılar ve
  2061. başkalarıydı da. Arap krallığının ömrü, Arap savaşçılarının ayrıcalıklı sınıf
  2062. konumundan uzaklaşma-lan ve hem başkentte hem de eyaletlerdeki özerk yerel
  2063. hanedanlarda Türkler’in iktidara geçmesiyle sona erer.
  2064. Devrimlerin çoğunda olduğu gibi büyük değişiklikler çok yavaş
  2065. gerçekleşmiş ve hem siyasi değişikliklerden önce hem de sonra gelmiştir. Son
  2066. Emevi halifesi H. Mervan’ın annesi bir Kürt köleydi, I. Abbasi halifesi elSaffah’ın annesi özgür bir Araptı, bu yüzden de kardeşi yerine o tercih edilmişti.
  2067. Ancak annesi bir Berberi köle olan kardeşi, ondan sonra yerini almıştır ve el
  2068. Mansur (754-775) adı ile çeşitli yönlerden Abbasi yüceliğinin kurucusu
  2069. sayılmıştır. Birkaç istisna hariç onun yerine geçenlerin ve sonraki Müslüman
  2070. hanedan liderlerinin babalan çoğunlukla ünlü ve hükümdar, anneleri de genelde
  2071. adsız ve yabancı kölelerdir.
  2072. Abbasi zaferinin önemini zaferi kazandıran hareketten çok, onu izleyen
  2073. değişikler göstermektedir. İlk sıradaki ve en önemli değişiklik başkentin, yüz yıl
  2074. boyunca Emeviler'in hüküm sürdüğü Suriye’den, eski Ortadoğu’nun büyük
  2075. kozmopolit imparatorluklarının ağırlık merkezi olan Irak’a taşınması
  2076. olmuştur.I.Abbasi halifesi el-Saffah, Fırat üzerinde geçici bir başkent kurmuş,
  2077. ondan sonraki halife el-Mansur da, Dicle’nin batı kıyısında yeni bir kalıcı
  2078. başkent kurmuştu. Yeni başkent, eski Sasani Pers başkenti Ktesiphon'un
  2079. yakınlarında ve ticaret yollarının kavşağında yer alıyordu.
  2080. Resmi adı Medinet-ül Salam (Barış Şehri) olan yeni başkent, genellikle daha
  2081. önce aynı yerde bulunan küçük Bağdat şehrinin adıyla anılıyordu. İslam
  2082. dünyasının büyük bölümünün liderleri olarak Abbasi Hanedanı halifeleri beş yüz
  2083. yıl -boyunca Bağdat’ta hüküm sürdüler. Başlangıçta imparatorluğun
  2084. gerçek hükümdarları olan halifeler, sonraları hızlı bir siyasi yıkımın ardından,
  2085. etkin güç başkalarının genelde de askeri hükümdarların elindeyken sözde hüküm
  2086. sürdüler.
  2087. Abbasiler, iktidarı kendilerinden önce ve sonra gerçekleşen devrimci bir
  2088. hareketin sonucunda ele geçiren başkaları gibi, bir süre sonra onlara destek
  2089. olanların istekleri ve amaçlan ile imparatorluğun ve hükümetin gereksinimleri
  2090. arasında bir tercih yapmak zorunda kaldılar. Uzlaşmayı ve sürekliliği tercih
  2091. ettiler. Bazı kırgınlık ve kızgınlıklarla uğraşmak zorunda kaldılar, Abbasi
  2092. zaferinin mimarı Ebu Müslim ile yakınında bulunanların pek çoğu öldürüldü.
  2093. Yaptıkları bu tercih aşınlık yanlılarını ve radikalleri uzaklaştırmış ve kendilerine
  2094. başka çıkış yolları aramalarına yol açmıştır. Ancak bu tercihleri
  2095. Müslümanların çoğunluğunu memnun etmiş ve El Mansur’un yabancı savaşlarla
  2096. iç isyanlan bastırmasını sağlamış, parlak ve uzun bir hükümdarlık döneminde
  2097. Abbasi devletinin temellerini atmasına olanak tanımıştır.
  2098. Bu görevi yerine getirirken El Mansuria Abbasi egemenliğinin ilk elli yılında
  2099. önemli bir etkisi olacak İranlı olarak bilinen Bermekiler adlı bir aile yardım
  2100. etmişti. Bermekiler, aslında Belh şehrindeki Budist rahiplerin soyundan gelen
  2101. Orta Asya İranlıları idi. Halid el-Bermeki, Bağdat kurulduktan kısa süre sonra el
  2102. Mansur’un başveziri olmuştu. Onun yerine,onun soyundan gelenler vezirler
  2103. olarak, 803’te Harun Reşid’in hükümdarlığında gözden düştükleri zamana dek
  2104. imparatorluğu yönetip geliştirmişlerdir.
  2105. Başkent İran’daki eski uygarlık merkezleri civarına nakledilmişti. Arapların
  2106. iktidardaki tekeli son bulmuş ve ileri gelen yöneticilerin arasında İslâmlaşmış
  2107. İranlılar yer almaya başlamışlardı. Siyasette daha fazla deneyimli olan îranlılar
  2108. yönetimin her konumunda bulunuyorlardı, devletin yönetimi yalnızca halifenin
  2109. üstün otoritesine bağlı olan vezirlerdeydi. Böylece doğal olarak İran’ın etkisi
  2110. daha da arttı.
  2111. Sasani gelenekleri yeniden hayata geçirildi, Sasani metinleri Arapça’ya
  2112. çevrildi, devlet yönetiminde ve saray törenlerinde Sasani-Pers örnekleri alındı.
  2113. Bu durum, Arap aşiret geleneğinden büyük ölçüde uzaklaşılması anlamına
  2114. geliyordu. Ancak bu;gelenek her iki durum için de yeterli bir kılavuz değildi. İlk
  2115. kez İslam devletinde Pers örneğine göre kalıcı ordunun kurulmasıyla, hanedanın
  2116. artık Arap aşiretlerinden gelen askerlere bağımlı olmaması, başkentte Arap
  2117. etkisini daha da azalttı.
  2118. İlk Abbasi halifeleri pek çok açıdan kendilerinden öncekilerin politikalarını
  2119. geliştirerek devam ettirdiler. Son Emeviler zamanında açıkça ortada plan bazı
  2120. değişikliklere hızla devam edildi. Bundan böyle halife Arap aşiret reislerinin
  2121. istikrarsız onaylarıyla hüküm süren bir Arap “süper şeyhi” değil, eski Ortadoğu
  2122. tarzında bir otokrattı. İlahi kökenli olduğunu ileri sürdüğü, otoritesini silahlı
  2123. güçleriyle sağlıyor, hızla büyüyen ve geniş bir bürokrasi sayesinde hüküm
  2124. sürüyordu. Bu noktada,Abbasiler Emeviler’den daha güçlü olmalarına karşın,
  2125. dini bir hiyerarşinin ve feodal sınıfların desteği olmadığı için eski despotlardan
  2126. daha güçsüzdüler. Bir de inançlarının temel bir kuralına uygun olarak
  2127. kaldıramayacakları ve değiştiremeyecekleri ilahi bir kanuna bağlıydılar.
  2128. Halifeler bu durumun telafisi ve güçsüzleşen Arap etnik bağının yerine
  2129. geçmesi için İslam muhafazakarlığını ve kimliğini vurguladılar; farklı insanların
  2130. yaşadığı büyük imparatorluklarına ortak bir din ve kültür birliği sağlamak için
  2131. uğraştılar. Sasani örneğinden hareketle halifeliğin işlevlerini ve otoritesini dine
  2132. dayandırdılar, kabul gören ilahiyatçıların yönlendirmesiyle devlet düzenini resmi
  2133. bir din temsilcileri sınıfıyla desteklemeye çalıştılar. Bu toplumsal açıdan
  2134. ruhbanlıktı. Bu amaçlan doğrultusunda halifeler kutsal Medine ve Mekke
  2135. şehirlerini yeniden kurdular, Irak’tan buralara haçlı seferleri yaptılar. Bazı
  2136. Müslüman mezhepleriyle bu dönemde pek çok taraftar kazanmış olan Maniciliği
  2137. araştırmaya başladılar. Halife el-Memun (813-833) ve ondan sonra gelenler
  2138. Mutezile adlı dini ekolün öğretisini devletin resmi öğretisi olarak benimsetmeye
  2139. çabaladılar ve öteki öğretilere inananlara zulmettiler. Ancak bu çabalan başarılı
  2140. olamadı ve başkaldıran Türk askerlerine karşı destek arayan el-Mütevekkil (847-
  2141. 861) Mutezile öğretisinden vazgeçerek genel Sünni görüşünü benimsedi. Sünni
  2142. ulema ve Sünnilik, adaletli Sünni bir halife varken bile, öğretilerinden taviz
  2143. vermeden, hükümdarın istediğine direnecek ve üstesinden gelecek güçteydi.
  2144. Başarılı olamayan Devletçi İslami girişim bir daha denenmedi.El-
  2145. Mütevekkil’den sonra Abbasi!er en koyu dindarlığı resmi olarak kabul ettiler ve
  2146. sonra da hiçbir hanedan açıkça İslam dini kurumuna öğreti dayatmayı denemedi.
  2147. Abbasi gücünün ulaştığı en tepe nokta olarak kabul edilen Harun Reşid’in
  2148. hükümdarlığı dönemi (786-809), aslında çöküşün ilk izlerini de taşımaktaydı. Bu
  2149. izlerden biri, ondan önceki hükümdarlar zamanında halifeliğin siyasi otoritesinin
  2150. taşrada hızla zayıflamasıdır. Abbasi hakimiyetini yalnızca ismen tanıyan,
  2151. Batıdaki Kuzey Afrika ve İspanya (756-800), kendi kendilerini yöneten hemen
  2152. hemen bağımsız ülkelerdi. Bağdat’tan gönderilen Türk valisi Ahmed bin Tulun
  2153. bağımsızlığını ilan;edip iktidarını Suriye’ye de taşıyınca 868’de Mısır da
  2154. düştü. Onun hanedanından sonra aynı kökenli diğer bir Türk hanedanı başa geçti
  2155. ve kısa bir dönem dışında Mısır, bir daha Bağdat’tan yönetilmedi. Mısır’da
  2156. bağımsız bir siyasi gücün oluşması ve zaman zaman Suriye’de de hüküm
  2157. sürmesi sonucunda Irak ve Suriye arasında kimsesiz bir bölge ortaya çıktı ve çöl
  2158. kıyısında yaşayan Bedevi Araplar yitirdikleri bağımsızlıklarını yeniden
  2159. kazanmak için buraları işgal ettiler. Bedevi Araplar, Suriye ve Mezopotamya'nın
  2160. iskan edilmiş bölgelerine de girip şehirleri ele geçirerek geçici hanedanlar
  2161. kurmaya başladılar.
  2162. Bu yıkım doğuda daha farklı şekillerde oldu. Harun Reşid’in hükümdarlığı
  2163. döneminde Bermekiler’in ortadan kaldırılması ve Harun Reşid’in iktidar
  2164. dizginlerini ele geçirmesiyle sonuçlanan iç karışıklıklar sırasında Abbasi
  2165. halifelerle İranlı destekçilerin ittifakı sarsıldı. Harun Reşid öldükten sonra
  2166. oğulları el-Memun ile el-Emin arasında çıkan çatışmalar iç savaşa dönüştü. ElEmin’in gücü Irak’ta ve başkentte, el-Memun’un gücü de İran’daydı. Bu iç savaş
  2167. İranlılar ile Araplar arasında milli bir savaşa dönüştü ve zaferi İranlılar kazandı.
  2168. Aslında bu Irak ile İran arasındaki milli bir rekabetten daha çok, önceki dönemin
  2169. toplumsal çalkantılarının devamıydı. Memun doğu desteğine de güvenerek
  2170. başkenti Bağdat’dan Merv’e taşımak istedi ama Bağdat ve hak halkının güçlü
  2171. muhalefetiyle karşılaşarak vazgeçmek zorunda kaldı. Bundan sonra İran
  2172. emellerinin çıkış yolu yerel özerk hanedanlar oldu. 820’de Memun’un İranlı
  2173. generali Tahir, Horasan’da hemen hemen bağımsız bir hanedan kurarak Sünni
  2174. İslam’ın başı olarak halifenin sözde hakimiyetini kabul eden çok sayıda kişiye
  2175. hükümdarlıklarındaki ülkelerde gerçek otoriteden mahrum olacakları bir örnek
  2176. oldu.
  2177. Halifelerin doğu ve batı eyaletlerindeki güçleri bir bakıma “de facto"
  2178. liderlere hükümdarlık diploması tanımaktan öteye gidemedi ve Irak’ın metropol
  2179. eyaletindeki otoriteleri hızla azalmaya başladı. Bağdat’tan geçen değerli ticaret
  2180. yollarının denetimi elinde olduğu sürece imparatorluğun siyasi bölünmesi
  2181. durmuş, kültür ve ticaretin gelişmesi sürmüştür. Öte yandan başka tehlikeler
  2182. gelişmeye başlamıştı. Sarayın aşırı harcamaları ve şişkin bürokrasi nedeniyle
  2183. sürekli bir mali kriz çıkıyordu. Taşradan elde edilen gelirlerinin kaybedilmesi,
  2184. altın ve gümüş madenlerinin tükenmesi ya da yabancılara kaptırılması
  2185. sonucunda mali kriz büyüyordu.
  2186. Para akışı sorununa çözüm arayan halifeler, yerel valilere vergi toplama
  2187. yetkisi verdiler. Vergi toplamaya başlayan valiler,bir de valiliklere ordu
  2188. komutanlarının getirilmesiyle, kısa sürede İmparatorluğun gerçek hükümdarları
  2189. haline geldiler. Halifeler, Mutasım (833-842) ve Vasık (842-847) dönemlerinde
  2190. kendi generallerinin kuklalan gibiydiler. Generaller istedikleri gibi halifeyi
  2191. indirip yerine başkasını geçiriyorlardı.
  2192. X.yy’ın başlarında halife otoritesi tümüyle son bulmuştu. Irak valisi ibn
  2193. Raik’e, amir el ümera (Komutanlar Komutanı)unvanının verilmesi bunun
  2194. göstergesidir. Şüphesiz bu unvan Bağdat askeri komutanının öteki bölgelerdeki
  2195. önceliğini belirtmeyi amaçlıyordu ama aynı zamanda ona halifeye rağmen üstün
  2196. yönetme yetkisi tanıyor, halife de devletin ve dinin resmi başı, İslamiyet’in
  2197. dinsel birliğinin temsilcisi olarak kalıyordu. Batı İran’da bağımsız bir hanedan
  2198. devletinin hükümdarı olan İranlı Şii Büveyh ailesi 17 Ocak 946 tarihinde
  2199. başkenti işgal etti. Artık halife kendi şehrinin efendisi değildi, daha da
  2200. kötüsü,Sünni İslamiyet’in liderliği bir Şii’nin denetimine geçmişti. Şiiler
  2201. yalnızca faydalı olacağı için halifeyi yerinde bırakıyorlardı. Sonralan Şiiler’in
  2202. yerine gelen Sünni hükümdarlar zamanında da halifenin bağımlılığı sürdü.
  2203. Bu tarihten itibaren 1258 yılında Moğollar’ın şehri ele geçirmesine kadar
  2204. halifelik bir unvan, Sünni îslami birliğin resmi sembolü ve asıl hükümranlığı
  2205. sürdüren pek çok askeri yöneticiyi meşrulaştıran bir otorite halini almıştır. XII.
  2206. yy’ın sonunda ve XII.yy’ın başındaki kısa bir süre hariç, halifeler hükümdarların
  2207. kuklaları olmuşlardır.
  2208. Büveyhoğulları’nın Bağdat’a gelmesi, halifeliğin siyasi evriminde önemli bir
  2209. dönüm noktası olmakla kalmaz, aynı zamanda Ortadoğu tarihinde “İran
  2210. İntermezzosu” adı verilen önemli bir dönemi de başlatır. IX.yy'da Arap gücünün
  2211. zayıflaması ve XI,yy’da Türk gücünün kalıcı biçimde yerleşmesi arasındaki
  2212. dönemde İran’da milli bir canlanma başlamıştır.Bu canlanma İranlı desteğini
  2213. almış İran hanedanlarına dayanıyor, İran topraklarında gerçekleşiyor, en
  2214. önemlisi de, İran milli kültürünü ve ruhunu yeni bir İslami biçim şeklinde ortaya
  2215. çıkarıyordu. Doğu İran’da ortaya çıkan ilk bağımsız İranlı Müslüman hanedanını
  2216. (821-873) doğuda Safeviler (867-903) ve Samaniler (875-999), kuzey ve batıda
  2217. Büveyhiler (932-1055) takip etmişlerdir. Bu hanedanların hepsi Müslüman’dı.
  2218. Yine de bazıları Arap İslami ideallerine sahiplerdi ve İran kültürüne ilgisiz
  2219. kalıyorlardı. Ancak olayların gelişimi ve gördükleri destek onları bir tür İran
  2220. rönesansının gönüllü veya gönülsüz koruyucuları yapıyordu. İçlerinde en etkin
  2221. olanı Samaniler’in Buhara’daki başkentleri İran kültürel canlanmasının merkezi
  2222. olmuştu. Çoğu Samani hükümdarının döneminde Farsça resmi dildi.
  2223. Hükümdarlar İranlı bilim adamlarını ve şairleri destekliyorlardı. X;XI.yy’da
  2224. Arap harfleriyle yazılan, İslam dini ve geleneğinden etkilenmesine rağmen
  2225. özellikle İranlı olan yeni bir İran edebiyatı doğdu.
  2226. İran için bir canlanma dönemi olan Büveyhiler dönemi, Şiiliği de
  2227. canlandırmıştır. Ancak her iki dönem de çoğunlukla yanlış tanımlanmıştır.
  2228. Abbasi halifeliğinin kurulması Şii liderliğinde önemli bir değişikliğe neden
  2229. olmuştu. Emeviler döneminde Şiiler, Müslüman toplumunun başına geçme
  2230. iddialarını, Hz. Muhammed’in akrabalığına dayandırırken kızı Fatıma ile olan
  2231. bağı değil, amcasının oğlu Ali’nin soyundan gelmeyi neden göstermişlerdi.
  2232. Böyle olunca da Hz. Ali'nin Fatıma’dan başka eşlerinin soyundan ve hatta
  2233. Peygamber ailesinin diğer-"kollarından gelenler de hak iddia etmeye
  2234. başlamışlardı. İktidar iddiaları bir Şii mezhebinde başlayan Abbasiler’in durumu
  2235. da böyleydi. Hz. Ali soyundan gelen iddiaları Abbasi kuzenleri tarafından
  2236. benimsenince Hz.Muhammed’in soyumdan Fatıma yoluyla gelmeye daha çok
  2237. önem verildi ve bu zaman içinde Şiiler’in en önemli dayanakları oldu. Hz. Ali ve
  2238. Fatıma’nın oğullan, torunları ve onların soyundan gelenler Şiiler arasında
  2239. “İmamlar"olarak biliniyordu. Altıncı Fatımi imamı Cafer el-Sadık’ın, 765’te
  2240. ölmesiyle taraftarları iki büyük gruba ayrılarak oğullan İsmail ile Musa'nın
  2241. imamlık iddialarını desteklediler. Musa’yı destekleyenler, Hz. Ali’den sonra on
  2242. ikinci kuşağa kadar Musa ile onun soyundan gelenleri, İslam dünyasının gerçek
  2243. imamları olarak kabul ettiler. Musa çok belli olmayan bir şekilde kayboldu ve on
  2244. ikinci imam olarak dönmesi hâlâ beklenmektedir. Sünni İslam ile aralarında ufak
  2245. farklar olan on iki İmamcıların öğretileri genelde ılımlıdır.
  2246. İsmail’i destekledikleri için İsmailiye olarak bilinen diğer grup, Emevi
  2247. döneminin daha önceki Şiiliğinin aşırılıkçı öğretilerini miras alarak bunları
  2248. değişen yeni durumlara uyarlamışlardı. Sanayinin gelişmesi, ticaretin
  2249. yaygınlaşması, devletin bozulması ve askerileşmesi, şehirlerin, genişlemesi,
  2250. toplumun artan çeşiüiliği ve karmaşıklığı imparatorluğun gevşek toplumsal
  2251. yapısı için taşınması zor bir yük oluyor ve genel bir tatminsizliğe yol açıyordu.
  2252. Entelektüel yaşamın gelişmesi, düşünce ve kültür çatışmaları toplumun teokratik
  2253. düzenine karşı tepkilerin doğal ifadesi şeklindeki bölücü eylemlerin çıkmasını ve
  2254. artmasını teşvik ediyordu. IX. yy’ın sonunda ve X.yy’ın başlarında bu gerilim
  2255. kopma noktasına ulaştı. İslamiyet’in hükümdarları, İsmailiye taraftarlarının
  2256. ihanete teşvik eden vaazları ve Bağdat’taki barışçı mistiklerin ve moralistlerin
  2257. daha hafif ama etkili eleştirileri,
  2258. Doğu Arabistan ve Suriye-Mezopotamya’da Karmatiler’in silahlı isyanları
  2259. ile karşı karşıya kaldılar. Doğu Arabistan’daki isyancılar tecrit edilirken, Suriye
  2260. ve Mezopotamya’daki Karmati isyanları güçlükle bastırıldı. Ancak İsmailiye
  2261. yanlıları Yemen'de kazandıktan kalıcı zaferle iktidara gelmeyi başardılar.
  2262. Yemen’den Kuzey Afrika’ya elçiler gönderdiler ve 908 yılında kızı
  2263. Fatıma’nın soyundan geldiği için Hz.Muhammed’in akrabası olduğu iddiasıyla
  2264. birinci Fatımi halifesi olarak İsmaili Ubeydullah’ı tahta çıkaracak kadar başarılı
  2265. oldular. İlk üç Fatımi halifesi yalnızca Kuzey Afrika’da hüküm sürdü ama
  2266. dördüncü halife el-Muiz 969 yılında Mısır’ı ele geçirerek Kahire şehrini yeni
  2267. başkent olarak kurdu.
  2268. Böylece Ortadoğu’da ilk kez Abbasi yetkisini ismen bile tanımayan, üstelik
  2269. kendi halifeliklerini ilan eden bağımsız ve güçlü bir hanedan başa geçti ve tüm
  2270. İslam dünyasının liderliği konusunda Abbasiler’e meydan okudu. Bunlar Sünni
  2271. halifeliğinin kuramsal temelini bile kabul etmiyorlardı. Fatımiler dini, askeri ve
  2272. siyasi eylemlerinin yanı sıra, doğu ticaretini Basra Körfezi’nden Kızıldeniz’e
  2273. taşıyarak Irak’ı zayıflatıp Mısır’ı güçlendirmek için başarılı bir ekonomik
  2274. politika izlediler.
  2275. Fatımiler çok geçmeden Suriye, Filistin ve Arabistan’da da etkinlik
  2276. gösterdiler. Güç ve etkinlik yönünden bir dönem Bağdat’taki Sünni halifelerini
  2277. gölgede bıraktılar. Halife el-Mustan-sir’in (1036-1094) hükümdarlığı sırasında
  2278. Mısır’da Fatımi dönemi en üst noktasına ulaşmıştı ve Fatımi İmparatorluğu
  2279. Kuzey Afrika'nın tümünü, Batı Arabistan’ı, Mısır’ı, Suriye’yi ve Sicilya’yı içine
  2280. alıyordu. Fatımi yanlısı bir general 1056-57’de Bağdat’ı ele geçirdi ve Fatımi
  2281. halifesinin hükümdarlığı Abbasi başkentinin minberlerinden duyuruldu. Ancak
  2282. bir yıl sonra halife Bağdat’dan kovuldu ve Fatımiler’in gücü zayıflamaya
  2283. başladı.Bu çözülme sivil yönetimde başladı ve Kahire’de bir dizi askeri otokratın
  2284. ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Fatımi halifelerinin artık güçleri tükendi ve
  2285. emirlerin kuklaları haline geldiler ve zamanla mezhep yanlıların desteğinden de
  2286. oldular. Sonunda rejimleri yıkıldı ve Mısır yeniden Sünni hakimiyetine girdi.
  2287. Fatımiler’in Mısır’daki devlet düzeni en üst noktasında öncekinden çeşitli
  2288. açılardan farklıydı. En üstte bulunan halife, mutlak bir hükümdardı ve
  2289. taraftarlarının inancına göre Allah’ın seçtiği bir aileden geliyor ve ilahi iradeyle
  2290. hüküm sürüyordu. Merkezi ve hiyerarşik hükümeti bürokratik, askeri ve dini
  2291. olmak üzere üç kola ayrılıyordu. Bürokratik ve askeri kolu bir sivil olan vezire
  2292. bağlıydı. Din işleriyle de özel olarak görevlendirilen yetkililer ilgileniyordu.
  2293. İsmailiye propaganda örgütünden ve yüksek okullardan sorumlu olan bu
  2294. bölümün modern tek partili devletlerde partininkine benzer bir rol oynadığı
  2295. görülmektedir. Propaganda kolunun hâlâ Bağdat’daki Abbasi halifesinin sözde
  2296. denetimindeki doğu eyaletlerinde geniş bir ajan ordusu vardı. Bu propaganda
  2297. çeşitli alanlarda etkinlik göstermiştir. Irak’tan Hindistan sınırına kadar sürekli
  2298. çıkan ayaklanmalar İsmaili ajanlarının eylemlerini göstermekteydi.
  2299. Fatımi döneminde Mısır’da önemli bir ticari ve sanayi gelişme de olmuştur.
  2300. Askeri gruplara ve Nil’in düzensizliğine bağlı birkaç kıtlık dönemi hariç büyük
  2301. bir refah sağlanmıştı. Fatımi hükümetleri imparatorluklarının refahı ve
  2302. etkinliğinin yayılması için ticaretin önemli olduğunu en baştan görmüşlerdi.
  2303. Vezir Yakub ibn Kilis ondan sonraki hükümdarların da sürdüreceği ticari bir
  2304. atılım yapmıştı. Mısır’da ticaret Fatımi döneminden önce sınırlı ve azdı.
  2305. Fatımiler sanayi kollan ve çiftlikler kurmuş ve Mısır ürünlerinin ihracına
  2306. başlamışlardı. Bunun yanı sıra, özellikle Avrupa ve Hindistan başta olmak üzere
  2307. geniş bir ticari ilişkiler ağı kurmuşlardır. Batıdaki eski Tunus günlerinden
  2308. kalma İtalyan site cumhuriyetleri ile ilişkilerine devam etmişlerdir. Batı ile Mısır
  2309. arasında önemli bir deniz ticareti vardı ve doğu Akdeniz Fatımi filolarının
  2310. denetimindeydi. Fatımiler doğuda Hindistan’la önemli ilişkiler kurmuşlar ve
  2311. egemenliklerini Kızıldeniz’in iki yanına genişletmişlerdir. Hindistan ticaretinin
  2312. önemli bir kısmı Fatımiler’in Sudan kıyısındaki Aydhab limanından geçerdi.
  2313. Mısırlı tüccann gittiği her yere İsmaili misyonerler de giderdi ve kısa süre sonra
  2314. İspanya ile Hindistan’daki Müslümanlar arasında aynı düşünceler görülmeye
  2315. başlamıştı.
  2316. Fatımiler Abbasiler’e karşı son zaferlerini kazanmayı başaramadılar. 1094
  2317. yılında Fatımi halifesi el-Mustansir’in ölümünün ardından güçleri azalarak artık
  2318. Abbasiler için önemli bir tehlike olmaktan çıktılar. Başarılı olamamalarının
  2319. nedenlerinden biri de Şii enerjisinin On iki İmamcılar ile îsmaililer arasındaki
  2320. çatışmaya harcanması oldu. Bu sonuncuların, aralarında İran’ın pek çok yerel
  2321. hanedanının da olduğu önemli bir taraftar kitlesi vardı. Fatımiler’in Bağdat’a
  2322. yönelttikleri en büyük tehdit sırasında Abbasiler’in On iki İmamcı Şii Büveyh
  2323. emirlerinin egemenliğinde olması ilginçtir. Büveyhiler, Şii oldukları halde halife
  2324. olarak bir Alevi’yi başlarına geçirmediler (On ikinci imam;yetmiş yıl önce
  2325. kaybolmuştu) ve Abbasiler’in egemenliğini tanıyormuş gibi yaparak onları
  2326. Sünni dünyasında politikalarına araç olarak kullandılar.
  2327. 5. BÖLÜM
  2328. BOZKIR HALKLARININ GELİŞİ
  2329. XI.yy başlarken İslam toplumu ve devletinin, içten içe gücünü kaybetmeye
  2330. başladığım gösteren belirtiler vardı. Aslında bunlar, imparatorluğun bir grup
  2331. özerk bölgesel hanedana bölünmesi; halifelerin başkentlerinde bile saygınlık ve
  2332. güç kaybetmesi; Bizans’tan ve Sasani İran’dan devir alman temeller üzerinde
  2333. İslam imparatorluğunun kurduğu siyasi ve idari düzenin tamamen yıkılması
  2334. şeklinde XI. yy’dan önce de görülmeye başlamıştı. İslami devletin ve halifelerin
  2335. gerçek gücü askeri otokratların başa gelmesiyle yok olmuş ve Sünni İslamiyet’in
  2336. başı olarak halifenin dini konumu fazlasıyla değer kaybetmişti. Halkın büyük
  2337. çoğunluğu diğer mezhepleri benimsemişler ve İran’dan Mısır’a kadar uzanan
  2338. imparatorluğun büyük bölümü, hatta halifelerin şehri bile Şii general ve beyler
  2339. tarafından yönetilmeye başlamıştı.
  2340. Ekonomik yaşamın çöküşünün belirtileri daha sonra ortaya çıkmıştır.
  2341. Büveyhiler merkezi eyaletlerin refahını ve düzenini biraz daha sürdürdüler.
  2342. Fatımiler Ortaçağ’da Mısır’ın tarihindeki en büyük refah dönemini
  2343. başlatmışlardı ama doğuda, daha sonra da Mısır’da zorluklar artarak sürüyordu.
  2344. Çin ile eskiden çok kazançlı olan ticaret, o ülkedeki iç karışıklıklar nedeniyle
  2345. azalarak son bulmuştu. VIII.,IX.ve X.yy’da Rusya ve Baltık devletleriyle gelişen
  2346. ticaret de azalarak XI. yy’da tamamen sona ermişti. Değerli madenlerin
  2347. azalmasıyla imparatorluktaki ticaret dar boğaza girmiş ve yan feodal bir
  2348. ekonominin gelişmesi hız kazanmıştır.
  2349. VIII., IX. ve X. yy kültürel yaşamda büyük bir entelektüel gelişmeye sahne
  2350. olmuştu. Ekonomideki gelişmenin sonucunda, şehirlerin büyümesi, zevki, ilgisi
  2351. ve boş zamanı olan bir şehirli nüfus oluşmuştu. Yunan felsefe ve bilim yazınının
  2352. Arapça’ya çevrilmesi “İslam Rönesansı” kavramını ortaya çıkarmıştı. Yunan
  2353. bilgisi ve Pers bilgeliğine karşı bir tepki olarak, geleneksel ve Sünni İslam
  2354. özdeşleştiği eski Arap edebiyatım yenilemiş ve zenginleştirmişti ama bu kültürel
  2355. gelişme güvenli ve sürekli değildi. Bir şehir kültürü olmasına karşın, şehirli
  2356. nüfusun yalnızca bir kısmıyla sınırlıydı. Geleneksel İslami yaşayışla ve
  2357. geleneklerle ilişkisi de yüzeysel ve belirsiz kalmıştı.
  2358. XI. yy’da ve XII. yy başlarmda içerideki ve dışarıdaki düşmanların
  2359. neredeyse aynı andaki saldırılarıyla imparatorluğun ne kadar güçsüz olduğu
  2360. görüldü. Avrupa’daki Hıristiyan güçler İspanya ve de Sicilya’da saldırıya
  2361. geçerek Müslüman egemenliğindeki büyük topraklan ele geçirdi ve sonunda
  2362. Haçlılar Yakındoğu’ya girdi. Berberiler arasında Afrika’da başlayan yeni bir dini
  2363. hareket, Kuzey Afrika ve İspanya’da bir Berberi imparatorluğunun kurulmasını
  2364. sağladı. Yukan Mısır’da bulunan iki büyük Bedevi Arap aşireti Hilal ve Süleyrn,
  2365. oradan çıkıp Tunus ve Libya’yı geçerek Kuzey Afrika’ya bir daha hiçbir zaman
  2366. tamamen kurtulamadığı büyük bir yıkım yaşattılar. Halifeliğin kuzey sınırı daha
  2367. önceki yüzyıllarda Hazar baskınları ve Bizans saldırıları ile gücünü
  2368. kaybettiğinden Hıristiyan Gürcüler Karadeniz’den Dağıstan tepelerine dek giden
  2369. bir Gürcü imparatorluğunu tekrar kurarak oradan Müslüman topraklarına
  2370. girmeye başlamışlardı.
  2371. Doğudan büyük Asya bozkırlarının Altay halklarıyla gelen istila dalgası
  2372. sürekli etkileri açısından en önemlisiydi. Müslümanlar ile Türkler’in
  2373. karşılaşmaları ilk kez imparatorluğun doğu sınırlarında olmuştu.Bir süredir,asker
  2374. olarak yetiştirmek üzere köle olarak Türk çocuklarını getiriyorlardı. Bu kölelere,
  2375. ev işlerinde ve ekonomik amaçla kullanılanlardan ayırmak için,Arapça'da sahibi
  2376. olan anlamına gelen Memluk adını veriyorlardı. Türk köleler ilk kez
  2377. Abbasiler’de, hatta daha da önce imparatorlukta olmuştu ama yaygın olarak
  2378. halife Mutasım (833-842) döneminde kullanılmışlardır. Mutasım tahta çıkmadan
  2379. önce Türk askeri kölelerinden büyük bir güç oluşturmuş, daha sonra da doğu
  2380. eyaletlerinden topladığı verginin bir bölümüne karşılık çok sayıda köle almıştı.
  2381. Mutasım’dan sonra Türk asker ve komutanları daha çok kullanılmaya başladı.
  2382. Zaman içinde bu Türkler İranlılar’ı ve Araplar’ı ordudan dolayısıyla da siyasi
  2383. yaşamdan uzaklaştırdılar. Türkler askeri sınıfı ele geçirerek ve İslam devlet
  2384. düzeninin de giderek askerileşmesi ile bin yıl sürecek bir egemenlik kurma
  2385. fırsatı yakaladılar. Bir Türk asker kölesi daha 868’de Müslüman Mısır’da ilk
  2386. bağımsız hanedanı kurmuştu. Mısır’da bundan sonraki devlet düzenlerinin çoğu
  2387. Türk kökenli oldu. İran’da milli hanedanlar bir dönem daha sürdü ama en uzun
  2388. ömürlü ve önemlisi olan Samanoğulları’nda da zamanla Türk askerleri artmaya
  2389. başladı. Sonunda da Samanoğulları hizmetindeki bir Türk köle tarafından
  2390. kurulan Gazneliler Türk hanedanı (962-1186) yerlerine geçti.
  2391. Bunlar paralı asker ya da köle olarak Müslüman devle derin hizmetine girip
  2392. daha sonra da yerlerine geçen asker grupları ya da tek askerlerdi. 960'da İslam
  2393. sınırları dışındaki Türk Karahan-lılar hanedamnın halkıyla birlikte Müslüman
  2394. olması farklı önem taşıyan bir olay olmuştu. O zamana dek Müslüman olanlar,
  2395. yalnızca gruplar ya da kişilerdi. Bununla ilk kez, bir Arap tarihçisine göre
  2396. sayılan iki yüz bin çadın bulan bir halk, Müslüman olmuştu ve Siri Derya’nm
  2397. dışındaki topraklarda ilk Müslüman Türk krallığı kuruluyordu. Karahanlılar,
  2398. İslamiyet’i kabul ettikten sonra İslam öncesi Türk geçmişlerini unutarak
  2399. kendilerini Ortadoğu İslam uygarlığıyla özdeşleştirmişlerdir.
  2400. Türkler’in yeni dinlerini bir bütün olarak benimsemeleri, en başından beri
  2401. Türk İslamiyeti’nin belirleyici bir özelliği olmuştur. Türkler, milli kimliklerini
  2402. İslamiyet’e gömerek îranlılar'ın ve Araplar’ın asla yapmadıkları bir şeyi yaptılar.
  2403. Bunun nedeni, hem puta tapmanın ve İslamiyet’in sınırlarında karşılaştıkları bu
  2404. dinin basit inanç yoğunluğu, hem de İslamiyet’i kabul etmelerinin onlan dinsiz
  2405. akrabalarına karşı girişilen bir Cihad’a çekmesidir. İranlılar’ın eski İran'ın
  2406. geçmişteki zaferlerinden gurur duymalarının ya da Araplar’ın putperest
  2407. Arabistan'ın kahramanlık günleri anılarının benzeri bir durum Türkler’de
  2408. görülmemiştir. İslamiyet öncesi Türk tarihindeki devletler, uygarlıklar, dinler ve
  2409. edebiyat, birkaç halk şiiri dışında unutulup gitmişti. Türk adı, Batılılar için
  2410. olduğu kadar Türkler için de Müslüman ile eşdeğer olmuştu. Türkler’in
  2411. İslamiyet’e bağlılıklarının ciddiliği ve gerçekliği gibisine başka hiçbir halkta
  2412. rastlanmamıştır. Bu yüzden, Türk hanedanlarının koruması altında büyük bir
  2413. Sünni canlanmasının başlayıp yayılması hiç şaşırtıcı değildir.
  2414. Fatımi halifeliği, XI.yy’da Mısır’dan Batı Arabistan’a ve Suriye’ye dek
  2415. uzanan büyük bir güçtü ve iktidarı, çöl kökenli yerel Bedevi hanedanlarıyla
  2416. paylaşıyordu. Irak ve Batı İran’da İran hanedanları hüküm sürüyordu ve
  2417. bunlardan en önemlisi olan Büveyhiler orta eyaletlerde yer alıyordu. Doğuda
  2418. Samanoğul-lan’nın mirası, Amu Derya’nın güneyinde Gazneliler, kuzeyinde de
  2419. Karahanlılar olmak üzere iki hanedan arasında paylaşılmıştı. Her iki hanedan da
  2420. Türk olmalarına karşın birbirlerinden çok farklıydı. Gazneliler başmda bir Türk
  2421. generali ve Türk Memluk ordusu olan tipik bir Müslüman devletiydi.
  2422. Karahanlılar ise hanın özgür Türk aşiretlerini yönetimi altında birleştirdiği bir
  2423. Türk devletiydi.
  2424. Bu dönemdeki iki büyük Türk göçü ile Ortadoğu’nun ve bir süreliğine de
  2425. Doğu Avrupa’nın görünümü değişmiştir. Kuzeyde, Siri Derya’nın ilerisinde
  2426. Oğuz Türkleri, onların da ilerisinde İrtuş ırmağı yakınlarında Kıpçaklar
  2427. bulunuyordu. Kıpçaklar Siri Derya'ya kadar ilerleyerek Oğuzlar’ı oradan
  2428. kovdular. Sonra da batıya doğru gittiler, Güney Rusya’yı aşarak Polovestler ve
  2429. Kumanlar olarak bildikleri Doğu Avrupa'ya girdiler. Oğuzlar yurtlarından
  2430. atıldıktan sonra İslam topraklarına göç ettiler. Adlarını kendilerine öncülük eden
  2431. aileden alan Selçuklular, bu göç dalgalarının en önemlisiydi. Selçuk ile ailesi
  2432. İslam topraklarına X. yy’ın sonlarında girmiş, Buhara’ya yerleşerek İslamiyet’i
  2433. benimsemişlerdir. Topladıkları ordularla çeşitli Müslüman hanedanlarına hizmet
  2434. eden Selçuk ailesinin oğullan, sonuncu hanedan olan Gazneliler’den ayrılıp
  2435. onlara karşı başlattıkları mücadelede başarılı oldular. Selçuk'un torunları Tuğrul
  2436. ve Çağrı,Türk ordularını Horasan’a sürdüler ve Gazneliler’i yenerek büyük
  2437. şehirlerini aldılar.
  2438. Kısa süre sonra Selçuklular kendileri için hareket etmeye başladılar ve 1037
  2439. yılında Nişabur ve Merv camilerinde adlarına hutbe okundu. Sonrasında Doğu
  2440. İran’ı geçerek batıya doğru ilerlemeye başladılar ve hızla büyüyen ordulanyla
  2441. Batı İran’ı fethettiler. 1055 yılında Tuğrul’un ordusu Bağdat’a girdi ve
  2442. son Büveyh emirlerinin elinden şehri aldı. Artık yeni bir İslam imparatorluğu
  2443. doğmuştu. 1079 yılında Selçuklular, Filistin ile Suriye’yi yerel hükümdarlardan
  2444. ve gerileyen Fatımiler’den aldılar. Bizans’tan Anadolu’nun büyük bir bölümünü
  2445. alarak İranlılar’ın ve Araplar’ın yapamadıklarını yaptılar. Bundan itibaren
  2446. Anadolu bir Müslüman Türk toprağı olarak kaldı.
  2447. Ortadoğu’da yeni bir düzen kuran Selçuklu fetihlerinden sonra, bölgenin
  2448. büyük kısmı ilk Abbasi halifeleri döneminden bu yana ilk kez tek bir otorite
  2449. altında toplanmıştı. Selçuklular Sünni Müslüman’dı ve halifeleri sözde
  2450. hükümdarlar olarak korudular. Bununla birlikte hakimiyetleri altındaki toprakları
  2451. genişleterek ve İslam’ın sözde lideri olmalarını bile kabul etmeyen bölücü
  2452. rejimleri ortadan kaldırarak halifeliğin gücünü artırdılar ama imparatorluğun
  2453. gerçek hükümdarları Büyük Selçuklu Sultanlarıydı. Tarihçiler, 1055 yılında
  2454. Tuğrul’un Bağdat’ı fethetmesinin ardından aldığı Sultan unvanım,
  2455. hakimiyetlerini halifelik dışında sürdüren Büveyhiler ve Gazneliler gibi daha
  2456. önceki hükümdarlara atfederler. Ancak bu unvanı resmen kullanan ve paralarının
  2457. üzerine yazdıran ilk hükümdarlar Selçuklu sultanlarıdır. O zamandan beri en
  2458. üstün gücü elinde bulunduranlar için bu unvan kullanılmaktadır.
  2459. Büyük Selçuklu Sultanları,XI. yy’ın ikinci yarısında, halifeliğin Güneybatı
  2460. Asya’daki topraklarının hemen hemen tamamı ile Anadolu’dan oluşan birleşik
  2461. bir imparatorluğu hakimiyetleri altına aldılar. 1092 yılında III.Büyük Sultan
  2462. Melikşah öldükten sonra oğullan arasında iç savaş çıktı ve Selçukluların fethiyle
  2463. duraklamış olan siyasi bölünme, bu kez de Selçuklu ailesinin çeşitli kollan ya da
  2464. subayları tarafından devam ettirildi. Bunların en önemlileri Irak, Suriye,
  2465. Anadolu ve Kirman’daki Selçuklu monarşileriydi ve tümü Horasan’daki Büyük
  2466. Sultana bağlıydılar.
  2467. Bu çekişme ve güçten düşme zamanında 1096 yılında Haçlılar Levant’a
  2468. girdiler. Müslüman dünyasındaki dağınıklık nedeniyle ilk otuz yıl istilacıların
  2469. işleri kolaylaştı. Çok geçmeden Haçlılar Suriye’den Filistin’e girdiler ve Trablus,
  2470. Edessa (Urfa), Antakya ve Kudüs’te Latin feodal prenslikleri kurdular.
  2471. Haçlılar’ın bu ilk zaferleri yalnız Akdeniz’in kıyı bölgeleriyle sınırlıydı. İç
  2472. kısımlardaki çöle ve Irak’a bakan topraklarda tepkiler oluşmaktaydı. Halep ve
  2473. Şam’daki Selçuklu beyleri pek bir şey yapamadılar ama hareketin gerçek gücü
  2474. daha doğudan geldi. 1127 yılında,Selçukluların hizmetindeki Türk subayı Zengi,
  2475. Musul’u ele geçirdi ve Kuzey Mezopotamya ile Suriye’de güçlü bir Müslüman
  2476. devleti kurdu. Oğlu Nureddin 1154 yılında Şam’ı ele geçirerek Suriye’de tek bir
  2477. Müslüman gücü oluşturdu ve Haçlılar’a karşı ilk önemli orduyu çıkardı.
  2478. İki taraf da, Fatımi halifeliğinin yıkılmak üzere olduğu Mısır’ın denetimini
  2479. almak için mücadele ediyordu. Batı’da Selahaddin olarak bilinen, Salah el-Din
  2480. adındaki Kürt subayı hem Fatımiler’in veziri hem de Nureddin’in çıkarlarının
  2481. temsilcisi olarak Mısır’a gönderildi. 1174 yılında Nureddin öldükten sonra
  2482. Selahaddin, Müslüman Suriye’yi ele geçirdi ve Haçlılar’a karşı 1187’deki cihada
  2483. hazırlandı. 1193 yılında öldüğünde Kudüs’ü almıştı ve Haçlılar’ı dar bir kıyı
  2484. şeridi hariç her yerden çıkarmıştı. Haçlı devletlerin bir yüzyıl direnebilmeleri,
  2485. Selahaddin’den sonra gelenlerin aralarında Suriye-Mısır imparatorluğunu
  2486. bölmeleri sayesinde mümkün oldu.XIII.yy’da Memluklar tarafından kurulan bir
  2487. Suriye-Mısır devleti Suriye’nin diğer devletlerinin ve haçlıların sonunu getirdi.
  2488. Anadolu’nun Türkler tarafından işgali Büyük Selçukluların belirli bir
  2489. hareketiyle değil, göçebe boylar ile gerçekleşmiştir. Fethin ardından yeni eyaleti
  2490. düzenleme görevi Selçuk beyi Süleyman ibn Kutalmış’a verildi.XII.yy
  2491. sonlarında da Anadolu’da, merkezi Konya (İkonium) olan güçlü bir Türk beyliği
  2492. kuruldu. XIV. yy başlarına dek Anadolu Selçuklular’ının çeşitli şekillerde
  2493. hakimiyeti altında bulundurduğu Orta ve Doğu Anadolu yavaş yavaş Türk
  2494. toprağı haline geldi. Doğudan gelen Türk göçmenler de gelince, Yunan
  2495. Hıristiyanlığı yerini Türk ve Müslüman uygarlığına bıraktı.
  2496. Doğudaki Selçuklu devletleri, süregelen mücadeleler ve huzursuzlukla
  2497. gücünü kaybetmiş, yeni iç ve dış düşmanlarla karşı karşıya kalmışlardı.
  2498. Kuzeydoğudaki bir bozkır halkı olan Karahitaylar da İslamiyet sınırlarında
  2499. belirmişlerdi. Moğol soyundan olan Karahitaylar Çin’den geliyorlardı ve
  2500. ilerideki çok daha büyük bir düşmanın öncüleriydiler.XII.yy ortalarında
  2501. Karahanlılar’dan Maveraünnehr’i alarak Amu Derya’dan Yenisey ırmağına ve
  2502. Çin sınırlarına dek uzanan büyük bir imparatorluk kurmuşlardı. 1141 yılında
  2503. Selçuklu Sultanı Sencer, Katavan Bozkırı Savaşı’nda bu dinsiz istilacılara yenik
  2504. düşerek kaçmak zorunda kaldı. Müslüman ordularının uğradığı bu yenilgi
  2505. Hıristiyan Avrupası’na kadar giderek Haçlılar’ın yıkılan umutlarını diriltti.
  2506. Göçebe Türk boylan arasındaki isyanlar Selçuklu gücünün yok olmasına yol
  2507. açtı. 1157 yılında Sencer’in ölümü ile imparatorluğun hakimiyeti sarsıldı,
  2508. çoğunluğu eski Selçuklu subaylarının hükümdarlığında olan küçük devletlere
  2509. bölündü. Bir süreliğine Bağdat’daki halife bile bağımsızlığına tekrar
  2510. kavuşarak Sünni İslamiyet’in eski başkentinde bir halifelik devleti kurdu. Daha
  2511. doğuda, Aral Gölü’nün güneyindeki Harzem’in Türk valisi Büyük Selçukluların
  2512. topraklarını miras alabilecek bir devlet kurdu ama kısa süre ayakta
  2513. kalabildi.Türk askeri ve siyasi üstünlüğünün güçlenmesi ve Türk göçleri ile
  2514. geçen bu dönemde hükümette, toplumsal yaşamda, kültürde, dinde ve
  2515. ekonomide önemli değişiklikler gerçekleşti.
  2516. Selçuklular yönetimde büyük ölçüde İranlılar’a ve oturmuş olan İran
  2517. bürokrasisine dayanıyorlardı. Büyük vezir Nizamülmülk dönemin en önemli
  2518. kişilerinden biridir. Ondan önceki dönemin iltizam (Osmanlı Devletinde kamu
  2519. gelirlerinin kiralanmasına dayalı vergi sistemi) uygulamasındaki
  2520. feodalizme yönelimini geliştirerek sistemli bir hale getirmiştir. Önceki dönemin
  2521. yanlış uygulamaları para yerine toprağa dayanan yeni bir yönetsel ve toplumsal
  2522. düzene doğru köklü bir değişiklik yaşadı. Subaylara tımar olarak Toprak verildi,
  2523. onlar da belirli sayıda silahlı asker yetiştirdiler. Tımarlar yalnızca vergi
  2524. üzerinden komisyon alma hakkı ile birlikte, gelirlerin kendileri üzerinde de hak
  2525. sahipliği veriyordu. Devlet tarafından Şeriat’ın izin verdiği kelle ve toprak
  2526. vergileri dışında sayıları hızla artan vergiler getirmişti.Böyle bir dönemde
  2527. toplumsal bir sarsıntı yaşanması kaçınılmazdı. Türk yönetici sınıfın ortaya
  2528. çıkmasıyla, İran soylu sınıfı yerinden oldu ve giderek fakirleşti. Basılan para
  2529. miktarının azalmasıyla esnaf ve tüccar zorluk yaşamaya başladı.
  2530. İsmaili Şiiler muhalefetin başım çekiyorlardı ama şimdi kökten değişmiş
  2531. yeni bir muhalefet ortaya çıkmıştı. 1094 yılında Fatımi halifesi el-Mustansir
  2532. öldükten sonra İsmaililer ikiye bölündüler. Bir grup el-Mustansir’in Kahire
  2533. tahtının veliahtı küçük oğlunu, diğer grup daha önce İskenderiye’de öldürülen
  2534. büyük oğlunu tanıdılar. Başlarında Haşan Sabbah bulunan İran İsma-ilileri yeni
  2535. Fatımi halifesini kabul etmeyip Kahire ile ilişkilerini kestiler ve inanışlarına yeni
  2536. bir düzenleme getirerek Selçuklu topraklarında yeni bir şiddet ve radikal
  2537. muhalefet hareketine giriştiler. Genellikle Haşan Sabbah’m reformcu İsmaili
  2538. mezhebine, büyük olasılıkla tuhaf davranışları yüzünden “Haşha-şi” olarak
  2539. anılmaktadır. İngilizce’de bu sözcükle ses benzerliği olan, Haçlılar’ı öldüren
  2540. anlamındaki “Assassins” sözcüğü kullanılmaktadır.
  2541. 1090 yılında Haşan Sabbah, Kuzey İran'da ıssız dağlar arasındaki Alamut’u
  2542. fethetti. Alamut Kalesi’nde ve Suriye’de kurulan üslerinde tarikatın üstadlan
  2543. tarafından sadık ve fanatik bir taraftar grubu kuruldu. Gizli ve esrarengiz bir
  2544. İmam için Müslüman prenslere ve krallara yönelik suikast ve terör
  2545. kampanyası başlattılar. Üst düzey Müslüman devlet adamları ile generalleri ve
  2546. 1092 yılında Nizamülmülk “Büyük Üstadlar” tarafından öldürüldüler. Haşhaşi
  2547. terörü XIIL yy Moğol istilalarının ardından durduralabildi ve İsmailiye küçük bir
  2548. tarikat haline geldi.
  2549. Haşhaşiler’in eylemleri, Şiiler’in Sünni halifelik ve kurumunu yıkmayı
  2550. amaçlayan son ciddi girişimlerdi. Bu süreçte ortaya çıkan büyük Sünni
  2551. canlanması İslami yaşamı, düşünce ve edebiyatı etkiledi. Sünni canlanmasının
  2552. kökleri geçmişin derinliklerine uzanmaktadır. Dini kurumlar uzunca bir süreden
  2553. beri devletten ayrılmış ve öğreti, hukuk, eğitim ve toplumsal kurumlardaki
  2554. önceliklerini kıskançlıkla sürdürmüştü. Ayrıca tüm bunları kendi iç mantığına
  2555. göre geliştirerek, hükümetin ve devletin gereksinimlerinden ve baskılarından
  2556. ancak dolaylı biçimde etkilenmişti. Bu durumun birtakım avantajları olmuştu
  2557. ama yine de tehlikeli bir koordinasyon eksikliği içeriyordu. Çeşitli grupların
  2558. iktidar mücadeleleri ve ordu komutanlarının zaferleri, devlet ile tebaa ilişkisini
  2559. yalnızca vergi ve güce dayalı hale getirince, devletle din arasında artan bir
  2560. gerilim olmuştu. Halk ile aynı etnik kökenden gelmeyen askeri sınıfın halktan
  2561. ayrılması ve Sünniliğin klasik siyasi kurallarını kabul etmeyen mezhepçilerin en
  2562. üst yetkileri ele geçirmeleri bu gerilimi daha da artırdı. Hükümdar ile tebaanın
  2563. arasındaki son kişisel ve ahlaki bağların kopması sonucunda teokrasi kökenli
  2564. toplumda İslamcı gelenek büyük bir krize girdi. Hükümet mezhepçiler ve
  2565. askerlerin yönetimine bırakılırken, kamu yönetimi de mesleki ve kültürel niteliği
  2566. daha çok İslamiyet öncesi kaynaklara dayanan bir kalemiye sınıfına bırakıldı.
  2567. Dini alanda bile Sünni öğretinin alternatifi olan çeşitli mezhepler ortaya çıkarak
  2568. özellikle şehirlerde büyük destek gördü.
  2569. XI.yy başlarında, Müslüman dünyasının Şii yönetiminde bulunmayan tek
  2570. önemli bölgesi Sünni Müslüman Gazneliler’e ait Horasan’da da Sünni
  2571. canlanması başladı. Gazneli Mahmud’u (hükümdarlığı 999-1030) yanlarına
  2572. çekmek üzere Şiiler’in kararlı ama başarısız çabaları oldu ama Gazneli Mahmud,
  2573. Şii aleyhtan Sünni canlanmasının öncüleri olan Kerami mezhebini destekledi.
  2574. Görevi Gazneliler’den Selçuklular devralarak Sünni canlanmasını batıya, Bağdat
  2575. ve ilerisine götürdüler. Sünniler, Selçuklular’ın Bağdat’ı ele geçirmelerini Şii
  2576. Büveyhiler’den kurtuluş olarak gördüler.
  2577. Sünni canlanmasının bilinçli ya da bilinçsiz olarak üç amacı vardır. İlki, Şii
  2578. devlet düzenlerini yıkıp tekrar halifeliği getirmektir. İkincisi, Şii düşüncelerinin
  2579. meydan okumasına karşı Sünni savunması yapmak ve yaymaktır. Üçüncü ve en
  2580. zor olanı ise, İslam’ın siyasi yaşamının içine din kurumunu dahil etmektir.
  2581. İlk amaca hemen hemen tamamen ulaşılmıştır. Doğuda Büveyhiler ve diğer
  2582. Şii hanedanları yıkılarak Sünni İslam’ın siyasi birliği elde edilmiştir. 1171
  2583. yılında Fatımi halifeliğinin kaldırılmasının ardından, Orta Asya’dan Afrika’ya
  2584. kadar olan İslam topraklarında okunan hutbelerde Bağdat’daki Sünni
  2585. halifenin adı duyurulmuştur. Militan Haşhaşiler bile yenilmedikleri halde
  2586. dağlarındaki kalelerine kapanmışlar ve Sünni düzeni devirme amaçlarına
  2587. ulaşamamışlardır.
  2588. Türkler’in bunların olmasını sağlayan siyasi tutarlılıkları, dini ciddiyetleri ve
  2589. askeri güçleri, onlara İslam dünyasına kafiri yenme gücünü, Anadolu’yu
  2590. İslamiyet için fethetme gücünü ve Batı Hıristiyan dünyasının saldırılarını
  2591. püskürtme gücünü vermiştir.
  2592. Şiiler’e karşı da başarılı bir mücadele vermişlerdir. Bu mücadele, Horasan’da
  2593. Sünniliğin siyasi olarak yeniden doğuşuyla başlamıştır. XI. yy başlarında Sünni
  2594. din ve hukuk adamları, Fatımiler’in Kahire ve başka yerlerde kendi davaları için
  2595. dini propagandacılar yetiştirdikleri İsmaili misyoner okullarını örnek alarak
  2596. medreseler açmışlardır. Nizamülmülk, Selçuklu fethinin ardından Bağdat’da bir
  2597. medrese açmış, sonra da medreseler imparatorluğun tüm şehirlerine yayılmıştır.
  2598. Medrese sistemi, Salahaddin ve ondan sonra gelenler tarafından Mısır’a
  2599. yayılmıştır. Bu din okullarında, Sünni öğretmenler tarafından Fatımi Mısır’ın
  2600. okullarından ve daha radikal olarak Haşhaşiler’in gizli elçilerinden gelen
  2601. öğretilere bir Sünni yanıtı hazırlandı ve yayıldı.
  2602. Artık Sünni zaferi neredeyse tamamlanmıştı. Büveyhiler’in ve Fatımiler’in
  2603. güçsüzlüğü ve kötü yönetimi nedeniyle iki tür Şiilik de inanılırlığını yitirmişti.
  2604. Şiiliğin ruhsal içeriğinin büyük bölümü popüler dindarlık düzeyinde Sofiliğe
  2605. kaydı. Sofiler, bir yandan Sünni saflarında kalırken, bir yandan da Sünni devlet
  2606. ve hiyerarşisinin soğuk dogmacılığı karşısında halkların sezgisel ve mistik
  2607. dinlerini anlattılar.
  2608. Dini kurumlar yalnızca canlanmadılar, aynı zamanda ilk İslam devletindeki
  2609. konumlarından çok daha iyi bir yere ulaştılar. Eski çağlardaki kalemiye sınıfının
  2610. yerini, Medreselerde yetişen yeni Sünni bürokrasisi aldı. Din adanılan
  2611. hiyerarşileri içinde, ilk kez siyasi ve toplumsal düzenin ana unsurlarından biri
  2612. haline geldiler.
  2613. Türkler, en baştan bu yana kendilerini İslami gücü ve inancı koruyup
  2614. ilerletmeye adadıkları militan özelliklerini hiç yitirmediler. Kafir dünyasına karşı
  2615. Doğu sınırlarında başlattıkları bu militan özelliklerini, Batı sınırlarına taşıyarak
  2616. Hıristiyanlık dünyasına karşı da kullandılar. İslamiyet Doğulu kafirler ve
  2617. Batılı Hıristiyanlık ile birlikte içerideki din .düşmanlarına karşı Savunulduğu
  2618. sırada halifeliği de denetimi altına almıştı. Bu sancılı, uzun ve başarıyla
  2619. sonuçlanan mücadele Türk egemenliği döneminde İslam kurumlarını ve
  2620. toplumunu da etkilemiştir. Din, Selçuklular zamanında devlet ve yönetim
  2621. yapışım etkilemeye başlamış, Sünni hiyerarşisinin saygınlığı, gücü,
  2622. örgütlenmesi, devlet memurlarının bile dini eğitimden geçmesi ve bireysel
  2623. dindarlıkları hızla artmıştı. Dini kurumun öğretileri kural haline gelmiş,
  2624. tutarlılığı artmış, etkisi hem halk hem de devlet içinde yaygınlaştırmıştı. Din ile
  2625. siyasi otoritenin bütünleşmesi Osmanlı sultanları zamanında gerçekleşmiştir.
  2626. Bu arada, İslamiyet’e karşı o zamana dek var olanların tümünden çok daha
  2627. tehlikeli bir tehdit hazırlanmaya başlamıştı. Moğol beyi Timuçin, Cengiz Han
  2628. unvanı ile uzak kuzeydoğu Asya'da zor bir mücadelenin ardından göçebe
  2629. boylarını bir araya getirerek Moğolistan’ın başına gelmişti. 1206 yılında,
  2630. Cengiz Han Moğol boylarının tamamını Onon Nehri kaynağında bir toplantıya
  2631. çağırdı. Bu toplantıda, o dokuz at kuyruklu beyaz bayrağını açtı, boylar da ona
  2632. karşı olan bağlılıklarını bir kez daha yinelediler ve Dev Moğol imparatorluğu
  2633. kurulmuş oldu.
  2634. Kalan Moğol ve putperest Türkler ve de güney Sibirya’daki orman aşiretleri
  2635. bile izleyen yıllarda boyunduruk altına alındılar. Bozkır halkları Cengiz Han
  2636. tarafından büyük bir istilaya hazırlandı. 1218 yılında kuzeydoğu Asya’yı
  2637. avucunun içine aldıktan sonra batıya yöneldi. Generali Cebe Noyan’ın başında
  2638. olduğu Moğol orduları Karahitaylar’ın ülkesini istila ederek Siri Der-ya’ya kadar
  2639. tüm topraklan alarak Harizm Müslüman Türk Şah-lığı’na komşu oldular. Yeni
  2640. yılın başlarında Moğolistan’dan gelen bir kervan, Siri Derya ırmağı üzerindeki
  2641. sınır şehri Utrar’da Harizm valisinin emriyle pusuya düşürülerek neredeyse
  2642. tamamı Müslüman olan 450 tüccar kılıçtan geçirildi.
  2643. Cengiz Han’ın intikamı çok büyük ve ani oldu. 1219 yılında ordularım İslam
  2644. topraklarına sürdü. 1220 yılında Semerkand,Maveraünnehir ve Buhara’nın
  2645. tamamını ele geçirdi. Moğollar ertesi yıl hiçbir zorluk yaşamadan Amu Derya’yı
  2646. geçtiler, Nişabur’u ve Merv’i alarak Doğu İran’ı istila ettiler.
  2647. 1227 yılında Cengiz Han’ın ölümünden sonra kısa bir duraklama yaşandıysa
  2648. da, kısa süre içinde yeni han saldınyı sürdürmeye hazırdı. 1230 yılında Harizm
  2649. devleti ve ordusunun kalıntılarına yeni bir saldırı yapıldı. 1240’da Moğollar Batı
  2650. İran’ı ele geçirmiş, Ermenistan, Gürcistan ve Kuzey Mezopotamya'ya
  2651. girmişlerdi. 1243 yılında Anadolu Selçuklu sultanının ordularını da yenilgiye
  2652. uğrattılar.
  2653. Yüzyılın ortalarında batıya doğru yeni bir hareket planlandı ve uygulanmaya
  2654. başladı. Cengiz’in torunu Hülagu o sırada Pekin’de hüküm süren Büyük Han’ın
  2655. buyruğu ile Mısır’a kadar tüm İslam topraklarını ele geçirerek Amu Derya’yı
  2656. geçti. Birkaç ay içinde uzun saçlı Moğol atlıları karşılaştıkları tüm
  2657. direnişleri,hatta daha önce kalelerinde her türlü saldırgana karşı koymuş olan
  2658. Haşhaşiler’i bile ezerek İran’ı baştan aşağı geçtiler.
  2659. Sonunda Moğol orduları 1258’de Bağdat’a yöneldiler. Son halife Mutasım
  2660. boşuna ve kısa bir direnişin ardından merhamet istedi. Şehri yakıp yağmaladılar
  2661. ve 20 Şubat 1258 tarihinde halife ile ailesinden buldukları herkesi öldürdüler.
  2662. Böylece beş yüzyıldır Sünni İslam’ın başı olan Abbasi Hanedanı softa erdi.
  2663. Yıkılışında bile hâlâ İslam'ın birliğinin simgesi ve hukuki merkezi olan
  2664. büyük tarihi halifelik kurumunun ortadan kaldırılması, yalnızca devletin ve
  2665. hükümranlığın dış görünüşlerinde değil, bozkır halklarının son büyük istila
  2666. dalgasının yol açtığı değişimle önceki yüzyıllardan farklı kanallara yönelen
  2667. İslam uygarlığı açısından da İslam tarihinde bir çağın sonu olmuştur.Ancak
  2668. halifeliğin yıkılışının moral etkileri bazılarının söylediği kadar büyük
  2669. olmamıştır, çünkü halifelik uzun süredir etkinliğini kaybetmişti. Moğolların tek
  2670. yaptığı zaten ölmüş olan bir şeyin hayaletini ortadan kaldırmak olmuştu. Askeri
  2671. ve siyasi güçler açısından halifeliğin yok olması pek fark etmemişti. Sultanlık
  2672. İslam devletlerinin tümünde hukukçular ve dini kurumlar tarafından kabul
  2673. edilmiş ve eskiden halifelerin olan dini unvanları sultanlar almaya başlamışlardı.
  2674. Moğol istilasının etkileri yol açtığı zararın boyutları ve yaygınlığı açısından
  2675. da abartılmıştır. Moğol istilası klasik İslam uygarlığının çürümesi, hatta
  2676. sonrasında Ortadoğu’da görülen toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasi
  2677. başarısızlıkların tümünün nedeni olarak gösterilmişti. Ancak tarih, dikkatlice ve
  2678. günümüzdeki savaş deneyimleriyle birlikte değerlendirildiğinde, varılan yargılar
  2679. yumuşamış ve bu görüş ya büyük oranda değişmiş ya da tamamen terk
  2680. edilmiştir. Artık Moğol istilasının yıkıcı etkilerinin eskiden düşünüldüğü kadar
  2681. büyük ve kalıcı, hatta yaygın olmadığı sonucuna varılmıştır. Modem
  2682. standartlara göre hiç şüphesiz önemsiz sayılabilecek Moğol fetihleri o çağda
  2683. gerçekten yıkıcıydı. Bazı bölgeler tamamen yakılıp yıkılmış ve insansız
  2684. bırakılmıştı. Ancak Moğollar o dönemde ve de ondan sonra Arap kültürünün ana
  2685. merkezi olan Mısır’ı işgal edemedikleri için Mısır dolaylı olarak etkilenmişti.
  2686. Yalnızca baskınlara uğrayan Suriye, 1260 yılındaki Ayn Jalut savaşında, Mısır
  2687. Memluk ordusunun Moğollar’ı kesin bir yenilgiye uğratmasından sonra, Mısır
  2688. sultanlığına bağlanarak Moğol saldırılarından korunmuştu. Anadolu, İran’daki
  2689. Moğol varlığı tarafından pek çok açıdan tekrar biçimlenmiş ama yine de en
  2690. büyük ve son İslam imparatorluğunun beşiği olmuştur. İran en fazla zararı
  2691. gördüğü halde, ülkenin tamamı etkilenmemişti. Moğollar’a kendi istekleriyle
  2692. boyun eğen güneydeki yerel hanedanların istilacılar tarafından yağmalanmayan
  2693. şehirleri gelişmeyi sürdürmüştür. Eski Persis olan Fars yine İran milli
  2694. yaşantısının odak merkezi olmuş ve Eski Persepolis’in elli kilometre
  2695. ilerisindeki Şiraz, Moğollar’dan sonra Pers kültürünün canlanmasına tanıklık
  2696. etmişti. Şair Hafız (1320-1389) ve Sadi (1184-1291), gök bilgini Kutbeddin
  2697. (ölümü 1310) ve pek çok kişinin İran mimarisinin en büyük başarısı olarak
  2698. gördükleri Meşhed’deki Gevher Shad camisini inşa eden Qawam al-Din (ölümü
  2699. 1439) dönemin önemli kişilerindendir.
  2700. İran'ın istila edilen bölgelerinde de hızlı bir yenilenme gerçekleşmiştir.
  2701. Fethin ilk şokundan sonra Moğol hanları İran’da siyasi istikrarlı bir döneme izin
  2702. vermişlerdir. Şehir yaşamının, ticaretin ve sanayinin yeniden kurulmasını teşvik
  2703. etmişler, yararlı bilim olarak düşündükleri şeyleri geliştirmişlerdir. 1295 yılında
  2704. İslamiyet’i benimsemelerinin ardından İslam edebiyatını bile desteklemişlerdir.
  2705. XTV.yy’da Müslüman hanlar görkemli dini yapılar inşa ettirmişlerdir. Bir
  2706. bakıma Moğol fetihleri Ortadoğu’nun sallanmakta olan uygarlığına yeni bir
  2707. yaşam vermeye yardımcı olmuşlardır. Doğu Akdeniz ve İran uygarlıklarını bir
  2708. devlet altında birleştiren ilk Arap fatihler yeni bir kültürel ve toplumsal ilişki
  2709. çağı başlatmışlardı. Benzer biçimde,Moğollar da Ortadoğu ve Uzakdoğu
  2710. uygarlıklarını ilk kez bir tek hanedan altında bir araya getirerek ticaret ve kültür
  2711. üzerinde etkili olmuşlardır. Moğollar’ın Avrupa ile yeni ve karşılıklı faydalar
  2712. sağlayan ilişkilere kapılarını açmaları sonucunda pek çok Avrupalı, Ortadoğu’da
  2713. Müslüman olmayan hükümdarların olmasını fırsat bilerek Çin’e giden
  2714. karayolunu keşfe çıktılar. İranlı tarihçi Raşidüddin’in (1247-1318) Cami elTevarih, farklı uygarlıklar arasındaki bu ilişkilerin bir meyvesidir. Bir hekim
  2715. ve vezir olan Raşidüddin Museviliği bırakıp Müslümanlığı seçmişti. Olcaytu han
  2716. ve Gazan han onu evrensel bir tarih derlemesi yapmak üzere
  2717. görevlendirmişlerdi. Raşidüddin aralarında Keşmirli bir Budist keşiş, bir Frank
  2718. keşişi, bazı İranlı bilim adanılan kabile geleneği uzmanı bir Moğol ve iki Çinli
  2719. bilim adamının olduğu bir ekip kurdu. Bu ekiple birlikte İngiltere’den
  2720. Çin’e uzanan geniş bir dünya tarihi yazdı. Raşidüddin ve hanları kendi
  2721. uygarlıkları dışına çıkan evrensel bir tarih yazma konusunda Avrupa’dan beş yüz
  2722. yıl önce davranmışlardı.
  2723. Moğol İstilaları Irak’a kalıcı zararlar vermiş, Irak ve Bağdat, İslam
  2724. dünyasındaki merkezi konumlarına bir daha kavuşamamışlardır.- İstilanın
  2725. sonucunda öncelikle sivil hükümet devrilmiş, sonra da ülkenin refahının, hatta
  2726. varlığının bağlı-olduğu hassas su kanalları çökmüştür. Yeni devlet düzeninin
  2727. denetimi ele geçirmesiyle İran’da refah ve düzenin yeniden sağlanmasına karşın,
  2728. Irak’taki yıkım sürmüştür. İran’ın Moğol hükümdarları, başkenti Azerbaycan’da
  2729. kurmuşlar, yaşadıkları Tebriz büyük ve zengin bir şehir haline gelmiştir. Irak bir
  2730. sınır eyaleti olmuştu; Bedeviler Moğollar’ın açtıkları gediklerden buraya giriyor
  2731. ama Moğollar gittiği halde onlar kalıyordu. Fırat ve Dicle vadisi, batıda çelik ve
  2732. kum duvarıyla Akdeniz ülkelerinden kopartılmış, doğusunda bağlı bulunduğu
  2733. Pers merkeziyle çevrelenmiş ve artık Doğu ile Batı ticareti için bir yol olmaktan
  2734. çıkmıştı. Ticaret kuzeye ve doğuya doğru Anadolu ile İran’a, batıya ve güneye
  2735. doğru da Mısır ve Kızıldeniz’e yön değiştirmişti. Böylece Irak ile halifelerin
  2736. şehri gözden düşmüştü.
  2737. Halifeliğin yıkılmasından sonraki dönemde Ortadoğu’nun iki büyük kültür
  2738. bölgesi arasında bir bölünme yaşandı. Kuzeyde merkezi İran yaylasında olan,
  2739. batıda Anadolu ile Osmanlı Türkleri’nin Avrupa’da fethettikleri topraklara,
  2740. doğuda Orta Asya’ya ve Hindistan’ın yeni Müslüman imparatorluklarına uzanan
  2741. İran uygarlığı yer alıyordu. Bu ülkelerde din ve dilbilimlerinin, hukukun dili
  2742. Arapça’ydı, ancak Arap edebiyatı çok az biliniyordu. “İran İntermezzosu’’
  2743. sırasında başlayıp Türk hanedanları döneminde-sürerek Moğollar ve sonrasında
  2744. yeni bir rönesans yaşayan Müslüman İran gelenekleri sanatsal ve edebi yaşama
  2745. egemendi. İran’ın doğusu ve batısında, Orta Asya ve Anadolu’da Türkler
  2746. arasında Pers klasiklerinden etkilenen ve beslenen yeni edebiyatlar ve diller
  2747. doğuyordu.
  2748. İran bölgesinin güneyinde, batıdan ve güneyden Afrika kıtasına inen
  2749. yollarıyla yeni bir merkez olan Mısır ile Arapça konuşan eski uygarlık
  2750. merkezleri ve ihmal edilmiş Irak eyaleti bulunuyordu. Buralarda bazı Pers
  2751. etkilerine sanatta, özellikle de mimaride rastlanmasına rağmen Pers dili ve
  2752. edebiyatı- pek bilinmiyordu ve edebi kültür, eski Arap edebiyatı çizgisinde
  2753. ilerliyordu.
  2754. Moğollar ve Türkler siyasi açıdan her yerde egemendi. Akdeniz’den Orta
  2755. Asya ve Hindistan’a kadar uzanan ülkelerde Moğol ya da Türk hanedanları
  2756. hüküm sürüyorlardı. Memlukler’in Suriye Mısır İmparatorluğu bile Karadeniz’in
  2757. kuzeyindeki Kıpçak ülkesinden getirtilen.Türk Memlukler’den oluşan bir
  2758. yönetici sınıfın idaresinde bulunmakta ve savunulmaktaydı. Daha sonra da
  2759. Çerkezler ve Kafkaslardan gelen başkaları onlara yardım etmişler, hatta bazı
  2760. yerlerde yerlerine geçmişlerdi.
  2761. İki bölge arasındaki giderek büyüyen bu siyasi çatışma ve kültür çeşitliliği
  2762. çağında birleştirici ana unsur dindi. Özellikle Selçuklular döneminde Gazali’nin
  2763. Sünnilik ve mistikliği uzlaştırmasından sonra kendini Sofi şekliyle ortaya
  2764. çıkıyordu.XI.yy’da Sünni canlanması İslâmî birleştirmek üzere epeyce yol
  2765. almıştı ama henüz görevini tamamlamamıştı.Sıra göçebelere ve kırsal bölgelerde
  2766. yaşayanlara gelmişti. Göçebeler sivil hükümetin yıkılarak büyük halk kitlelerinin
  2767. harekete geçtikleri bir çağda çok önem kazanmışlardı.Sofizm özellikle Türk
  2768. boylarım çok etkilenmişti. Türkler ilk kez, çoğunluğu Türk olan ve inançları,
  2769. dini öğretilerin karmaşık dogmatikliği ile ilişkili olmayan mistikler tarafından
  2770. İslamiyet’e sokulmuşlardı. Gazalinin uzlaşması sayesinde teoloji ile mistiklik iç
  2771. içe girmeye başlamıştı. Din bilimciler ile halkı kafirlerin fetihleri ve
  2772. hakimiyetleri yakınlaştırmıştı. Sonrasında ibadet ve inanç biçimlerinde çok
  2773. farklılıklar, kimi zaman aralarında çatışmalar olmakla beraber,Sofiler de
  2774. dogmacılar da aynı Sünni dini uygulamışlardır.
  2775. Sofi kardeşliği, XII.yy’dan itibaren insanlığın büyük bölümü için dini
  2776. yaşamın karakteristik ifadesi olmuştur. Sofilik, İslam birliğinin birleştirici
  2777. unsuru, dini duygu ve bağlılığın temel ifadesi, giderek de entelektüel kültürün,
  2778. hatta siyasi gücün kaynağı haline gelmiştir. Modem çağ başlarında, Müslüman
  2779. Ortadoğu'ya egemen olma rekabeti içindeki iki güç olan İran ve Türkiye’nin
  2780. başındaki hanedanlar, kökenlerinden gelen Sofi örgütlerin ve ideallerin büyük
  2781. ölçüde etkisinde kalmışlardır.
  2782. 6. BÖLÜM
  2783. MOĞOLLAR'IN ARDINDAN
  2784. Halifeliğin yıkılışı ve Moğol fetihlerinin ardından Müslüman Ortadoğu’da
  2785. İran, Türkiye ve Mısır olmak üzere üç büyük güç merkezi ortaya çıktı. İran
  2786. başlangıçta putperest, sonrasında Müslüman olmuş, öte yandan da Moğol
  2787. kimliği ve geleneğinin önemli unsurlarını koruyan Moğol hanlarının
  2788. hakimiyetindeydi. Türkiye, Müslüman Türk beylerinin hakimiyetindeydi, sonra
  2789. bir dönem Moğol hakimiyetini kabul etmiş ve Moğol İranı’nın kültüründen
  2790. büyük ölçüde etkilenmişti. Mısır, çoğu Türk olan Memluk sultanlarının
  2791. hakimiyetindeydi ve Moğol istilasına direnişinde başarılı olmuş, ancak pek çok
  2792. açıdan dünyanın o dönemdeki efendilerinin etkisinde kalmıştı. Ortadoğu’nun
  2793. kenarındaki Orta Asya ve Rusya’da kalan öteki iki Moğol hanlığı, Moğol
  2794. dünyasının politikalarında ve İslamiyet’i seçtikten sonra da Ortadoğu
  2795. politikalarında rol almışlardır.
  2796. İran başlıca güç merkeziydi. Bağdat’ı fethettikten sonra kuzeybatıya çekilen
  2797. Hülagu Han ve sonraki seksen yılda onun yerine gelenler İran etrafındaki
  2798. toprakları yönetmişlerdir. Üstünlüklerini kabul ettikleri Moğolistan Büyük
  2799. Hanlarına bağlılıklarının göstergesi olarak İran’ın Moğol Hanlarına bölge
  2800. hükümdarları, îlhan anlamında İlhanlılar deniliyordu. İlhanlılar İran’ı genel
  2801. olarak barışçı bir siyasetle yönetmişler ve Müslümanlığı seçmeden önce bile tüm
  2802. dinlerin mensuplarına eşit hoşgörü göstermişler, eşit olanaklar tanımışlardır.
  2803. İlhanlılar’ın temel dış politikaları fetihlerini batıya doğru genişletmekti.
  2804. Anadolu’da Selçuklu sultanlarını yenmişler, Anadolu beyliklerini -Kendilerine
  2805. bağlamakla ve bir işgal bölgesiyle yetinmişlerdir. Memluk sultanlığına karşı
  2806. daha büyük bir mücadele vermişlerdir. 1259 yılında Hülagu Tebriz’den yeni bir
  2807. kampanya yürütmeye başlayarak Ermenistan ve Yukarı Mezopotamya’yı geçip,
  2808. güneye Suriye’ye yönelerek Halep ve Şam’ı ele geçirdi. Ancak 1260
  2809. yılının Eylül ayında, Filistin’deki Ayn Calud’da bir Moğol öncü baskın birliği
  2810. Baybars adlı bir Kıpçak Türkü’nün komutasındaki Mısır Memluk ordusu
  2811. tarafından yenilgiye uğratıldı. Suriye’nin tamamı Mısır ordusu tarafından tekrar
  2812. ele geçirildi. Bunun ardından Moğollar Suriye’yi almak için çok uğraştılar ama
  2813. her defasında Memlukler tarafından geri püskürtüldüler.,
  2814. Bu dönemde Hıristiyan Avrupa ile Moğollar arasında ilginç ama sonuç
  2815. alınamayan diplomatik ilişkiler yaşanmıştır. Bu ilişkiler ortak düşmanları
  2816. Müslümanlar’a iki cepheden savaş açmayı amaçlıyordu ama girişimlerinden bir
  2817. sonuç alınamadı. Mısır Sultanı olan Baybars ile Rusya’daki Moğol devletinin
  2818. hanı Berke ile aralarında bir ittifak yaptılar ve Berke bağımsızlığını ilan edip
  2819. Müslüman oldu. İleride Altınordu Hanlığı olarak tanınacak ülkesi, Kıpçak Türk
  2820. nüfusa sahip bir İslam devleti olma yolunda ilerliyordu.
  2821. İran ile Mısır çatışması on yıllar boyu, Gazan Han’ın İslamiyet’i kabul
  2822. etmesinden sonra bile sürdü ve sonunda 1323 yılında barış anlaşması yapıldı. Bu
  2823. sırada İlhanlı krallığı da onlardan öncekilerin kaderini yaşıyordu. 1336 yılında
  2824. İlhanlı hükümdarı Ebu Said öldükten sonra İran tekrar yerel hanedanların
  2825. yönetimindeki küçük devletlere bölündü. Ancak bu devletlerin ömürleri kısa
  2826. oldu. Orta Asya’da da Moğollar’ın başına Timur geçti ve Harizm ile
  2827. Maveraünnehir’i aldıktan sonra, İran’a girerek yedi yıl içinde ülkenin tamamını
  2828. ele geçirdi. İki kez Altınordu hanım yenilgiye uğrattı ve Hindistan’ı bastı, Irak’ı
  2829. yerel hanedanın elinden alarak hakimiyetine kattıktan sonra Suriye’yi geçip
  2830. Memluk sultanına egemenliğini kabul ettirdi. Anadolu 1394 ve 1400 yıllarında
  2831. Timur’un istilasına uğradı. Timur 1402 yılındaki Ankara savaşında Osmanlılar’ı
  2832. ağır bir yenilgiye uğratarak Osmanlı sultanı Bayezid’i esir aldı ve 1405
  2833. yılında Çin istilasına hazırlanırken öldü.
  2834. Moğol kökenli Türkleşmiş ve İslâmlaşmış bir aşirette doğan Timur’un
  2835. toplumsal geçmişi oldukça mütevazıydı. Cengiz Han’ın hanedanından bir
  2836. prensesle evlenmişti. Karma Moğol ve Türk ordularına Moğollar hakimdi ama
  2837. ordu çoğunlukla Türkler’den oluşuyordu. Timur’un önceki Moğol
  2838. hükümdarlarının tersine, dindar bir Müslüman olduğu söylenir ya da bu onun
  2839. iddiasıdır. Gerçekleştirdiği büyük yıkımlar sırasında İslam dinine ait binalara ve
  2840. çalışanlara gereken saygıyı göstermeyi unutmamıştır. Fetihleri Hülagu'nun
  2841. fetihlerinden daha yıkıcıdır ve Altay istila dalgalarının sonuncusu olmuştur.
  2842. Ölümüyle,X.yy başlamış olan bozkır halklarının büyük hareketi son bulmuştur
  2843. ama boyların akını devam etmiş, daha da Önemlisi Ortadoğu’daki göçebe
  2844. halklar şehir yaşamına ve uygarlığa girmeyi sürdürmüşlerdir.
  2845. Timur büyük bir fatihti ama bu başarısını imparatorluklar kurmada bir
  2846. gösterememişti ve ölümünün ardından geniş toprakları dağılmıştır. Osmanlılar
  2847. ve Memlukler, Anadolu ve Suriye’deki hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir.
  2848. Karakoyunlu ve Ak-koyunlu adlarında iki Türkmen boyu Batı İran,
  2849. Mezopotamya ve Doğu Anadolu’nun denetimlerini ele almayı
  2850. başarmışlardı. Timur’un soyu hakimiyetlerini ancak Doğu İran’da ve
  2851. Maveraünnehir’de sürdürebilmiştir. Başkentleri Buhara, Semerkand, özellikle
  2852. Herat parlak bir uygarlığın merkezleri haline gelmiştir. Timur hanedanı
  2853. zamanında mimaride, sanatta, hem Farsça hem de-doğu Türk dillerinde edebiyat
  2854. ve bilim alanlarında büyük başarılar kazanılmıştır. Türk dilinin büyük klasik çağı
  2855. olan bu dönemde yazılan eserler Konstantinopolis'ten Uzakdoğu ve Hindistan’a
  2856. dek tüm Türk halklarının kültürel gelişimini kalıcı bir biçimde etkilemiştir.
  2857. Sonuçta Arapça konuşulan ülkelerde ağırlık merkezi Irak’tan Mısır’a
  2858. kaymıştır. Haçlılar döneminde Irak, güçsüz ve örgütten yoksun olması, hem
  2859. istilacılar hem de tüccarların geleceği Akdeniz’e uzak olması nedeniyle bir
  2860. Müslüman üssü olma olasılığı yoktu. Alternatifi tek bir ırmağın suladığı vadiden
  2861. oluşması nedeniyle merkezi bir hükümet gerektiren öteki ticaret yolu Mısır’dı.
  2862. Zaman içinde Mısır Haçlılar’ı Yakındoğu’dan atan yeni fetih savaşlarının üssü
  2863. haline gelmişti. Memlukler İlhanlI ordularını püskürtüp Arap dünyasının büyük
  2864. bölümünü Moğol istilasından kurtarmalarını sağlayan kaynakları Mısır’dan elde
  2865. etmişlerdi.
  2866. XII.yy ortalarında Selahaddin’in kurduğu Eyyubi hanedanı denetimi
  2867. yitiriyor, etkin güç Türk Menllukler’in eline geçiyordu. Eyyubi sultanlığının
  2868. Mısır’daki son krizi, Fransız Kralı IX. Louis tarafından düzenlenen haçlı seferi
  2869. sırasında, 1250 yalında Sultan’ın ölümüyle başladı. Sultanın cariyesi Şajar alDurr’un(İnci Ağacı) kriz sırasında sağduyusu sayesinde Müslüman devletinin ve
  2870. ordusunun istikranın korudu. Sultanın ölümünü gizleyerek oğlu Turan Sultan
  2871. Mezopotamya’dan dönünceye dek onun adına emirler verdi. Kısa sürede Turan
  2872. Şah Haçlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Kral Louis canım ve taraftarlarından
  2873. bazılarını kurtarmak için aldıklarını geri verdi ve yüklü bir tazminat ödemek
  2874. zorunda kaldı. Turan Şah’ı da Baybars komutasındaki Memlukler öldürdü ve
  2875. Eyyubi meşrutiyeti görüntüsü vermek » için Şajar al-Dun’u sultan ilan ettiler.
  2876. Ancak bu anlamlı hareketleri Suriye’nin Eyyubi beylerine hanedanlarının
  2877. Mısır’da devrildiği gerçeğini kabul ettiremedi ve hemen ardından yeni kadın
  2878. “sultan” tahttan inmesini isteyen beyler koalisyonu ile karşılaştı. Bağdat’taki
  2879. halife bile tüm bu olan bitenlerle doğrudan ilgilenmediği halde bir kadının tahta
  2880. çıkarılmasına itiraz etti. Üstüne üstlük bu kadın kendi haremindendi ve onu
  2881. Mısır sultanına hediye etmişti. Halife Suriyeli Eyyubi beylerini destekleyerek
  2882. Mısır’daki Memlukler’e kendilerine bir sultan seçmelerini buyurdu. Bir Mısır
  2883. tarihçisine göre halife Memlukler’e “Eğer içinizde seçecek bir erkek kalmadıysa
  2884. söyleyin, biz size göndeririz.”
  2885. 1 demişti,
  2886. 1260 yılında, Memluk generali Baybars, son Eyyubi’nin ölümünün ardından
  2887. çıkan karışıklıkta sultanlığını ilan etti. Baybars da Selahaddin gibi Müslüman
  2888. Mısır ile Suriye’yi bu kez daha kalıcı olacak şekilde tek bir devlet altında
  2889. birleştirdi. Yeni devletin doğudaki ve batıdaki dış düşmanlarını yenerek yeni
  2890. bir toplumsal düzen kurmaya başladı. Selahaddin, Bağdat’taki Abbasi halifesinin
  2891. hakimiyetini resmi olarak kabul etmiş ve Mısır’ın Sünniliğe döndüğünü
  2892. açıklamıştı.Baybars,Bağdat’taki Moğol fatihlerden kaçan bir Abbasiyi kabul
  2893. edip halifeliği Kahire’ye getirdi ve onu ilk gölge halife ilan etti. Bu gölge Kahire
  2894. halifeleri tamamen güçsüzdüler ve tek işleri tahta çıkan yeni sultan için tören
  2895. düzenlemekti. 1517 yılında Osmanlı Türkleri’nin Mısır’ı ele geçirmeleriyle
  2896. halifelikleri sona erdi.
  2897. Baybars ile haleflerinin yarı feodal Memluk sistemi,Eyyubiler’in Suriye ve
  2898. Mısır’a getirdikleri Selçuk sisteminden bir uyarlamaydı. Sistem Moğol
  2899. deneyiminden ve Mısır’da yaşamaya devam eden Moğol göçmenlerinden
  2900. etkilenmişti. Moğollar’ın İslam direnişinin bu kalesinde bile önemli bir
  2901. saygınlığı vardı. Bir dönem Memlukler Moğol silahlanın, yöntemlerini ve hatta
  2902. davranışlarını ve giysilerini taklit etmişlerdir.
  2903. Bir Memluk subayı ömrü boyunca ya da daha kısa bir süreliğine bir tımara
  2904. sahip olurdu. Genellikle topraklarında oturmaz, Kahire’de ya da tımarının
  2905. olduğu bölgenin büyük şehrinde otururdu. Sistemde gelir mülkiyetten daha çok
  2906. önemli olduğu için Batı feodalitesinde olduğu gibi malikaneler, şatolar ya da
  2907. güçlü yerel otoriteler gelişmemiştir.
  2908. Memlukler satın alınmış köleler olarak Mısır’da öğrenim ve eğitim
  2909. görmüşlerdi. Başlangıçta bunlar Karadeniz’in kuzey kıyılarından gelen Kıpçak
  2910. Türkleri’ydi ama sonraları aralarına Moğol asker kaçakları, başka ırklardan
  2911. insanlar, Yunanlılar, Kürtler, Çerkezler, hatta Avrupalılar bile karışmışlardır.
  2912. Hakim olan sınıfın dili Türkçe ya da Çerkezçe’ydi ve çoğu, bazı sultanlar bile,
  2913. Arapça bilmezlerdi. Baybars ve ondan sonra gelenlerin geliştirdikleri Memluk
  2914. devleti, askeri ve sivil şeklinde çok ince düzenlenmiş bir çifte yönetimin
  2915. kontrolündeydi.İkisinin de başında sivil kadrolu Memluk subayları yer alırdı.
  2916. 1383 yılma dek Memluk sultanlığı çoğunlukla babadan oğula geçmiştir. Bu
  2917. yıldan sonra Çerkez ya da İkinci Memluk sultanlığında tahta geçenler. en güçlü
  2918. komutanlar olmuştur. Bir sultan öldüğünde, tahta geçecek gerçek sultan
  2919. belirlenene kadar kısa süreliğine oğlu babasının yerine geçerdi.
  2920. Mısır için, Avrupa ile yaptığı ve Avrupa'nın Ortadoğu aracılığıyla Uzakdoğu
  2921. ile yaptığı ticaret, gerek ticari açıdan gerek de kazandırdığı gümrük vergileri
  2922. açısından büyük önem taşıyordu. Memluk hükümetleri güçlü oldukları
  2923. zamanlarda, Mısır'a bir ölçüde refah sağlayan bu ticareti koruyup teşvik
  2924. etmişlerdi.
  2925. Ne var ki, Baybars tarafından savuşturulan Moğol tehdidi henüz tamamen
  2926. yok olmamıştı.-1400 ve 1401 yıllarında Timur’un Türk-Moğol güçleri Suriye’ye
  2927. girerek Şam’ı yağmaladılar. Moğollar’ın ardından gelen veba, çekirge sürüleri ve
  2928. başıboş kalmış Bedeviler onların bıraktıklarım tamamladılar. Memluk sultanlığı
  2929. askeri ve ekonomik gücüne inen bu darbelerden bir daha asla tamamen
  2930. kurtulamadı.
  2931. XV.yy’daki mali ve ekonomik zorluklar, transit ticaretten elde edilebilecek
  2932. en fazla parayı kazanmaya yönelik yeni bir mali politikayı da beraberinde
  2933. getirdi. Bu politikaya yönelik olarak başlıca yerel ve transit ürünlerin
  2934. tekelleştirilmesi yöntemi benimsendi. Avrupa yükselen fiyatlara tepki gösterdi ve
  2935. bu durum Mısır’ın ekonomik yaşamını çok uzun vadeli olarak etkiledi.
  2936. Orta ve Doğu Anadolu, Konya veya Anadolu Selçuk sultanlarının
  2937. yönetimindeydi ve git gide bir İslam devletine dönüşerek Yakın ve
  2938. Ortadoğu’daki İslam uygarlığının ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Selçuk
  2939. monarşisinin gelişmesi sonucunda, ülkeyi fethetmiş ve sömürgeleştirmiş olan
  2940. aşiretlerin ve göçebelerin siyasi bağımsızlıkları kısıtlanmış, halkın inancı, din
  2941. adamları tarafından oluşturulan bir hiyerarşinin denetimi altına alınmıştı.
  2942. Müslüman hukukçular, bürokratlar, din adamları, esnaf ve tüccarlar yeni
  2943. sömürgeleşen topraklara yerleşmiş ve klasik İslam'ın şehirli uygarlığını
  2944. getirmişler, kırsal bölgelere de İslam devletinin ve yaşamının geleneksel
  2945. örneklerini benimsetmişlerdi.
  2946. Selçuk devletinde Moğol istilasının şokuyla onarılmaz yaralar açılmıştı.
  2947. Yaklaşık yarım yüzyıl çabaladı ama XTV yy başlarında yıkıldı. Merkezi devlet
  2948. otoritesinin çökmesi ve Anadolu'ya Moğollar’dan kaçan yeni Türk göçebe
  2949. akınlannın başlaması sonucunda sınırlarda tekrar savaşlar çıktı.XIII.yy sonları ile
  2950. XIV.yy'da, Batı Anadolu’nun siyasi ve askeri yaşamına sınır boyundaki
  2951. savaşçılar, dinde de dervişler hakim oldu. Batı Anadolu’nun tamamına Türk ve
  2952. Müslüman hakimiyetini yayan Bizans’a karşı yeni bir dalga başladı.
  2953. Yeni fetihleri paylaşan beyliklerden güçlü ve büyük bir imparatorluk
  2954. durumuna gelen yalnız biri oldu. Bu beyliğin adı XIV.yy’ın ilk çeyreğinde
  2955. başında olan kurucusu Osman Beyden gelmektedir. Beylik, Bizans’ın Bithynia
  2956. sınırlarında ve Konstantinopolis’in savunma hatlarının çok yakınında yer alması
  2957. nedeniyle daha büyük görevler üstlenip, daha büyük olanaklara sahip olmuş ve
  2958. başka yerlerden destek bulabilmiştir. Osman Bey ve onun yerine geçenler,
  2959. Bizanslılar’a karşı sürekli bir sınır savaşı sürdürmüşlerdir. 1326 yılında
  2960. fethettikleri Bursa’yı hızlı bir şekilde büyüyen devletlerine başkent yapmışlardır.
  2961. .1354 yılında Çanakkale Boğazı’nı geçerek Avrupa’ya giren Osmanlı güçleri,
  2962. birkaç yıl sonra Gelibolu’yu, daha sonra da yüz yıl süresince Avrupa'daki başlıca
  2963. üsleri durumuna gelecek Edirne’yi ele geçirmişlerdir. Sırplar ve Bulgarlar ile
  2964. yapılan özellikle Meriç (1371) ve Kosova (1389) savaşlarıyla Balkan
  2965. yarımadasının büyük bir bölümü Osmanlı yönetimine girmiş,girmeyenler de
  2966. bağlı olmuşlardı. Bunun sonucunda da Bulgaristan, Sırbistan ve Makedonya’da
  2967. kazanılacak zaferler hızlanmış oldu.
  2968. Osmanlılar Avrupa sahnesine yalnızca askeri yoldan çıkmamışlardır.
  2969. Avrupa’ya yerleşmelerinin ardından, ticari rakipleri Venediklilerle savaş
  2970. durumundaki Cenevizliler, Osmanlılar’dan askeri yardım talep etmişler, karşılık
  2971. olarak da mali yardım teklif etmişlerdi. Çağdaş Bizans tarihçisi Kantakuzenos
  2972. şunlan söyler: “...Cenevizliler çok miktarda para vaadinde bulunarak, bu
  2973. iyiliklerinin sonsuza kadar Ceneviz halkının ve senatosunun kalplerinde
  2974. kalacağını bildirdiler.” 1352 yılında yapılan ilk Osmanlı-Ceneviz ticari
  2975. anlaşması ile Avrupa ve Ortadoğu tarihinin başlıca konularından biri tekrar
  2976. onaylanmıştır.
  2977. Osmanlının dördüncü padişahı 1.Bayezid (1389-1401) tahta çıktığı sırada
  2978. imparatorluk Avrupa’da ve Asya’da önemli topraklara sahipti. Bayezid ülkesine
  2979. yeni bir karakter kazandırmayı amaçlayan oldukça hırslı bir kişiydi ve doğuya
  2980. yönelip Türk beyliklerini art arda yenerek Anadolu’nun tamamını hakimiyeti
  2981. altına aldı. Osmanlı padişahları, genel bir yaklaşımla en başından beri “sultan”
  2982. unvanını kullanıyorlardı. Bayezid bunu özelleştirerek, Kahire'deki “halife”den
  2983. “Rum Sultanı” olarak tanınmasını istedi. Anadolu Selçuk sultanlarının bu eski
  2984. unvanları,Anadolu’nun eski İslami monarşisinde ve hatta Ortadoğu İslam
  2985. İmparatorluğu’nda da iddia taşınması anlamına geliyordu. Bayezid’in 1396
  2986. yılında Niğbolu’da Balkanlar’ı kurtarmaya gelen Batı Avrupa şövalyelerini
  2987. yenmesi onu teşvik etti. Ama ondan daha güçlü bir fatihle karşılaşmıştı.
  2988. 1402’deki Ankara savaşında Timur tarafından yenilgiye uğratılıp esir düşen
  2989. Bayezid,intihar ederek yaşantıma son verdi. Osmanlı topraklan, Bayezid'in
  2990. sultan olduğu zamanki sınırlarına dek daralmıştı. Oğulları arasında da bir iç
  2991. savaş tehdidi belirdi ve büyük olasılıkla toplumsal kökenli olan bir dervişler
  2992. isyanı başladı. 1. Mehmed 1413 yılında kardeşlerini yendi. 1. Mehmed ve ondan
  2993. sonra gelenler bir süre daha çeşitli kesimlerin isyanlarıyla uğraşmak zorunda
  2994. kaldılar.
  2995. 1. Mehmed tahta kaldığı süre boyunca, Osmanlı devletini eski durumuna
  2996. getirmek ve pekiştirmekle uğraştı. Oğlu II. Murad döneminde (1421-1444 ve
  2997. 1446-1451) önemli ve büyük değişiklikler gerçekleşti. Yeni topraklar ele
  2998. geçirildi ve Avrupa’da Sırplar, Macarlar, Yunanlılar ve Haçlılar karşısında büyük
  2999. zaferler elde edildi. Anadolu’da ise daha önce Bayezid tarafından fethedilen
  3000. yerler bir kez daha alındı. Sonrasında barış ve güçlenme dönemine girildi.
  3001. Osmanlılar gerçek anlamda bir İslam saray yaşamı oluşturdular ve yazarları,
  3002. şairleri, Müslüman bilginlerini desteklediler. Bu dönemde, edebiyatta Türk milli
  3003. bilincinin ortaya çıkması dikkat çekici bir gelişmedir. Sultan Murad bu bilinci
  3004. teşvik etmiş, şiir bile yazmıştır. Sultan Murad zamanında' Oğuzlar’ın tarihi ve
  3005. efsaneleri araştırılmıştır. Osmanlı hanedanını Türk aşiret geleneğine ve
  3006. efsanelerine bağlayan, kökenini Oğuz Han'a kadar vardıran araştırmalar
  3007. yapılmıştır.Müslüman hanedan devleti ilkesine bağlı ve Osmanlı hanedanına
  3008. sadık olan güvenilir komutanların ortaya çıkışı ile birlikte tüm bu yeni saray ve
  3009. hanedan düşünceleri desteklenmiştir.
  3010. XIV.yy sonlarına doğru başlayan, 1430 yılından sonra da düzenli biçimde
  3011. devam eden Hıristiyan halk arasından Osmanlı ordusu ve devlet hizmetinde
  3012. görevlendirilmek üzere devşirmelerin toplanması Osmanlı hanedanının gücüne
  3013. güç katmıştır. XVEI. yy İngiliz tarihçi Wılliam Seaman’m çevirisine
  3014. göre,XVI.yy Osmanlı tarihçilerinden Hoca Efendi olarak da tanınan
  3015. Sadeddin,devşirme sistemini şöyle anlatmıştır:
  3016. 3
  3017. "Sultan vezirlerinden dinsizlerin içinden askerliğe uygun cesur ve çalışkan
  3018. gençlerin seçilip Müslüman yapılmasını istemiştir. Sultanın bu iş için
  3019. görevlendirdiği kişiler farklı ülkelerden yaklaşık bin kafir çocuğu toplayıp
  3020. asker olarak eğiteceklerdir Bu dinsiz gençler dindar kişilerin yanında
  3021. olacaklarından gönüllerine İslamiyet’in ışığı dolacak ve sahte dinin kirinden
  3022. arınacaklardır.”
  3023. Bu sayede Hıristiyan halkın enerjisi ile dervişlerin ruhu Osmanlı hanedanına
  3024. hizmet edecekti. Selçukluların siyasi ve dini değişiklikleriyle düzenlenen Sünni
  3025. İslam modellerine göre gelişen devlet ile hâlâ sınır boyları geleneğinin hakim
  3026. olduğu ordu arasındaki birleşme sorunlarına uygun bir çözüm getirilmiş oldu.
  3027. Osmanlı devletinde İslam dini kurumu olgunluk dönemine ulaşmış, Sünni
  3028. devletiyle tam bir bütünleşme gerçekleşmiştir.Artık İslamiyet gerçek bir
  3029. kurumsal yapıya kavuşmuştu. Şeriatın onayladığı en üst dini otoritenin
  3030. başkanlığında, belirli güçleri ve görev olan profesyonel ve eğitimli din
  3031. adamlarının hiyerarşisi söz konusuydu. İleri derecede maddi uygarlığa sahip olan
  3032. bir Müslüman devletinde, İslam Şeriatı’nı ülkenin etkin hukuku yapmak için
  3033. gösterilen tek ciddi çaba Osmanlılar’a aittir. Osmanlılar, din bilginlerine ve
  3034. yargıçlarına daha önce eşi görülmemiş otorite, güç ve statü vermişlerdi.
  3035. 1451 yılında II.Mehmed, babası Sultan Murad’ın yerine geçti. Yeni sultana
  3036. coğrafi olarak ikiye bölünmüş bir imparatorluk miras kalmıştı. Artık Anadolu
  3037. Ortadoğu İslam uygarlığı ile yeniden biçimlenmiş ve bu uygarlığa benzemiş eski
  3038. bir İslam toprağı olmuştu. Henüz ele geçirilen Rumeli, hâlâ bir sınır boyuydu ve
  3039. sınır boylarında yaşayanların davranış ve idealleri ile dervişlerin mistik
  3040. inançlarının etkisi altındaydı. Eski ve yeni iki başkent Bursa ile Edime arasında
  3041. yeni bir bağ kurmak gerekiyordu. Sultanın tahta geçmesinin iki yıl, kuşatmanın
  3042. başlamasının yedi hafta ardından 29 Mayıs 1453 tarihinde yeniçeriler tarafından
  3043. Konstantinopolis’in yıkılmış surlarına son bir saldırı gerçekleştirildi. Son
  3044. Konstantin, askerleri ile birlikte savaşırken öldü. Hilalli bayrak, Ayasofya’nın
  3045. kubbesine dikildi, sultan da imparatorluk şehrine yerleşti.
  3046. 7. BÖLÜM
  3047. BARUT İMPARATORLUKLARI
  3048. Müslümanların yüzyıllardır sahip olmak istedikleri Konstantinopolis’i ele
  3049. geçirmeleriyle birlikte son parça da yerine oturmuş oldu. Sultan II. Mehmed, bu
  3050. fethin ardından Fatih adını aldı. Fatih Sultan Mehmed, Asya ile Afrika'nın ve
  3051. onları şekillendiren iki geleneğin birleşmesini tamamlamış oldu. Sınır savaşçıları
  3052. beyliği bir imparatorluk olurken, lideri de imparator olmuştu. Bu zaferle
  3053. Osmanlı-Sultanlığı İslam’ın Batı’ya yönelmesinde aldığı öncü rolünü
  3054. kesinleşiyor ve İslam dünyasında önemli ölçüde saygınlık kazanmasını
  3055. sağlıyordu.
  3056. Sultan II. Mehmed’in padişahlığında bundan sonraki dönem Avrupa ve Asya
  3057. sınırlarına düzenlediği fetihlerle geçti. Avrupa’da Mora’dakİ son Rum
  3058. despotluklarını aldı, Sırbistan ve Bosna’yı Osmanlı topraklarına kattı ve Yunan
  3059. adalarının çoğunu ele geçirdi. Asya’da Cenevizlilerden Amasra’yı, Müslüman
  3060. beyinden Sinop’u ve Yunan imparatorundan Trabzon’u aldı. Ancak daha doğuya
  3061. ilerlemeyi ya da Müslüman hükümdarlara karşı savaş açmayı asla istemiyordu.
  3062. Sultan II. Mehmed, 1473 yılındaki savaşla kendisine meydan okuyan Doğu
  3063. Anadolu ve Mezopotamya Türkmen hükümdarı Uzun Hasan’ı yenilgiye uğrattı.
  3064. Ancak bu zaferini ilerletmeye çalışmadı. Bunun nedenleri,XVI.yy tarihçisi
  3065. Kemalpaşazade’nin yazmış olduğu sultanın bir konuşmasında şöyle anlatılmıştır:
  3066. “Bu saldınsı yüzünden Uzun Hasan’ın cezalandırılması doğru olandı çünkü
  3067. İslam’ın büyük sultanlarının hanedanlarının yok edilmesi doğru olmazdı.” Asıl
  3068. önemli olan, sultanın,Avrupa’daki önemli işi olan cihada engel olmasıydı.”
  3069. Öte yandan Osmanlı sultanları güney ve doğu sınırlarının ötesinde önemli
  3070. değişikliklerin olduğu Müslüman topraklarına ilgisiz kalamazlardı.XIII.yy’ın
  3071. ortalarından itibaren Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memluk sultanlığının
  3072. yıkılışı bu değişikliklerden biriydi. Son zamanlarında Mısır sultanlığı bir tür
  3073. Arap Bizansı haline gelmişti. Kuzeyde ve doğuda, Anadolu ve İran yaylasında,
  3074. İslamiyet’in kültürel ve siyasi liderliğini ele geçirmiş olan Türkler ile İranlılar
  3075. arasında yeni devletler ve toplumlar ortaya çıkıyordu. Genellikle Türkler ve
  3076. İranlılar’ın kendi dilleriyle adlandırılan yeni bir uygarlık oluşmaya başlıyordu.
  3077. Suriye ve Mısır’da, artarak doğudan gelen büyük etkilere rağmen eski düzen
  3078. korunabilmişti. Eski İslam kültürü Arapça şekliyle çok uzun yıllar sürmüştü.
  3079. Ülkeyi savunan Memluk askerleri Nil vadisini istilalara karşı
  3080. korumuşlardı.Çoğunluğu Memlukler’in oğulları ve onların yerine geçenlerden
  3081. oluşan Suriyeli ve Mısırlı yetkililer devleti yönetmiş, bununla birlikte de klasik
  3082. İslam mirasını korumuş ve yorumlayarak zenginleştirmişlerdi.
  3083. Suriye-Mısır sultanlığı, Timur’la yapılan savaş, kötü mali yönetim yüzünden
  3084. kaynakların kuruması, kuraklık, açlık ve veba, Memluk düzeninin ve
  3085. toplumunun çökmesi başta olmak üzere çeşitli dış etmenlerle ve iç savaşlarla
  3086. fazlasıyla güç kaybetmişti.
  3087. Son darbeler de kuzeyden ve batıdan olmak üzere dışarıdan alındı.Bunlardan
  3088. biri, Portekizliler’in doğu sularına gelmesi sebebiyle ekonomikti. Portekizliler,
  3089. Avrupa ile Hindistan arasında oluşturdukları doğrudan deniz yolları sayesinde
  3090. Mısır ticaretinin önüne geçtiler. Bu durumun gelecekteki etkileri eskiden
  3091. düşünüldüğü kadar büyük olmayacaktı.XVI.yy’da Levant'ta ticaret çok önemli
  3092. canlanmalar olmuştur.Ne var ki,durumun yarattığı ilk'etkiler oldukça önemliydi.
  3093. Memluk sultanı Kansuh elGuri (1500-1516) zamanında ticaretin ve gelirlerin azalması krize yol açtı.
  3094. Venedikliler’in teşvikiyle Hindistan’a bir Mısır filosu çıkardı. Başta birkaç
  3095. başarı kazanan filoyu Portekizliler yenilgiye uğrattı. Bunun ardından
  3096. Portekizliler Hint okyanusundaki Müslüman ticaret gemilerini yok etmeye
  3097. başladılar, hatta Portekiz gemileri Basra Körfezi ve Kızıldeniz’e kadar ilerlediler.
  3098. Kuzeyden ise tehlikeli bir askeri darbe alındı. Memluk ile Osmanlı
  3099. sultanlarının ilişkileri bir dönem dostluk içinde sürmüştü ama XV.yy’ın ikinci
  3100. yarısında bozulmaya başladı. İki devlet, 1485 ile 1490 yıllan arasında savaştılar.
  3101. Çoğunlukla Memlukler’in Osmanlılarca karşı üstün olduğu savaşlarda kesin bir
  3102. sonuç elde edilemedi.
  3103. Askeri denge hızla Osmanlılar yararına değişiyordu. Bu değişiklikte,
  3104. Osmanlılar’ın büyük bir etkinlikle ve hızla ateşli silahlan benimsemeleri büyük
  3105. önem taşıyordu. Memlukler ise yeni ateşli silahlara karşı istekli değillerdi.
  3106. Osmanlılar’ın topraklarında madenler bulunuyordu ama Memlukler’in
  3107. topraklarında madenleri olmadığı için ithal etmek zorundaydılar. Ancak bu
  3108. somut zorluklardan çok daha önemli olanı, Memluk emirlerinin, eskinin onurlu
  3109. ve yasal silahlarına sahip çıkarak ateşli silahları ve kullananları değersiz
  3110. görmeleriydi. Son zamanlarında Memlukler’in birkaç umutsuz ateşli silah
  3111. edinme çabaları olmuştur. Silahları,siyah köleler ile Memlukler’in yerlilerden
  3112. olan çocuklarından oluşan özel askeri birliklere ve paralı yabancı askerlere
  3113. verdiler ama bunlar yeterli değildi. Osmanlılar’ın tüfekli piyade ve topçuları
  3114. Memlukler’in mızraklı süvari ve okçularından çok daha üstündü.
  3115. Osmanlılar’ın Memlukler'e yapılacak son saldırıdan önce daha fazla tehlikeli
  3116. başka bir Müslüman düşmanla savaşmaları gerekiyordu. Konstantinopolis’in
  3117. fethinden yarım yüzyıl sonra Osmanlılar’ın karşısına Hıristiyan değil, Müslüman
  3118. bir rakip çıktı. Bu da İran’ın yeni Safevi hanedanı şahlarıydı. Bunlar köklü bir
  3119. Şii hareketinin ardından başa gelerek yüzyıllardan beri ilk defa Akdeniz ile Orta
  3120. Asya ve Hindistan kapıları arasındaki bölgenin tamamını içine alan güçlü bir
  3121. birleşik devlet kurmuşlardı. Kaynağı radikal Şii öğretileri olan ve Osmanlı
  3122. sınırlarının kuzeybatısına yerleşen bu militan yeni güç, Türkiye’de bir tehdit ve
  3123. de meydan okuma olarak görülüyor, İran ve Anadolu yaylalarının hükümdarları
  3124. arasındaki eski rekabetinin tekrar dirilmesine dini bir nitelik kazandırıyordu.
  3125. İran’da bulunan milyonlarca Sünni belki de halkın çoğunluğunu oluşturuyordu.
  3126. Osmanlı İmparatorluğu’nda en azından yüz binlerce Şii bulunuyordu ve bunların
  3127. da doğudaki yeni Şii rejimine eğilimleri olabilirdi. Safevi şahı ve Osmanlı
  3128. sultanı, birbirleri açısından kesinlikle hoşgörü gösterilmeyecek olan gaspçı ve
  3129. din düşmanlarıydı. Safevi ailesinin Türk kökenli olması ve Türk olan
  3130. Anadolu’da geniş bir destek görmesi Osmanlılar’a yönelik bu tehdidin
  3131. ciddiyetini daha çok artırıyordu.
  3132. Osmanlılar’ın bu tehdide tepkileri erkenden geldi. 1502 yılında Sultan
  3133. Bayezid Anadolu Şiileri’nin Anadolu’dan Yunanistan’a sürülmesini buyurdu ve
  3134. îran sınırındaki güçlerine seferberlik ilan etti. 1511 yılında Orta Anadolu’da
  3135. Osmanlılar’a karşı tehlikeli bir Şii isyanı başladı. Yaşlı sultan ertesi yıl tahttan
  3136. çekilerek yerini ileride adı Yavuz Sultan Selim olacak olan oğlu I.Selim’e (1512-
  3137. 1520) bıraktı. Çok geçmeden Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki düşmanlık
  3138. ve rekabet savaşa dönüştü. İki hükümdar arasında savaştan önce oldukça sert
  3139. yazışmalar olmuştur. Bu yazışmaları, sultanın kültürlü beylerin dili Farsça ile,
  3140. şahın ise aşiret ve kırsal kökenlerinin dili Türkçe ile yapmış olması dikkat
  3141. çekicidir.
  3142. Savaşta Osmanlılar zafer kazandı. İran ordusu, 23 Ağustos 1514 tarihinde iki
  3143. imparatorluğun sınırlan arasında yer alan Çaldıran ovasında, Osmanlı
  3144. yeniçerileri ve topçusu tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı. 7 Eylül 1514’te
  3145. sultan, İran’ın başkenti Tebriz’i ele geçirdi. Yavuz Sultan Selim, bu zaferinden
  3146. sonra, kendinden önceki sultan II. Mehmed gibi doğuya yönelmedi. Şahı
  3147. yenilmiş ve güçsüz bir durumda ama yine İran’da bir Şii devletinin lideri olarak
  3148. bırakarak Türkiye’ye döndü. Bundan sonra iki imparatorluk arasında zorlu ve
  3149. uzun bir çatışma başladı. Bu mücadele sırasında, İran’da Sünniler’in, Türkiye’de
  3150. Şiiler’in kanlı bir biçimde bastırılmaları ortak nefreti ve korkuyu şehit olanların
  3151. kanıyla beslemiştir.
  3152. Tüm bu yaşananlar İslam’ın liderliği ile Ortadoğu’nun denetimi elde etmek
  3153. uğrunaydı. Mücadele yalnızca savaş meydanlarında değil, Şii ve Sünni
  3154. inançlarının arasındaki propaganda savaşıyla da sürdürüldü ve Osmanlılar’ın
  3155. sınırlı zaferleriyle son buldu, Osmanlılar İran imparatorluğunu tümüyle yok
  3156. edemediler, ancak sınırlayabildiler. Böylece güneyde Arapça konuşulan ülkelerin
  3157. Osmanlı topraklarına katılması fırsatı doğdu. Osmanlılar, 1516-17 yılları
  3158. arasındaki bir savaşla son iki buçuk yüzyıldır Suriye, Mısır, ve Batı Arabistan’ı
  3159. egemenliğine almış olan Memluk sultanlığını yok ederek, bu ülkeleri ele
  3160. geçirdiler. Bu yeni toprakların alınmasıyla birlikte Osmanlı hakimiyeti, güneyde
  3161. Afrika ve Arabistan’da Kızıldeniz'in iki kıyısına, doğuda Hint Okyanusu’na,
  3162. batıda Fas sınırına kadar Kuzey Afrika’da, sonra da XVI. yy’da Irak'a kadar
  3163. genişledi. Bu sırada Osmanlılar, uzun süren bir mücadelenin ardından İranlı
  3164. hükümdarlarının elinde bulunan Irak’ı ele geçirmiş ve Osmanlı ordularını Basra
  3165. Körfezi’ne kadar indirmişlerdi. Kutsal Medine ve Mekke şehirleri de dahil
  3166. olmak üzere İslamiyet’in merkezi toprakların hakimi artık Osmanlı sultanlarıydı.
  3167. Kutsal şehirlerin hakimiyeti ile saygınlıktan, merkezi toprakların hakimiyeti ile
  3168. de sorumlulukları artıyordu.
  3169. Osmanlılar, İranlılar’ı yola getirip, Memlukler’i yıktıklarına göre artık
  3170. Avrupa’daki savaşa dönebilirlerdi. İmparatorluk Kanuni Sultan Süleyman
  3171. döneminde (1520-1566) gücünün en üst noktasına ulaşmıştı. 1526 yılındaki
  3172. Mohaç Savaşı’nda Macaristan krallığı ordusu Osmanlılar tarafından bozguna
  3173. uğratıldı. Kemalpaşazade Osmanlı zaferini şöyle kutlamıştır:
  3174. 2
  3175. "Muhteşem ordular, ateş gibi parıldayan kılıçlarıyla ölüme mahkum ancak
  3176. yine de cesur kafirlere saldırdılar. Tıpkı bir savaş bayramındaki şarap
  3177. kadehleri gibi kırmızı renkteler, başları erguvan çiçekleri gibi, gözleriyse birer
  3178. akik taşı ve elleri de mercan gibi parıldıyor... Savaş, gökyüzü kan kırmızısı
  3179. oluncaya dek sürdü... ”
  3180. Kral zorlu bir savaşın ardından yenilir:
  3181. “Sultanın buyruğuyla yeniçeri tüfekçileri düşmana ateş açtılar... Ve o anda
  3182. yüzlerce batta binlerce düşmanı cehenneme gönderdiler... Kral da hem bu
  3183. dünyayı hem de öbür dünyayı kaybetmişti. ”
  3184. Bu zaferin ardından Kanuni Sultan Süleyman'ın orduları Macaristan’ı
  3185. geçerek 1529 yılında Viyana’yı ilk kez kuşattılar. Doğuda Hint Okyanusu’nda
  3186. Osmanlı donanmaları Portekizlilere meydan okuyorlardı. Müslüman deniz gücü,
  3187. batıda Kuzey Afrika'nın denetim altına alınmasıyla Batı Akdeniz’e kadar
  3188. ilerlemiş, Atlantik Okyanusu’na ve Batı Avrupa kıyılarına baskınlar yapmaya
  3189. bile başlamıştı. Hıristiyan dünyasını bir kez daha İslamın yayılması tehdidiyle
  3190. karşı karşıyaydı. Haçlı seferleri son bulmuş ve cihad tekrar başlamıştı. Elizabeth
  3191. döneminde Türkler’in tarihini yazan Richard Knolles, Türk imparatorluğuna
  3192. “Dünyanın şimdiki belası” derken Avrupa’daki ortak görüşü ifade
  3193. ediyordu.XVI.yy Türkler’in doruğa ulaştıktan sonra gerilemeye başladıktan
  3194. yüzyıl olmuştur. Orta Avrupa’da ilk Viyana’yı alma çabasından sonra yüz elli yıl
  3195. sürecek ama sonuçsuz kalacak kanlı bir mücadele başladı. Bu dönem 1683
  3196. yılındaki ikinci Viyana kuşatılmasıyla sona buldu. Bu kez, kesin ve tam bir
  3197. yenilgi alan taraf Türkler olmuştu. Osmanlılar’ın doğuda önce Mısır, sonra
  3198. Irak’taki üslerinden denizdeki güçleri devam etti. Osmanlı valileri bir süre
  3199. Afrika Boynuzu ve Yemen’e yerleştirdiler. Avrupalı Hıristiyan düşmanlarını
  3200. korumak isteyen yerel Müslüman hükümdarlar Güneydoğu Asya’ya bir Osmanlı
  3201. topçu birliği yollamışlardır. Ne var ki, tüm uğraşlar boşaydı, Portekiz ile öteki
  3202. Batılı savaş gemilerinin karşısında Osmanlı donanması bile güçsüz kalıyordu.
  3203. Osmanlılar’ın yerel Müslüman hükümdarlardan aldıkları desteğe rağmen, Batı
  3204. Avrupa’nın güçlenmeye devam eden donanmaları karşısında Güney ve
  3205. Güneydoğu Asya’dan çekilmeleri zorunlu oldu.
  3206. Osmanlılar, 1571 yılındaki İnebahtı deniz savaşıyla da Akdeniz’de ilk büyük
  3207. yenilgiye uğradılar. Sadrazam Lütfi Paşa Kanuni Sultan Sülayman’a deniz gücü
  3208. sorunuyla ilgili şunları söylemiştir: “Karaya hükmeden çok olmuştur. Kafirler
  3209. denizde bizden üstünler. Onları yenmeliyiz.”
  3210. 3
  3211. İnebahtı Savaşı, Hıristiyan Avrupa tarafından büyük bir zafer şeklinde
  3212. kutlandı. Ancak bu zafer, Osmanlı donanmalarının Asya denizlerinde yenilgiye
  3213. uğratılıp yok edilmesinin yanında çok da önemli değildi. Kısa sürede Osmanlılar
  3214. Akdeniz’deki deniz güçlerini çoğaltmışlar, böylelikle Avrupa’daki topraklarını
  3215. saldırılara karşı koruyabilmişlerdir. II.Sultan Selim (1566-1574) ile sadrazamı
  3216. Sokollu Mehmed Paşa’nın İnebahtı’da batırılan gemilerin yerine yeni bir
  3217. donanmanın yapılmasıyla ilgili konuşması, bir Türk tarihçisi tarafından şöyle
  3218. aktarılmıştır: “Sultan yeni donanmanın maliyetini sorduğunda sadrazam,
  3219. “İmparatorluğumuz o kadar güçlüdür ki, istersek atlastan yelkenleri,ibrişimden
  3220. halatları ve gümüşten çıpaları olan bir donanma inşa edebiliriz.”
  3221. 4 demişti.
  3222. Gerçekten de donanma yeniden yapılarak Müslüman deniz gücü Yakındoğu
  3223. ve Kuzey Afrika’da üslendi. Sonra da XVII.yy’da Akdeniz’e hakim olmayı ve
  3224. Atlantik’e açılmayı sürdürdü. Hıristiyan Avrupa’ya oranla, İslam dünyasının
  3225. gerçek gücü önemli derecede zayıflamıştı, ancak Osmanlı askeri gücü sayesinde
  3226. hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar bu gerileyişin henüz farkında değillerdi.
  3227. XVI.yy ortalarında, Kanuni Sultan Süleyman’ın sarayındaki Kutsal Roma
  3228. împaratorluğu’nun elçisi Busbecq, büyük bir Osmanlı gücü altında yaşan
  3229. Hıristiyan Avrupa konusundaki endişelerini şöyle ifade etmiştir:
  3230. 5
  3231. "Bizim lehimizde yalnızca İran hareket etmektedir ve düşman bize
  3232. saldırmaya hazırlanırken arkasındaki tehlikeye dikkat etmelidir... İran
  3233. yalnızca kaderimizi geciktirir bizi kurtaramaz. Türkler İran'la işlerini
  3234. bitirince, Doğu ’nun tüm desteğiyle boğazımıza sarılacak. Bunun için ne
  3235. kadar hazırlıksız olduğumuzu söylemeye dilim varmıyor.’
  3236. Osmanlılar “İran ile hesaplaşmadılar.” 19.yy başlarına kadar doğu komşuları
  3237. ve rakipleriyle mücadeleyi sürdürdüler ama artık Türkiye de, İran da Batı’yı
  3238. tehdit edecek halde değillerdi.
  3239. Mısır Memluk sultanlarının yaptığı gibi İran hükümdarları da ateşli silahlara
  3240. pek sıcak bakmadıklarından, başlangıçta bu silahlan almak için çok istekli
  3241. değillerdi. Onlar da tıpkı Memlukler gibi Osmanlı tüfekçilerini ve topçusunu
  3242. görünce yanıldıklarının farkına vardılar. Ancak Memlukler’den farklı olarak
  3243. yıkılmamış ve aldıkları dersleri uygulama olanağı elde etmişlerdi. XVI. özellikle
  3244. de XVII. yy’da İran şahları ordularına tüfek ve top almışlardı. Venedik, Portekiz
  3245. ve İngiltere önemli ikmal kaynakları olmuştur.
  3246. İranlılar başlangıçta istekli olmamalarına rağmen, silah üretimini ve
  3247. kullanımını kısa sürede öğrendiler. 24 Eylül 1572 tarihinde Venedik elçisi
  3248. Vincenzo di Alessandri’nin Onlar Konseyi’ne verdiği raporda açıkladığı gözlemi
  3249. söyledin
  3250. 6
  3251. "Kullandıkları silahlar mızrak, kılıç ve arkebüzdür ve silahları tüm diğer
  3252. ülkelerin silahlarından daha üstün, çelikleri de daha iyidir.Arkebüzlerin
  3253. namlularının uzunluğu çoğunlukla altı karıştır ve yaklaşık olarak üç onstan
  3254. biraz daha hafif olan gülleler atarlar. Bunları yaylarını çekmeyi ya da
  3255. kılıçlarım kullanmayı aksatmadan kolayca kullanırlar. Kılıçlarına gerek
  3256. duyana dek eyerlerinde asılı tutarlar. Arkebüzü sırtlarına astıkları ve
  3257. kılıçlarını ellerinde tuttuklarından bir silahı kullanmaları ötekini engellemez.
  3258. Kılıç, yay ve ateşli silahı neredeyse aynı anda kullanabilen İranlı süvarinin
  3259. resmedildiği tablo, gerçekleşen değişikliklerin karmaşasını başarıyla
  3260. simgelemektedir.XVI. ve XVII.yy’da ateşli silahlar İran hükümdarları tarafından
  3261. istenmeyerek de olsa kullanılmaya başlanarak, askerlerinin çoğunluğunu bu
  3262. silahlarla donatılmıştır. Kuşatmalarda, onlar kadar yoğun olmamakla birlikte
  3263. tıpkı Osmanlılar gibi top kullanıyorlardı. Sahra topçusunu kısıtlı ve genellikle de
  3264. etkisiz bir şekilde kullanıyorlardı.
  3265. Şah Abbas. (1587-1629), Şah İsmail’den sonraki hükümdarlardan en ilginç
  3266. olanıdır. Şah Abbas’ın Osmanlı modeline göre yeni bir piyade ve topçu birliği
  3267. kurması yaptığı en önemli iştir.1598 yılında yirmi altı kişiyle İran’a gelerek uzun
  3268. süre şahın hizmetinde bulunan Robert ve Anthony Shirley adlı İngiliz kardeşler,
  3269. bu birliğin kurulmasında Şah Abbas’a yardım etmişlerdir.Şah Abbas ilk olarak,
  3270. İran'ın doğu eyaletlerinde pek çok şehri ele geçiren Orta Asya özbekleri’ni
  3271. durdurdu. Bunu başarabilmek için de Osmanlılar ile barış yaptı ve Gürcistan,
  3272. eski Safevi başkenti Tebriz ile Azerbeycan’ı onlara bıraktı. Özbekler’e
  3273. uyguladığı başarılı politikası sayesinde doğudaki kaybetmiş olduğu yerleri geri
  3274. aldı ve yeniden gözünü batıya dikti. 1603 yılında Tebriz’i alarak ilerlemeyi
  3275. sürdürdü ve daha önce Osmanlılar tarafından fethedilmiş olan Irak topraklarının
  3276. büyük bölümünü ele geçirdi, l6l6 yılında Hindistan’da Surat’ta çalışmaya
  3277. başlayan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, Şah Abbas hükümdarlığı zamanındaki
  3278. önemli bir diğer olaydır. Portekizliler o döneme dek İran’daki Batılı ticaretin
  3279. neredeyse tamamını ellerinde bulunduruyorlardı, ancak İngilizlerin bu girişimini
  3280. durdurmayı başaramadılar. 1622 yılında İngiliz tüccarları bir Iran ordusunun,
  3281. 1514 yılından bu yana Portekizliler’in elinde olan Basra Körfezi’ndeki
  3282. Hürmüz’ü ele geçirmesine yardım ettiler. Bu olay için yazılan bir destan ile İran
  3283. ordusunun, bu başarısı kutlandı.
  3284. “Büyük” olarak anılan Şah Abbas dönemi Safevi çağının zirvesiydi.
  3285. Portekiz, Hollanda ve İngilizler arasındaki Batılı güçlerin Basra Körfezi ve Hint
  3286. Okyanusu’ndaki rakip durumlarının, şahın yakalayıp faydalanmada gecikmediği
  3287. avantajları vardı. 1597 yılında Şah Abbas başkenti tekrar taşıdı, daha önce de
  3288. Tebriz’den Kazvin’e taşmıştı. Başkenti bu defa, doğudaki ve batıdaki düşmanları
  3289. olan Özbekler’e ve Türklerce karşı harekatlarını daha yakından izleyebileceği ve
  3290. daha merkezi bir konumdaki İsfahan’a taşıdı, İsfahan’da Şah Abbas zamanında
  3291. yapılan yeni yapılar şehre kalıcı bir güzellik kattı ve orada yaşanların “İsfahan
  3292. nısf-ı cihan" (Isfahan dünyanın yansıdır) diye gururlanmalarını doğruladı.
  3293. Safevi hanedanı, Şah Abbas öldükten sonra hızla çökmeye
  3294. başladı.Osmanlılar Şah Abbas’ın onlardan geri aldığı yerleri ve Bağdat’ı yeniden
  3295. aldılar. İran'ın doğudaki komşuları olan Afganlar ve Özbekler saldırılarına
  3296. devam ettiler. Kafkasya sınırlarına Kazakların akınlar yapmaya başladıkları
  3297. sırada, ilk Rus heyeti 1664 yılında İsfahan’a girdi.
  3298. O sırada kuzeyde uzun dönemde büyük önem kazanacak birtakım gelişmeler
  3299. oluyordu. 1480 yılında Moskova çan Büyük İvan, Rus tarihçileri tarafından
  3300. “Tatar boyunduruğu” olarak adlandırılan durumdan, bağımlılıktan ve haraç
  3301. vermekten sonunda kurtulmuştu. Ruslar tıpkı Batıdaki Portekizler ve İspanyollar
  3302. gibi, ancak daha başarılı bir şekilde ülkelerini Müslüman egemenliğinden
  3303. kurtarmış ve eski efendilerini kendi topraklan-na geri göndermeye başladılar.
  3304. Uzunca bir uğraştan sonra 1552 yılında Volga Tatarları’nın başkenti Kazan’ı ele
  3305. geçirdiler. Bundan sonra da bölge daima Rus yönetiminde kaldı. Ruslar, Volga
  3306. üzerinden aşağı inerek 1556 yılında Hazar kıyısındaki Astrakhan limanını
  3307. aldılar. Artık Ruslar Volga ırmağının tamamını ele geçirmişler ve Hazar
  3308. Denizi’nde bir köprübaşına sahip olmuşlardı. Güneye indikleri sırada Müslüman
  3309. düşmanlarının çoğunu yenmişlerdi ve Osmanlı Kırım Tatar topraklarına doğru
  3310. ilerliyorlardı.Bu tehlikenin farkında olan Osmanlılar karşı koymaya çalışıyorlar
  3311. ama sonuç alamıyorlardı. Osmanlılar’ın bir sefer düzenleyip Astrakhan’ı alma
  3312. ve donanmalarını Karadeniz’den Hazar’a çıkartmak için Volga ile Don ırmakları
  3313. arasında bir kanal açma planlan da gerçekleşemedi. Bir süre daha Kırım'ın Tatar
  3314. hanları Ruslar’a direnerek Osmanlı sultanlarına bağlı kaldılar. Bu süre boyunca
  3315. Karadeniz Tatar ve Türk denetimi altında bulundu. Çoğunluğu gıda maddesi ve
  3316. Doğu Avrupalı kölelerden oluşan önemli bir ticaret İstanbul ile Kırım arasında
  3317. sürdü.
  3318. Öte yandan Ruslar da ilerlemeye devam ediyorlardı. XVIL yy’da Astrakhan,
  3319. Ruslar’ın kuzey Kafkasya'nın bağımsız Müslüman devletlerine doğru yayılma
  3320. merkezleri haline geldi. Sonra da Volga ve Don ırmaklarının ağızları arasındaki
  3321. Rus imparatorluk eyaletinin yönetim merkezi oldu. 1637 yılında, Karadeniz’deki
  3322. Türk Azak deniz kalesi bağımsız hareket eden Don ;Kazakları tarafından
  3323. fethedildi. Don Kazakları kaleyi yıllarca Türk kara ve deniz saldırılarına karşı
  3324. ellerinde bulundurdular,sonra da Rus çarına hediye ettiler. Ancak Osmanlı
  3325. İmparatorluğu ile savaşa girme tehlikesini göze alamayan Rus çan bu hediyeyi
  3326. kabul etmek istemedi.Karadeniz’e gidecek Rus yolu henüz açık olmamakla
  3327. birlikte artık belliydi.
  3328. 1602 yılında Kutsal Roma imparatoru ile Osmanlı sultanı arasında yapılan
  3329. Zitvatorok Antlaşması önemli bir değişikliğin göstergesiydi. Antlaşma Habsburg
  3330. ve Osmanlı imparatorluklarının sınırını çizen ırmağın üzerindeki bir adada
  3331. imzalanmıştı.Bu anlaşma, eskiden yapılanlar gibi zaferi kazananın başkentinde
  3332. dikte ettiği bir barış olmamış, eşitler arasında tam da sınırda yapılan bir uzlaşma
  3333. olmuştur. Bu değişikliği simgeleyen başka bir şey de, o güne dek Türk
  3334. belgelerinde “Viyana kralı”şeklinde küçümsenen Habsburg hükümdarı için
  3335. Osmanlı sultanına ait “padişah” unvanının kullanılmasıydı.Osmanlılar’ın
  3336. Avrupa’ya girdikleri ilk zamanlarda gerçek anlamda bir antlaşma da görüşme de
  3337. yapılmamıştı. Dini bir görev olan ve İslam ile kafir düşmanları arasında sürekli
  3338. yapılan savaşlar, ara sıra barışlarla dururdu. Bu barışlar da Osmanlılar tarafından
  3339. yenilen düşmanlarına İstanbul’da dikte edilirdi. Sonuç olarak Zitvatorok
  3340. Antlaşması koşulların değiştiğini gösteriyordu. Dolayısıyla kavramlar ve
  3341. yöntemler de değişmişti.
  3342. İstenmeden verilen eşitlik ödünü ile başlayan XVII. yy bir yenilginin kesin
  3343. olarak kabul edilmesiyle son bulmuştur. Hıristiyan ve Müslüman dünyalarında
  3344. askeri ve siyasi güç dengesindeki değişiklik oldukça yavaş olduğu için derslerin
  3345. çıkarılması, anlaşılması ve uygulanması zaman almıştır. Ekonomik eşitsizlik
  3346. hemen kavranmamıştı, ancak kavranışı çok derin ve kesin olmuştu. Avrupa’nın
  3347. ticaret merkezleri, dolayısıyla da güç merkezleri okyanuslardaki keşiflerin
  3348. sonucunda Akdeniz’den Atlantik’e, Orta ve Güney Avrupa’dan Batılı denizci
  3349. devletlere kaymıştı.
  3350. Batılılar, Ortadoğu’da ve başka bölgelerdeki İslam devletleriyle olan
  3351. alışverişlerinde önemli üstünlüklere sahipti. Atlantik fırtınalarına dayanacak
  3352. şekilde yapılan gemileri, Müslümanlar’ın Akdeniz ve Hint Okyanusu’ndaki
  3353. gemilerinden oldukça ağır ve büyüktü. Gemi yapımcılarının tasarladığı,
  3354. Atlantik’te eğitim almış kaptanların yönettiği bu gemilerin manevra yetenekleri
  3355. çok daha fazlaydı ve çifte avantaja sahiplerdi: Barış zamanında daha fazla yükle
  3356. daha uzaklara daha düşük maliyetlerle gidebiliyorlar, savaş zamanında da daha
  3357. fazla top taşıyorlardı. Batı Avrupa’daki denizci devletler, Güney ve Güneydoğu
  3358. Asya ile Orta Amerika’daki tropik ülkeleri sömürgeleştirip önceden hiç
  3359. bilinmeyen ya da Avrupa’da yetişmeyen ürünler yetiştirmişlerdi. Bu devletler,
  3360. ekonomilerindeki gelişmeler ve Amerika’dan gelen altın sayesinde, Ortadoğu
  3361. pazarlarına oldukça geniş bir ürün çeşidi sunmaya başlamışlardı.
  3362. Ekonomik kültürde de hızla artmaya devam eden farklılıklar, ticari alandaki
  3363. değişiklikler kadar önemliydi. XVI. yy’da ve sonrasında Avrupa devletleri
  3364. üretici güdümlü ekonomiler ve merkantilist politikaların yönlendirmesiyle,
  3365. ticaret şirketlerini koruyarak ekonomik enerjilerini yoğunlaştırmaya ve ticari
  3366. etkinliklerini artırmaya başlamışlardı. Endonezya ve Hindistan’a yalnızca tüccar
  3367. olarak değil, yönetici olarak da yerleşen Batı Avrupalılar,denizdeki güçleri
  3368. sayesinde baharat ve başka önemli ürünlerin Afrika ile Asya arasındaki ticaretine
  3369. hakim olmuşlar, böylelikle ticari etkinliklerinin kapsamı önemli ölçüde
  3370. büyümüştü.
  3371. Yalnızca Batı’nın yükselişi, iki dünya arasındaki ekonomik dengedeki
  3372. değişikliği açıklamada yeterli olmayacaktır. Müslüman gücündeki gerilemenin
  3373. nedenlerini görmek için iç değişiklikleri dikkate almak gerekmektedir.
  3374. Çağdaş Avrupalı gözlemcilerin XVI.yy’ın ilk yarısında en görkemli
  3375. dönemini yaşayan klasik Osmanlı sisteminde etkin ve merkezi bir
  3376. mutlakiyetçilik modelini ve örneğini görmelerine şaşırmamak gerekir. Eski
  3377. Avrupa sisteminde yerleşmiş ayrıcalıklara sadık kalanlar için sultanlık keyfi ve
  3378. kaprisli korkunç bir güçtü. Öte yandan Avrupa'nın milli devlette aydınlanmış
  3379. kral despotizmi çağını sabırsızlıkla bekler de Türkiye’de disiplinli bir modem
  3380. monarşi olduğunu düşünüyorlardı.
  3381. Makyavel ve başka Avrupalı siyasi düşünürler Fransız kralının güçsüzlüğünü
  3382. Türk sultanının gücüyle karşılaştınrken her iki ülkede de zaman içinde bu iki
  3383. hükümdarın rollerini tersine çevirecek süreçler başlıyordu. Fransa’da iş adamları
  3384. sarayın ileri gelenleri durumuna gelecek, özerk bölgeler idari bölgeler olacaktı.
  3385. Kral halkı ve ülkesi üzerinde “Devlet Benim" diyecek ölçüde güç ve otorite
  3386. kazanacaktı.
  3387. 1520 yılında Kanuni Sultan Süleyman’a Hz. Osman'ın kılıcı verildiğinde,
  3388. Karadeniz’den Hint Okyanusu’na, Macaristan’dan İran sınırlarına dek büyük bir
  3389. imparatorlukta kusursuz bir mutlakiyetçi hükümetin efendisi olmuştu. Gücü
  3390. Şeriatın değiştirilemez hükümleriyle sınırlıydı ama mutlak gücünü de Şeriattan
  3391. alıyordu. Adeta sultanın özel köleleri olan hükümet ve ordu,yani yönetenlerle
  3392. savaşanlar, halk karşısında ayrıcalıklı ve bağışıklığa sahiptiler ama sultanın
  3393. iradesi karşısında herhangi bir hakları yoktu. Eski kadroların yerine mütevazi
  3394. kökenlerden gelen yeni köleler getiriliyor, böylece de güç merkezlerindeki
  3395. babadan oğula geçen aristokrasinin gelişmesi önleniyordu. Öte yandan sultana
  3396. geri alınabilen tımarlarla bağlı olan feodal sınıf da tarımı geliştirip kırsal alanın
  3397. refahını sağlayacak ölçüde güvenlikteydi.
  3398. XVI.yy’da Avrupa’yı yeni siyasi ve ekonomik gelişme yollarına iten büyük
  3399. tehdit, Osmanlı İmparatorluğu açısından herhangi bir zorluk çıkarmadığı için bir
  3400. motivasyon da yapmıyordu. Avrupa devletleri arasında yalnızca Türkiye, yeni
  3401. savaş makinesini organize edecek ve finansmanını yapacak merkezi denetime,
  3402. insan gücüne, toprağa ve kaynağa sahipti. Avrupa ülkeleri, yoğun bir çalışma ve
  3403. ilerleme çağına başlıyorlardı, öte yanda Türkler ise rahatlarını bozmuyor, hareket
  3404. etmiyor, dolayısıyla da geri kalıyorlardı.
  3405. Osmanlı tarihçilerine göre, İmparatorluğun çöküşü Kanuni Sultan
  3406. Süleyman’m ölümüyle başlar. Gerçekten de XVI.yy’ın ikinci yarısında Osmanlı
  3407. kurumsal yapısındaki çözülmenin ilk belirtileri ortaya çıkmaya başlanmıştır. Bu
  3408. belirtileri Osmanlı devlet adamları XVI.yy sonlarından Osmanlı
  3409. İmparatorluğu’nun son günlerine dek yazılı olarak tartışmışlardır.
  3410. Sipahi sınıfının bozulması, sıkça tartışılan bu belirtilerden biridir. İlk
  3411. zamanlamada Osmanlı devletinin bel kemiği olan bu feodal sınıf, uzunca bir süre
  3412. bu önemini kaybetmemiştir. Sultanın feodal tımarlardan toplanan askerler yerine,
  3413. daha etkin ve daha bağımlı profesyonel “köleler’i tercih etmesi çöküşü
  3414. tetikleyen etmenlerden biridir. Başka bir etmen de, savaştaki teknolojik
  3415. gelişmeler nedeniyle daha uzun süreli ve uzman alaylara,lağımcılara,
  3416. istihkamcılara ve topçulara ihtiyaç olması ve bunların feodal süvarinin
  3417. önemini,tümüyle yok etmese de,azaltmış olmasıdır.
  3418. Askerlik hizmeti koşuluna bağlı olan Osmanlı tımarı devredilebiliyor ve geri
  3419. alınabiliyordu. Uygulamada bir sipahinin oğlu babasının tımarına sahip
  3420. olabiliyordu ama bu bir hak değildi ve askeri hizmet becerisine bağlıydı.
  3421. Sipahiler sürekli bir tımardan ötekine ya da bir bölgeden başka bölgeye
  3422. gönderilirdi.XVI.yy sonlarında, tımar sahibi ölünce tımarı sonlandırarak toprağı
  3423. sultanın arazisine eklemek yaygınlaşmaya başlamıştı.XVI. yy dan itibaren tapu
  3424. kayıtlarında tımar arazisindeki düşüş oranında beylik arazide artışa rastlanır ve
  3425. özellikle Asya’da daha fazla, Avrupa'da daha az görülür.
  3426. Feodal sipahiler azalırken düzenli ordu da artıyor ve orduyu besleme masrafı
  3427. da gitgide çoğalıyordu. Büyük olasılıkla, boş tımarlara el konmasının öncelikli
  3428. nedeni de budur. Sultan, hızla nakit para sağlamak üzere, toprakların gelirlerini
  3429. toplamakla uğraşmak yerine birtakım ayrıcalıklarla topraklan kiraya veriyordu.
  3430. Bunlar askeri değil parasaldı; kimilerinin kullanma hakkını verir, kimilerini
  3431. mültezimlere dağıtırdı. Bu haklar başlangıçta kısa süreliydi ama daha sonra
  3432. mültezime ömür boyu hak verildi. Bir süre sonra da amacı dışına çıkarak miras
  3433. bırakılabilir hale gelmesi toprağa yabancılaşmaya yol açtı. Giderek bu sistem
  3434. İmparatorluğun tamamında yaygınlaştı. Sarayın ileri gelenlerine ya da
  3435. gözdelerine pek çok tımar verildi ve bunlar da aynı şekilde amacı dışında
  3436. kullanılmaya başlandı. Sonunda da bazı sipahiler bile tımarlarının gelirlerini
  3437. toplamayı mültezimlere bıraktılar.
  3438. Toplumsal ve ekonomik gücün kaynağı iltizamın yerel denetimiydi. Bu kira
  3439. sözleşmeleriyle taşrada yeni bir mülkiyet sahibi sınıf ortaya çıktı ve yerel
  3440. olaylarda önemli roller almaya başladı. Köylü ile devlet arasına girerek gelirin
  3441. büyük bölümüne el koydu. Teoride yalnızca mültezim sıfatıyla toprağı ellerinde
  3442. bulunduruyorlardı ama bu yeni toprak sahipleri, devletin güçsüzleşerek taşranın
  3443. denetimini kaybetmesiyle hem topraklarını genişlettiler hem de güvencelerini
  3444. arttırdılar,hatta XVII.yy’da devletin bazı görevlerini bile gasp etmeye başladılar.
  3445. Osmanlı tarihinde bu sınıfa “ayan adı” verilir. Ayan terimi çok eskiden beri
  3446. taşra ya da yörenin ileri gelenleri anlamında,özellikle de tüccarlar için
  3447. kullanılmıştır ama artık önemli siyasi görevleri bulunan eski ve yeni toprak
  3448. sahipleri toplumsal grubu ya da sınıfı için kullanılmaya başlamıştı. Gaspçı olarak
  3449. görülen ayanlar başlangıçta direnişle karşılaştılar.XVHI.yy’da taşra işleri, hatta
  3450. taşra şehirlerinin yönetimi, mali ve idari sıkıntılar içindeki merkezi hükümet
  3451. tarafından gitgide mülkiyet sahibi toprak sahiplerine benzeyen ayanlara
  3452. bırakıldı.
  3453. Feodal sipahilerin orta direğini oluşturdukları taşrada bu gelişmeler olurken,
  3454. kölelik kurumunda da köklü değişiklikler gerçekleşiyordu. XVI.yy’ın ikinci
  3455. yansında, bu değişiklikler, askere alma politikasındaki bir değişikliğin ilk
  3456. belirtileriyle başlamıştı.Yeniçeri ordusu ayrıcalıktan olan kapalı bir kurumdu.
  3457. Yeniçeriler, başlangıçta yalnızca Hıristiyan tutsak ve köleler içinden devşirme
  3458. olarak seçilirlerdi.
  3459. Yeniçeri ordusu kuruluşundan itibaren Bektaşilik tarikatıyla ilişkideydi ve bu
  3460. tarikatın üyeleri olan yeniçerilerin arkadaşlarından başka aileleri, kışlalarından
  3461. başka evleri olmazdı. Yalnızca yeniçeri subayları, emekli ya da garnizon
  3462. işlerinde çalışan yaşlı askerler evlenebilirlerdi. Yeniçeri talimatnamesi anlamına
  3463. gelen Kavanin-ı Yeniçeri yari da bu konu şöyle anlatılmıştır:
  3464. 7
  3465. "Çok eskilerden beri, yeniçerilerin evlenmeleri yasaktır. Sultanın izniyle
  3466. yalnızca subaylar ve askerlik için yaslanmış erler evlenebilirler. Yeniçeriler
  3467. cinsel perhiz yaptıklarından onlar için yapılmış kışlalarda yaşarlar."
  3468. Yeniçeriliğin satın alma ve miras yoluyla geçmesi yeniçeri ordusunun
  3469. çöküşünü başlatmıştır. Başlangıçta hem devşirme yöntemiyle hem de bu yeni
  3470. yöntemlerle yeniçeri olunurken, zamanla devşirme kurumu tamamen yok olmuş
  3471. ve yeniçeri evlilikleri artmaya başlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında
  3472. bu adet oldukça yaygınlaşmış,II.Selim’in tahta geçişinde de bir hak olarak
  3473. verilmiştir. Bunun ardından yeniçerilerin büyük çoğunluğu evlenerek aileleriyle
  3474. beraber yaşamaya başlamışlardır.
  3475. Evlilik çocuk sahibi olmak da demekti. Doğal olarak, ayrıcalıklı gruplardaki
  3476. babalar, aynı ayrıcalıkları oğullan için de istiyorlardı. Arkası kesilmeyen bu
  3477. istekler nedeniyle, II.Selim 1568 yılında yeniçerilerin oğullarını asker adayları
  3478. olarak esami defterlerine yazdırmalarını kabul etti. Çocuklara küçük bir harçlık
  3479. ve tayın veriliyor, zamanı geldiğinde de yeniçeri ordusuna almıyorlardı. Bu yeni
  3480. yeniçeriler gerçek kölelerden ayrılabilmeleri için “köle oğulları” olarak
  3481. adlandırılıyorlardı ve devşirme yöntemiyle alınanlar kadar özenle seçilmiyor,
  3482. sıkı eğitim almıyorlardı. 1592 yılına gelindiğinde yeniçeri ordusunun çoğunluğu
  3483. bu yeniçerilerden oluşuyordu.
  3484. Böylece, kölelerden asker yapma disiplini bozuldu ve bir daha düzelmedi.
  3485. XVI.yy sonlarında İran ile savaşılırken, ordunun durumu ve kökeni dikkate
  3486. alınmayarak para karşılığı adlarını yazdıracak herkese esami defterleri açıldı.
  3487. Sultan Murad Han dönemindeki (1574-1595) durum, tarihçi Selanikli Mustafa
  3488. tarafından şöyle aktarılmıştır:
  3489. 8
  3490. “Yeniçeri ve topçu alayları, çiftliklerini terk eden çiftçilere, köylülere,
  3491. Lazlar’a, Ruslar’a, Museviler'e, Çingeneler'e açıldı. Bunların orduya
  3492. girmesiyle saygı ve gelenek tamamen kayboldu, devlete saygı gösterilmez hale
  3493. gelindi. Hem yetenek hem de beceriden yoksun kişiler iktidar makamlarına
  3494. geldiler. ”
  3495. Giderek yaygınlaşmaya başlayan bu şikayete Koçu Bey Risalesinde de yer
  3496. verilmiştir. Koçu Bey, yaşadığı XVII.yy başlarında yeniçeri ordusuna her türlü
  3497. serserinin girdiğini şöyle ifade etmiştir: “Lazlar, Kürtler, Türkmenler,
  3498. Çingeneler, dinleri bilinmeyenler, yabancılar, şehirliler, göçerler, şurupçular,
  3499. eşkiyalar, katır ve deve sürücüleri, yankesiciler ve hamallar orduya katıldığı için
  3500. disiplin ve düzen kalmadı, gelenekler ve yasa çiğnendi.”
  3501. 9
  3502. Koçu Bey de Makedonya’da Goriça’dan bir devşirmeydi ve ordunun geldiği
  3503. duruma çok endişelenerek, sultana ordusunu bu serserilerle doldurması
  3504. gerekmediğini şöyle ifade ediyordu:“Hâlâ Arnavutluk’ta ve Bosna’da cesur
  3505. insanlar var.”
  3506. Artık çok geçti. XVI. yy sonlarında mali ve askeri baskılar nedeniyle rastgele
  3507. ve acele askere seçme sonucunda hızlı bir değişim süreci yaşanmaya başlamış ve
  3508. çok kısa sürede yeniçeri ordusunun yapısı tamamen değişmişti. Devşirme
  3509. yönteminin bırakılarak özgür doğan Müslümanların alınması sonucunda, ordu
  3510. babadan oğula geçen ve kıskançlıkla korunan ayrıcalıklara sahip bir kurum
  3511. durumuna geldi. Orduya alınmak için başlıca yol mirastı ancak esnaf ve tüccarlar
  3512. da yeniçeri esami defterlerinde para ödeyerek yer alabiliyorlardı. Sözde hâlâ
  3513. sultanın köleleri olan yeniçeriler zaman zaman sultanın efendileri durumuna
  3514. geliyorlardı. Asker adı altında bir tür silahlı çete olmuşlardı. Din ya da saray
  3515. kaynaklı bir kışkırtma ya da kendi çıkarları ve söz konusu olduğunda sokaklarda
  3516. dövüşmeye hazırlardı ama artık savaşta disiplinli bir düşman karşısında
  3517. duramazlardı.
  3518. Saraya ve devletin üst makamlarına memur yetiştiren Enderun okulu da
  3519. devşirme yönteminin bırakılmasından önemli ve ani bir şekilde etkilendi.
  3520. Avrupa’dan gelen kölelerin azalması nedeniyle Kafkasya’dan köle ithal
  3521. ediliyordu. Ortadoğu haremlerinde Kafkas kadınların daima özel bir yerleri
  3522. vardı. Özellikle Mısır Memluk sultanlığının geç döneminde Kafkas erkek köleler
  3523. önemli roller almışlardı ancak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki rolleri küçük
  3524. olmuştu ve orduda da köle kurumunda da Avrupa ve Balkan kökenli kölelerin
  3525. gölgesinde kalmışlardı. Bu durum XVI. yy sonlarına doğru değişmeye başladı.
  3526. Abhazlar, Çeçenler, Çerkezler ve Gürcüler olmak üzere Kafkasya kökenliler
  3527. imparatorluğun yönetici seçkinleri içinde yükselmeye başladılar. Hadım
  3528. Mehmed Paşa, Kafkasya kökenli ilk sadrazamdır. Gürcü kökenli bir saray
  3529. hadımı olan Hadım Mehmed Paşa, 1622-1623 yıllarında dört ay sadrazamlık
  3530. yapmıştır. Bundan sonra Kafkasyalılar’ın sayısında büyük artış olmuş, XVIIXVIII.yy’da pek çoğu vezir, vali ve general olmuşlardır.
  3531. Başkentte grupların çatışması da çeşitli şekillerde sürüyordu. Bu çatışma, bir
  3532. tarafta imparatorluk yönetiminin her yanına dağılmış köle veya özgür insanların
  3533. olduğu saray ile harem,öteki tarafta da bürokrasinin özgür doğanlarının ve dini
  3534. hiyerarşinin desteklediği sadrazamlık olmak üzere iki kutup arasında
  3535. gerçekleşiyordu.
  3536. Osmanlı İslamiyeti ile Hıristiyan Avrupa çatışması, genellikle zamanın özgür
  3537. dünyası ile Sovyetler Birliği arasındaki çatışmaya benzetilir. Bu benzetme yanlış
  3538. da değildir. Batı, iki örnekte de, sürekli çatışmanın kesin bir zaferle
  3539. sonuçlanacağı dogmatik inancında olan yayılmacı ve militan bir toplum ile
  3540. devlet anlayışına sahipti, ama bu benzetme daha ileri götürülmemelidir. Osmanlı
  3541. İslamiyeti ile Hıristiyan Avrupa çatışmasında her iki tarafta da dogmatizm vardı
  3542. ama Türkler daha hoşgörülüydü,XV-XVI.yy’da göçmenlerin, Lenin’in deyişiyle
  3543. “ayaklarıyla oy verenlerin” yönleri bugünkü gibi Doğu’dan Batı’ya doğru
  3544. değil,Batı’dan Doğu’ya doğruydu. 1492 yılında İspanya’dan kovulup Türkiye’ye
  3545. sığınan Museviler tek örnek değildi. Kiliselerin baskısı yüzünden ülkelerinden
  3546. kaçan Hıristiyanlar da Osmanlı topraklarına sığınmışlardı. Osmanlılar’ın
  3547. Avrupa’daki egemenlikleri son bulduğunda, yüzyıllardan beri yönetimleri altında
  3548. olan Hıristiyan milletler kültürleri, dinleri ve dilleri, hatta bazı kurumlarıyla
  3549. ayaktaydılar ve ayrı milli kimliklerini devam ettirmeye hazırdılar. Öte yandan,
  3550. İspanya’da Arap ve Balkanlar’da Türk egemenlikleri son bulduğunda oralarda
  3551. kalan Müslümanlar için aynı durum söz konusu değildi.
  3552. Osmanlı egemenliğinden yalnızca Avrupalı mülteciler yararlanmıyordu,
  3553. fethedilmiş ülkelerdeki köylülerin de durumlarının düzeliyordu. Osmanlı
  3554. imparatorluk hükümeti düzensizlik ve çatışma olan yerlerde güvenliği ve birliği
  3555. sağlıyordu. Ekonomik ve toplumsal açıdan da önemli sonuçlar söz konusuydu.
  3556. Toprak sahibi olan eski aristokrasinin büyük çoğunluğu fetih savaşlarında
  3557. ortadan kaldırılmış,sahipsiz kalan toprakları da Osmanlı askerlerine tımar olarak
  3558. verilmişti. Ancak tımar, Osmanlı sisteminde vergi toplama hakkı anlamına
  3559. geliyordu. Teoride, tımar sahibi ömür boyunca ya da kısa bir süre askerlik
  3560. hizmetine çağrılmazdı ve tımarlar miras yoluyla devredilmezdi. Köylülerin de
  3561. Osmanlılar’ın hem mülkiyetin bölünmemesi ve hem de tek elde toplanmama
  3562. gelenekleriyle korunarak bir tür miras bırakma biçimleri vardı. Bu sayede,
  3563. çiftliklerinde daha önceki Hıristiyan hükümdarlar zamanındakinden daha çok
  3564. özgürlerdi. Daha önceki ve komşu ülkelerdekine oranla daha insanca toplanan,
  3565. daha düşük vergi ödüyorlardı. Bu refah ve güvenli ortam, Osmanlı yönetiminin
  3566. daha az çekici olan başka yönleriyle uzlaşmalarını ve Batı’dan gelecek milliyetçi
  3567. düşünce akımına dek Osmanlı topraklarında sakin ve uzun bir dönemin
  3568. sürmesini sağlamıştı.
  3569. XIX.yy sonuna dek Avrupa’dan Balkanlar’a gidenler tarafından Balkan
  3570. köylüsünün mutlu ve refah durumundan söz edilmiş, bu durum. Hıristiyan
  3571. Avrupa’daki olumsuz durumla karşılaştırılmıştır.Bu çelişki durum,XV-
  3572. XVI.yy’da Avrupa’daki büyük köylü isyanları sırasında daha çok dikkat
  3573. çekmişti. Devşirmelik çok kötüleniyor olsa da olumlu yanlan oluyordu.
  3574. Devşirmelik sayesinde en basit bir köylü bile devletin en güçlü ve üst
  3575. mevkilerine yükselebiliyordu ve pek çok köylü bunu yaparak ailelerine de yarar
  3576. sağlamıştı. Diğer yanda, çağdaş Hıristiyan dünyasının aristokrat toplumlarında
  3577. bu tür bir toplumsal hareketin olması imkansızdı.
  3578. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’yı pek çok şekilde etkilemiştir. Başlangıçta,
  3579. tehlikeli bir düşman olarak Osmanlılar’dan korkulmuş ama tehlikenin ardından
  3580. da bu korku sürmüştür. İmparatorluk üreticiler, tüccar, sonra da finansörler
  3581. açısından zengin ve açılmaya devam eden bir pazardı ve büyük bir çekiciliği
  3582. vardı. Osmanlılar’ın mühtedi (dönme) adını verdikleri, Avrupa’lı tatmin olmamış
  3583. ve hırslı kişiler, Osmanlı olanaklarının çekiciliğine kapılmış ve Osmanlı
  3584. hizmetinde parlak mesleklere sahip olmuşlardır. Ezilmiş olan köylüler,
  3585. efendilerinin düşmanlarından umut bekliyorlardı. 1541 yılında yayınlanan bir
  3586. yazısında Martin Luther,açgözlü toprak sahipleri ve prensler tarafından ezilen
  3587. köylülerin böyle Hıristiyanlar yerine Türkler’in egemenliğinde olmayı
  3588. isteyebileceklerini belirtmişti. Türk imparatorluğunun en parlak dönemindeki
  3589. askeri ve siyasi güç, kurulu düzenin savunucularını bile etkilenmişti. Türk
  3590. tehlikesiyle ilgili Avrupa’da yazılan eserlerin büyük çoğunluğunda Türk
  3591. sisteminin üstünlükleri ve taklit edilmesinin yararlan anlatılmıştır.
  3592. Kanuni Sultan Süleyman’ın, 5-6 Eylül 1566 gecesi Macaristan’da Zigetvar
  3593. kuşatması sırasında çadırında ölmesi bir krize yol açtı. Savaş sürüyordu, nasıl
  3594. sonuçlanacağı bilinmiyordu ve tahtın varisi uzaklardaydı. Sadrazam sultanın
  3595. öldüğünü gizleme kararı aldı.Yeni sultan II. Selim İstanbul’a gidinceye dek
  3596. Kanuni’nin kısmen mumyalanan cesedi üç hafta süresince tahtırevanda
  3597. taşındıktan sonra padişahın öldüğü açıklandı.
  3598. Tahtırevanının perdelerinin arkasından ordularını komuta eden ölü sultan
  3599. yalnızca bir simgeydi. Türk tarihinde “Ayyaş Selim” olarak bilinen yeni sultan,
  3600. adeta gerilemeye başlayan devletin ve imparatorluğun habercisi olmuştu.
  3601. Osmanlı donanması Hint Okyanusu’ndan, orduları da Viyana’dan çekildi.
  3602. Osmanlı’nın gerçek çöküşü, kısa süre de olsa Osmanlı askeri gücünün görkemli
  3603. görüntüsü ile gizlenmişti. Acımasız ve kabiliyetli bir padişah olan IV. Murad
  3604. (1623-1640), ondan sonra da başarılı iki sadrazam Arnavut Köprülü Mehmed ile
  3605. oğlu Köprülü Ahmed (1656-1678) merkezdeki çürümeyi durdurmuş, hatta
  3606. birkaç zafer bile elde etmişlerdi. Türkler’in, yeni sadrazam Kara Mustafa Paşa
  3607. zamanında, 1683 yılında bir kez daha Viyana’yı fethetme girişimleri oldu.Ne
  3608. var'ki, artık çok geçti. Bu defa Osmanlılar kesin bir yenilgi aldılar. Öte yandan
  3609. Avrupa açısından artık Osmanlı devletinin gücü yerine güçsüzlüğü sorun haline
  3610. gelmişti. Buna “Doğu sorunu” adı verilmiştir.
  3611. 4. KISIM
  3612. Kesitler
  3613. 8. BÖLÜM
  3614. DEVLET
  3615. Müslüman hadisleri Hz. Muhammed'in Arabistan'dan kafirlerin kral ve
  3616. prenslerine peygamberliğini bildirdiğini ve onları İslam’a davet ettiğini
  3617. söylemektedir. Bu mektuplar pek çok hükümdar, vali ve piskoposa
  3618. gönderilmiştir, ancak bunlardan en önemlileri Ortadoğu’yu paylaşmış olan
  3619. Bizans ve İran imparatorları Sezar ve Husrev’dir.
  3620. Konstantinopolis’teki imparator Sezar, Roma imparatorlarının varisi ve de
  3621. Konstantin’den sonra Hıristiyan bir imparatorluğun hükümdarıydı. Ayasofya
  3622. papazı Agapetus’un 530’da İmparator Jüstinyen ile ilgili şu ifadesi imparatorluk
  3623. onuru anlatıyordu:
  3624. 1
  3625. “Efendimiz, siz başka onurların hepsinden yüce olan onurunuzla ilk önce
  3626. size bu onuru lütfeden Tann’yı onurlandırıyorsunuz. İnsanların adalet
  3627. davasına devam etmelerini sağlamanız ve bu davanın karşısında olanları
  3628. cezalandırmanız için size güç verdi. Siz adalet yasasının krallığı altında
  3629. bulunuyorsunuz ve size tabi olanların yasal olarak da kralısınız. "
  3630. Putperest Roma’da imparator, kral, rahip ve bir bakıma, da tanrı anlamına
  3631. geliyordu. Hıristiyanlığa geçilmesinden sonra, hükümdar ilahi olma iddiasını
  3632. sürdürmedi ve imparatorluk ve dini görevleri arasmda (imperium ile
  3633. sacerdotium) ayrılık olmasa da, bir sınırı kabul ettiler. Incil’de de din ile siyaset
  3634. ya da modem dilde Kilise ile Devlet arasındaki farklılık yer almaktadır.
  3635. * İncil’de Hıristiyanlığın kurucusu destekleyenlerine Sezar’ın olanı Sezar’a,
  3636. Tanrı’nın olanı Tanrı’ya vermelerini buyurur (Matta 22:21).İmparator Jüstinyen
  3637. de bu ikisi arasında kesin bir ayrım yapmıştır ve altıncı novella’sının girişinde
  3638. Konstantinopolis patriğine şunları söylemektedir:
  3639. 2
  3640. “Tanrı’nın size bağışladığı hediyeler olan imparatorluk ve papazlık
  3641. otoritesi insanlığın en büyük nimetleridir. İmparatorluk otoritesi insani
  3642. olanlarla, papazlık otoritesi ilahi olanlarla ilgilenir ama her ikisinin kaynağı
  3643. da aynı ve tektir, her ikisi de insanın yaşamını süslerler. ”
  3644. Önceki Bizans hükümdarları tarafından İmparator, Sezar ve Augustus gibi
  3645. Roma unvanları kullanılırdı. Sonralan iki Yunanca sözcükle, “Basileus” ve
  3646. “Autokrator” .olarak adlandırılmaya başladılar. Bizans’ta imparator Devlet’e
  3647. karşı sorumluluğu gibi Kilise’ye karşı da sorumluluk taşırdı. Görevi dini
  3648. otoritelerin tanımladığı “doğru görüş”ü (Platon’dan alınma Yunanca “orthedoxa”
  3649. terimi) onaylamak ve uygulamaktı.
  3650. İlk yüzyıllarda Konstantinopolis’deki imparatorlar görevlerinin evrensel
  3651. olduğunu düşünürlerdi. İmparatorluk topraklarının hükümdarları ve Tanrı
  3652. tarafından gönderilen tek doğru dinin başı olarak görevleri tüm dünyaya
  3653. imparatorluk barışını ve Hıristiyan dinini yaymaktı. İmparatora Bizans
  3654. törelerinde dünya hükümdarı anlamına gelen Kosmokrator ve zamanın
  3655. hükümdarı demek olan Khronokrator unvanları verilirdi. Altın sikke olan
  3656. Solidus ya da Denarius’tu. Evrensel imparatorluk hükümranlığının işaretleri ve
  3657. armaları arasında en güçlüsüydü.
  3658. III.yy’daki çatışmalar ve kaos sonucunda Bizans imparatorlarının elindeki
  3659. devlet, güçsüzleşmiş ve fakirleşmiş bir askeri ve idari sistemle
  3660. küçülmüştü.Konstantin’in başlattığı ve ondan sonra gelenlerin de devam ettiği
  3661. reformlarla imparatorluk hükumetinin gücü ve etkinliği arttığı gibi, ileride
  3662. gelecek tehlike ve yenilgiler karşısında ayakta kalabilme olanağı da
  3663. sağladı.Gerek başkent, gerek de taşra yeni örgütlenmeden etkilenmişti. Yönetim,
  3664. merkezde profesyonel memurların yer aldığı, devlet güvenliği, savunma, maliye
  3665. ve dış ilişkilere bakan dairelere ayrılmıştı. İmparatorluk eyaletleri küçültülerek
  3666. sayılan artırılmış ve her eyalet bir vali yönetiminde dört büyük eyalete
  3667. bölünmüştü . Valilere büyük güçler verilmişti. Askeri ve mali alanlarda önemli
  3668. derecede bağımsız olmakla birlikte, kişisel olarak imparatora karşı sorumlulardı.
  3669. Yeni sistemin etkinliği önemli ölçüde askeri örgütlenmeye bağlıydı.
  3670. İmparatorun kendine ait ileri düzeyde eğitimli düzenli ordusu, içerideki
  3671. isyancılara ya da dışarıdaki düşmanlara karşı harekete geçmek üzere emrindeydi.
  3672. Şüphesiz en önemli düşman, İmparatorluk otoritesinin tek rakibi Pers
  3673. hükümdarıydı.Pers hükümdarı I. Şahpur 260’ta Romalılar’a karşı kazandığı bir
  3674. zaferi anlatan bir yazıtta şunları söylemiştir:
  3675. 3
  3676. “Ben,İran’ın ve diğer ülkelerin Krallar Kralı Mazda'ya tapan tanrıların
  3677. soyundan gelen İran krallar kralı Ardaşir'in oğlu ve Papak ’ın torunu
  3678. Şahpurün... Ben, İran topraklarının hükümdarıyım."
  3679. Gerçekten de Şahpur, Romalılar’a karşısında büyük bir zafer kazanmıştı.
  3680. Ancak ondan sonraki yüzyıllarda Roma devleti örgütlenerek güçlenmiş,
  3681. İran’daki devlet ise gücünü kaybetmeye başlamıştı.
  3682. Anuşirvan (Büyük Ruh) olarak bilinen I.Husrev’in hükümdarlığı (531-579)
  3683. devrimci mücadele ve değişiklik döneminin en üst seviyesi olmuştur.
  3684. Kendinden önceki hükümdar olan babası Kubad (448-496;499-531)
  3685. zamanında Mazdak adındaki Manici bir dini isyancının başlattığı bir tür
  3686. komünist hareket, kral tarafından feodal soylulara karşı bir silah olarak korundu.
  3687. Husrev belirli bir oranda huzuru sağladı. Mazdekiler’i ezerek devleti, hükümeti
  3688. ve orduyu yeni bir düzene oturtmayı denedi. Başlangıçta başarı sağladı ve bu
  3689. çabasından sonra askeri alanda güçlü bir dönem başladı.
  3690. Ne var ki imparatorluk temelden güçsüzleşmiş, feodal yapısı bozulmuş ve
  3691. yerini ücretli sürekli orduyla askeri bir despotluk almıştı. Ayrıcalıklı sınıflar
  3692. bağışıklıklarını vergilerden korurlarken, diğer yandan da krala bağımlı hale
  3693. geliyorlardı. Dolayısıyla yaşam saray çevresine odaklanmaya başlamıştı. Henüz
  3694. değişim süreci tamamlanmamıştı, eski bağımsızlık ruhu sürüyordu. Husrev’in
  3695. ardından soylular tahtı yine tehdit ettiler. VI.yy’ın yabancı savaşları ve iç
  3696. karışıklıkları döneminde askeri komutanlar dahi tımar sahibi olmuşlardı.
  3697. Generallerin egemenliğinde yeni bir askeri feodalizm başladı ama yerleşmesine
  3698. fırsat verilmedi.
  3699. VII.yy başlarken İran Müslüman Araplar tarafından istila edildiği zaman
  3700. merkezi otorite dağılmaya başlamıştı. Eyaletlerde babadan oğula geçen
  3701. beyliklerin hakimiyetindeydi, ancak imparatorluk ordularının ilk yenilgilerinin
  3702. ardından bu beylikler teker teker işgal edilerek halifelerin hakimiyetine girdiler.
  3703. Sasaniler’in son yüzyılının toplumsal ve siyasi krizine dini karışıklıklar da
  3704. eşlik ediyordu. En önemlilerinden birinin Maniciler olduğu çeşitli Zerdüşt
  3705. tarikatları, kraliyete ve dine meydan okudular. Bu eylemler tamamen başarılı
  3706. olamadılar ama yine de Zerdüşt dini kurumunun otoritesini sarstılar.
  3707. Müslümanlar’ın karşılaştığı ve Abbasi halifeliğinin çeşitli siyasi
  3708. kurumlarının temel aldığı Sasani sistemin durumu böyleydi. Karakteristik
  3709. özelliği görevden alma ve öldürmenin olduğu despotluktu ve bunlar için Arap
  3710. fatihlerinin hayranlığını uyandıran şaşalı törenler düzenlenirdi. Sistemden kalan
  3711. bir bürokratik daha vardı. Geriye kalan eski Pers feodal soyluları askeri açıdan
  3712. etkisiz ve önemsiz hale gelmişlerdi. Ancak soylu aileler güçlerini ve
  3713. etkinliklerini bürokrasi aracılığıyla koruyorlardı.İslam çağında Pers soylu
  3714. kalemiye sınıfının becerileri yeniden sahneye çıkacaktı.
  3715. Pers krallık kuramı dini temeller üzerine kuruluydu. Parthlar’ın tersine,
  3716. Sasaniler bir tür devlet kilisesi kurmuşlardı. Bu kilise kraliyet iktidarını kutsuyor,
  3717. siyasi ve toplumsal yaşamda etkin rol oynuyordu. Bu durum, çok iyi
  3718. düzenlenmiş ve başında bir baş rahibin yer aldığı bir hiyerarşi tarafından
  3719. sağlanıyordu. Başrahip hem dini hem de dünyevi bir otorite durumundaydı,
  3720. toprak ve ayrıcalık sahibiydi. Ruhban sınıfın üst düzeylerinde bulunanlar
  3721. aristokrasiden geldikleri için bir tür Noblesse de Robe (cübbe soyluluğu)
  3722. oluşturuyorlardı.
  3723. Öncelikle aristokratik bir toplum olan Sasani İran'ında statü, kapalı üst
  3724. sınıflara üye olmaktan gelirdi. Bu tür bir toplumun kusurları olduğu gibi iyi
  3725. özellikleri de vardı. Bunların en başında, genellikle Greko-Romen dünyasında
  3726. olmayan şövalyelik ve saygı geleneği gelirdi.
  3727. VI.yy’daki olaylarla Pers devletinin aristokratik temeli ciddi bir biçimde
  3728. güçsüzleşmiş, İslamiyet’le gelen demokratikleşme ile de ölümcül bir darbe
  3729. almıştır.
  3730. Araplar tarafından yenilgiye uğratılan Bizans ve İran devletlerini
  3731. karşılaştırmak aydınlatıcı olacaktır. İki devlet arasında coğrafi bakımdan ilginç
  3732. bir benzerlik vardı. Her iki imparatorluğun temelleri de, hakim imparatorluk
  3733. halkının dil ve kültürünün hakim dil ve kültür durumuna geldiği bir yaylada
  3734. atılmıştı. (Pers ve Zerdüştiler İran yaylasında, Yunan ve Hıristiyanlar
  3735. Anadolu’da.)
  3736. İki imparatorluk da dinleri ve dilleri onlarınkinden farklı olan komşularının
  3737. topraklarını denetimleri altında almışlardı. Persler’in Irak’taki, Bizans’ın da
  3738. Suriye’deki tebaaları dilleri Aramice olan Hıristiyanlar’dı. Bizanslılar Suriye’de
  3739. kiliselerdeki grupların muhalefetiyle karşılaşmışlardı. Zaman içinde bu gruplar
  3740. kendi kimliklerini, dini uygulamalarını ve hiyerarşilerini yaratmışlardı.
  3741. İki imparatorluğun başkentlerinin coğrafi konumları en önemli
  3742. farklılıklarıydı. Anadolu yaylasının uzak köşesinde, yüksek surlarıyla güvenlik
  3743. altındaki Konstantinopolis’i Araplar’ın fethetme girişimleri başarılı olamamıştı.
  3744. İmparatorluk, güçlerini tekrar toplayıp birleştirerek yüzlerce yıl daha ayakta
  3745. kalmayı başaracaktı. Sasaniler’in Irak’taki başkentleri, İran yaylasının
  3746. yakınlarındaki Ktesifon ise 637 yılındaki ilk saldırı hareketleriyle kaybedilmiş
  3747. ve sonrasında da çeşitli Pers ordularının etrafında toplanacakları başka bir
  3748. merkez olmamıştı.
  3749. Araplar yayılma süreçlerinde birbirinden çok farklı iki imparatorluk devleti
  3750. geleneğiyle karşılaşmışlardır. Roma ve Pers geleneklerinden her ikisi de onlan
  3751. farklı şekillerde etkilemiştir. Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak büyük
  3752. imparatorlukları yutan istila dalgalan ile Müslüman Arap istilaları arasında da
  3753. önemli bir fark bulunmaktadır. Germenler Batı Roma İmparatorluğu’nu istila
  3754. ettiklerinde, kendi hiyerarşisi, hukuku ve kurumlan bulunan bir din ve devletle,
  3755. Hıristiyanlık ve Roma İmparatorluğu ile karşılaşmışlardı. İstilacılar bu dini ve
  3756. devleti en azından ilke olarak kabul ederek amaçlarına Roma ve Hıristiyan
  3757. devletinin ikili yapısı içinde ulaşmaya çalışmışlardır. Batılı imparator barbar
  3758. efendilerinin kuklası haline gelmiş, barbarlar da bu kuklacılık oyununa
  3759. katılmaktan memnun olmuşlar ve sonunda Batı imparatorluğu yıkıldığında,
  3760. zaman içinde Almanya’da yeni bir “Kutsal Roma İmparatorluğu”
  3761. kurulmuştu.Bizans’ı ve İran’ı istila eden Araplar ise çok farklı bir biçimde
  3762. hareket ederek eski sistemin kurumlarını yıkmış ve kendi egemen kurumlarını
  3763. kurmuşlardır. Daha sonra Doğu’dan gelerek İslam topraklarını istila edenler,
  3764. Avrupa’daki Germen istilalarına benzer biçimde davranmışlardır. Türkler, hatta
  3765. din değiştirdikten sonra Moğollar, İslam dini kurumları ile halifelik ve sultanlık
  3766. düzenini koruyarak, bunları çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Batıda
  3767. Latince’nin korunduğu gibi, Doğuda da yeni efendiler Farsça ve Arapça’yı
  3768. korumuşlardır.
  3769. Diğerleri gibi vergi toplayan ve savaşan Müslümanlar, bu etkinliklerine
  3770. dinlerini onlardan çok daha fazla karıştırmışlardır.Müslüman ve Hıristiyan
  3771. deneyimi bu açıdan derin bir farklılık içerir. Konstantin’in Hıristiyan oluşuna
  3772. dek geçen üç yüzyıl süresince bir azınlık olarak Hıristiyanlar devlet tarafından
  3773. hep şüpheli görülmüş ve genellikle işkence görmüşler ve bu dönemde kendi
  3774. kurumlarını oluşturarak Kilise’yi kurmuşlardır. İslamiyet’in kurucusu Hz.
  3775. Muhammed kendisinin Konstantin’iydi. Tüm yaşamı boyunca İslamiyet din
  3776. olduğu gibi siyasi bir bağlılıktı. Hz. Muhammed Medine’deki toplumunun, lideri
  3777. olarak bir devleti ve bir halkı İslamiyet ile yönetmiştir.Hz.Muhammed’in
  3778. yaptıkları tüm Müslümanlar’ın tarihsel öz bilincinin temelini oluşturan Kuran ve
  3779. hadislere geçmiştir.
  3780. Hz. Muhammed ve ashabı açısından Hz.İsa dışında pek çok Hıristiyan’ın
  3781. içine girdiği Tanrı ile Sezar arasında seçim yapma tuzağına düşme ihtimali
  3782. olmamıştır. Müslüman deneyiminde ve öğretisinde Sezar yoktu, Tanrı devletin
  3783. başıydı ve Hz. Muhammed onun adına öğretiyor, hüküm sürüyordu. Peygamber
  3784. olarak yerine geçecek kimse olmayacaktı ve olamazdı. İslamiyet’in dini ve siyasi
  3785. hükümdarı olarak ise ondan sonra halifeler gelmiştir.
  3786. Zaman zaman halifenin Kilise’nin ve devletin başı, yani hem papa hem
  3787. imparator olduğu belirtilmiştir. Ancak Batı terimleri ile yapılan bu tanımlama
  3788. yanıltıcı olmaktadır. Hıristiyan imparatorluğundaki gibi imperium ve
  3789. sacerdotium arasında bir ayrım olmaması, kendi hiyerarşisi ve başı bulunan ayn
  3790. bir din kurumu ile kilise olmaması kesindir. Halifelik daima dini bir makam
  3791. olarak tanımlanmış, halifenin de Peygamber’in mirasını korumak ye Şeriat’ı
  3792. uygulamakla görevlendirildiği belirtilmiştir.
  3793. Öte yandan halifenin dini bir görevi yoktu ve gerek eğitimiyle gerek de
  3794. profesyonel deneyimiyle ulemadan değildi. Görevi dini yorumlamak değil, onu
  3795. korumak ve tebaasının bu dünyada iyi bir Müslüman olarak yaşayarak öteki
  3796. dünyaya hazırlanacağı koşulları sağlamaktı.Bunun için de İslam devleti sınırlan
  3797. dahilinde Tanrının gönderdiği Şeriat’ı sürdürmesi, bu sınırlan savunması ve
  3798. zamanı geldiğinde tüm dünya İslamiyet ışığını kabul etmeye hazır olana dek
  3799. genişletmesi gerekiyordu. İslam tarihinde ilk fetihlere “açıklıklar"’ anlamına
  3800. gelen Arapça “fütuh” adı verilir.
  3801. Halife, bulunduğu konumun çeşitli yönlerini simgeleyen çeşitli unvanlara
  3802. sahipti. Hukukçular ve ilahiyatçılar ondan çoğunlukla imam olarak söz ederler.
  3803. Askeri ve siyasi otoritesi “emir el-müminin’’ olarak ifade edilir ve bu en çok
  3804. kullanılan unvanıdır. “Halife” unvanı genellikle tarihçiler tarafından kullanılır,
  3805. çoğunlukla da sikkelerin üzerinde bulunurdu. Kuramsal olarak ve
  3806. Hz.Muhammed’den sonraki birkaç yüzyıl da pratik olarak, tek bir devlet
  3807. tarafından yönetilen tek bir Müslüman topluluğu bulunuyordu ve başı da
  3808. halifeydi. Hıristiyanlığın tersine, İslamiyet egemenlik unvanlarında, genellikle
  3809. etnik durum ve toprakla ilgili bir ad yoktur. İspanya, Fransa, İngiltere ya da
  3810. başka Batılı ülkelerde kralların eşdeğeri bulunmaz.XVI.yy’da İran şahı ve
  3811. Osmanlı sultanı bu unvanları aralarındaki büyük savaşlarda birbirlerini
  3812. aşağılamak amacıyla kullanılmışlar, kendileri için kesinlikle kullanmamışlardır.
  3813. İkisi de kendi ülkelerinde Müslümanların hükümdarı ve Allah'ın dünyadaki
  3814. temsilcisiydi. Düşmanı, bir isyancı, bir muhalif ya da en fazla yerel bir
  3815. hükümdardı.
  3816. Halifeliğin ortaya çıktığı dönemde ilk Müslümanlar şu önemli sorularla yanıt
  3817. aradılar: Kim Halife olacak? Nasıl seçilecek? Gücünün sınırlan ne olacak?
  3818. Görevden alınabilir mi? Yerine kim geçecek? İlahiyatçılar ve hukukçular bu
  3819. soruları derinlemesine tartışmışlar, din öğretisinin ve hukukunun ilkelerini ele
  3820. almışlar ve ilk halifeliğin deneyimini örnek göstermişlerdir.Şiiler halifeliğin
  3821. Peygamber soyundan babadan oğula geçmesi gerektiğini iddia ediyorlardı. Bu
  3822. yüzden onlara göre Hz. Ali ile oğlu Hasan’ın kısa süreli hükümdarlıkları hariç
  3823. diğer halifelerin tümü gaspçıydı. Sünni Müslümanlar ise halifeliğin seçimle
  3824. olması gerektiğini ve Hz. Muhammed’in Kureyş aşiretinden olan herkesin halife
  3825. olabileceğini ileri sürüyorlardı.Sünni hukukçular eski Arap aşiretlerinden yeni
  3826. bir reisin seçileceği bir seçimi destekliyorlardı. Seçmenlerin kimler olacağı,
  3827. sayılan ve seçim yöntemi kesin olarak tanımlanmamıştı. Kimi hukukçular da
  3828. yeterliliklerinin ne olduğunu tanımlamadan yeterliliği olan seçmenlerin oy
  3829. vermesini istiyorlardı. Bazıları da belirli bir seçmen sayısından, beş, üç, iki, hatta
  3830. tek bir seçmenden söz ediyorlardı. Halifenin tek bir seçmenle belirlenmesinin
  3831. sonraki aşaması halifenin kendisinin yerine geçecek kişiyi seçmesiydi.
  3832. Tüm bu tartışma ve öğretiler, dindar hukukçuların siyasi gerçekleri
  3833. istemeyerek de olsa kabul ettiklerini ortaya koymaktadır. Bir kurum olarak
  3834. halifeliğin geçirdiği evrim dört dönemde incelenebilir. İlk dönem modem
  3835. tarihçiler tarafından patriyar-kal olarak adlandırılır. Sünni Müslümanların “doğru
  3836. yönlendirilmiş” halifelik dönemidir. 'Bu dönemdeki dört halifeyi önceki halifeler
  3837. ya da meslektaşları seçmiştir. Ne var ki, patriyar-kal halifelik ve beraberinde de
  3838. seçilmiş hükümdarlık, iç savaş ve hükümdarın öldürülmesi ile sona
  3839. ermiştir.Bunun ardından halifelik, teoride değilse de uygulamada,Emevi ile
  3840. Abbasi hanedanlarında babadan oğula geçmiştir.
  3841. İlk halifelerin sahip oldukları güç, onlardan öncekilerin ve sonrakilerin
  3842. despotluğundan oldukça uzaktı. Güçleri İslamiyet’in siyasi ahlakı ve eski
  3843. Arabistan’ın otorite karşıtı töre ve gelenekleriyle sınırlıydı. İslamiyet öncesi
  3844. şairlerden Abid ibn el-Abras bir şiirinde, aşireti için “lakah” sözcüğünü
  3845. kullanmıştır. Eski yorumcular bu sözcüğün bir krala asla boyun eğmemiş
  3846. aşiretler için kullanıldığını belirtmişlerdir. Abid’in halkını anlatırken duyduğu
  3847. gurur,söylemek istediklerini açıkça anlatmaktadır:
  3848. 4
  3849. Kralların uşağı olmayı kabul etmediler, asla boyun eğmediler
  3850. Ama savaşta yardıma çağrıldıklarında memnuniyetle gittiler.
  3851. Hakimler ve Samuel kitaplarında anlatılan eski İsrailliler gibi, eski Araplar
  3852. da krallık kurumuna ve krallara güvenmezlerdi.Etraflarındaki ülkelerin monarşi
  3853. kuruntunu bilirlerdi, kimileri bunu uyarlamaya bile çalışmışlardı. Güney
  3854. Arabistan devletlerinin ve kuzey sınır beyliklerinin kralları bulunuyordu. Ancak
  3855. bunlar Araplar açısından çeşitli ölçülerde marjinal kurumlardı.Güneyin
  3856. krallıklarının dilleri ve kültürleri farklıydı. Kuzeydeki sınır beyliklerinin
  3857. kökenleri Arap’tı ama Bizans ve Pers imparatorluklarından etkilenmiş
  3858. olduklarından eski Arap dünyasında yabancı bir unsur durumundaydılar.
  3859. Suriye sınırlarındaki Namara’da bulunan ve en eski Arap yazıtı olan 328
  3860. tarihli bir mezar taşında İmrül Kays ibn Amr için “tac giyen ve Asad ve Nizar ile
  3861. krallarını boyunduruk altına alan tüm Arapların kralı” yazılmıştır.Söz konusu
  3862. kral büyük olasılıkla sınır beyliklerinden birinde hüküm sürmüştür.
  3863. Arabistan’ın İslamiyet’ten önceki tarihi hakkında oldukça az bilgi vardır ve
  3864. çeşitli efsanelerde kaybolmuştur. Arap tarihinde bir monarşi kurma girişimine
  3865. rastlanmaktadır.Bu da V.yy sonu ve VI. yy başında kurulmuş ve kısa sürmüş
  3866. Kinda krallığıdır. Göçebe de olsa yerleşik de olsa monarşiye karşı Araplar
  3867. düşmanca bir tavır takınmışlardır. Araplar, vaha şehri olan Mekke’de bile krallar
  3868. tarafından yönetilmeyi değil, üzerinde fikir birliğine vardıkları reisler tarafından
  3869. yönetilmeyi tercih etmişlerdir. Kral anlamına gelen Arapça "malik” sözcüğü ilahi
  3870. bir unvandır ve kutsaldır ama insanlar için kullanıldığında genellikle olumsuz bir
  3871. anlam içerir. Örneğin Kuran’da despot ve adaletsiz bir hükümdar örneği olan
  3872. Firavun için sıkça kullanılmıştır (18:70, 79). Diğer bir kaynakta da Hz.Süleyman
  3873. ile konuşan Saba Kraliçesi “Krallar girdikleri şehirleri yağmalayıp soylularını
  3874. fakirleştirirler,” demiştir. İlk Müslümanlar İran ve Bizans’taki imparatorluk
  3875. monarşisinin doğasını çok iyi tanıyorlardı. Peygamberin kurduğu, o ve ondan
  3876. sonraki halifelerinin yönettikleri devletin yeni ve farklı olduğunu
  3877. düşünüyorlardı. İslam’ın dini liderliğini yeni bir imparatorluk haline getirmek
  3878. şeklinde algıladıkları girişimlere karşı çıktılar. IX. yy başlarında yaşamış olan elCahiz, Abbasiler’in Emeviler’in yerini almasını haklı bulduğu bir yazısında
  3879. Muaviye’yi suçlamaktadır:
  3880. 6
  3881. “Sonra Muaviye başa geçerek "birleşme yılı" olarak söz ettikleri bir yılda
  3882. Müslüman toplumunun, danışmanların, Medineliler’le Mekkeliler’in tek
  3883. hakimi oldu. Ama birleşme olmadı, bunun yerine ayrılma, şiddet ve baskı yılı
  3884. oldu. İmamlık Husrev'in krallığı, halifelik ise Sezar'ın despotluğu durumuna
  3885. geldi."
  3886. El-Cahiz bu değişikliklerden Muaviye’yi sorumlu tutarken zamanından önce
  3887. karar vermiştir. Ancak son Emeviler dönemindeki durumu doğru
  3888. değerlendirmiştir:
  3889. Danışmanlar, yani Şura üyeleri için söylenenler önemlidir ve ilk İslamiyet’in
  3890. hatta İslamiyet öncesinin geleneklerini düşündürür. İslamiyet’ten önce, Arap
  3891. aşiretindeki seyyid ya da şeyh olarak adlandırılan reis, “bağlayan ve çözenlerin”
  3892. onayı olduğu sürece makamında kalabilirdi. Söz konusu kişiler reisi göreve
  3893. getiren ve görevden alan saygın kişiler ve aşiret büyükleriydi. Eşitler arasında
  3894. birinci olan reis, tartışmalarda aracılık yapardı. Gerçek komutayı kullanmasına
  3895. yalnızca savaş zamanında izin verdirdi. Gerek barış, gerek de savaş zamanında,
  3896. görevlerini yaparken aşirete miras kalan gelenekleri yerine getirmesi gerekirdi.
  3897. Yeni aşiret reisinin seçimi genelde aile üyeleri arasından yapılırdı ama
  3898. babadan oğula geçme kuralı yoktu. Aşiret reisi genellikle soylu bir ailenin
  3899. içinden seçilirdi ve bu aile soylu olduğu kadar da kutsal olurdu. Şeyh ailesinin
  3900. soyundan olanlar, yerel bir ibadet yerini ya da kutsal bir şeyi babadan oğula
  3901. saklarlardı.Aşiret reisi otorite de değil daha çok saygınlığı ile yerini korurdu.
  3902. Hali hazırda bulunan monarşi ve hanedana karşı olan hareketler, İslamiyet ile
  3903. birlikte İslami inancının müminlerin kardeşliği ve eşitliği ilkesiyle ortaya çıkan
  3904. aristokrasi karşıtı görüşle de desteklenmişti.
  3905. İlk Müslümanlar halifeliği, bir anlamda süper şeyhlik gibi aynı tür otoritenin
  3906. genişletilmiş şekli olarak görüyorlardı. Şeyh artık tek aşiretin değil, birleşik
  3907. İslam toplumunu meydana getiren tüm aşiretlerin reisiydi. Aşiret geleneğinin
  3908. yerini de İslam dini ve hukuku alıyordu. Sürekli ve yaygın durumdaki savaş
  3909. zamanları nedeniyle eski sistemde de var olan komuta görevinin artık yeni bir
  3910. önemi vardı.
  3911. Aşiret reisinin zaman zaman “cemaa”, yani aşiretin deri gelenlerinin
  3912. oluşturduğu meclise başkanlık etmek görevleri arasındaydı. Meclis’in ilk anlamı
  3913. oturulan yerdir, cemaa ise topluluk demektir. Meclis, eski Arabistan’da bir tür
  3914. oligarşi konseyi gibidir. Reis, burada önde gelen diğer üyelerle beraber adalet
  3915. dağıtır, siyasi kararlar verir, günün konularının tartışılmasına başkanlık eder,
  3916. şairleri dinler ve misafir kabul ederdi.
  3917. İlk halifelik dönemine dek bu uygulama sürmüş, sonra daha törensel hale
  3918. gelmiştir. Halife imparatorluğunun genişlemesi ve siyasi yaşamının karmaşık bir
  3919. duruma gelmesi sonucunda, artık eski meclis tarzı yeterli olmamaya başlamıştı.
  3920. Halife Muaviye, kendi yerine oğlu Yezid’in aday gösterilmesine destek aramak
  3921. için Arap aşiretlerinin önemli reislerine heyetler yollamıştır. Muaviye bu
  3922. hareketiyle yerine Yezid’in geçmesinde bir derece başarı elde etmiş ama bunu
  3923. gerçekleştirmek için de bir iç savaşı kazanmak zorunda kalmıştır. Hz. Ömer’in
  3924. ölüm döşeğindeyken topladığı ünlü şura, yeni halifeyi danışma yöntemiyle
  3925. seçmek için klasik süreçtir. Klasik olarak nitelendirilmesine karşın, bu süreç bir
  3926. daha yinelenmemiştirDanışma görevinin hükümdarlara verilmesinin kanıtı olarak sıklıkla
  3927. Kuran’daki iki ayet (3:153 ile 42:36) gösterilir. Müslüman yazarlar salık
  3928. verdikleri danışmayı, kınadıkları keyfi kişisel yönetimle karşılaştırırlardı. Pek
  3929. çok yerde danışma savunulmuştur. Bunlar arasında, Peygamberin uygulamalarını
  3930. ve görüşlerini kaydeden hadisçiler, Kuran’daki danışma konularım
  3931. yorumlayanlar, Farsça, Arapça, Türkçe yazan ve hem kalemiye hem ilmiye
  3932. sınıfından olanlar bulunmaktadır. Kalemiyedekiler kendilerine danışmanın,
  3933. ulema da ulema ile danışmanın gerektiğini belirtmiştir.Öte yandan, danışma salık
  3934. verilirken zorunlu tutulmamış; keyfi yönetim de kınanırken,
  3935. yasaklanmamıştı.Hükümdar ya da memurlarının kişisel otoritelerini daha az
  3936. değil,daha çok kullanmaları doğrultusunda bir eğilim vardı.
  3937. Hükümetin otoriter bir kimlik almaya başlaması ve başarılı devrimcilerin
  3938. hayal kırıklıkları çeşitli klasik yazarların dile getirdiği bir metinde açıkça
  3939. anlatılmıştır- Abbasiler’i destekleyen Sudayf, Abbasiler’in Emeviler’in yerine
  3940. halifeliğe geçmesinin neden olduğu değişikliklerden yakınarak şöyle söylemiştir:
  3941. “Paylaşılan ganimetimiz zenginlerin yan geliri haline geldi. Danışmanlık
  3942. şeklindeki liderliğimiz keyfi bir hâl aldı. Başa geçmek için herkesin katılımıyla
  3943. yapılan seçimlerin yerine veraset geldi.”En otokratik hükümdarlar zamanında
  3944. bile bir tür halk meclisi bulunurdu. Bazı hanedanlardan halifelerce halk
  3945. toplantıları düzenlenir, bu toplantılarda çeşidi toplumsal sınıflardan temsilciler,
  3946. hükümdarın ya da onun yerine üst rütbeli bir memurun yanına çıkarılır ve
  3947. dilekçe vermelerine izin verilirdi. Hamileri olunan bilginler ve şairler de huzura
  3948. çıkarılır ve mesleklerinde ilerleyebilirlerdi. Bu toplantılara girişi kontrol edenler,
  3949. süreçlerle etkinlik ve bazen de güç kazanırlardı. Divan-ı hümayun Osmanlı
  3950. döneminde bir kurum haline gelmişti. Sultan XV. yy başlarında ya da daha
  3951. önceki bir dönemde, paşalar divanına başkanlık yapardı. Bir sultan öldükten
  3952. sonra, yerine yenisi gelene kadar geçen sürede paşalar kendi başlarına divan
  3953. toplantısı yapabilirlerdi.
  3954. II. Mehmed,bu divanlara başkanlık yapmayı bırakıp bu başkanlığı
  3955. sadrazamına devreden ilk padişahtır. Osmanlı tarihçileri tarafından anlatılan bir
  3956. öyküde bu durum şöyle açıklatmaktadır: “Bir gün bir köylü divana gelir ve
  3957. heyete “Padişah hanginiz? Bir şikayetim var.” der. Padişah bu olaya bozulunca,
  3958. sadrazam da padişaha divana katılmak yerine, bir kafesin arkasından toplantıları
  3959. seyrederek bu tür sıkıntılı durumlardan da kurtulabileceğini söyler.’’
  3960. 8
  3961. Padişahın divandan çekilmesi, bu öykünün doğru olup olmamasından
  3962. bağımsız olarak, sultanın bir kafesin arkasında oturduğu açıkça belirtilen II.
  3963. Mehmed’in usul kurallarıyla da doğrulanmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman
  3964. dönemine dek bu uygulama sürmüştür. Kanuni divan toplantılarım kafes
  3965. arkasından seyretmeyi bile bırakmıştır. XVI. yy'da divan haftada dört kez
  3966. düzenli olarak toplanırdı. Toplantılara şafakta başlanır ve tüm devlet işleri
  3967. görüşülürdü. Sabahlan çoğunlukla şikayetler dinlenir, dilekçeler kabul edilirdi.
  3968. Divanın başında ya sadrazam ya da görevli vezir olurdu. Öğlen dilekçe verenler
  3969. ve ötekiler gider, divandakilere yemek hazırlanır ve üyeler kalan işleri
  3970. görüşürlerdi. Çağdaş belgelerde, divanın tamamen danışma niteliğinde olduğu ve
  3971. son sözü padişahın verdiği .açık olarak belirtilmiştir. Belli konularda sadrazam
  3972. divanın konuyla ilgili üyesinden bilgi alabilir, hatta fikir danışabilirdi, ancak
  3973. divanın bütününe danışmazdı. Hukuki konular başkadılara, askeri konular
  3974. yeniçeri ağasına, denizcilikle ilgili olanlar da kaptan paşaya aktarılırdı.
  3975. Osmanlı divanı daha kurumsal ve gösterişli özelliği ile hem Osmanlı dönemi
  3976. hakkında daha çok ve doğru bilgi vermekte, hem de genel bir değişikliği ortaya
  3977. koymaktadır. İlk önce Türkler, sonra da Moğollar olmak üzere bozkır
  3978. halklarının, Ortadoğu’ya gelmesinin ardından, İslam tarihinde ilk kez sürekli ve
  3979. düzenli danışma kurullarının varlığı görülmektedir. İran’ın Moğol
  3980. hükümdarlarının vezir başkanlığında topladığı üst düzey memurlardan oluşan
  3981. büyük bir meclis olduğu bilinmektedir. Büyük divan anlamında Farsça divan-ı
  3982. buzurg, olarak bilinen bu kurum, Moğollar’ın aşiret meclisi olan
  3983. kurultaylarından gelmiş olabilir. Moğol sonrası İran hükümdarları zamanındaki
  3984. benzer meclisin çalışmalarına hem İran’dan hem de dışarıda kaynaklar tanıklık
  3985. ederlerdi.Mısır’da da Memlukler zamanında yüksek dereceli emirlerden oluşan
  3986. bir meclis vardı, ancak bu meclisten daha sonraki Memlukler döneminde nadiren
  3987. söz edilmiştir.
  3988. Osmanlı İmparatorluğu’nda sabit bir toplantı saati ve çalışma düzeni olan
  3989. divan-ı hümayunun yanı sıra, belirli üyeler tarafından Arapça şura kökünden
  3990. gelen meşveret adlı başka toplantılar da düzenlenirdi. Meşveret, divan için değil,
  3991. sadrazamın ya da padişahın belli bir sorunu görüşmek için topladıkları askeri ve
  3992. diğer erkanın toplantıları için kullanılırdı.XV.yy’da Balkan savaşları sırasında bu
  3993. tür meşveretlerden sıkça söz edilmiştir. Bunlar XVI.yy ve XVII.yy’da da
  3994. sürmüş, XVIII.yy sonundaki krizlerde daha sık toplanmıştır. Osmanlı tarihini
  3995. anlatan eski belgelerde Osmanlı hanedanının kuruluşu da bir meşverete
  3996. bağlanmaktadır. Bu belgelere göre, bir lider seçmek için meşverette toplanan
  3997. beyler uzun tartışmaların sonunda Osman Bey’i seçerek kendisinden reis
  3998. olmasını isterler, o da kabul eder. Belki de bu Osmanlı devletinin gerçek doğuş
  3999. öyküsüdür. Bir efsane bile olsa, ilk Osmanlı tarihçilerinin böyle bir efsaneyi
  4000. seçerek hanedan tarihine mal etmeleri büyük önem taşımaktadır.
  4001. Abbasi halifelerinin otokratik güçleri.artarken, Bağdat’taki halifelerin kişisel
  4002. güçleri azalmıştır. X.yy’dan sonraki zamanlarda İslam dünyasının tamamının
  4003. tartışmasız hükümdarları durumundaki Müminlerin Emirleri’nin kendi
  4004. ülkelerinde, kendi başkentlerinde, en sonunda da kendi saraylarında
  4005. komutanlıkları ellerinden alınmıştır.
  4006. Bu süreç geniş İslam imparatorluğunun uzaktaki eyaletlerinde başlamış,
  4007. sonunda da başkentin hemen dışındaki tüm eyaletlere yayılmıştı. Halifeler
  4008. eyaletlerde bir süre merkezi hükümeti bir çeşit kuvvetler ayrılığı sayesinde
  4009. devam ettirebilmişlerdi. Maliye, yönetim ve haberleşme doğrudan Bağdat’a karşı
  4010. sorumlu olan reislere bırakılmıştı. Silahlı güçlerden, sınırlarda ve şehirlerde
  4011. düzenin sağlanmasından eyaletin valisi, vergilerin toplanmasından, yerel
  4012. giderlerden arta kalanının Bağdat’taki mâliyeye gönderilmesinden defterdar,
  4013. imparatorluk kurye sisteminin yürütülmesi, olayların başkentteki posta ve haber
  4014. alma müdürüne düzenli olarak rapor edilmesinden de posta kethüdası
  4015. sorumluydu. Bunlardan biri, bu da genelde vali olurdu,ötekileri denetimine
  4016. aldığında merkezi denetim zayıflar, çoğunlukla da sona bulur, valilik özerk, hatta
  4017. babadan oğula geçen bir beylik haline gelirdi.
  4018. X. yy başlarında eski İslam imparatorluğunun tamamını babadan ©ğula
  4019. geçen beylikler oluşturuyordu. Bu beylikler, Cuma namazlarında Bağdat’ta
  4020. bulunan halifenin adını anmak, bazen adına sikke yaptırmak dışında tüm önemli
  4021. konularda bağımsızdılar. İslam dünyasının liderliğini almak üzere Abbasiler’e
  4022. meydan okuyan ve kendilerine halife unvanını veren Fatimiler ile birlikte, bu
  4023. sözde hükümdarlık bağlılığı da sona ermişti. Bu sözde bağlılık, Fatimiler’in
  4024. düşüşünün ardından tekrar ortaya çıkmış, ancak Moğolların 1258 yılında Abbasi
  4025. halifeliğinin kalıntılarını yok etmeleriyle tüm önemi yitirmişti. Mısır Memluk
  4026. sultanlar bir süre devam ettirdiği gölge halifeler soyu,1517 yılında Osmanlı
  4027. fethiyle son bulmuştur.
  4028. Bundan sonra asıl hükümdarlar halife değil, emir olarak adlandırılan askeri
  4029. komutanlardı, X.yy başlarından sonra da, Emirler Emiri anlamına gelen Emir ülümera olmuştu. Bu unvan, İslamiyet’ten önceki İran’da kullanılan başkomutan
  4030. için komutanlar komutanı, başrahip için rahipler rahibi ve imparator için krallar
  4031. kralı ya da şehinşah unvanlarına benzemektedir.X.yy ortalarında “kral” (malik)
  4032. unvana hükümdarların kendilerini tanıttığı yazıtlarda ve sikkelerde rastlanır. Bu
  4033. unvanı ilk kullananlar o dönemde başa geçen bazı yeni İran hanedanlarıydı.
  4034. Bunların ardından Selçuklular, Selahaddin’in soyundan gelenler ve daha küçük
  4035. hanedanlar gelmiştir. Bu unvan,halifeye, sonra da sultana eşit olmayı anlatmıyor,
  4036. başka yerdeki üstün bir hükümdarın gevşek hakimiyeti altında olan yerel bir
  4037. hükümdarı belirtiyordu. Bu açıdan, çağdaş Avrupa’da çeşitli hükümdarların
  4038. Kutsal Roma İmparatoru’nun sözde üstünlüğü altında kendileri için “kral”
  4039. unvanını kullanmalarına benzemektedir.
  4040. Arap dilinin oldukça zengin dil varlığının sunduğu pek çok seçenek
  4041. arasından bu unvanın tercih edilmesinin nedenini tahmin etmek zor değildir. Bu
  4042. unvanı ilk kullananlar, İran kültürünün olduğu, eski İran'ın monarşi
  4043. geleneklerinin yaşamaya devam ettiği topraklarda hüküm sürüyorlardı. İran’da
  4044. görev yapmış üst düzey memurlar aracılığıyla ve saray adabı, törenleri ile ilgili
  4045. eski İran yazılarının çevrilmesiyle, İran’ın saray adabı ve unvanları, Abbasi
  4046. halifelerinin saraylarını etkilemişti. Eski İran’daki “şah" unvanı henüz
  4047. Müslüman hükümdarların kabul etmeyecekleri kadar yabancıydı ama Arapça
  4048. karşılığı olan “malik” kabul edilebilirdi. Sonraları kullanılan krallar kralı
  4049. anlamındaki “malik el-mülk’’ün eski Farsça’daki “şehinşah”a benzediği açıktır.
  4050. Hadislerde bu unvana karşı çıkılır ve Hz. Muhammed’in “krallar kralı’nın hiç
  4051. kimseye denemeyeceğini, yalnızca Allah için kullanılabileceğini söylediği
  4052. belirtilir. Yine de Büveyhiler, Abbasiler ve sonraki hanedanlar bu unvan
  4053. kullanmışlardır. Bu unvanını çok açıktı, eyaletlerin hükümdarları kralsa,
  4054. başkentin hükümdarı da krallar kralıydı.
  4055. Bu değişiklikler sonucunda, taşradan merkeze doğru yeni bir imparatorluk
  4056. otoritesi sistemi oluşmaya başlıyordu. Bu yeni sistem halifelerle ilişkili
  4057. olmasının yanı sıra onun, askeri ve siyasi olaylardaki otoritesinin büyük
  4058. bölümünü ele geçiriyordu. Selçuklu Türklerinin güneybatı Asya’nın büyük
  4059. bölümünü hakimiyeti altına alarak “Büyük Sultanlık” adıyla bilinen devleti
  4060. yaratmasıyla bu süreç XI.yy ortalarına doğru tamamlanmış oldu.
  4061. Arapça’da “sultan” hükümdarlık ve otorite anlamına gelen soyut bir
  4062. sözcüktür. Bu sözcük en başından beri hükümeti ya da daha genel anlamda
  4063. otorite sahiplerini belirtmek üzere kullanılmıştır. Hükümdarın ve devletin
  4064. genellikle aynı anlama geldiği bir toplumda bu terim hem siyasi otoritenin işlevi,
  4065. hem de bu otoritenin sahibi için kullanılmıştır. Resmi bir biçimde olmasa da
  4066. valiler, vezirler, kimi zaman da hem Abbasi hem de Fatımi halifeler için
  4067. kullanılmıştır. X.yy’da bağımsız hükümdarların unvanı olarak ve hükümdarları
  4068. bir üst makam tarafından göreve getirilen ve görevden alınabilenlerden ayn
  4069. tutmak üzere kullanılmış ama bu kullanım resmileşmemiştir. XI.yy’da,
  4070. Selçuklular tarafından benimsenmesiyle resmileşmiştir. Selçuklularda yeni bir
  4071. anlam ve iddia içermeye başlamıştır. İslam ülkelerinin tümünün en üst siyasi
  4072. hükümdarlığı ve halifenin dini birincilliği ölçüsünde, en az ona eşit bir otorite
  4073. anlamım kazanmıştır. 1133 yılında Selçuk sultanı Sencer’in halifenin vezirine
  4074. yazmış olduğu bir mektupta bu durum açık olarak belirtilmiştir:
  4075. 10
  4076. ‘Dünyanın efendisinden... Dünya krallığını aldık ve bunu inananların
  4077. liderliğinde babadan ve dededen mirasla ve hakkımızla aldık..."
  4078. Başka bir anlatımla, hakimiyet Selçuk hanedanına aitti, Tanrı tarafından
  4079. verilmişti ve dini otorite açısından da halife tarafından onaylanmıştı. Sultanlık da
  4080. tıpkı halifelik gibi evrensel ve benzersizdi. İslamiyet’in tek dini liderinin halife
  4081. olması gibi, İslam imparatorluğunun yönetilmesinin, güvenliğinin ve düzeninin
  4082. sorumluluğu da yalnızca sultana aitti. Sultan ile halifenin arasındaki otorite
  4083. ayrımı çok kesindi. Öyle ki, Selçuklular’ın güçsüz olduğu bir dönemde halife
  4084. siyasi otoritesini bağımsız;olarak uygulamaya kalktığında, sultan ve sözcüsü
  4085. bunu sultanlık yetkilerine müdahale olarak kabul ederek protesto etmişlerdi.
  4086. Halifenin görevlerin en iyisi ve dünyanın yöneticilerinin koruyuculuğu olan
  4087. imamlık görevini yapmayı sürdürmesini, devleti yönetme görevini de bu görevin
  4088. verildiği sultanlara bırakmasını belirtmişlerdi.
  4089. 11
  4090. Bu çifte hükümranlık durumu, siyaset ve devlet yönetimi hakkında yazan
  4091. Müslüman yazarlar tarafından fark edilmişti. Bu fark ediş, pratik siyaset
  4092. deneyimleri olanların yazılarında doğal olarak çok açıktır, bununla birlikte
  4093. hukukçuların ve ilahiyatçıların eserlerinde de görülmektedir. İki grup da bu
  4094. ayrılığı, eski Hıristiyan-Roma imperium sacerdotium ayrımında ve modem
  4095. laiklik-din ayrımında da görmemişlerdir. Sultanlık,Şeriat’ı en azından halifelik
  4096. kadar uygulayan ve Şeriat’ın koruduğu dini bir kurum olarak görülüyordu.
  4097. Selçuklu sultanları ve halefleri zamanındaki ulema devlet ilişkisi, halifelerin
  4098. zamanındakinden daha yakındı. Ne halife, ne de taraftarları bir ruhban sınıfı
  4099. şeklinde tanımlanabilirdi. İranlı yazarlar başta olmak üzere Ortaçağ’ın
  4100. Müslüman yazarları gerçek ayrımı, biri monarşik, öteki peygamberliğe ilişkin
  4101. olan ama ikisi de dini iki otorite arasında görüyorlardı. Peygamber, Allah
  4102. tarafından Allah’ın yasasını yerleştirmek ve yaymak üzere gönderilmişti.
  4103. Peygamber semavi bir devlet kurmuştu, ancak insan yönetimini, otoritesini
  4104. askeri ve siyasi yollardan elde eden, uygulayan ve devam ettiren bir hükümdar
  4105. yapmalıydı. Otoritesi sayesinde, Allah kanunlarından bağımsız olan ama onların
  4106. aksine olmayan emir verme ve suçluları cezalandırma hakkını kazanırdı.Her
  4107. çağda bir peygamberin olması gerekli değildir ve Hz.Muham-med’den sonra
  4108. başka peygamber gelmeyecektir. Ancak her zaman bir hükümdarın olması
  4109. gereklidir, aksi halde düzen anarşiye dönüşür.
  4110. Siyasi istikrar ile dini Ortodoksluk ilişkisi açıkça anlaşılmış ve sıkça dile
  4111. getirilmişti. Müslüman yazarlar, bazen Hz.Muhammed’in bir deyişi, bazen de
  4112. eski bir İran bilgeliği olarak bu ilişki şöyle ifade ederler: “İslamiyet (ya da din)
  4113. ve devlet ikiz kardeştir, biri yokken diğeri gelişemez. İslam temeldir, devlet
  4114. bekçidir. Temeli olmayan çöker, bekçisi olmayan da kaybolur.” Halifeyi Sultan
  4115. seçer ve atar, sonra da Sünni birlik ilkesinin somutlaşması ve toplumun başı
  4116. olarak onun egemenliğini kabul eder. İki makamın farkı Walter Bagehot’un
  4117. ifadesiyle “hükümetin etkili ve onurlu parçalan” şeklinde açıklanabilir: “Halkın
  4118. saygısını kazanan ve koruyan ile bu sayede yürüyen ve yöneten arasındaki
  4119. ayrım.” Bagehot’un bu sözleri İngiliz anayasası ve Parlamento ile monarşi
  4120. hakkındaydı ama Ortaçağ İslamiyeti’ne de uygundur. Güç sultan, otorite de
  4121. Halife tarafından temsil ediliyordu. Sultan halifeye güç veriyor, karşılığında
  4122. halife de ona yetki veriyordu. Halife hükmediyor ama yönetmiyordu, sultan ise
  4123. ikisini de yapıyordu.
  4124. Bir süre Selçuklu sultanlığı evrensel ve tek Sünni kurum olarak devam etti ve
  4125. saygı gördü. Selçuklu sultanlığının parçalanmasının ardından “sultan” unvanının
  4126. kullanımı sıklaşıp yaygınlaşarak bir devletin başı olduğunu ve üstünde bir
  4127. hükümdarı tanımadığım söyleyen herkesin kullandığı bir Sünni unvanı oldu.
  4128. Ortadoğu’da XVI. yy başlarında üç büyük devlet bulunuyordu. İkisi, sultanlar
  4129. tarafından yönetilen Mısır ve Türkiye, üçüncüsü de şahlar tarafından yönetilen
  4130. İran’dı. 1517 yılında Mısır’ın OsmanlIlar tarafından fethedilmesinin ardından,
  4131. sonuncu Abbasi gölge halifesi Kahire’den İstanbul’a gönderildi ve birkaç yıl
  4132. sonra da sivil bir yurttaş olarak geri döndü. Bundan sonra başka halife olmadı ve
  4133. başka yerlerdeki küçük taklitleri gibi, Osmanlı sultanları da topraklarında tek
  4134. başlarına, her sultanın kendi halifesi olduğu büyük hükümdarlar olarak hüküm
  4135. sürdüler. Sultanların zaten çok fazla olan unvanlanna bir de “halife” unvanı
  4136. eklendi. Halifelik, XVIII. yy sonlarında çok daha farklı şartlar altında yeniden
  4137. canlanana dek eski önemini koruyamadı.
  4138. Önceki çağlardan beri git gide artan karışıklık ve büyüklükte bürokratik bir
  4139. mekanizma, sultanların ve halifelerin hükümetlerini destekliyordu. Erken
  4140. halifelik dönemine ait belgeler, hâlâ fetihlerin öncesindeki gibi İran ve Irak’da
  4141. Pers, Mısır ve Suriye’de Hıristiyan bürokrasileri tarafından en azından taşranın
  4142. yönetiminin yürütüldüğünü, vergilerin salınıp toplandığını göstermektedir.
  4143. Aradaki temel farklılık, şimdi gelirlerin yeni Arap hükümetine gönderilmesiydi.
  4144. Hükümet uygulamasının Araplaştırılması, standartlaştırılması ve merkezi bir
  4145. imparatorluk yönetiminin kurulması, ileride Emevi halifeler tarafından
  4146. gerçekleştirilmiştir. Halife Hz. Ömer, Arap tarih geleneğinde temel amacı mali
  4147. olan, gelen parayı kaydedecek, ondan yararlanacakların listesini yapacak, hemen
  4148. ve adaletli bir biçimde dağıtacak merkezi bir yönetimi, divanı kurmuştur. Emevi
  4149. halifesi II.Ömer’in bürokrasinin gelişimini geciktirmek istediği söylenir. Eski bir
  4150. idari tarihçi, Hz. Ömer'den biraz çok papirüs isteyen katibine şunları söylediğini
  4151. aktarır
  4152. “Kalemini keskinleştirip daha az yaz. Bu daha iyi anlaşılır,“ Halife, çok az
  4153. papirüsü kaldığı için biraz daha isteyen bir memura da şunları söyler:
  4154. "Kalemini sivrilt, cümlelerini kısalt ve elindeki papirüsü idareli kullan. ”
  4155. Bürokrasinin gelişmesi bu politikalarla geciktirilebildiyse de papirüsün
  4156. yerine kağıdın geçmesiyle hızla yayılmaya başlamıştır. Arşivlerde yalnızca
  4157. Osmanlı dönemine ait ayrıntılı kayıtlar olduğu halde, tarihçiler, bürokratik
  4158. edebiyat ve bugüne kadar gelen pek çok belge bürokrasinin eski çağlarda nasıl
  4159. işlediğiyle ilgili bilgiler vermektedir.
  4160. Abbasiler çağında yönetim de modem devletlerde olduğu gibi her birinin
  4161. kendine özgü görevi olan, divan adlı kısımlara bölünmüştü. En önemli kısım
  4162. maliye, haberleşme, vergi salınması ve toplanmasıyla ilgiliydi. İç güvenlik, ordu,
  4163. bayındırlık, haber alma, kraliyet köleleri ve kölelikten azat edilenler, dini
  4164. vakıflar ve hayırsever kurumlar diğer önemli kısımlardandı.Bunlar farklı
  4165. dönemlerde ve rejimlerde farklı biçimde düzenlenmiş ve genellikle üç ana
  4166. başlıkta toplanmışlardı: Para, silahlı kuvvetler ve haberleşme. Bunların yanı sıra,
  4167. diğer divanları denetlemekle görevli teftiş divanları bulunuyordu. Bunlar,tam
  4168. olarak Şeriat ile ilgili olmayan konularda Ortaçağ İngilteresi’ndeki adalet divanı
  4169. gibi görev yaparlardı.
  4170. Halifenin, daha sonra da sultanın altındaki tüm hükümet mekanizmasının
  4171. başında vezir bulunurdu. Büyük olasılıkla Arapça olan bu terim bir görev ya da
  4172. yük almış kişi anlamını taşımaktadır. Terim, çok daha eski bir Pers sözcüğünden
  4173. türemiş ya da etkilenmiş de olabilir. İlk kez Abbasiler’in kullanmış oldukları bu
  4174. makamı Sasaniler’i örnek alarak ya da taklit ederek oluşturdukları
  4175. düşünülmektedir. Vezir, halifeler döneminde mâliyenin, adaletin ve tüm
  4176. yönetimin başıydı. Vezirler, ilk zamanlarda Doğu İranlı tek bir soylu aileden
  4177. seçiliyordu, daha sonra çoğunlukla kalemiye sınıfından gelerek bürokratik
  4178. hiyerarşi içinde yükseldiler. Yönetimin başı olarak vezir genelde divan reisleri
  4179. içinden seçilirdi. Vezirlerin görevi sivildi ve askeri operasyonlara nadiren
  4180. katılırlardı.
  4181. Vezirlerin önemi, askeri emirlerin ortaya çıkmasıyla azaldı. Büveyhiler
  4182. vezirlerini baş sekreter ve maliye nazın olarak korumalarının yanı sıra, o da tıpkı
  4183. efendisi gibi bir subaydı. Sultanlar zamanında vezirlik yeniden ortaya çıkarak
  4184. yeni bir öneme kavuşmuştur. Genelde sultanlar okuma yazmayı, hükümet
  4185. işlerinin yürütüldüğü Arapça ve Farsça’yı bilmeyen asker olduğu için vezirlik
  4186. makamı yeni bir önem kazandı. Vezirlik, Selçuklu sultanlığı ile sona erdi.
  4187. Onlardan sonraki dönemde, askerler her şey gibi bürokrasinin denetimini de aldı.
  4188. Memluk Mısırı’nda üst düzey bir asker olan davadar (mürekkepçi) bürokrasinin
  4189. başıydı. Davadarın yönetiminde önemli ve yaygın bir bürokrasi oluştu. Memluk
  4190. sultanları zamanında hükümeti yürütme sorumluluğunu da alan bu bürokrasi,
  4191. sultanlığın uzun süre yaşamasında etkili olmuştur.
  4192. Osmanlı sultanları tarafından askeri komutanlar içinden bir grup vezir
  4193. seçilirdi. Avrupa’da başvezir olarak bilinen sadrazam, askeri, sivil, hatta hukuki
  4194. alanlarda oldukça geniş yetkilere sahipti. Osmanlı sadrazamının maddi kazana,
  4195. sorumlulukları ve gücü oranındaydı. Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı Lütfi
  4196. Paşa yıllık kazancının iki buçuk milyon akçe olduğunu belirtmiş ve şunları
  4197. söylemiştir: “Şükür Allah’a, bu da Osmanlı devletinde yeterli bir miktardır.”
  4198. 13
  4199. Sadrazam Lütfi Paşa kazancının bir buçuk milyon akçesini mutfak gideri, yarım
  4200. milyon akçesini hayır işleri için harcadığım, kendine de yarım milyon akçe
  4201. kaldığını belirtir. İran’ın Safevi şahlarının da bunlarla kıyaslanabilecek önemli
  4202. statü ve yetkilileri vardı.
  4203. Hükümet yönetiminin büyük bölümü gelir ve giderlerle yani mâliyeyle
  4204. ilgiliydi. Osmanlı dönemine, özellikle de XVI. yy ve sonrasına ait pek çok
  4205. bölgesel ve merkezi arşiv belgesi bulunmaktadır. Bu belgeler Osmanlı mali
  4206. yapısının aynntılı bir resmini çizmektedir. Ne yazık ki daha önceki İslam
  4207. imparatorluklarına ait belge bulunmamaktadır. Dolayısıyla tarihçiler OsmanlI
  4208. Ortadoğusu ve hatta Ortaçağ Batısındakilerle karşılaştırılabilecek gündelik
  4209. kanıtlar elde edememişlerdir. Öte yandan kimi küçük arşivlerde bulunmuş, kimi
  4210. tesadüfen ve rastgele toplanmış çok sayıda belge bulunmaktadır. Ortaçağ îslami
  4211. mali kuruluşlarının işleyişinin izlenebileceği tarihi, coğrafi, hukuki ve
  4212. çoğunlukla da bürokratik bilgiler vardır.
  4213. Abbasiler’in ilk döneminde maliye de yönetimin diğer cepheleri gibi
  4214. doğrudan vezirin sorumluluğunda bulunuyordu.Daha sonra, yalnızca mali
  4215. konularla ilgilenen daha uzmanlaşmış bir memur olmuştur. Bu memur, Türk ve
  4216. Pers yönetimlerinde defterdar olarak adlandırılmıştır.
  4217. İslam hukukunun gerektirdiği ve pek çok Müslüman hükümetin uyguladığı
  4218. gibi biri genel, diğeri özel (hassa) olmak üzere birbirinden ayrı iki maliye vardır.
  4219. Bu ayrım bazen çok kesin olmasa da, zaman zaman birincinin açıklarının
  4220. İkincisiyle kapatıldığını gösteren kanıtlar bulunmaktadır. Genel hâzinenin temel
  4221. giderlerini başkentteki askeri birliklerin ve hükümdar sarayının harcamaları
  4222. oluşturuyordu. Halife el-Mamun’un hükümdarlığına ait bir belgede günde altı
  4223. bin dinar olduğu -yazmaktadır.
  4224. Genel hazine hükümdarın siyasi ve askeri lider olarak harcamalarını
  4225. karşılarken, “özel” hazine Müslüman toplumunun dini lideri olarak yaptığı
  4226. harcamaları karşılamaktaydı. Buna göre, cihad için gerekli sınır kalelerinin
  4227. bakımı, Mekke’ye hac masrafları, Şeriat'ı uygulamaktan sorumlu kadıların ve
  4228. diğer din görevlilerinin maaşları, esirlerin kurtarmalıkları, ulak sistemi,elçilerin
  4229. ağırlanması, şairlere ve gerekli kişilere verilen bahşişler “özel” hâzineden
  4230. karşılanırdı.
  4231. İlke olarak devletin geliri İslami vergilerden sağlanırdı. Bunlar, Müslüman
  4232. olmayanlardan alınan kelle vergisi olan cizye, toprak vergisi olan haraç,
  4233. Müslümanlar’dan alınan aşar ya da zekattı. Sağlanan gelir genel hâzineye
  4234. aktarılırdı. Genel bir uygulama olarak, bu vergiler “Mukus” adı verilen başka
  4235. vergi ve resimlerle desteklenirdi. Hukukçuların karşı çıkmasına karşın,tüm
  4236. Müslüman hükümdarlar tarafından toplanmıştır- “Özel” hâzinenin geliri
  4237. halifenin özel malikaneleri ve gelirlerinden sağlanır, el koymalar, devlete kalan
  4238. mallar ve cezalarla da desteklenirdi.
  4239. Vergiler mal olarak da, para olarak da alınırdı. Eski Sasani toprakları İran ve
  4240. Irak ile daha doğuda Orta Asya ve Hindistan’daki uzantılarında para birimi
  4241. olarak gümüş dirhem kullanılırdı. Eski Bizans toprakları Mısır ve Levant’ta, Batı
  4242. ve Güneybatı Arabistan’da para birimi olarak altın dinar kullanılırdı. Dirhem ile
  4243. dinarın kur farkı gümüş ve altın fiyatlarına göre değişirdi. Teorik olarak bir dinar
  4244. on dirheme eşitti ama resmi hesaplardan anlaşıldığı kadarıyla uygulamada bu
  4245. oran büyük ölçüde değişerek yirmide bire düşüyordu.
  4246. Kaynaklarda yerel giderler yapıldıktan sonra imparatorluk başkentine kalan
  4247. net gelirle ilgili pek çok liste vardır ve en eskisi el-Hadi’nin hükümdarlığı (785-
  4248. 786) dönemindendir. Bir diğeri Harun Reşid dönemine (786-809) aittir. Daha
  4249. sonraki halifeler dönemine ait olanlar da değişikliği ve sürekliliği
  4250. göstermektedir. Bu verilere göre yaklaşık olarak batı eyaletlerinin geliri 5 milyon
  4251. dinar, doğu eyaletlerinin geliri de 400 milyon dirhemdir.
  4252. Günümüze dek kalan listelerde nakit gelirlerle birlikte mal olarak alman
  4253. vergiler de yer almaktadır. Örneğin; Fars’tan 150.000 ratl ayva ile portakal,
  4254. 15.000 ratl meyve konservesi ve 30.000 şişe gül suyu; Kumis’ten 40.000
  4255. portakal ve 2000 külçe gümüş; Sind’den 1000 çift ayakkabı, 4000 kuşak, 3 fil ve
  4256. 400 maund (Hindistan’da kullanılan bir ölçü, yaklaşık 37 kg.) ödağacı;
  4257. İsfahan’dan 20.000 ratl bal ve balmumu; Ermenistan’dan 20.000 ratl tuzlu balık,
  4258. 58 ratl çeşitli kumaş ve 20 halı; Sicistan’dan 20.000 ratl şeker ve 300 kareli
  4259. kaftan alınmıştır. Roma, sonra da Bizans vergi yöntemlerine alışmış olan Mısır
  4260. ve Suriye’den alınan vergilerin önemi daha azdır ve en çok gıda maddesi, sonra
  4261. da giyim eşyası toplanıyordu, canlı mallar arasında,develer, atlar, şahinler ve
  4262. köleler bulunuyordu.
  4263. Sonraki listelerden gelirlerin azaldığı anlaşılmaktadır. Kaldırılan vergilerin
  4264. yerini para ödemeleri almıştır. Para ödemeleri de ekonomik değişiklikler
  4265. nedeniyle azalmıştır. Azalmanın başlıca nedeni ordu komutanlarının,
  4266. mültezimlerin ve taşra yöneticilerinin aldıkları paylardır. Halife el-Muktedir’in
  4267. 918-19 yılı gelir listesindeki gelir tüm eyaletlerden 14.501.904 dinardır.Bu
  4268. listede, önceki listelerde olmayan rüsum ve el koymalar da yer almaktadır.
  4269. Abbasi halifeliğinin gerilemesi ve yönetimin bölünmesinden sonraki listeler
  4270. sayıca az olmakla birlikte, verileri açısından da güvenilir değildir. Bugüne kadar
  4271. gelen kesin mali bilgiler Osmanlı döneminden ve Osmanlı toprakların dandır.
  4272. Bunun bir örneği 1669-70 yılı bütçesidir. Rakamlar, başlardaki değeri klasik
  4273. dirhem olan, sonradan döviz kurlarına göre değişen akçe ile verilmiştir. Bu
  4274. bütçede Osmanlı devletinin tüm vergilerden toplam geliri 6l2.528.960 akçedir. O
  4275. yılın toplam gideri 637.206.348 akçedir ve 398.392.602 akçesi silahlı
  4276. kuvvetler ile savaş malzemesine; 180.208.403 akçesi saraylara; 5.032.512 akçesi
  4277. sultanın ailesine ile merkezi hükümetin bürolarına 44.572.831 akçesi de çeşitli
  4278. başka giderler için kullanılmıştır.Bu listeler de öncekiler gibi vergilere ve
  4279. bölgelere göre ayrılmıştır, ama farklı olarak ayni malları vergi geliri içinde
  4280. bulunmaz. Öte yandan “nakit ödemeler dışında” imparatorluk atölye ve
  4281. mutfaklarına ayni olarak giren malzemelere ve gıda maddelerine ayrıntılı
  4282. biçimde yer verilmiştir.
  4283. Müslümanlar devlete karşı çelişkili bir tutum içindedirler. Devlet, bir
  4284. taraftan, dini öğretilerine göre düzeninin korunması ve Allah'ın isteğinin yerine
  4285. getirilmesi için gereken ilahi kökenli düzenli bir kurumken, diğer taraftan da,
  4286. çalışmasına dahil olanları zehirleyen, bir şekilde içine girenler açısından tehlikeli
  4287. olan kötü bir kurum olarak görülmüştür.Hz. Muhammed’e ait olduğu söylenen
  4288. bir deyişe göre devlet ve cennet birleştirilemez. Bir başka deyişe göre hükümet
  4289. etme işinde gerekli olarak günah ve kötülük vardır. Bazen bu görüşler hükümet
  4290. içinde bulunanlar için de düşünülmektedir. IX. yy'da Bağdat’ta bir vezirin şunları
  4291. söylemiştir: “Hükümetin temeli göz boyamadır. Eğer işe yarar ve ömürlü olursa
  4292. politikaya dönüşür.” Bir öyküye göre, halife el-Mansur’un sarayında mutluluğun
  4293. ne anlama geldiği hakkında konuşulurken, halifeye gerçekten mutlu bir insanın
  4294. olacağı sorulmuş. Halife şöyle yanıtlamış: “Ne o beni tanır, ne de ben onu.”
  4295. Açıkça görüldüğü gibi bunun anlamı,bir insanın hükümetle ne kadar az işi olursa
  4296. o kadar mutlu olacağıdır. İslamiyet’in öteki dinlerle paylaştığı hükümetin kırsal
  4297. görüntüsünde de bu çelişki söz konusudur. Bir tarafta sultan ya da halifeyi,
  4298. sürüsü olan halkının çobanı olarak onlar adına Allah’a karşı sorumlu tutan pek
  4299. çok dini metin bulunmaktadır.Kırsal görüntünün tam tersi de Mısır’ın Arap fatihi
  4300. Amr ibn ül-As’ın söylediği belirtilen bir sözdür. Amr, onu Mısır askeri valisi
  4301. olarak tutup gelirlerin başına da başkasını getirmek isteyen Hz.Osman’ı şöyle
  4302. reddetmiştir: “Bu, biri ineği sağarken benim ineğin boynuzlarını tutmam olur.”
  4303. 15
  4304. IX. yy başında bir Arap edebiyatçısının bir derlemesinde Ortaçağ’da
  4305. Müslümanların devletin doğası ve amacı ile ilgili farklı görüşleri açıkça ortaya
  4306. konmuştur:
  4307. 16
  4308. "Devlete İslamiyet tarafından dört görev verilmiştir: Adalet, ganimet,
  4309. Cuma namazı ve cihad. İslamiyet, devlet ve halk, çadır, çadır direği, ipleri ve
  4310. çomaklarına benzer. İslamiyet çadır, devlet direk, halk ip ve çomaklardır.
  4311. Hiçbiri ötekiler olmadan işe yaramaz. “
  4312. “Husrev şunları söylemiştir: Bir ülkede şu beş şey yoksa, orada durmayın:
  4313. Güçlü yönetim, adil yargıç, sabit pazar, bilge hekim ve bir akarsu.” "Ömer ibn
  4314. el-Kattab da şunları söylemiştir: Güçsüz olmadan yumuşak, sert olmadan
  4315. güçlü olanlar iyi yönetebilirler."
  4316. Klasik İslam devlet ideali adı verilmeyen bir kralın tebaası ile ilgili söylediği
  4317. şu sözlerle açıkça ifade edilmiştir. “Kalplerine nefretle kirlenmemiş saygı ve
  4318. saygısızlıkla kirlenmemiş sevgi yerleştirdim.”
  4319. 9. BÖLÜM
  4320. EKONOMİ
  4321. Modem çağlardan önceki toplumsal ve ekonomik tarihi ile ilgili yeterince
  4322. araştırma olmadığı için Ortadoğu, çok az anlaşılır ve tanınır. Özellikle Ortaçağ
  4323. Avrupa tarihi gibi başka alanlarla karşılaştırıldığında, Ortadoğu tarihi ile ilgili
  4324. araştırmaların yetersizliğinin temel nedeni belge sorunudur. Ortaçağ Batı
  4325. Avrupası’nın devletleri geçirdikleri evrimle modem Avrupa’nın devletleri haline
  4326. geldiğinde de pratik amaçlar için gereken belge arşivleri modem çağlara dek
  4327. korunarak tarihçiler açısından değerli bir kaynak olmuştur. Osmanlı
  4328. İmparatorluğu dışındaki Ortaçağ Ortadoğu devletleri, dış istilalar ve iç
  4329. karışıklıklarla yıkıldıkları için, açtık hiçbir gereksinimi karşılamayan arşivleri de
  4330. korunmadığından dağılarak yok olmuştur.
  4331. Osmanlı İmparatorluğu, 20. yy’da Batı etkisinin ve idari yöntemlerinin
  4332. yaygınlaşmaya başlamasına dek, Ortaçağ sonlarından itibaren, idari ve siyasi
  4333. açıdan kesintisiz olarak varlığını sürdüren tek devletti ve arşivleri de neredeyse
  4334. tamamen el değmemiş haldeydi. Osmanlı arşivlerinde yapılan araştırmalar, o
  4335. dönemdeki Ortadoğu tarihini önemli ölçüde aydınlatmış, hatta daha önceki
  4336. yüzyıllara ait bazı karanlık noktalara bile ışık tutmuştur. Osmanlı arşivleri çok
  4337. geniştir ve bir o kadar da güçlükler içerir. Ortadoğu tarihinin, özellikle de
  4338. ekonomik ve toplumsal tarihinin, çok daha şanslı diğer alanların düzeyine
  4339. ulaşabilmesi için yapılması gereken çok şey vardır.
  4340. Yine de, eldeki verilerden hareketle Ortadoğu toplumlarının ve ekonomisinin
  4341. evrimini ana hatlarıyla çizmek olasıdır. Bu sayede, bunlara paralel olarak
  4342. değişen siyasi yapıların açıklanması da kolaylaşacaktır. Tarım, çok daha önceki
  4343. çağlardan itibaren en önemli ekonomik etkinlik olmuştur. Bölge nüfusunun
  4344. büyük çoğunluğunun geçim kaynağı tarımdır. Yakın zamana kadar devletin
  4345. gelirinin önemli bir bölümü de tarımla geçinenlerin emeklerinden
  4346. sağlanmaktaydı.
  4347. Geleneksel olarak Ortadoğu tarımı iki türdür. İlki ve daha önemlisi nehir
  4348. vadisi tarımıdır. Bu nehirler Fırat-Dicle, Nil ve Orta Asya’nın iki önemli nehri
  4349. Amu Derya ve Siri Derya’dır. Ortadoğu’nun öteki yerlerinde, Suriye-Filistin
  4350. kıyılarında, Suriye vadilerinde, bugünkü Türkiye’nin ve İran’ın bazı
  4351. bölgelerinde de ikinci tür, yağmura bağlı tarım yapılır. Bu tür tarım daha zordur
  4352. ve nehir vadisi türüne göre daha az ürün verir.
  4353. Bölgedeki önemli bir sorun da orman azlığı, dolayısıyla kereste eksikliğidir.
  4354. Eski çağlarda Kudüs tapınağının yapımında Lübnan’daki sedir ağaçlan
  4355. kullanılmıştı. Ancak İslam Ortaçağı döneminde Ortadoğu’ya, Afrika’dan ve
  4356. özellikle Hindistan ile Güneydoğu Asya’dan kereste ithal edilmekteydi.
  4357. Bölgedeki en önemli ürün tahıldı. En eski tahılların ilkel buğday türleri, arpa
  4358. ve dan olduğu bilinmektedir. Ortaçağ başlarında buğday daha çok önem
  4359. kazanmıştır. Bugün de benzer durum söz konusudur. Tarihi bilinmemekle
  4360. birlikte, Hindistan’dan pirinç getirildiği, tarımının İran ve Irak’tan Suriye ve
  4361. Mısır’a kadar yapıldığı anlaşılmaktadır. VH. yy Arap fetihleri sırasında fatihlerin
  4362. Irak’ta pirince rastladıktan ve bunun onlar için bir yenilik olduğu
  4363. anlaşılmaktadır.
  4364. Basra bölgesinin fethinde bulunan bir Arap tarafından anlatılan öykü
  4365. ilginçtir:
  4366. 1
  4367. Bir Arap birliğince sazlık bir yerde pusuya düşürülen hanlı askerlerden
  4368. birinde burma, ötekinde de daha sonra pirinç olduğu anlaşılan iki sepet
  4369. kalmıştı. Arap komutan askerlerine, "Hurmaları yiyebilirsiniz ama diğerini
  4370. yemeyin, o düşmanın bize hazırladığı bir zehir olabilir, "dedi. Askerler
  4371. hurmaları yiyip diğer sepete dokunmadılar ama bir at pirinci yemeye başladı.
  4372. Askerler atı zehirlenmeden yiyebilmek için kesmeyi düşünürlerken, atın sahibi
  4373. acele etmemelerini, zamanı geldiğinde gerekeni yapacağım söyledi. Ertesi
  4374. sabah atın ölmediğini gördüklerinde, ateşte pirincin kabuklarını yaktılar.
  4375. Komutanları "Allahın adıyla yiyin,dedi. Askerler pirinci yediler ve çok lezzetli
  4376. buldular.
  4377. Pirinç tarımı ve tüketimi Arap yönetiminde batıya yayıldı.
  4378. . Arşivlerde başka tahılların da adlan geçmektedir. Bunlar arasında, bugün de
  4379. Ortadoğu’nun ve özellikle Mısır’ın başlıca besin maddelerinden olan bezelye,
  4380. fasulye, mercimek ve nohut bulunmaktadır.
  4381. İçinde yağ bulunan bitkiler çok önemliydi ve bu bitkilerin yağlan
  4382. aydınlatma, sabun yapımı ve yemek için kullanılıyordu.Ortadoğu ve Kuzey
  4383. Afrika bölgesinde, en önemli yağ kaynağı olan zeytin önde gelen ürünlerinden
  4384. biriydi. Bölgeye doğudan gelen ve Arap-Müslüman yönetimi altında batıya
  4385. giden bir başka besin maddesi de şeker kamışıydı. Şeker kamışı İran’da “Şeker”
  4386. ve “Kand” olarak bilinirdi. Her iki sözcük de “sugar” ve “candy” olarak
  4387. İngilizce’ye geçmiştir. Helen-Roma dünyasında pek tamnmayan şeker yalnızca
  4388. tıp alanında kullanılırdı. İçecekler ve yiyeceklerin tatlandırılması için bal
  4389. kullanılırdı. Ortaçağ’da üretimi Mısır’a ve Kuzey Afrika’ya dek yayılan
  4390. şeker, Müslüman Ortadoğu’nün Hıristiyan Avrupa’ya ihraç ettiği başlıca
  4391. maddelerden biri oldu. Şekerkamışı tarımı ve plantasyon sistemi Kuzey
  4392. Afrika’dan Müslüman İspanya’ya, oradan Atlantik adalarına, sonra da Yeni
  4393. Dünya’ya yayılmıştır.
  4394. Baharat Ortadoğu’da çeşitli bölgelerde yetiştirilir, ayrıca Güney ve
  4395. Güneydoğu Asya’dan da çok miktarda ithal edilirdi. Batı dünyasına
  4396. Ortadoğu’dan yapılan bu önemli ihracat, Avrupalı denizci devletler tarafından
  4397. Asya’ya bir deniz yolu açılarak denetim altına almasına dek sürdü. Sıcak iklime
  4398. sahip bölgelerde yiyecekler, özellikle de et çabuk bozulmaması için tuzlanarak
  4399. saklanırdı. Bu yöntemle korunan yiyeceklerin yenmesi için baharat çok
  4400. gerekliydi.
  4401. Hayvanların beslenmenin yanı sıra, ulaştırma için de yoğunlukla kullanıldığı
  4402. bu toplumda hayvan yemi de önemli bir gereksinimdi. Soğuk iklimli bölgelerde
  4403. giyim için başlıca malzeme olan deri ve yün,sıcak iklimlere uygun olmadığından
  4404. ince giysiler için işlenebilir ürünler gerekiyordu. Özellikle üç tanesi çok
  4405. önemliydi. Ketenin, Ortadoğu’da özellikle mumyaların sarıldığı bezlere bakarak
  4406. Mısır’da antik çağlardan itibaren üretildiği anlaşılıyordu. Pamuk, Doğu
  4407. Asya’dan gelmiş, ilk olarak İran’da rastlanmış, oradan da batıya taşınmıştır. Dut
  4408. ağacıyla beslenen ipek böceğinin ürünü ipek VI.yy'dan sonra Ortadoğu’da
  4409. üretilmeye başlamıştır. Özellikle Suriye ve İran ipeklileri çok beğenilirdi. Boya
  4410. ve koku üretmekte kullanılan bitkiler de iyi giysileri tamamlarlardı.
  4411. Papirüs, çok önemli diğer bir sanayi ürünüydü. Nil kıyıla-nnda büyüyen bir
  4412. sazdan elde edilen papirüs önce parşömen, sonra da kağıt bulunana dek Doğu
  4413. Akdeniz dünyasındaki temel yazı aracıydı.
  4414. Sebze ve meyve yetiştiriciliği de oldukça yaygındı. Daha önceki dönemlerde
  4415. başlıca meyveler hurma, incir ve üzümdü. Meyvesinin yanı sıra, şarap üretimi
  4416. için de yapılan üzüm tarımı İslamiyet’ten önce çok daha yaygındı. Hurma ise
  4417. zaten vaha ve yarı çöl iklimi bitkisidir. Kayısı ve şeftali gibi Ortadoğu’nun öteki
  4418. meyvelerinin çoğu, İran ve doğu kökenliydi. Batı’da halen enginar, ıspanak ve
  4419. patlıcan için ilk geldiklerindeki Arapça ve Farsça adları kullanılmaktadır.
  4420. Narenciye tarımının ilginç tarihçesi çok net değildir. Birçok Ortadoğu dilinde
  4421. portakal için Portekiz’den (Portugal) türetilerek Türkçe “portakal”, Arapça
  4422. “bortakal” adı kullanılır ve Afganistan’a de benzer adlarla anılır. Aslında Çin ve
  4423. Hindistan’da daha önceden tanınan portakalı Ortadoğu’ya, XVI. yy başlarında
  4424. Portekizliler getirmiştir. Pers İmparatorluğu’nda narenciye meyveleri
  4425. İslamiyet’ten çok daha önce tanınırdı. Tevrat ve Pers kaynaklarında “turunç"
  4426. admda (Arapça “utruja”, İbranice “ethrog”) güzel çiçekleri olan küçük, ekşi,
  4427. yenilebilir bir narenciyenin süs için kozmetikte ve şerbetlerde kullanıldığından
  4428. söz edilmektedir. Farsça “narang” denilen bu meyve,. Arapça’ya da “naranç”
  4429. adıyla geçmiştir. Portekiz’de ve Batı’daki başka ülkelerde buna benzer adlarla
  4430. anılan yenilebilir tatlı bir meyve vardır. Bu meyve, IX.yy Arap şairi ibn alMutazz tarafından genç bir kızın yanaklarına benzetilmiştir. İbn al-Mutazz,
  4431. büyük olasılıkla o dönemde Hindistan’dan gelen limondan da söz etmiştir.
  4432. Ortadoğu’da hızla yaygınlaşan limon, Avrupa’ya gitmiştir. Avrupa’da bu iki
  4433. meyve halen Pers-Hint adlan kullanılmaktadır. Şüphesiz Ortadoğu’ya bu
  4434. meyveleri Uzakdoğu’dan Müslüman kervancılar getirmişler,Haçlılar da
  4435. Avrupa’ya götürmüşlerdir.
  4436. Ortadoğu’ya mısır, tütün, domates ve patates gibi hiç tanınmayan Amerikan
  4437. bitkileri, Batı Avrupalılar, özellikle Portekizliler tarafından getirilmiştir. Türk
  4438. tarihçisi İbrahim Peçevi 1635 yılında konuyla ilgili şunları söylemiştir:
  4439. 2
  4440. "İnsanın içini bulandıran dumanı ve kokusuyla tütünü 1009'da (miladi
  4441. 1600-1601) kafir İngilizler getirmiş ve birtakım rutubet hastalıklarını
  4442. iyileştireceğini söyleyerek satmışlardır. Kısa sürede zevk düşkünleri tütüne
  4443. bağımlı hale gelmişler, zevk düşkünü olmayanlar bile içmeye başlamışlardır.
  4444. Bu bağımlılığa kudretlilerin ve büyük ulemanın da çoğu tutulmuştur. ”
  4445. Yakın zamanlarda, kökeni Ortadoğu olmayan iki bitki de bölgedeki
  4446. ekonomik ve toplumsal yaşamı çok etkilemiştir. Ortaçağ başlarında bir Arap
  4447. gezgini Çin’den ilginç bir öykü anlatır:
  4448. “Kaynamış suyla içilen bir bitkinin ve tuzun tüm gelirinin sahibi kral.
  4449. Sakh adındaki bu bitki her şehirde çok pahalıya satılıyor. Bu bitkinin yaprağı
  4450. da, kokusu da naneden daha çok ve acımtırak bir tadı var. Kaynamış suya
  4451. atılıyor. Tüm kamu mâliyesi geliri, bu bitkiden, tuzdan ve kelle vergisinden
  4452. sağlanıyor. ”
  4453. XI.yy’da ünlü yazar el-Biruni, Çin ve Tibet’teki çay tarımı ve kullanımı ile
  4454. ilgili daha çok bilgi vermektedir. İran’a çay içme alışkanlığını XIII.yy’da Moğol
  4455. fatihlerin getirdiği biliniyor ama fazla yaygınlaşmadığından buradan batıya
  4456. ilerlemesi hakkında bir kanıt bulunmamaktadır. İran’da çayın yaygın olarak
  4457. içilmeye başlaması, Rusya’dan getirildiği XIX.yy başına rastlar. XX.yy’da
  4458. Türkiye ve İran’da devlet teşvikiyle çay tarımı yaygınlaştırılmıştır. Bunun bu
  4459. ülkelerde yetişmeyen kahveye bağımlılığı azaltmak için yapıldığı düşünülebilir.
  4460. Çay tarımı çok önemli olmamış, yalnızca yerel tüketim ve biraz da ihracat için
  4461. yetiştirilmiştir. Çayla 1700’de tanışan Batı Mağrip, çayın çok tüketildiği bir
  4462. yerdir. Buraya çayı Fransız ve İngiliz tüccarlar, Kuzeybatı Afrika’nın Avrupa
  4463. pazarlarına katılması beklentisiyle getirmiştir.Fas’ın milli içeceği, nane
  4464. yapraklarıyla yapılan çay olmuştur.
  4465. Öte yandan kahve, bölgenin tamamında en önemli içecektir. Kahvenin,
  4466. Habeşistan’dan çıktığı, adım bugün de yabani kahve bitkilerinin yetiştiği
  4467. Kaffa’dan aldığı bulunan kanıtlar arasındadır. XIV. ya da XV.yy’da kahve
  4468. Kaffa’dan Yemen’e getirilmiştir. Mısırlı bir yazar şunları söylemiştir: “Mısır’a
  4469. Yemen’de adına “kahva" denen bir içkinin yayıldığı, Sofi şeyhlerinin ve
  4470. başkalannın dua ederken uyanık kalmak için içtiği haberi geldi.” Yazar, Yemen’e
  4471. kahveyi Habeşistan’a giden bir gezginin getirdiğini anlatır:
  4472. 4
  4473. “Aden'e döndükten sonra hastalanan adam getirdiği kahveyi içip iyileşti.
  4474. Kahvenin halsizliği ve yorgunluğu giderip vücudu canlandırdığım fark etti.
  4475. Kendisi bir Sofi olunca, öteki Sofiler de kahve içmeye başladılar. Ardından
  4476. halkın tamamı, aydınlar da sıradan insanlar da içmeye başladılar ve kahve
  4477. içme alışkanlığı yayıldı."
  4478. Gerçekten de kahve içme alışkanlığı yaygınlaşmıştı. 1511’de kutsal Mekke
  4479. şehrinde kahve içildiği belirlenmiştir. Büyük bir olasılıkla buradan da
  4480. ülkelerine dönen hacılarla birlikte Suriye’ye, Mısır’a, İran’a ve Osmanlı
  4481. topraklarına gitmiştir.XIX.yy başlarına dek kahve İran’ın en önemli içeceği
  4482. olmuştur. Batı dünyası çayı Çin ve Hindistan’dan daha ucuz, daha kaliteli ve
  4483. daha bol bulurken, kahve bir süre bir Ortadoğu tekeli olmuştur.
  4484. Avrupa'da kahve, kahve içenler ve kahvehaneler küçümsenmiştir.
  4485. İstanbul’daki Venedik elçilerinden Gianfrancesco Morosini 1585 yılında
  4486. gittiği bir kahvehaneden şöyle söz eder:
  4487. “Bu insanların tümü kötü giysili, işi gücü olmadığı için zamanlarını boşa
  4488. harcayan kişilerdir. Sürekli bir yerde oturarak insanlar arasında,sokaklarda
  4489. ve dükkanlarda, “Kavee" dedikleri bir tohumdan yapılan, oldukça sıcak kara
  4490. sıvıyı içerler. “
  4491. 1610’da Türkiye’yi gezen İngiliz George Sandys’in görüşleri çok daha
  4492. olumsuzdur: “Tüm gün kahvehanelerde otururlar ve “Koffa” adım verdikleri çok
  4493. sıcak içeceği içerler. İçtikleri is gibi kara renktedir ve tadı da ona benzer...” Ne
  4494. var ki, kahvede de, kahvehanede de Avrupalıların hoşuna gitmişti. Üretimi
  4495. çoğunlukla Yemen’de olan kahve, çok geçmeden Ortadoğu’nun Avrupa’ya ihraç
  4496. ettiği başlıca ürün oldu. Eskiden çok kârlı olan baharat ticaretini kaptıran
  4497. Mısırlılar için kahve, gittikçe büyüyen Avrupa pazarında, baharatın yerine
  4498. geçecek bir üründü.Avrupa’daki ilk kahvehane, Viyana’da ikinci Türk
  4499. kuşatmasından sonra açıldı. Bu hak isteği üzerine, Türk hatları gerisinde
  4500. Avusturya istihbaratına yardıma olan bir Ermeni’ye ödül olarak verilmişti.
  4501. Kahve ve çayın Ortadoğu’da bu denli popüler olmasının, kahvehane ve
  4502. çayhanelerin önemli toplumsal merkezler olmalarının nedeni kolayca
  4503. anlaşılmaktadır. Musevilik ve Hıristiyanlık’tan farklı olarak,İslamiyette alkollü
  4504. içkiler yasaklanmıştır. Ama yasak tamamen de etkili olamamıştır. Şiirler’de ve
  4505. başka yazılarda yoğun olarak içki içmenin ve hatta ayyaşlığın kanıtları bulunur.
  4506. Ancak ya özel bir evin yüksek duvarları arkasında ya da bir İslam devletinin
  4507. yasak kapsamına girmeyen Müslüman olmayan halkı arasında, içkinin gizli
  4508. içilmesi gerekiyordu.Klasik Fars ve Arap şiirinde, meyhane ve meyhanecinin
  4509. şiirdeki sembolleri, Hıristiyan manastırı, keşişler ve Zerdüştçü rahipler olmuştur.
  4510. Hoş görüldüklerinde bile bunların gizli olması zorunlu olduğundan Ortaçağ
  4511. İslam şehirlerinde Batı’daki meyhanelerine benzeyen hiçbir yer bulunmuyordu.
  4512. Bu boşluk kahvehane ve çayhanelerle gideriliyordu.Kısa süre içinde
  4513. kahvehanelerin ihanet ve dedikodu, en kötüsü de kumar yuvaları olduğu
  4514. şikayetleri başlamıştı.
  4515. Bölgede ilkel tarım teknikleri kullanılıyordu. Daha önceki çağlarda
  4516. kullanılan basit tahta ve tekerleksiz saban, bölgedeki bazı yerlerde günümüzde
  4517. de kullanılmaktadır. Genellikle sabana katır, öküz, çoğunlukla da at koşulurdu.
  4518. Zengin nehir vadisi bölgelerindeki tarımda verimli ürün almak için çok çabaya
  4519. gerek olmazdı. Bazen yılda iki üç ürün alındığı için daha sert ve zayıf olan
  4520. iklimlerin teknolojik icatları gerektiren güçlükleri olmazdı.
  4521. Bu ülkelerdeki iki karakteristik olgu, teknolojik gelişmelerin olmamasının
  4522. başka bir nedeniydi. Manastırlarda ürün yetiştirmeye kendilerini adayan eğitimli
  4523. kişilerin, eğitimli çiftçilerin, üniversite eğitimi almış, çiftliğini idare ederken
  4524. eğitilen, karşılaştığı tarım sorunları için eğitiminden yararlanan İngiliz taşra
  4525. beyinin karşılığı bu toplumlarda bulunmuyordu. Ortadoğu’nun birkaç istisna
  4526. dışındaki eğitimli beyleri çiftçilikle uğraşmaz, çiftçiler de'eğitimli olmazdı.
  4527. Genel olarak, tarımdaki teknolojik gelişmeyi sağlayan entelektüel disiplin,
  4528. teknik beceri ve tarımla iç içe olma eksikliği söz konusuydu.
  4529. Klasik İslam dönemi, sulama dışında tarım teknolojisine pek katkı
  4530. sağlamamıştır ama Ortadoğu’daki tüccarlar ve çiftçiler özellikle gıda maddesi
  4531. ürünlerinin çeşitliliğinin artmasını sağlamışlardır. Doğu ve güneydoğu Asya
  4532. ürünlerinin batıya gidişi İslamiyetten önce başlamıştır. Eski Irak'ta ve İran’da
  4533. Doğu Asya kökenli ürünler yetiştirilmiştir. Daha batıda bu ürünler, egzotik, lüks
  4534. ve pahalı ürünler olarak görülmüştür. Örneğin eski Roma’da şeftali tanınan bir
  4535. meyveydi ve bugünkü adı olan “peach” bir Roma terimi “persicum malum’dan
  4536. (İran elması) gelmektedir. İlk kez İslami fetihlerle Batı’da Avrupa’dan,Doğu’da
  4537. Çin ve Hindistan’a dek tek bir ekonomik ve siyasi birim oluşturulmuştu. Yeni
  4538. ürünlerin keşfedilmesi ve yayılmasında, büyük olasılıkla Basra Körfezi’nden
  4539. Hint Okyanusu’na ve daha ilerilere giden Müslüman denizcilerin, Orta Asya’da
  4540. bulunan Müslüman gezginlerin ve askerlerin önemli etkileri olmuştur. İslamiyet
  4541. döneminde İran’dan Mezopotamya’ya, Kuzey Afrika’ya ve Avrupa’ya doğru
  4542. gerçekleşen hareket, pamuk, enginar, pirinç, karpuz, muz, patlıcan, narenciye ve
  4543. şeker kamışı gibi çeşitli gıda maddeleri, baharatlar, iplik yapımında kullanılan
  4544. ürünler, hayvan yemi, tıpta ve kozmetikte yararlanılan bitkileri de içeriyordu.
  4545. Ortaçağ Müslüman gezginlerince, her birinin çeşitli alt türleri bulunan oldukça
  4546. geniş bir ürün çeşitliliği anlatılmıştır. 1400’de Kuzey Afrika kıyılarıyla ilgili bir
  4547. yazıda,altmış beş çeşit ürün, otuz altı çeşit armut, yirmi sekiz çeşit incir ve on
  4548. altı çeşit kayısı olduğu anlatılmıştır.
  4549. Ortadoğu’da en büyük beceri, büyük nehirlerin sularım koruyarak dağıtmak
  4550. üzere yapılan oldukça hassas kanal sisteminde, yani sulama alanında
  4551. sergilenmiştir. Bu yalnızca çiftçilerle yapılmamış, bürokratların ve teknokratların
  4552. da katkılarıyla gerçekleştirilmiştir. Kimi tarihçilere göre, nehir vadisi toplumların
  4553. merkezi sulama işleri, modem bürokratik devletle güdümlü ekonominin
  4554. çekirdeğini örneklemektedir.
  4555. Tahıl kaybını önlemek üzere harman, çoğunlukla orak ile yapılırdı ve tahıl
  4556. yük hayvanları ya da köleler tarafından döndürülen değirmenlerde ya da el
  4557. aletleriyle havanda öğütülürdü. Bugün de bölgede bazı yerlerde bu yöntemler
  4558. kullanılmaktadır.
  4559. Mısır’da toprak her yıl Nil’in taşıdığı alüvyonlar sayesinde yeniden
  4560. gübrelediği için gübreye gerek olmazdı.Genellikle de en çok gerek olan yerlerde
  4561. gübrenin bulunmaması, toprağın tükenmesine neden olurdu.Bu durum Irak’ta
  4562. nehirlerle gelen tuzlu birikintilerle daha da çoğalırdı.Düzenin ve barışın hakim
  4563. olduğu zamanlarda buralar kurutulur ama karışık zamanlarda bu yerlerle
  4564. ilgilenilmezdi. Çiftçiler, nehirlerin yeterli su bıraktıkları nehir vadileri dışındaki
  4565. topraklan bir yıl ekerler, bir yıl da nadasa bırakırlardı.
  4566. Antik çağlarda dahi erozyon sorunu yaşanmıştı.Ortaçağlarda ve günümüzde
  4567. de durum değişmemiştir. Göçebelerin her sivil düzen bozulmasında, çölden
  4568. tarım topraklarına gitmesi, çölün ekilen topraklar aleyhine genişlemesiyle
  4569. sonuçlanmıştır.
  4570. Çölün ilerlemesinin birkaç nedeni vardı. Çölün genişlemesinin önlenmesi
  4571. için savunma hatlarına ihtiyaç vardı. Sivil düzen kesintiye uğradığında çöl
  4572. genişliyordu. Daha somut bir neden de keçiydi. Otu kesip yiyen koyunun tersine,
  4573. kopartıp yiyen keçi, otla birlikte toprağın üst tabakasını da kaldırdığı için toprak
  4574. zayıflayarak rüzgarla uçuyordu. Bunun yanı sıra, keçiler ağaçların kabuklarını da
  4575. yediklerinden ağaçları öldürüyordu.Bu nedenle rüzgara açık hale gelen ovalar
  4576. yine toprak kaybına uğruyordu. Bölgenin büyük bir bölümünde bu ve başka
  4577. etmenler -nedeniyle toprak kaybı meydana gelmiştir. Bu durum,modern çağların
  4578. ekili topraklan, eski çağların arkeolojik buluntularıyla karşılaştırıldığında aradaki
  4579. çarpıcı farkla açıkça görülmektedir.XIV.yy’da yazan ibn Haldun, “bina, heykel,
  4580. şehir ve köy kalıntılarından geçmişte büyük bir uygarlığın var olduğu anlaşılan
  4581. Kuzey Afrika’da yıkımın hüküm sürdüğünü” anlatır.
  4582. 5
  4583. Mali ve başka belgeler, tarım ürünlerinin ve onlardan sağlanan gelirlerin
  4584. Roma’nın son çağlarından itibaren azaldığını göstermektedir. Bu durum Arap
  4585. istilaları zamanında daha da artmış, kısa süreli bir düzelmenin ardından İslami
  4586. Ortaçağ’da da sürmüştür. Bu gerilemenin pek çok göstergesi
  4587. bulunmaktadır.Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki birçok bölgedeki terk
  4588. edilmiş köyler, çiftlikler ve kuyular, üretimin dolayısıyla da gelirin azalmasının
  4589. belgesel kanıtlarıdır. Bununla birlikte, genellikle vergi yükü, tefeciler ve benzeri
  4590. sorunlarla köyden şehre göç ve nüfusta azalma olduğu da anlaşılmaktadır.
  4591. Hükümetin, üst sınıfların ve bir ölçüde de dinin, toprağı işlemeyi ve
  4592. işleyenleri aşağı görmesi, tarımsal üretimdeki düşüşün önemli bir nedenidir.
  4593. İslamiyet bir kervan şehrinde doğmuştu.Hz.Muhammed’in ailesi tüccardı ve
  4594. ölümünden sonra taraftarları fethettikleri büyük imparatorluğu tüm eyaletlerde
  4595. bir garnizon şehirleri ağından yönettiler. Çok geçmeden bu garnizon şehirleri,
  4596. İslami kültür ve öğrenimin merkezleri oldu ama kırsal kesim daha uzun süreler
  4597. İslamiyetten önceki eski dinlere bağlı kaldı. Zaman içinde köylüler de
  4598. İslâmlaştırıldı ama yine de eski izler silinmedi. Şehirli Müslümanların,
  4599. Müslüman olmayan köylüleri yönetmesi örneği, Balkanlar’da ve Hindistan’da
  4600. yeni Müslüman imparatorlukların kurulmasıyla yeniden yaşandı. Hz.
  4601. Muhammed’in hadislerinde sıkça ticareti övdüğü görülürken, çok azında tarıma
  4602. saygı görülür. Benzer biçimde, Şeriat da şehirlilerin yaşamlarına ve sorunlarına
  4603. daha fazla ilgi göstererek bunları en ince ayrıntılarıyla inceler ve düzenler.
  4604. Köylülerin durumuyla, vergilerin ödenmesi dışında, fazla ilgilenmez. Devletin
  4605. ve tarım alanlarının, tarımdan anlamayan ve bölgelerinin uzun vadeli refahını
  4606. pek düşünmeyen askerlerin denetimine giren ekonomi yüzünden durum çok
  4607. daha kötü bir hâl aldı.
  4608. Bölgedeki toprakların büyük bölümü yan kuraktır.Tarıma ve büyükbaş
  4609. hayvanların otlamalarına uygun olmayan bu topraklar, keçi ve koyun
  4610. yetiştirilmesi için yeterliydi. Bu hayvanlardan et, yün ve postun yanı sıra,
  4611. Ortadoğu’nun başlıca besin kaynağı olan süt ve yoğurt elde ediliyordu. Bölgeye
  4612. bin yıldır hakim olan göçebe hayvancılık kültürü ile ilk ilkel tarımın birleşmesi
  4613. uygarlığın başlamasını sağlamıştır. Tarih öncesine dek giden deve göçerliği
  4614. bedevilerin ekonomisinin ve yaşam biçiminin merkezi olmasının yanında, barış
  4615. zamanında da,savaş zamanında da önemli bir ulaşım aracı olmuştur.Eski
  4616. Arabistan’da çok at olmadığından, atlar adları ve soylarıyla anılırdı.
  4617. İslamiyet yayıldıktan sonra İran, Bizans, sonrasında da Berberi hayvanları
  4618. kullanan Arap yetiştiricileri sürülerini olabildiğince genişlettiler ve bozkırların
  4619. otlaklarından fazlasıyla yararlandılar. Avrasya bozkırlarının göçerleri arasında da
  4620. atın önemi büyüktü. Çalışması ya da eti için az sayıda çiftlik hayvanı beslenirdi.
  4621. Öteki uygarlıklar için önemli olan domuz, İslamiyet’in Musevilikle paylaştığı bir
  4622. tabu nedeniyle yasaktı. Kimi tarihçilere göre, Müslüman fatihler İspanya’ya,
  4623. Balkanlar’a ve Batı Çin’e ulaştıklarında domuz, fethin coğrafi sınırlarını
  4624. çizmiştir.Bu ülkelerde yüzyıllar boyu Müslüman egemenliğine sürdüğü halde,
  4625. domuz yetiştiren ve yiyenler arasında İslamiyet kök salmamıştır. Kümes
  4626. hayvanları et ve yumurtaları için beslenirdi.Mısır’da tavuk yetiştiriciliği,
  4627. Batılılar’ın ilk gördüklerinde hayrete düştükleri bir teknikle yapılıyordu. 1655
  4628. yılında Mısır’a giden Fransız gezgini Jean de Thevenot şöyle anlatır:-
  4629. “Kahire'de rastladığım ilginç şeylerden biri de tavuklar kuluçkaya
  4630. yatırılmadan yumurtalardan civciv çıkarılması,bu civcivlerin de kiloyla
  4631. satılmasıydı. Burada yumurtalar ılık fırına konur ve fırının ısısı doğal ısıya
  4632. çok yakın olduğundan civcivler oluşarak yumurtadan çıkarlar... Fırınları
  4633. ağızlarına deve ya da öküz dışkısı koyarak ısıtırlar ve her gün eskisinin yerine
  4634. yeni sıcak dışkı koyarlar... Bazıları bunun iklimi sıcak olduğu için Mısır'dan
  4635. başka bir yerde yapılamayacağı görüşündeler ama Floransa Büyük Dükü
  4636. bunu yapanlardan birini getirtip Floransa 'da da yaptırtmıştır.Bunun
  4637. Polonya’da da yapıldığım duydum. ”
  4638. Kuluçka makinesi adı verilen bu yöntem, Thevenot’nun da belirttiği gibi
  4639. daha sonra Avrupa’ya da gitmiş ve çok yaygın biçimde uygulanmıştır. Batı
  4640. Avrupa’da hayvancılık ile tarım yakın bir ilişki içindeydi ve genelde aynı ellerde
  4641. bulunuyordu. Ortadoğu’da göçebeler ile köylüler arasında daha eski
  4642. çağlardan gelen bir çatışma ve ayrılık söz konusuydu. Hayvancılık ile tarım
  4643. birbirinden ayrıydı, çoğunlukla da karşıttı. Bir köylü gündelik işler için birkaç
  4644. hayvana sahip olabilirdi ama taşıma için de, eti için de hayvan yetiştirmek
  4645. göçebenin işiydi. Bu çatışma eldeki en eski Ortadoğu öykülerinden biri olan
  4646. Habil ile Kabil öyküsünün başında da geçmektedir. “Bu kardeşlerden biri
  4647. hayvancılık yapıyordu ve kurban olarak bir hayvan getirmişti. Öteki kardeş
  4648. tarımla uğraşıyordu ve doğanın ürünlerini getirmişti.Allah göçebeleri seçerek
  4649. hayvan kurbanı kabul etti ve doğanın ürünlerini reddetti. Bunun üzerine köylü
  4650. Kabil, göçebe Habil’i öldürdü.” Ortadoğu’nun tarihinde genellikle bunun tam
  4651. tersi gerçekleşmiş, yani göçebeler köylülere saldırmışlardır. Ortadoğu’da ekili
  4652. toprakların tamamı göçebelerin yaşadıkları çöllerin çok yakınındadır. Göçebeler
  4653. de sivil otoritenin savunmasının her zayıflayışında bu durumdan yararlanmaya
  4654. hazır olmuşlardır. Uygar toprakların güney ve kuzey sınırlarında, Arabistan
  4655. çöllerinde ve Avrasya bozkırlarında imparatorluk olmayı bekleyen göçebe
  4656. krallıkları ve beylikleri bulunuyordu.
  4657. Sanayi için özellikle de ortaçağların en önemli sanayii olan kumaşçılık için
  4658. hem hayvancılık hem de tarım ham madde sağlıyordu. Avrupa’ya yapılan kumaş
  4659. ihracatının önemini Ortadoğu kökenli kumaş adlan da göstermektedir:
  4660. Musul’dan Muslin, Şam’dan “damask” (damascus) ya da teknik terimler olarak
  4661. “taffeta” (Farsça taftah) ve “mohair” (mukhayyer) gibi. Minderler, duvar
  4662. kaplamaları ve diğer döşeme eşyası da üretilen ve ihraç edilen kumaşlara dahildi.
  4663. Deri ve yünü göçebeler, pamuk ve keteni köylüler sağlardı. Önemli ham
  4664. maddelerden kereste,çok az bulunduğu ve pahalı olduğu için ithal edilirdi.
  4665. Mineraller de çok önem taşıyordu. Metaller madenlerden çıkarılır, kil ve taş
  4666. gibileri de toplanırdı. Tarih öncesi çağlardan beri Ortadoğu’da bakır, altın ve
  4667. gümüş madenleri işletiliyordu.Bronz, milattan önce üç bin yıl önce Doğu
  4668. Mezopotamya’da,iki bin yıl önce Mısır’da yapılıyordu.Kalay,uzaklardaki “kalay
  4669. adaları’ndan yani ComwaU’dan, demir de kafkasya, Ermenistan ve bugünkü
  4670. Doğu Türkiye’den getiriliyordu. Ortadoğu madenlerinin çoğu antik çağlarda
  4671. tükendiği için birçok İslam devletinin güvencesi uzaklardaki ülkelerden ve uzak
  4672. eyaletlerinden yaptıkları ithalattı.
  4673. İran’da, Ermenistan’daki uzak bölgelerde, yukarı Mısır’da ve Sudan’da
  4674. maden kalmıştı ama Ortadoğu’da, yani Mısır ve Mezopotamya’da neredeyse
  4675. tümüyle tükenmişti. Gümüş ile altın başka yerlerden getirtiliyordu. Olayların
  4676. akışnı bu madenlerin aranması ve getirtildiği yollar önemli ölçüde etkilemişti.
  4677. Afrika;madenleri ve özellikle Sudan ile Mısır arasında kalan sınır bölgesinde
  4678. Assuan'ın güneyinde Allaki, İslam dünyası için en zengin altın kaynaklarından
  4679. biriydi. Altın ve köleler,Müslümanlar'ın Sahra’nın güneyine inme nedenlerinden
  4680. biriydi.Gümüş,özellikle eski Sasani topraklarında olmak üzere birçok yerde
  4681. bulunuyordu.
  4682. Sanayi teknikleri ilkel haliyle kalmıştı. Bazı istisnalar dışında, insan ve
  4683. hayvan gücü tek enerji kaynağıydı. İcat edilen ve kullanılan birkaç küçük
  4684. otomatik makine daha çok oyuncak gibiydi.Mancınıktı ve değirmen, bunlar
  4685. dışındaki tek makineydi. Bugün de kullanılan, hem su hem de rüzgarla çalışan
  4686. değirmenler çok eski çağlardan kalmadır. Ancak değirmenlerin sayısı Ortaçağ
  4687. başlarının Batısı ile karşılaştırıldığında bile çok azdı ve sınai amaçlı değil,
  4688. yalnızca tahıl öğütme ve sulama amaçlı kullanılıyorlardı. Diğer makine de,
  4689. savaşlarda tutuşturucu sıvılarla dolu kovalan düşman gemi ve şehirlerine
  4690. fırlatmak için kullanılan mancınıklardı. Avrupa’dan top ve topçunun Ortaçağ’ın
  4691. sonlarına doğru ithal edilmesine kadar, mancınıklar, bükmeyle, gerilimle ve en
  4692. çok geliştirildiklerinde de bir dizi karşılıklı ağırlığın hareketleriyle kullanılırdı.
  4693. Bu yöntemle, daha büyük gülleler, daha büyük bir kuvvetle, daha uzaklara
  4694. fırlatılıyordu. Kalkan, kılıç, zırh ve hançer gibi öteki savaş araçları, sanayi
  4695. üretiminde ve uluslararası ticarette mal olarak önemli bir yere sahipti.
  4696. Uygun ham maddeler olmadığından enerji üretiminde ilerlenemiyordu.Batı
  4697. Avrupa’daki odun ve kömürden ya da pek çok ırmak ve çağlayandan sağlanan su
  4698. enerjisi ile karşılaştırılabilecek hiçbir şey yoktu. Petrol vardı ama çıkartılması ve
  4699. kullanılması daha çok uzun çağlar sonra mümkün olacaktı. Petrol, eski ve
  4700. ortaçağlarda ancak kendiliğinden yüzeye çıktığında kullanılırdı. Petrol, Zerdüşt
  4701. İranı’nda tapınaklardaki kutsal alevi yanık tutardı. İslam ve Bizans
  4702. imparatorluklarında ise petrol, savaş silahlan için patlayıcı karışım yapımında
  4703. kullanılırdı.
  4704. Giyinmekten sonra gelen en temel gereksinim barınmaktı. Özel ve kamuya
  4705. ait binaların inşaatı, döşeme ve süslemesi için gereken malzemelerin üretimi için
  4706. pek çok sanayi gelişmişti.Şehirlilerin gereksinimleri arasında kap kacak, başka
  4707. eşyalar,kokular, sabunlar, yazı için mürekkep, parşömen, papirüs ve daha
  4708. sonraları da kağıt yer alıyordu.
  4709. Öteki uygarlıklarda sanayi üretimi için önemli bir itici güç olan ulaşım, İslam
  4710. topraklarında o kadar önemli değildi. Büyük bir olasılıkla odunun ve madenin az
  4711. olması nedeniyle tekerlekli araçlar çok az kullanılırdı ve onlar için çok az yol
  4712. yapılmıştı. Kimi zaman tekerlekli arabaların varlığından söz edilir, hatta bazen
  4713. anlatılır ve resimleri çizilir ama bunlar olağanüstü şeyler olarak görülmüştür.
  4714. Fas'ın yerlisi olan ibn Batuta, XIV.yy’da Fas’tan Ortadoğu yoluyla Orta Asya’ya
  4715. seyahatinde, bozkırın Türk halkları arasında gördüğü tekerlekli arabaları
  4716. anlatacak denli önemli bulmuştur. XVIII.yy'da Fransız gezgini Volney şunları
  4717. söylemiştir:
  4718. 7
  4719. “Suriye’nin hiçbir yerinde tek bir araba olmadığım belirtmem
  4720. gerekir.Herhalde bu, hükümetin onlara el koyacağı için bir anda büyük bir
  4721. kayba uğranılacağından korkulması yüzündendir."
  4722. Genellikle ulaşım ırmak ve denizlerden ya da yük hayvanları ile
  4723. sağlanıyordu. İlk olarak M.Ö ikinci bin yılda evcilleştirilmiş olan develer 600
  4724. kilo taşıyor, günde üç yüz kilometre yürüyor ve su içmeden 17 gün
  4725. gidebiliyorlardı. Ne var ki, develerin kullanımı her yere uygun değildi. Osmanlı
  4726. malzemelerini taşımak için Suriye ve Anadolu’dan getirtilen çok sayıda deve
  4727. Balkanların rutubetli ikliminde hastalanarak öldüğü için Osmanlılar’ın ilerlemesi
  4728. aksamıştı. Öte yandan, kuru Ortadoğu ikliminde, develer gerçekten herhangi bir
  4729. araba ve yol sisteminden çok dalla az masraflıydı. Kısa mesafelerde eşek ya da
  4730. katır bile insan ve mal taşınması için yeterli oluyordu. Daha farklı bir konu olan
  4731. su ulaşımı, çok eski çağlardan itibaren hem Akdeniz ve doğu denizlerinde, hem
  4732. de iç sularda gerçekleştirilmişti.Roma tarihçilerince yapılan hesaba göre,
  4733. buğdayı Roma İmparatorluğu’nda karayolundan 120 kilometre taşımak,
  4734. Akdeniz’in bir ucundan diğerine denizden taşımaktan daha pahalıydı. İslam
  4735. çağlarında da benzer durum söz konusu olmalı.
  4736. Tekstil üretimi aile içinde yapılır, zanaatkarlar evlerinde aileleriyle ya da
  4737. küçük atölyelerde çalışırlardı. Üretim öncelikle topluluk, aile ve yerel
  4738. gereksinimleri karşılamak için yapılırdı.En başta halı olmak üzere, birkaç ürünün
  4739. uluslararası ticareti yapılırdı. Sanayi kuruluşları bazen daha büyük ölçekli
  4740. olurdu.Örneğin, Ortaçağ Mısırı’na ait belgelerden bir girişimci tarafından
  4741. gündelik ücretle keten işçilerinin tutuldukları anlaşılmaktadır. Mısır sanayinde
  4742. önemli bir yeri olan şekerin rafine edilmesinde de benzer uygulamalar vardı.
  4743. Devlet, bazen teşvik sağlama, bazen hükümdarların para yatırımları, bazen de
  4744. tekeller oluşturma gibi yollarla sanayiye müdahale ederdi.
  4745. “Tiraz” büyük bir öneme sahipti.Klasik Arapça’da tiraz, kral tarafından
  4746. giyilen ya da giyilmesine izin verilen bir çeşit işlemeli brokar kumaş anlamına
  4747. gelmektedir. Onu yalnızca hükümdarlar ve hükümdarın özel olarak
  4748. onurlandırmak istediği kişiler giyebilirdi. Tirazın bir tür şeref ve madalya sistemi
  4749. özelliği taşıması nedeniyle üretimi ilk yüzyıllarda kıskançlıkla korunan bir
  4750. devlet tekeliydi.Tiraz atölyeleri devlete aitti, yöneticileri de devlet memurlarıydı.
  4751. Zamanla bu sanayi de yaygınlaştı.Kimi zaman devlet, savaş gemisi ve bazı silah
  4752. türlerinin yapımı gibi savaş üretimlerini de denetim altına alırdı.
  4753. Devlet fiyatları belirlemek için ekonomik yaşama müdahale ederdi. Bu
  4754. müdahale antik çağlara, özellikle de büyük çaplı olarak bunu ilk kez yapan
  4755. Roma imparatoru Diocletian'a dek uzanır.Hz. Muhammed’in bir hadisinde
  4756. “Fiyatları yalnızca Allah belirler.” (Bu da laissez-faire ekonomisinin açık bir
  4757. ifadesidir) denilmesine karşın Müslüman yetkililer, çoğunlukla Ortaçağ
  4758. ekonomistlerince “adil bir fiyat” olarak adlandırılan fiyat belirlemesi yapmaya
  4759. çalışmışlardır. Ancak bu politikaların neredeyse tamamı başarıya ulaşamamıştır.
  4760. Bazı hükümdarların fiyat belirlemesinden de öte, tekelleşme girişimleri
  4761. olmuştur. Mısır’da Memlukler’in son döneminde, biber ticaretinden vergi alarak
  4762. kazandığı paraları gören hükümetler, bu kadarı yerine tüm kârı elde etmek için
  4763. biber ticaretini tüccarlardan almışlardır. Mısır Memluk Sultanı Baybars'ın (1422-
  4764. 38) devlet tekellerinde aşırılığa gitmesi, transit ticaretinin bozulmasına neden
  4765. olmuş ve Portekizliler, Afrika'nın çevresinden dolaşmak zorunda kalmışlardır.
  4766. İslami dönemin diğer alanlardakine benzer biçimde, sanayide de
  4767. gerçekleştirdiği önemli bir gelişmesi, çeşitli bölgelerin, bir tarafta Doğu Akdeniz
  4768. dünyasının eski uygarlıkları ile öteki tarafta İslam çömlekçiliğinde yeni bir
  4769. güzelliği keşfeden İran dünyasının gelenek ve tekniklerini büyük bir uyumla bir
  4770. araya getirmesidir. Doğu ve Batı Asya, XIII.yy’daki büyük Moğol istilalarıyla
  4771. ilk kez tek bir hükümdarın yönetimine girmiş ve Ortadoğu, özellikle de İran,
  4772. Uzakdoğu’nun stil ve zevklerine açık duruma gelmiştir.
  4773. Değerli madenleri arama ve çıkarma çalışmalarıyla yaygın bir dağıtım ve
  4774. değiş tokuş sisteminin gelişmesi teşvik edilmiş,aynı zamanda da kolaylaşmıştır.
  4775. Eski Bizans topraklarında altın, eski Sasani topraklarında da gümüş olmak üzere
  4776. aynı anda iki ayrı paranın kullanılması, iki madenli bir ekonominin ve bir para
  4777. değişim sisteminin gelişmesini sağlamıştır.Büyük yerlerdeki büyük ölçekli
  4778. ticaret gereksinimiyle sarraf sınıfı oluşmuştur. Giderek her ticari merkezde görev
  4779. alan sarraflar, daha sonraları gelişmiş bir bankacılık sistemi kurmuşlardır.
  4780. Kuran'da “Allah almaya ve satmaya izin vermiş, ancak faizi yasaklamıştır.
  4781. Faize başvuranlar cehennem ateşinde yanacaklardır...”' denilmektedir (2:275).
  4782. Faiz yasağı, Kuran'da açık bir şekilde dile getirildiği gibi hadislerde ve fıkıhta da
  4783. vurgulanmıştır ve bir yerde bir tek faiz işleminin otuz üç zina suçundan daha
  4784. kötü olduğu yazılmıştır. Faiz yasağı Müslümanlar tarafından daima ciddiye
  4785. alınmıştır. Günümüzde de hâla bankacılık ve yatırım konusunda gerçek
  4786. müminler sıkıntı çekmektedirler.Pek çok hukukçu ve ilahiyatçıya göre bu yasak,
  4787. , yalnızca aşırı faiz değil, her türlü faiz için geçerlidir. Kuralın böyle katı bir
  4788. biçimde uygulanması kredinin, böylece de büyük ölçekli ticaretin gelişimini
  4789. önleyecekti. Ancak hukukçular ve tüccarlar başka konulardaki gibi bu konuda da
  4790. bir yol buldular. Bu yol ile, teknik adıyla “hile-i şeriye” ile yasaları çiğnemeden
  4791. kredi,ortaklık,yatırım, hatta bankacılık işlemlerini düzenlediler.
  4792. İslamiyetin başlıca yükümlülüklerinden biri Mekke’ye hacca gitmektir ve her
  4793. Müslüman’ın en az bir kez gitmesi gereklidir. Bu yolla uzun mesafeli ticaret
  4794. gelişmiştir. Her yıl gerçekleşen hac ile İslam dünyasının her bölgesinden çok
  4795. sayıda Müslüman’ın bir araya gelerek aynı kutsal yerlerde aynı töreleri yerine
  4796. getirmeleri, ortak bir kimliğin yerleşmesi ve sürdürülmesi açısından oldukça
  4797. önemlidir.
  4798. İslam dünyasında çoğunlukla çok güçlü olan yerel gelenekler olduğu halde,
  4799. hemen hemen başlangıçtan itibaren şehirlerin uygarlıklarında, standartlar,
  4800. toplumsal adetler ve değerler açısından Ortaçağ Hıristiyan dünyasında benzeri
  4801. olmayan bir birlik derecesi vardır. Raşid el-Din, “Frenkler yirmi beş dil konuşur
  4802. ve hiçbiri diğerinin dediğini anlamaz.” demektedir.Müslüman dünyasındaki dil
  4803. birliğine, yani iki üç dilin, Batı Avrupa’daki Latince gibi yalnızca küçük bir
  4804. ruhban sınıfının dili olarak kalmasına değil, pek çok düzeyde yerel dil ve
  4805. lehçelerin yerini almasına alışmış olan bir Müslüman açısından bu olağan bir
  4806. yorumdur. İslam dünyası, fiziki olduğu kadar eski ve orta çağlarda eşi
  4807. görülmeyen kültürel ve toplumsal bir hareketliliğe sahip olmuş ve hem denizde
  4808. hem de karada uzun mesafelere kadar giden bir haberleşme ağı oluşturmuştur.
  4809. Ancak bu yolların biri korsan, diğeri eşkiya tehdidi ile tehlikeliydi ve her
  4810. ikisi de çok ağır ve zahmetliydi. Deniz yolu, kara yolundan biraz daha ucuzdu
  4811. ama yine de ikisi de pahalıydı.Tüm bu nedenlerden dolayı, uzaklara yapılan
  4812. ticaret, bu bir girişimin tehlikelerini haklı kılacak derecede pahalı ürünlerle
  4813. sınırlıydı.
  4814. Bu açıdan, modern ticaretin önemli ürünlerinden besin maddeleri, eski
  4815. zamanlarda kısıdı bir öneme sahipti. Besin maddeleri çok yer kapladığı ve ucuz
  4816. olduğundan, ticareti zahmetine değmezdi. Çok masraflı, az kârlı ve fazla
  4817. riskliydi. Tüketim için besin maddesi üretimi neredeyse tamamen yereldi.Az
  4818. bulundukları ve pahalı oldukları için kara ve deniz yolu ile nakliyenin risklerine
  4819. değen ve uzun mesafeli ticareti yapılan üç mal, köleler, lüks eşya ve önemli
  4820. madenlerdi.İthalata dayanmadan yerel olarak besin maddesi üretilebiliyordu.
  4821. Ancak demir, altın ve gümüşün ne pahasına olursa olsun ithal edilmeleri
  4822. zorunluydu.
  4823. Uzun mesafeli ve geniş boyuttaki insan ticareti temelde İslami dönemdeki bir
  4824. gelişmeydi ve tarihin acı bir cilvesiyle kaynağı İslami hukukun insancıl
  4825. etkisiydi. Köle nüfus, eski imparatorluklarda, hatta Hıristiyanlığın ilk çağlarında
  4826. genellikle yerel kaynaklardan sağlanırdı. Borçlu ya da suçlu olanların köle
  4827. olması, aileleri tarafından terk edilen çocukların “köle olarak”evlat edinilmeleri
  4828. ve kendilerini ya da çocuklarını köle olarak satanlar köle kaynaklarının
  4829. sürekliliğini sağlardı. İslami fetihlerle ve İslam yasalarının uygulanmaya
  4830. başlamasıyla tüm bunlar son buldu.
  4831. İslam hukukçularının biçimlendirdiği ve Müslüman hükümdarların 'çoğunun
  4832. kabul ettiği ilkeye göre her insan özgürdü.
  4833. Müslüman devletin özgür doğan vatandaşları, Müslüman olsalar da, kabul
  4834. edilen diğer iki dinden birine inanıyor olsalar da, silahlı isyan dışındaki bir
  4835. suçlan ya da borçlan olduğu için köle olamazlardı. Terk edilmiş olan çocuklar,
  4836. köle oldukları ispat edilene dek özgür olurlardı. Anne ve babaları köle olan
  4837. çocuklar da köle doğmuş olurlardı ve özgürlükleri verilinceye dek köle
  4838. kalırlardı. Özgür insanlar, yalnızca bir cihadda yakalanan kafirler olduklarında
  4839. köle yapılabilirlerdi. Bu koşulda kendileri de aileleri de yasal ganimet kabul
  4840. edilerek onları ele geçirenlerin malı olurlardı. Köle ailelerden doğan kölelerin
  4841. sayısı Ortadoğu'nun giderilemeyen gereksinimlerini karşılamada yetersiz olduğu
  4842. için imparatorluk sınırlarına çok uzaklardan getirtilen dinsiz yeni köleler, çok
  4843. önemli bir ticaret konusuydu. Bu köleler, özellikle de genç kadın köleler çok
  4844. pahalıydı ama ticaret zahmetine değiyorlardı. Saraylarda, zengin evlerinde ve
  4845. bazı dini kurumlarda çalışacak hadımlara çok rağbet gösterildiği için genç erkek
  4846. köleler hadım edilerek fiyatları artırılıyordu. İslami hukuka göre bedensel zarar
  4847. vermek yasak olduğu için bu köleler İslam topraklarına girmeden sınırlarda
  4848. hadım ediliyordu.
  4849. Köleler çoğunlukla Avrupa, Avrasya bozkırları ve Afrika olmak üzere üç
  4850. bölgeden getiriliyordu. Çin, Hindistan ve diğer yerlerden getirilmiş köle kayıtları
  4851. olsa da sayılan oldukça azdı. Köleler Ortaçağ’dan modem çağlara dek düzenli
  4852. bir biçimde bu üç kaynaktan geliyordu. Kuzey Afrika ve Müslüman İspanya’nın
  4853. önemli köle nüfusu, kölenin İngilizce karşılığı olan “slave” sözcüğünün türediği
  4854. Doğu ve Orta Avrupa’daki Slavlar’dan oluşuyordu. Ortaçağ’da bunları
  4855. genellikle Batı Avrupalı köle tüccarları ve aracıları sağlıyordu. Osmanlılar
  4856. Balkanlar’a girdikten sonra, Doğu Avrupa’daki aracıları devreden çıkararak
  4857. köleleri kaynağından sağlamaya başladılar.Batı Avrupalı kölelerin daha az ama
  4858. önemli bir bölümü de Berberi korsanlar tarafından sağlanıyordu. Berberi
  4859. korsanlar 1627 yılında İzlanda’yı basarak Cezayir’deki köle pazarına 242 köle
  4860. getirmişlerdi. Bu korsanlar, 20 Haziran l631’de İrlanda’daki Baltimore „ balıkçı
  4861. köyüne de baskın yaptılar. Döneme ait Londra’ya gönderilen bir raporda
  4862. korsanların eşleri, çocukları ve kadın hizmetçileri ile beraber toplam 107
  4863. Baltimore’luyu kaçırdığı belirtilmiştir. Olaya şahit olan Peder Dan adlı bir
  4864. Fransız papaz kölelerin limana götürülüşünü şöyle anlatmaktadır-.
  4865. 9
  4866. “Onların Cezayir’de satıldığını görmek çok acıklıydı. Baba çocuğundan,
  4867. kadın kocasından ayrılıyordu. Baba bir tarafta satılıyor, kadından da bir daha
  4868. hiç göremeyeceği çocuğu çekip almıyordu. “
  4869. Aynı dönemde Doğu Avrupa'daki Tatar hükümdarlar da her yıl Polonya,
  4870. Ukrayna ve Rusya köylerine baskın yaparak binlerce genç köleyi İstanbul’a
  4871. götürüyor ve Osmanlı İmparatorluğu’nun şehirlerinde satıyorlardı.Bu ticaret
  4872. XVIII.yy sonuna dek sürmüş ve 1783 yılında Ruslar’ın Kırım’ı ilhak etmeleriyle
  4873. sona ermiştir.
  4874. Avrasya bozkırlarındaki Türkler, ikinci büyük köle grubuydu. Bu köleler,
  4875. İslamiyet’in ilk çağlarından itibaren Karadeniz’in kuzeyinden Çin ve
  4876. Moğolistan'a dek uzanan topraklardan yakalanmaya ya da satın alınmaya
  4877. başlanmıştı. Ortaçağ’da Doğu İslam dünyasındaki beyaz kölelerin büyük bölümü
  4878. bunlardan oluşur ve özellikle askeri hizmetlerde kullanılırlardı. Türk bozkırının
  4879. Müslüman olmasının ardından bu kaynak kuruyunca, Kafkasya’da yeni bir
  4880. kaynak bulundu. Osmanlı ve Pers topraklarına buradan erkek ve kadın, Çerkez
  4881. ve Gürcü köleler getirildi. XIX.yy’ın ilk çeyreğinde Ruslar’ın Kafkasya’yı ele
  4882. geçirmesiyle birlikte bu kaynak da kurudu.
  4883. Üçüncü ve en uzun süreli köle ticareti Sahra’nın güneyindeki Afrika’dan
  4884. getirilen zenci kölelerle yapılmıştır. Roma çağında da zenci kölelere rastlanmıştır
  4885. ve Mısır’da antik çağlardan itibaren bulunmuşlardır. Ancak bunlar genellikle
  4886. istisna olmuşlardır. Müslüman ordularının Afrika kıtasına girmeleriyle çok
  4887. sayıda zenci köle ithali başlamıştır. Köleler üç önemli yoldan gelmekteydi:
  4888. Deniz yoluyla Doğu Afrika’dan, Kızıldeniz veya Basra Körfezi’nden
  4889. Arabistan’a, İran’a ve daha içerilere; kara yoluyla Sudan’dan Nil Vadisi’nden
  4890. Mısır’a; Batı Afrika'dan kuzeye doğru Sahra’dan geçerek Fas’tan Mısır’a dek’
  4891. Akdeniz kıyısının tamamına. Bir süre bu ikmal yolu da tropik Afrika’da kurulan
  4892. Avrupa sömürge yönetimiyle önlenmiştir. Zenci köleler, sanayide, ticarette,
  4893. tarımda ve çoğunlukla da ev işlerinde kullanılıyordu. Zenci köleler,Irak’taki
  4894. bataklık kurutma çalışmalarında, madenlerde ve özellikle Nubia ve Sahra’nın tuz
  4895. ve altın madenlerinde ve bazı üretim alanlarında kullanılmışsa da, Ortaçağ’ın
  4896. İslam ekonomisi, eski dünyadaki gibi temel olarak köle emeğine dayalı değildi.
  4897. Çok değerli ve pahalı olan ve az yer tutan lüks malların ticareti de
  4898. yapılıyordu. Tekstil, özellikle de ipekli ve brokar en önemli mallardı. İpekli,
  4899. Roma’nın son döneminde ve Bizans,Pers ve İslamiyet’in ilk çağlarında, ticari
  4900. değeri kadar siyasi önemi de sahipti. İpeklinin ithalatı, sonraları da üretimi
  4901. genellikle krallığın tekelindeydi. Zaman zaman Barbar prenslere ipekli kaftanlar
  4902. hediye verildiği için ipekli ticareti diplomatik bir önem taşıyordu. Bir süre,
  4903. ipeğin doğudan ithal edilmesi, geçtiği yerlerin askeri ve siyasi tarihlerinde
  4904. önemli bir yere sahip olmuştur.
  4905. Güney Arabistan’dan ve daha doğudan gelen günlük ve başka kokulu
  4906. maddeler diğer ticari ürünlerdir. Günlük, Helen-Roma tapınaklarında, sonralan
  4907. da Hıristiyan kiliselerinde kullanıldığından çok önemi bir üründü. Bazı modem
  4908. tarihçilere göre günlük, bir bakıma eski dünyanın petrol ticaretidir.
  4909. İslamiyet’te tapınma ve dua için günlük gerekli olmadığından, bu dinin
  4910. yayılmasıyla birlikte günlük, îslami dünyada değerini kaybetti. Günlük
  4911. ticaretinin azalmasının ardından, baharat ve özellikle Malabar kıyılarından
  4912. getirilen biber en önemli ticaret ürünü oldu. Müslüman topraklarında ve ötesinde
  4913. baharat ile biber için önemli bir pazar vardı. Bu ürünlerin ticareti ile uğraşan
  4914. tüccarlar çok zengin ve saygın bir topluluk olmuşlardı.
  4915. Hafifliklerine karşılık pahalı olan değerli taşlar da avantajlıydı.Benzer
  4916. durum, fildişi, değerli ağaçların kerestesi ve Romalılar döneminde sirkler için
  4917. çok sayıda ithal edilen hayvanlar için de söz konusuydu.
  4918. Ortaçağ’ın doruk noktasında, İslami Ortadoğu’daki ticaret, Avrupa’dakinden
  4919. daha zengin, daha ileri, daha düzenli ve daha kapsamlı durumdaydı. Satacak
  4920. daha çok ürünleri, satın alacak daha çok paralan ve oldukça gelişmiş bir ticari
  4921. ilişki ağlan bulunuyordu. Ancak Ortaçağ’ın sonuna gelinirken roller
  4922. değişti.Eskiden sanılanın aksine, Ortadoğu ticareti keşif seyahatleri ve
  4923. Portekizliler’in Asya’ya gelmeleriyle sona ermemiştir. Bu ticaretin Vasco de
  4924. Gama’nın Hindistan'a gitmesinden yüz yıl sonra bile sürdüğü artık bilinmektedir.
  4925. Okyanus ötesi keşifler de,Ortadoğu ticaretinin azalma nedeni değildir. Keşiflerin
  4926. ekonomik sonuçlan, Ortadoğu’daki değişikliklerin nedeni değil sonucudur.
  4927. Portekiz’in Batı Avrupa’da küçük bir ülkeyken, Doğu'da denizci bir ülke olarak
  4928. ticari varlık gösterebilmesi ve bir süre egemenlik kurması ilginçtir. Öte yandan,
  4929. Osmanlı Türkiye'si, Memluk Mısın ve Safevi İranı gibi büyük Ortadoğu
  4930. devletlerinin Portekiz ile rekabet edecek ekonomik gücü ya da onu alt edecek
  4931. deniz gücünü bulamamış olmaları çok daha ilginçtir. Ortadoğu ticaretinin
  4932. gerilemesini keşifler hızlandırmış olmalıdır, ama ona neden olmamıştır.
  4933. Tarihçiler nedenleri başka yerlerde ’ aramalıdır.
  4934. Gerileme yalnızca İslami topraklarla sınırlı olmamıştır. Benzer durum,Bizans
  4935. topraklarında ve daha az oranda olmakla üzere Akdeniz Avrupası’nda, özellikle
  4936. de büyük ticari devletlerin kuzeybatı Avrupa’nın kalkman ekonomilerinin
  4937. gölgesinde kaldığı İtalya da da gözlenebilir. Gerileme yalnızca İslam dininin
  4938. davranışlarına ya da Şeriat’a da bağlanamaz çünkü varlıkları daha önce ticaretin
  4939. gelişimine engel olmamış, yoklukları da İtalya ve Bizans’ı kurtarmamıştır.
  4940. Birtakım maddi nedenler açıkça görülebilir. Avrupadaki rakiplerinin
  4941. Amerika’da yeni altın ve gümüş kaynaklan buldukları bir sırada, değerli
  4942. metallerin ve madenlerin bitmesi ya da istilacılara kaptırılmasıyla İslam
  4943. devletleri maddi sıkıntıya düşmüştür. Doğal felaketler ve veba, İslam
  4944. topraklarını olduğu kadar Hıristiyan topraklarını da etkilemesine karşın, İslam
  4945. toprakları özellikle Doğu’da Moğolların ve Batı’da Kuzey Afrikayı yerle bir
  4946. eden Hilali Bedevilerinin istilaları yüzünden fazlasıyla harap olmuştu.
  4947. Uzun vadede, dış etkilerden daha yıkıcı olan şey belki de, ülkedeki siyasi
  4948. değişiklikler ve ticaretle ve üretimle ilgisi olmayan askeri aristokrasilerin devlete
  4949. egemen olmasıdır. İtalya herhangi bir fetih ya da baskı olmaksızın yalnızca daha
  4950. etkili ve aktif ticari yöntemlerle Akdeniz deniz ticaretini ele geçirmişti.Ortadoğu
  4951. tarım ve sanayisi şeker ve kahve gibi birkaç ürün hariç, artık ihraç edilebilir bir
  4952. ürün fazlalığına sahip değildi. Artık Ortadoğu tüccarları, Avrupa ile Doğu
  4953. arasındaki transit ticarete bağlanıyorlardı. Bu yüzden bu ticaretin başka yollara
  4954. kaydırılması çok öneli bir darbedir. Öte yandan, Batılı tüccarlar,Batı
  4955. Avrupa’daki, mali, ticari ve teknolojik ilerlemeler sayesinde,Ortadoğu
  4956. pazarlarında egemen olacakları kaynak ve beceriye sahip oluyorlardı. Osmanlı
  4957. İmparatorluğu’nun sağladığı birlik ve istikrar sayesinde de bu pazarlara kolayca
  4958. ulaşabiliyorlardı. Karaya Osmanlı orduları, denizlere de Osmanlı donanması
  4959. hükmederken pazarları da sessiz ve sakince Avrupalı tüccarlar ele geçiriyorlardı.
  4960. 10. BÖLÜM
  4961. SEÇKİNLER
  4962. İslâmî uygarlıkta da tarihte bilinen tüm uygarlıklardaki gibi az ya da çok
  4963. ayrıcalıklı bazı sınırlı gruplarla halkın geri kalanı arasında farklar olurdu. Bu
  4964. duruma Klasik Arapça’da özel ve genel anlamında “hassa ve amma” adı verilir.
  4965. İslamiyette eşitlik ilkesi vardır. Bir müminin başka bir mümine doğum, soy,ırk,
  4966. milliyet ve toplumsal duruma göre herhangi bir üstünlüğü olamaz. Diğer kardeş
  4967. dinleri gibi klasik İslamiyette de kadın ile erkek, köle ile özgür, kafir ile mümin
  4968. arasında temel bir eşitsizlik kabul edilerek daha aşağı olanların statüleri Şeriat’la
  4969. belirtilmiştir. İslami hukuk ve doktrin, müminler arasında, kabul edilen bu
  4970. yerleşik eşitsizliklerden başka hiçbir ayrımı kabul etmez. Dindarlık ve hayır
  4971. işleri, güç, servet ve soyluluktan daha üstündür ve insana onur duyurur.
  4972. Öte yandan, uygulamada burada da tüm toplumlarda kaçınılmaz olan,
  4973. varlıklarını çocuklarına bırakmak isteyen, güce ve servete hatta öğrenime sahip
  4974. şanslı soydan gelen ayrıcalıklı gruplar oluşmuştur. Osmanlılar’a dek bir
  4975. aristokrasinin kurulup yerleşebilmesine yetecek kadar uzun süren çok az sayıda
  4976. siyasi rejim olmuştur. Ortaçağ’ın İslami rejimlerinin çoğunluğu iç karışıklıklar,
  4977. daha çok da dıştan gelen fetihlerle sona ermiştir. Yeni hükümdarlar, destekçileri,
  4978. akrabaları ve adamları ile yeni bir güç ve servet aristokrasisi kurmuştur. Her
  4979. fetih, fatihleri ile aynı etnik kökenden gelenlere belli bir ayrıcalık sağlamıştır
  4980. ama bu ayrıcalık, iki istisna dışında, kısa süreli olmuştur. İstisnalardan biri,
  4981. İslami devleti oluşturup bir süre yönetmiş Araplar, diğeri de Ortaçağ sonlarından
  4982. modern çağlara dek neredeyse tamamen bir siyasi egemenlik ve askeri
  4983. komutanlık tekeli oluşturmuş Türkler’dir. Araplar yerli halkın Araplaşmış
  4984. nüfusu ile, Türkler de Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten çok uluslu seçkinler
  4985. ile olmak üzere, ikisi de zaman içinde çeşitli yollarla özgün etnik kimliklerini
  4986. birleştirmişlerdir.
  4987. Doğumda eşitlik ve evlilikte toplumsal statü anlamına gelen “kafaa” ilkesi,
  4988. toplumsal sınıflanma da şeriat bilimciler tarafından tartışılan tek konudur. Ancak
  4989. bu ilke aristokratik bir ayrıcalığın tanınması değildir. Eşit olmayan evlilikler
  4990. yasaklanmaz ve fıkıh uzmanları arasında eşitsizliğin ne olduğuyla ilgili bir ortak
  4991. bir görüş yoktur. Bu ilke ile saygın ailelerin, isterlerse uygun olmayan evlilikleri
  4992. önleyerek onurlarını korumaları amaçlanmaktadır.Kafaa ilkesi, bir kadının
  4993. izinsiz evlenmesini önlemek için babası ya da yasal hamisi tarafından veya
  4994. çocuk ya da hamilelik yoksa izinsiz bir evliliği iptal etmek için kullanılır. Bir
  4995. kadının toplumsal statüsünden düşük bir evlilik yaparak ailesinin onurunu
  4996. kırmasını önlemek için başvurulur. Fıkıhçılar göre kadın zaten alt statüde olduğu
  4997. için bir erkek bu tür bir evlilikten toplumsal bir zarar görmeyeceğinden,
  4998. kendinden aşağı sınıftaki bir kadınla evlenmesine itiraz edilmezdi.
  4999. Fıkıhçılar eşit statünün belirlenmesi ilgili çok farklı görüşler savunurlarKimilerine göre bu kural yalnızca dinle ilgilidir ve dindar bir kadını kendi
  5000. isteğine karşın dindar olmayan bir erkekle evlendirilmesinden korumak içindir.
  5001. Büyük fakıh Malik ibn Anas, tüm başka açılardan “Müslümanların Allah’ın
  5002. vahiylerine göre birbirlerine eşit olduklarını” belirtmiştir.Öte yandan
  5003. İslamiyet’ten önceki İran’ın hiyerarşik fikir ve uygulamalarından etkilenmiş
  5004. olabilecek diğer bir fakıh ekolüne göre kafaa,karakter ve dindarlık dışındaki
  5005. konulara ilişkindir.Soy,meslek,mali statü ve ihtida etmişler ya da azat edilmiş
  5006. kölelerin çocukları ve torunları için ailelerinin Müslüman ya da özgür oldukları
  5007. tarih bu konulardan bazılarıdır.
  5008. Hassa ile amme arasında yalnızca ekonomik bir farklılık yoktu, başka bir
  5009. deyişle farklılık sahip olanlarla olmayanların arasındaki fark değildi. Öteki
  5010. edebiyatlarda olduğu gibi İslami edebiyatta da yoksul bey ile sonradan görme
  5011. zengin kavramı bulunuyordu. Ancak aynı derecede kesin olan, nesiller boyu
  5012. süren yoksulluğun hassa üyeliği ile uyumlu olmamasıdır. Aynı şey doğumda,
  5013. kökende ve statüdeki farklılık için de geçerlidir.Hassa bir babanın çocuğu olmak,
  5014. hassa bir evde büyümüş olmak en azından bir hassa statüsünün varlığını
  5015. getiriyordu. Başka yerlerde ve zamanlarda da olduğu üzere toplumsal
  5016. farklılıklar, onları oluşturan siyasi ve ekonomik gerçeklerden daha uzun ömürlü
  5017. olabilirdi. Asıl güç ve servet yok olduğunda bile, ardında toplumsal üstünlük
  5018. duygusu bırakır. Meslek de önem taşıyordu ve Ortaçağ Müslüman yazarları
  5019. çeşitli meslekleri ve zanaatları dikkatle sınıflandırarak toplumsal düzendeki
  5020. yerlerini belirlerlerdi.
  5021. Belirleyici bir öğe sayılabilecek eğitim, Kuran’a ilahi bir statü veren, onun
  5022. yazılı olduğu dile ve o dili zarafetle kullananlara saygı gösteren bir toplumda
  5023. önem taşıyordu. Önce bir, sonra iki ve sonra da üç dil (Arapça, Farsça ve
  5024. Türkçe) Ortadoğu İslamiyeti’nin önemli' bölgelerinin kültürel kimliğini
  5025. tanımlıyor ve eğitilmiş sınıflara büyük ölçüde kültürel ve moral birlik
  5026. sağlıyordu. “Genel” nüfus pek çok farklı yerel dil ve lehçe ile konuşuyordu.
  5027. “Hassa” ise ortak bir edebi dil, bir klasik gelenek ve bunlar aracılığıyla da ortak
  5028. adetlere, davranış ve saygı kurallarına sahipti. Daha eski dönemlerde, özellikle
  5029. Abbasi Bağdatı’nda ve Fatımi Kahire’sinde seçkinler sınıfına girmek için hakim
  5030. olan dinden olmak gerekli değildi; aynı çevrede Hıristiyan ve Musevi şairler,
  5031. bilim adamları bulunmaktaydı ve bunlar yalnızca meslektaş değil, aynı zamanda
  5032. arkadaş, ortak ve öğretmenlerdi. Ancak yurt içi ve yurt dışında dini mücadeleler
  5033. yüzünden davranışlar giderek sertleşmeye başladı ve Müslüman hukukunun
  5034. öngördüğü hoşgörüye sahip olmakla birlikte, Müslüman olmayan toplumlar,
  5035. gerçek Müslüman toplumundan ayrılarak tecrit edildiler. Ortaçağ sonu ve
  5036. modem çağ başlarında genellikle Müslüman olmayan hekimler ve başka
  5037. uzmanlar en üst düzeyde yer alırlarken, farklı dinden olanlar arasında toplumsal
  5038. ve hatta entelektüel iletişim önemli oranda azaldı.
  5039. Eski çağlardan bugüne gelen belgeler neredeyse tamamen hassa’dan
  5040. kaldığından, tarihi kayıtların ve bunu temel alarak yazılan modem tarihin
  5041. hassa’nın ilgi alanlarını, etkinliklerini ve endişelerini yansıtması olağandır. Bilim
  5042. adamları ancak son yıllarda ayrıcalıksız toplum, köylü, esnaf ve şehirli fakirlerin
  5043. yaşamlarını incelemeye başlamışlardır. Ortaçağ’dan birtakım ilginç belgeler
  5044. kalmıştır ama bu çalışmaya yalnızca ayrıntılı arşiv kayıtlarının bulunduğu
  5045. Osmanlı dönemi konu olacaktır.
  5046. İslam tarihi araştırmalarında kullanılan kitap, mektup ve başka belgeler gibi
  5047. edebi kanıtlar, bürokrasi ve din adamları olmak üzere genellikle başlıca iki
  5048. kaynaktan sağlanmaktadır.Bürokrasi kurumu çok eski zamanlardan gelmektedir;
  5049. belki de Ortadoğu’dan çıkmış olabilir. Bürokrasi belli pratik gereksinimlere,
  5050. özellikle nehir vadisi toplumlarındaki sulama sistemlerinin oluşturulması ve
  5051. devam ettirilmesine dayanır. M.Ö. 4000. yılın ikinci yarısında eski Mısır
  5052. krallığında firavunlar bataklıkları kurutmuş, sulama kanallarını yaygınlaştırmış,
  5053. şehirler kurmuş, Mısır’a gerekli olan kereste ve madenleri getirmek için kara ve
  5054. deniz ticareti yapmışlardır. Hükümetin ve yönetimin gelişmesi ve tapınaklar ile
  5055. sarayların yapılması için bir muhasebe ve defter sistemi gerekliydi. Bu yeni
  5056. gereksinimle yazı, beraberinde de yeni bir bürokrat toplumsal sınıfı oluşmuş ve
  5057. kayıt tutma, hesap yapma ve bilgiyi aktarma devrimci olasılıkları ortaya
  5058. çıkmıştı. Mısır’da bürokrasi, firavunlar, Helenist hükümdarlar, Romalılar,
  5059. Hıristiyan Bizanslılar, Araplar ve onların çeşitli Müslüman halefleri gibi değişik
  5060. rejim ve de uygarlıklar boyunca sürmüştü. Bürokratik geleneğin Babil’e kadar
  5061. dayandığı Irak ve İran'da da benzeri bir süreç yaşanmıştır. Onların prototipi
  5062. görev ve yetenekleri Tevrat’ta kendi adını taşıyan katip Ezra’dır.
  5063. Tüm bu bürokrasiler bazı karakteristik öğeler taşımaktadır. Belki de en
  5064. önemli ve kalıcı olanı, bu hükümet biçiminin sürekli olması ve yazı ile
  5065. yapılmasıdır. Mektup ve hesaplar, yönetimde önemli bir gerekliliktir ve yazı ile
  5066. hesap bilgisi çalışanların sahip olması gereken özelliklerdir. Klasik îslami
  5067. edebiyatın önemli bir çoğunluğu bürokratlarca, bürokratlar için yazılmıştır ve
  5068. kendilerinin mesleki özellikleriyle mesleki endişe ve ilgilerini yansıtmaktadır.
  5069. Bu edebiyatta hiyerarşik bir düzen içindeki bir bürokrasi resmedilir. Her memur,
  5070. daha üst bir makamdan aldığı yetkiyle bir göreve sahiptir ve görevi tanımlı,
  5071. yetkisi sınırlıdır. Sistemde emir komuta zinciri denebilecek bir durum söz
  5072. konusudur ve bu durum aynı zamanda terfi merdiveni olarak kullanılır. Herkes
  5073. önünde nelerin olduğunu ve istediği terfi için yapması gerekenleri bilin Böyle bir
  5074. hiyerarşide denetim ve kontrol bulunur ve bundan da. hesap verme önemli ilkesi
  5075. doğar.
  5076. Bürokrasinin istihdam ve ödeme yöntemleri belirleyici özelliklerindendir. Bir
  5077. bürokrat, bir memurdur. Para geliri mirasla ya da gelir getiren bir varlığa sahip
  5078. olmasıyla ya da statüsüyle olmaz. Gelir kaynağı olmadığı gibi, herhangi bir
  5079. İhsan da almaz. Bir iş karşılığı ücret alır. Daha iyi örgütlenen, daha başarılı
  5080. bürokrasilerde nakit para alır. Hükümdarlar, mali sıkıntı olan dönemlerde ihsan
  5081. biçiminde ödeme yapmışlardır ve bu da idari bozulmanın garantili bir yolu
  5082. olmuştur.
  5083. Bin yıllık süreçte pek çok hükümet, din, kültür, yazı ve dil değişikliklerine
  5084. karşın Ortadoğu bürokrasileri şaşırtıcı bir süreklilik göstermişlerdir.
  5085. Hıristiyanlığın doğuşu ile İslamiyetin doğuşu arasındaki dönemde, yönetim
  5086. sistemi bölgenin doğu yansında Pers, batısında Helenistik’ti. Irak’ın batısında,
  5087. önce Roma, sonra da Bizans hakimiyetindeki topraklarda yönetim dili Latince
  5088. değil, Yunanca idi. Bunun Helen monarşilerinin uygulamasının devam ettirilmesi
  5089. olduğu anlaşılmaktadır.Mısır’daki merkezi yönetimin, bir ölçüde istikrarlı,
  5090. sürekli olması ve kuru iklim sayesinde çok sayıda idari belge bugüne kadar
  5091. gelebilmiştir.Bunların yardımıyla, tarihçiler başka yerler için olanaksız olan
  5092. ayrıntı çokluğu sayesinde Roma, Bizans ve İslami Mısır idari süreçlerini
  5093. izleyebilmekte, bürokrasinin nasıl işleyip değiştiğini görebilmektedirler.Suriye
  5094. bölgelerinden kalmış bunlarla karşılaştırılabilecek belge olmasa da, eldeki
  5095. bulgulardan buralarda da durumun Mısır’dan pek farklı olmadığı
  5096. anlaşılmaktadır. O bölgelerde de günlük idari işler, önce Roma, sonra da Bizans
  5097. bürokrasisi tarafından Yunanca yürütülmüş, hesaplar ve yazışmalar genellikle
  5098. Yunanca yapılmıştır. Yunanlılar’dan çok, Helenleşmiş yerliler memurların
  5099. çoğunluğunu oluşturuyordu. İslami fetihler geldiğindeyse, bunların pek çoğu
  5100. Hıristiyanlaşmıştı.
  5101. Pers İmparatorluğu’ndan benzer bir belge birikiminin kalmamasının nedeni
  5102. iklim şartları ve siyasi kesintiler olmuştur. Öte yandan, hem Tevrat hem de
  5103. Yunanlı yazarlardan edinilen bilgilere göre, Pers imparatorları zamanında
  5104. profesyonel bir bürokrasinin var olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonraki
  5105. Müslüman kaynaklan da oldukça ayrıntılı bir mali kayıt sisteminin olduğunu
  5106. doğrulamaktadır. Gelecekte işe yarayacağı düşünülerek kayıtların toplanarak
  5107. sistemli bir biçimde ciltlenmesi Pers yönetimi döneminde başlamış olabilir.
  5108. Roma ve Bizans bürolarında kullanılan papirüs ciltlenmeye elverişli
  5109. olmadığından, kitaplar gibi papirüs kayıtlan da çoğunlukla rulo olarak saklanırdı.
  5110. Daha dayanaklı olan deri ile parşömen, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde artık
  5111. modem bir şekil almaya başlayan kitaplarda kullanılırdı. İslam topraklarında
  5112. kağıt kullanılmaya başlandığında, kayıt defterleri genel olarak tutulmaya
  5113. başlandı.
  5114. VII.yy’da Arap Müslüman fetihlerinden sonraki durum, bürokratik
  5115. sürekliliğin belki de en ilginç örneğidir. Pers İmparatorluğu yıkılmış, Bizans’ın
  5116. elinden alınan geniş topraklar, yeni bir Arap İslam imparatorluğunun olmuştu.
  5117. Ancak Mısır papirüslerindeki bilgilere göre, bu değişikliklere karşın hükümetin
  5118. günlük işlerinde bir değişiklik olmamıştı. Mısırlı Hıristiyan memurlar aynı
  5119. kurallara göre aynı vergileri toplamışlar, aynı idari belgeleri yazmışlar ve eskisi
  5120. gibi eski Mısır Hıristiyan dönemi tarihlerini atmışlardı. Her şey eskisi gibi
  5121. kalmış, yalnızca gelirlerin son hedefi değişmişti. Bürokrasideki asıl değişiklik
  5122. ancak yüz yıl sonra gerçekleşmiştir. Hem Yunanca hem de Arapça olarak iki
  5123. dilde yazılmış papirüsler çok daha sonra ortaya çıkmıştır. Daha sonra da giderek
  5124. Arapça belgeler artmış, Yunanca belgeler azalmıştır. VIII.yy’ın sonunda da
  5125. Yunanca yok olarak, yalnızca Arapça papirüsler kalmıştır. Irak ile Suriye’de ve
  5126. eski Pers yazısıyla dilinin yerini Arapça'nın aldığı Doğu’da da aynı durum
  5127. yaşanmıştır.
  5128. Bu değişiklik bile, eski bürokratların atılarak yerlerine yenilerinin
  5129. getirildiğini göstermemektedir.Araplar’ın gelişinden çok sonra bile, eski
  5130. bürokrat aileleri mesleki sırlarım, özellikle de hesap tutma gizli sistemlerini
  5131. korumayı sürdürmüşlerdir.Arap tarihi belgelerine göre, muhasebecilerden başka
  5132. kimse muhasebe kayıtlarını okuyamadığı ve memurlar dışında kimse yazışmaları
  5133. anlayamadığı için fatih olarak gelen Araplar, hükümeti devir almak isteyip
  5134. alamamışlardır. Bu yüzden Araplar,imparatorluğun kesin askeri ve siyasi
  5135. efendileri oldukları halde, eski memurları yerlerinde bırakmak zorunda
  5136. kalmışlardır. İslamiyet döneminin ikinci yüzyılında Arap yöneticilerin
  5137. kadrolarına Arapça öğretmeleriyle sonunda imparatorluk eyaletleri arasında bir
  5138. ölçüde birlik sağlanmıştır. Ama bu durum bile eski bürokrat ailelerin yerlerinden
  5139. atılması anlamına gelmez, yalnızca Arapça öğrendiklerini gösterir. Yeni dille
  5140. beraber birçoğunun İslamiyeti benimsemiş olması da kesinlikle herkesin
  5141. Müslüman olduğunu göstermez.Mısır’da XIII-XIV.yy'da bile dindar
  5142. Müslümanlar Kıptiler’in, yani Hıristiyanlar’ın yönetimde olmalarından ve vergi
  5143. toplamalarından yakınmış ve namuslu bir Müslüman’ın vatanında adil bir
  5144. olanağı olamadığını dile getirmişlerdir.
  5145. Bürokratik geleneğin bu ilginç ısrarı, büyük bürokrat ya da katip ailelerin
  5146. varlığının hem nedeni hem de sonucudur. Geleneksel tarihte genellikle halifeler,
  5147. sultanlar, askeri komutanlar, eyalet valileri, büyük politik ve askeri kişilerden söz
  5148. edilir.Ama tarihçilerin nadiren değindikleri ve ancak belgeler çok ayrıntılı
  5149. incelendiğinde görülecek kişilere de en az diğerleri kadar önem vermeleri
  5150. gerekmektedir. Bu kişiler, genellikle nesilden nesile ve yüzyıldan yüzyıla
  5151. hükümet işlerini yürüten, bürokrasi soyluları ya da aristokrasisi olmalarını
  5152. sağlayan hanedanlık geleneği oluşturan daire müdürleri, maliye denetçileri, vergi
  5153. salanlar ve toplayanlar gibi kişilerdir.VIII.yy’ın başında bir bürokratın başka
  5154. bürokratlara yazmış olduğu bir mektupta, devlet ve toplumun devam
  5155. ettirilmesine katkılarını gururla anlatmaktadır:
  5156. 2
  5157. “Allah, sizleri en seçkin yerlerde olacak, erdem, kültür, sağduyu ve bilgi
  5158. sahipleri olarak yaratmıştır. Sizin sayenizde halifeliğin düzeni ve işlerinin
  5159. doğru yürümesi sağlanmaktadır. Allah ‘m devleti insanlara benimsetmesi ve
  5160. ülkenin gelişmesi sizin sayenizde olmaktadır. Hükümdar sizsiz yapamaz ve
  5161. sizden başka yetenekti bir kişi bulunamaz.Siz,hükümdarların duyan kulaktan,
  5162. gören gözleri, konuşan dilleri ve vuran ellerisiniz."
  5163. Doğal olarak, bürokratların da makam ve güce sahip olan herkes gibi
  5164. avantajlarını çocuklarına bırakmak istemeleri eğitim alanında önemli sonuçlara
  5165. yol açtı. İslam imparatorluklarında genel bir sınavla memur alma sistemi
  5166. kurulmamıştı, matbaa ve barut gibi bu sistem de bir Çin icadıydı ve İslam
  5167. dünyasına Batı’dan germişti. Çıraklık yöntemiyle memur olunuyordu. Bir
  5168. bürokrat uygun zamanda oğlunu, yeğenini ya da himayesindeki birini makamına
  5169. getiriyor, sıradan bir görevle, başlangıçta herhangi bir ücret almadan işe
  5170. başlıyordu. Sonra o kişi yavaş yavaş merdivenleri çıkıyordu. Bu uygulama
  5171. modem çağlara kadar sürmüş ve bölgede memurluğa aday gösterme, atama ve
  5172. önerme gücü önemli bir silah olmuştur.
  5173. Bürokraside de başka etkinlik biçimlerinde olduğu gibi koruma ve hamilik
  5174. yeterli olmuyordu. Çırağın bir eğitim düzeyine ve özel uzmanlıklara sahip
  5175. olması gerekiyordu. Bu nedenle toplumda bürokrat ve eğitimli kişiler arasında
  5176. önemli bir bağ bulunuyordu.Ortaçağ Hıristiyan Avrupası’ndaki kadar sık bir bağ
  5177. olmasa da, önemsiz değildi ve ortaçağlar boyunca artmaya devam etti.
  5178. Ortaçağ’da İslam dünyasında iki farklı ve okumuş sınıfla beraber iki farklı
  5179. öğrenim ve edebiyat türü ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri olan “adab” tarih,
  5180. edebiyat, şiir ve kültürlü bir kişinin bilip takdir etmesi gereken çeşitli eserlerden
  5181. oluşurdu. Diğeri ise bilgi anlamına gelen “ilm” idi. Kuran ve yorumu,
  5182. Peygamberin hadisleri, Peygamberin ve kendisinden öncekilerle sahabının hayatı
  5183. ve bunlardan doğan ilahiyat ve hukuk kardeş bilimleri gibi dini bilimlerden
  5184. oluşuyordu ve ulema sınıfının egemenlik alanıydı.
  5185. Zamanla Bizans ve Pers yönetimleri değiştirilerek, uyarlanarak ve
  5186. hazmedilerek Araplaştırılmış ve İslamlaştırılmıştır. Bozkırdan gelen istilalarla,
  5187. önce Türkler’in, daha sonra Moğollar’ın Ortadoğu İslam dünyasına hakim
  5188. olmaları, sonra da İslam dünyasının Şiiler ile Sünniler, Fatımiler ile Abbasiler ve
  5189. bu grupların içinde radikaller ile ılımlılar arasındaki dini
  5190. çatışmalarla parçalanması sonucunda yeni bir dönem başladı. Yeni dönemde
  5191. bürokratların eğitimi ve genel görüşlerinde dikkatte değer bir değişiklik
  5192. meydana gelmiştir. İslamiyetin ve özellikle de İslam hukukunun ve
  5193. uygulamasının, bürokratların yetişmesinde ve eğitimindeki önemi daha çok
  5194. artmıştır. Zamanla bürokratlar ulema sınıf tarafından sağlanan dini eğitimin
  5195. ürünleri haline gelmişlerdir.
  5196. Katip olarak bilinen bürokratlar, İslam toplumu içinde güçlü, ukala ve
  5197. kalabalık bir grup olarak bulunuyorlardı. Katipler, “darraa” adında bir tür kaftan
  5198. olan özel giysiler giyerlerdi ve sultanın ya da halifenin altında yönetimin başı
  5199. olan kendi vezirleri olurdu. Hükümet askerileşmeden önce, makamı ötekilerden
  5200. üstün olan bu vezirin makamının simgesi olan mürekkep hokkası törenlerde
  5201. kendisinden önce gelirdi.
  5202. İslamiyet’te bir ruhban sınıfın bulunmadığı sıkça belirtilir ve teolojik açıdan
  5203. da doğrudur. İslamiyet’te yalnızca kutsanmış bir din adamı tarafından
  5204. gerçekleştirilebilecek özel törenler yoktur. Gerekli bilgisi olan herkes imam
  5205. olabilir, camide vaaz verebilir ya da evlilik ve cenazelerde görev yapabilir.
  5206. İlkesel anlamda Allah ile inanana aracılık edecek bir ruhban sınıf bulunmaz ve
  5207. din adamları hiyerarşisi de yoktur. Yaşamlarını dini amaçlara harcayan kişilerin
  5208. de geçimlerini zanaat, ticaret gibi onurlu mesleklerle başka bir yoldan
  5209. sağlamaları beklenir. Bu açıdan Hıristiyanlık’tan tümüyle farklı olan
  5210. Müslümanlık, Tapınağın yıkılması ye ruhban sınıfın dağıtılmasıyla yeni bir
  5211. ruhban sınıfı kabul etmeyerek hahamları yalnızca hukukçu ve öğretmen olarak
  5212. kabul eden Museviliğe yakındı. Tahminen III.yy’da derlenmiş bir eserde Tevrat’ı
  5213. öğrenip öğretenler “Onu parlayacak bir taç veya kazacak bir kazma yapmayın.”
  5214. şeklinde uyarılmıştır.Müslüman yazılarında da bu türde uyarılar yer almaktadır.
  5215. Ne var ki gerçek farklıydı, hahamlar da ulema da giderek amatör statülerini
  5216. yitirdiler. Zamanla hukukun yaygınlaşması ve karmaşık bir duruma gelmesi, onu
  5217. yönetecek ve ona göre hüküm verecek tam zamanlı çalışacak uzmanları
  5218. gerektirdi.Bunun için Müslümanlar da, Müsaviler de bir sistem kurdular; belirli
  5219. bir eğitim alan bir öğrenciye öğretmen ya da öğretmenleri tarafından onun dini
  5220. bilimlerde uzman olduğunu belirten bir belge verilmeye başlandı. Din
  5221. bilimcilerinin ve din öğrencilerinin maddi gereksinimlerini karşılayacak bir
  5222. sistemin kurulması gerekti. İslamiyet’te ruhban sınıfı olmamasına karşın, ruhban
  5223. sınıfı olarak adlandırılması yanlış olmayacak profesyonel ve akademik açıdan
  5224. nitelikli din adamları ortaya çıktı. Onlara özel kıyafetlerinin en önemli öğesi
  5225. sarıklarıydı. Sarık onların simgesi ve ayrıcalıkları haline geldi ve böyle de sürdü.
  5226. Ulema, bir köydeki sıradan bir görevliden ya da mahalle camisinin
  5227. imamından, müftü ve kadı gibi önemli hukuk adamlarına kadar gidiyordu. İlke
  5228. olarak İslamiyet’te Allah tarafından vahiy yoluyla gönderilmiş olan tek bir yasa
  5229. olduğundan, hukuk, dini bilim olarak kabul ediliyor ve uygulayıcıları da ulema
  5230. arasında bulunuyordu. Aralarında Şeriat’ı uygulamaları için hükümdarın atamış
  5231. olduğu kadılar, yasanın tartışılan bir noktasında görüşüne başvurulan müftüler ve
  5232. devlet tarafından atanan ve görevi, Kuran’ın bütün Müslümanlara emri olan
  5233. “iyilik yapmak ve kötülükten kaçınmak” ilkesiyle tanımlanan ticaret ve ahlak
  5234. müfettişleri yer alıyordu.XIX.yy’a dek avukatlık Müslüman hukukunda
  5235. bilinmeyen meslekti;
  5236. İslamiyetin eski dönemlerinde ulema ile devlet ilişkisi uzak ve bazen de
  5237. karşılıklı şüphelerle doluydu. Devlet, gerçek dindarlara göre, iyi insanların asla
  5238. karışmamaları gereken bir kötülüktü. Gelirini zorla elde eden devlet için
  5239. çalışmak aşağılayıcı ve bir bakıma da günah olarak görüldüğü için devletten
  5240. ücret alanlar bu günahı paylaşırdı. Dindar ve okumuş kişilere ait biyografilerde,
  5241. o kişinin devletin teklif ettiği bir görevi kabul etmediğinin yazılmasına çok sık
  5242. rastlanırdı. Teklif o kişinin ününü, kabul etmemesi de dürüstlüğünü gösterirdi.
  5243. Kadıyı devlet atardı. (İslam folklorunda kadı alay konusu olmuştur.)
  5244. Müftü bağımsızdı ve daha çok saygı görürdü. Müftüye görevi, daha önceki
  5245. müftülerin ortak görüşleriyle verilirdi ve gelirini aldığı ücretlerden ya da dini
  5246. vakıflardan elde ederdi. Ulema ve kurumlan büyük oranda dini vakıflara
  5247. dayanırdı.
  5248. Ulema ve devlet arasındaki resmi olmayan ve yazıya geçmeyen güçler
  5249. ayrılığında, Şeriat ile ilgili her konuda ulemanın ayrıcalıklı yetkisi devlet
  5250. tarafından kabul edilirdi. Devlete uzak durmalarına karşın, devletin bu kabulü
  5251. ulemaya, özellikle de kamu görevlerinde olmayanlara önemli ölçüde otorite
  5252. sağlardı. Şeriat, İslamiyet’te pek çok kişisel ve toplumsal ilişkiyi düzenlediği
  5253. için Şeriat’ın yetkili yorumcuları toplumda geniş ve üstün bir rol kazanırlardı.
  5254. Halk rehberlik, evlilik, boşanma ve miras gibi pek çok konuda onlara güvenirdi.
  5255. Devlet ve din adamlarının bu ilişkisi, daha doğru bir deyişle bu ilişki
  5256. eksikliği uygulamada önemli sorunlara yol açmıştır. Ulemanın oluşturduğu kendi
  5257. siyasal haklar ve görevler doktrini, imparatorluk yöneticileri tarafından
  5258. genellikle siyasi olarak uygulanamaz bulunmuştur. Hükümdarlar sık sık
  5259. ulemanın desteğine ihtiyaç duymuşlardır ve kimi zaman bu desteğe
  5260. karşılık kendilerinden kutsanmış ve efsaneleşmiş bir geçmişe dayanan ideal bir
  5261. sistem uygulamaları beklenmiştir. Sünni ulema için bu dört halife ile Emevi
  5262. halifesi II.Ömer’in, Şii ulema içinse yalnızca Hz. Muhammed’in ve halife Hz.
  5263. Ali’nin uygulamalarıydı.
  5264. Ulema hiçbir zaman tam olarak siyasi yaşamdan çekilmemiştir ancak
  5265. zamanla iki taraf arasında bir barış sağlanmıştır. Hükümdarlar tarafından Şeriat
  5266. ilke olarak kabul edilmiş, özellikle töresel ve toplumsal ahlakla ilgili
  5267. hükümlerini açıkça çiğnenmemiş ve bazen de ulemanın görüşlerine başvurulmuş
  5268. ve onlara yetkili makamlar verilmiştir. Diğer taraftan ulema da kamu
  5269. otoriteleriyle çok yakın ilişkilerden kaçınmaya özen göstermiştir. Aralarından bir
  5270. makam kabul eden olursa da, bunu isteksiz kabul etmiş ve daha dindar olanlar
  5271. ona şüpheyle bakmışlardır.
  5272. Bu ilişki, ulemayı iki gruba bölmüştü. Gruplardan biri aşırı dindardı; gerek
  5273. meslektaşları gerek halk onları gerçeğin yozlaşmayacak namuslu bekçileri kabul
  5274. ediyorlardı. Diğer gruptakiler gerçekçi ve itaatkardı. Bu grupta kamu görevi
  5275. kabul eden ve böylece ahlaki otoritelerinin çoğundan fedakarlık edenler yer
  5276. alıyordu. Ulemanın aşırı dindar ve vicdan sahibi olanlarının devlet hizmetinden
  5277. kaçınmaları devlet ve din üzerinde zararlı etkilere neden olmuştur. Popüler
  5278. sempati-devlet hizmetine girmeyenlerden yanaydı ve dini edebiyatta yer alan
  5279. görüşlerin çoğunluğu kamu hizmetinin boykotu lehinde olmuştur.
  5280. XII-XIII.yy önemli değişikliklere sahne olmuştur. Bu dönemde, İslam dini ve
  5281. toplumunun varlığına karşı tehditlerle büyük dini mücadeleler verilmiştir.
  5282. İslamiyet içteki ve dıştaki düşmanlarının saldırısına uğruyordu. Bu tehlikelerden
  5283. önce saflar sıklaşmış, Müslüman toplumundan önceden ayrılmış ve muhalif
  5284. öğeler bir araya gelmişlerdir. Devletin sivil ve askeri görevlileri gittikçe dinle
  5285. daha fazla ilgilenmeye başlamışlar ve dini sınıfların devlet düşmanlığı azalmıştır.
  5286. Müslüman yüksek eğitiminin ana merkezi durumundaki medreselerin,
  5287. hükümet, din ve buralardaki görevlilerin bir araya gelmelerinde önemli bir rolü
  5288. olmuştur. Başlangıçta ilk ye orta dereceli eğitim, camilerde ya da camilere
  5289. bağımlı yapılmıştı. IX-X.yy’da camilere bağlı dini bilimlerin yüksek eğitim
  5290. programları bulunuyordu. Bu merkezleri hükümdarlar ve şahıslar vakfetmişti.
  5291. Kimi büyük merkezlerde öğrenciler ile araştırmacılar için kütüphaneler vardı;
  5292. aynca da kimya, matematik, tıp,müzik ve felsefe gibi din dışı alanlarda kitaplara
  5293. yer verilen yarı resmi kütüphaneler bulunuyordu.Abbasi halifesi el Mamun
  5294. tarafından, IX.yy başında ilk yüksek eğitim akademilerinden biri olan
  5295. Bağdat’taki ünlü “bilgelik evi” açılmıştı. Bu akademinin kuruluşunda büyük
  5296. olasılıkla, Bizanslıların dini baskılarından kaçıp Sasaniler’e sığınan Nasturi
  5297. Hıristiyanlan’nın, İran’da Helenistik bilim, özellikle de tıp merkezi olan
  5298. Gondeşapur akademisi örnek alınmıştı.
  5299. Medresenin klasik biçimiyle ortaya çıkışı XI.yy’da olmuştur. Medrese bazen
  5300. bir camiye bağlı olur, bazen de öğrenci ve öğretmenlere kolaylık olması
  5301. açısından kendi içinde mescidi bulunan bağımsız bir yer olurdu. Medrese
  5302. sonraları programı ve müfredatı, ücretli ve sürekli öğretmen kadrosu, öğrencilere
  5303. destek fon ve kolaylıklarıyla örgütlü bir kolej halini almıştır.Medreseler tıpkı
  5304. Ortaçağ Avrupası’ndaki katedral okulları gibi temel din ve hukuk öğretimi
  5305. veriyorlardı ve bu ikisi de İslamiyet’te aynı bütünün parçalarıydı. Ancak ileride
  5306. onlar da Batı’daki kolej ve üniversiteler gibi öğrenim almış sınıfın oluşması
  5307. sürecinde önemli bir rol üstleneceklerdi.
  5308. Devlet memurları yeni ve daha derin bir dini dürüstlük sergilemeye başlamış,
  5309. profesyonel din adamları da devlette hizmet almak-konusunda daha istekli hale
  5310. gelmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam din adamları, hiç şüphesiz
  5311. fethettikleri ülkelerde gördükleri Hıristiyan dini örgütlerinden esinlenerek,
  5312. hükümet sisteminin bir parçası halini almışlardır. Müftüler ile kadılar, devletin
  5313. atayıp ve kendilerine bir yetki alanı verdiği memurlardı. Din adamları, bu
  5314. noktada askeriye ve bürokrasinin yanı sıra imparatorluk hükümetinin üçüncü
  5315. kolu durumundalardı ve başta şeyhülislamın yer aldığı kendi hiyerarşileri
  5316. bulunuyordu.
  5317. Ulemanın devlete yaklaşması kaçınılmaz olarak halktan uzaklaşmasına yol
  5318. açıyordu. Bu durum da daha önce sahip oldukları etkinliği büyük ölçüde
  5319. kaybetmelerine neden olmuştur. Sıradan Müslümanlar için ulemanın yerine çok
  5320. daha farklı bir dindarlığın temsilcileri olan Sofiler geçti. Ortaçağ sonlarında
  5321. sofiler, her birinin kendi mistik yolu olan tarikatlar halinde örgütlenmişlerdi.
  5322. "Derviş” olarak da bilinen tarikat liderleri ve üyeleri konvansiyonel İslamiyet’in
  5323. birçok eksikliği gideriyorlardı. Derviş törenleri ile toplantıları manevi bir
  5324. beslenme kaynağı ve bazen de insani gereksinimler için mücadelede yardım
  5325. ve dayanışma sağlıyordu.
  5326. Ortaçağ Müslüman yazarları, büyük olasılıkla toplumu yönetenleri
  5327. kastederek, genellikle toplumu iki ana gruba ayırırlar: Askerlerden oluşan ehli
  5328. kılıç ve bürokrat ile dini sınıfları içeren ehli kalem. Öte yandan edebi
  5329. becerileriyle ya da entelektüel yaşayan ama her iki grupta da yer almayan kişiler
  5330. de vardır. Örneğin biyografik ve tarihi literatürde, hükümdarın tıbbi
  5331. danışmanlığını yapmış, İslam dünyasının her yerindeki hastanelerde çalışmış ya
  5332. da araştırmaları ve kitaplarıyla ön sıralara çıkmış kişiler de vardır. Ortaçağ İslam
  5333. tıbbı aslında Helenistik kaynaklara dayanmaktadır ancak Müslümanların
  5334. katkıları da oldukça önemli olmuştur. Ortaçağ’da İslam dünyasının tıbbi bilgisi
  5335. ve uygulama düzeyi Avrupa’ya kıyasla çok üstündü.
  5336. Ne var ki modem çağların başında tıpta epeyce gerideydiler. Avrupa, tıp
  5337. kitaplarından yalnızca birkaçı çevrilmişti. Çoğunluğu Musevi olan bazı Avrupalı
  5338. mülteciler,XV-XVI yy’da hekimlik yapmak için İslam topraklarına
  5339. gitmişlerdir.XVII-XVIII. yy’da Osmanlı Hıristiyanlarından tıp eğitimi almak
  5340. için Avrupa’ya gidip daha sonra memleketlerine dönerek hekimlik yapanlar
  5341. olmuştur. Kimi reformcu hükümdarlar tarafından Avrupa tıp okullarına öğrenci
  5342. gönderilmesi ve ülkelerinde tıp okulları açılarak yabancı öğretmen
  5343. getirilmesiyle, tıbbın ortaçağlardan beri çok az değişen eski Helenist-İslam
  5344. geleneğinden kurtarılmasına ancak XIX. yy’da başlanabilmiştir..
  5345. Ehli kalemden, daha doğru bir deyişle “ehli sözden” olan önemli bir başka
  5346. grup da şairlerden oluşuyordu. En küçük hükümdarların dahi kendisiyle ilgili
  5347. övgülerin kolaylıkla ezberlenip dilden dile yayılmasını sağlayacak en az bir
  5348. şairleri olurdu. Daha büyük hükümdarlarınsa bir tür propaganda bakanlığı olarak
  5349. kullandıkları bir şair orduları olurdu. Bu övgücü şairler, özel zengin kişiler için
  5350. de çalışırlar, düğünleri, doğumları ve başka olaylan kutlarlardı. Şair ve şiir, kitle
  5351. medyasının olmadığı bu çağda, haberlerin yayılması ve olumlu imaj
  5352. oluşturulması için ciddi bir görevi yaparlardı.
  5353. Hükümdarın günlük imajım şairler yerleştirir, geleceğe yansıyacak imajını da
  5354. tarihçiler üstlenirdi. Ortaçağlarda çoğu bürokratik ya da ilmiyye sınıfından olan
  5355. tarihçiler, şairlerin tersine ne yazar ne de serbest saray hizmetlileriydi. Belki de
  5356. halifeler döneminde sahip oldukları bağımsızlıktan ve ifade özgürlükleri bu
  5357. yüzdendi. Sonraları Osmanlı İmparatorluğu’nda hükümdarlar saray şairleri gibi
  5358. saray tarihçileri atamaya başladılar ve böylece İmparatorluk Tarihçisi makamı
  5359. oluşturuldu. Sultan tarafından bu makama atanan kişinin temel görevi
  5360. seleflerinin imparatorluğun tarihini yazmaya devam etmekti. Varlığı yüzyıllar
  5361. boyu süren bu makam, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına-dek korunarak
  5362. sonuncu imparatorluk tarihçisi Osmanlı Tarih Cemiyetinin ilk başkanı olmuştur.
  5363. Ressamlar ve hattatlar, astrologlar ve gök bilimciler, mühendisler ve
  5364. mimarlar gibi başka meslekler de vardı ama bu mesleklerin çoğu son yıllarda
  5365. onları istihdam eden kuruma bir şekilde bağlanmışlardı. Mühendislik ve
  5366. mimarlık, Osmanlı zamanında neredeyse tamamen askeriyeye aitti.
  5367. Ortadoğu’daki hükümdarların da, dünyada başka yerlerde olduğu gibi, bazen
  5368. istilacıları kovmak ama daima ülkede düzeni korumak ve devlet otoritesini
  5369. savunmak için bir orduları vardı.
  5370. Roma İmparatorluğu’nda polis görevleri ve savunma yerel yedek güçlerce
  5371. desteklenen Roma lejyonlarıyla sağlanırdı. Lejyoner sayısı oldukça azdı ve
  5372. imparatorluk barış zamanında İran sınırına en yakın Suriye’de dört lejyondan
  5373. fazla bulundurmamasına karşın Avrupa’da Alman sınırlarında sekiz lejyon
  5374. bulundururdu. Bu lejyonların sayıları savaş döneminde
  5375. fazlalaştırılır,gerektiğinde lejyonlar kaydırılır ya da takviye güçlerle
  5376. desteklenirlerdi. 58-66 yıllarındaki Ermeni savaşları ve 66-70 yıllarındaki
  5377. Musevi isyanı çok önemli değişikliklere neden olmuştu. 10.lejyon olan
  5378. Fretensis’in kuzey Suriye’den Kudüs’e kaydırılması ve bu birliğin yeni kurulan
  5379. Roma Yahuda eyaletinin sürekli garnizonu olması bunlardan en önemlisiydi.
  5380. Yalnızca Roma vatandaşları lejyonlara almıyordu ancak zamanla
  5381. vatandaşlığın eyaletlere de verilmesiyle oralardan da asker alınabiliyordu. Var
  5382. olan kaynaklardan, İmparatorluğun her yerinde olduğu gibi, Küçük Asya ve
  5383. Levant’tan toplanan askerlerin, doğdukları yerde olmamak şartıyla bölgede
  5384. görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Takviye birlikler, lejyonerlere özellikle polislik
  5385. konusunda yardım edebilirdi ve bazıları Roma’ya bağımlı hükümdarların bir
  5386. ölçüde Romalılaştırılmış askerleriydi. Alae Dromedariorum (deve süvarileri) ya
  5387. da süvari okçular gibi özel birlikler Romalılar’dan meydana gelirdi. Çöl
  5388. bölgelerinden olan Araplar, bu birliklerde hizmet ederek, İslami fetihler sırasında
  5389. çok işlerine yarayacak askeri beceri ve yöntem deneyimine sahip olmuşlardı.
  5390. Polislik işleri genellikle bir yedek birliğe verilirdi. Halifelik ve sonraki İslami
  5391. rejimlerin döneminde polis birliklerine verilen Arapça “şuna” adı bugüne dek
  5392. gelmiştir.
  5393. Pers İmparatorluğunun askeri gücü oldukça büyüktü ve Roma’ya ciddi bir
  5394. rakipti. Romalı düşmanları, feodal beylerce sağlanan köylü erleri çok ciddiye
  5395. almazlardı ama süvari paralı askerler ve savaşçı sınır halklarından oluşan yedek
  5396. birlikler epeyce ciddi konuydu. Ordunun temelini soylular oluştururdu ve
  5397. mızrakla, okla silahlı Pers zırhlı süvarileri dönemin en önemli askeri gücüydü.
  5398. Parthlar’ın ünlü okçu süvarileri ve vur kaç taktikleri Roma’da tanınır ve
  5399. korkulurdu. Atlı mızrakçının vuruş gücünü arttıran ve bir ölçüde onu Ortaçağ
  5400. başları savaşların tankı yapan üzengi, Pers ordularındaki diğer bir önemli
  5401. yenilikti.
  5402. Pers İmparatorluğunda, I. Husrev’in (531-579) hükümdarlığı sırasında,
  5403. özellikle askeri alanda olmak üzere önemli değişiklikler olmuştu. Ordu daha az
  5404. feodal, daha fazla profesyonel hale gelmişti. Askerler ücret ve teçhizat parası
  5405. alıyorlar, uzun süreli sıkı bir eğitimden geçiyorlar, çok disiplinli bir biçimde
  5406. yetişiyorlardı. Tek başkomutan yerine, Savunma Nazın, Başkomutan ve
  5407. gerektiğinde barış elçisi olan Eranspahbadh yönetimindeki orduda, artık
  5408. generaller, valiler ve subaylar hiyerarşisi bulunuyordu. Husrev’in orduları,
  5409. ülkedeki iç savaşa son verilmesi, sınır bölgelerinin yatıştırılması, Habeşlerin
  5410. Yemen’den atılması, Hun tehdidinin sona erdirilmesi ve Bizans’a karşı savaşta
  5411. Suriye’nin işgal edilip Antakya'nın yağmalanması gibi birtakım başarılar
  5412. kazandılar ama Pers orduları Müslüman Araplar’ın karşısında tutunamadılar.
  5413. İslamiyetten önceki Arabistan’da yetişkin erkekler topluluğu dışında
  5414. profesyonel sürekli bir ordu, tıpkı onunla ilişkilendirilen monarşi düşüncesi gibi
  5415. itici ve uzaktı. Kuzey sınır bölgelerindeki küçük beylerin halkları zaman zaman
  5416. Pers ya da Bizans takviye birliklerinde çalışırlardı. Güneyin daha sakin gelişmiş
  5417. devletlerinde bir tür profesyonel orduların varlığı olasıdır ama orta ve kuzey
  5418. Arabistan'ın büyük bölümünde ordu savaş ya da için seferber edilmiş silahlı
  5419. kabile halkı anlamına geliyordu.
  5420. İslam tarihinin çok daha eski zamanlarında başka bir durum dikkat çeker.
  5421. Ayrı kökenlerden ve çoğu zaman daha önce çatışan bağlılıklardan gelen kişilerin
  5422. oluşturduğu bir dini-siya-si toplumun reisleri olan Hz. Muhammed ve halefleri,
  5423. bir kabileden daha fazla bir şeye hükmetmişlerdir. Önce putperest Kureyşliler
  5424. ile, daha sonra da Hz. Muhammed’in ölümünden sonraki fetih savaşlarıyla
  5425. sürekli.savaş halindeydiler. Uzun süre devam eden ve çok geniş bölgelere
  5426. yayılan fetih savaşları sonunda kaçınılmaz olarak uzmanlaşma ve profesyonellik
  5427. sağlamıştır. Arap kaynaklarından savaşanlar ile savaşmayanlar ve savaşanlar
  5428. arasında uzun dönem uzmanlar ile kısa dönem askerler arasında orta ve kuzey
  5429. Arabistan’da o zamana dek rastlanmayan bir farklılığın olduğu anlaşılmaktadır.
  5430. Sonralan İslam hukukçularının formüle ettiği bir ilkeye göre cihad görevi
  5431. savunma yapmak için sağlıklı Müslüman erkeklerin tamamına,
  5432. saldırı durumundaysa toplumumun tamamına düşer. Fetihler sırasında her
  5433. kabileden, savaşabilecek erkeklerinden çoğunu vermesi istenir ve genellikle de
  5434. kota gönüllülerle dolardı.
  5435. Henüz Müslüman ordularının uzun süreli çekirdeğini oluşturanlar dahi tam
  5436. zamanlı çalışan profesyonel askerler değillerdi; savaşmadıkları zaman başka
  5437. işlerle uğraşırlardı. Birkaç istisna hariç ailelerinden uzakta kışlalarda
  5438. yaşamazlardı ama ana işleri, geçim kaynaklan savaştı ve geçimlerini fetih
  5439. savaşlarında kazandıkları ganimetle sağlarlardı.
  5440. Arap orduları, Emevi halifeler zamanında imparatorluğun metropoliten
  5441. eyaleti Suriye’nin dışında, sonraları garnizon şehirleri olan kamplarda yaşarlardı.
  5442. Bu garnizon şehirleri arasında Irak’ta Basra ve Kufa, Mısır’da Fustat, Tunus’da
  5443. Kayrevan ve İran’da Kum yer alıyordu. Arap askerler Suriye’de bir ordu
  5444. birliğinin olduğu askeri bölgelere, kuzeyden güneye Hums, Şam,Ürdün ve
  5445. Filistin’e yerleşmişlerdi. Bu bölgeler, eski Bizans toprak bölünmesi temeli
  5446. üzerine kurulmuşlardı. Suriye Arap birlikleri hem Bizans sınırlarına düzenlenen
  5447. mevsimlik seferlerde hem de Konstantinopolis’e düzenlenen büyük seferlerde
  5448. kullanılırdı. Giderek yüksek deneyimleri, ustalıkları ve daha düzenli ücret
  5449. almalarıyla, Emeviye halifelerinin Suriye temelli sürekli orduları niteliğini
  5450. kazanmışlardı.Irak ve Mısır’da yerleşmiş olan Arap askeriyesinde bunlarla
  5451. karşılaştırılabilecek bir örgüt bulunmuyordu.Onlar aşiret milisleri statüsünde ve
  5452. askerliğe karşı aşiretten süregelen bir hoşnutsuzluğa sahiptiler.
  5453. Abbasiler, iktidara yükseldikleri ve uzun bir süre askeri destek sağladıkları
  5454. Horasan’dan getirdiklerini sürekli Suriye ordusunun yerine yerleştirmeleri
  5455. dışında aynı sisteme devam ettiler.
  5456. Bu önemli bir değişikliğe neden olmuştu. İlk zamanlarda Halife ordularının
  5457. neredeyse tamamını Araplar oluşturuyordu, Mısır’ın ya da Suriye’nin yerli
  5458. halkım askere alma uygulaması yoktu. Bu halklar Roma ve Bizans hakimiyetinin
  5459. sürdüğü uzun yüzyıllar boyunca askerlik yetenek ve isteklerini yitirmişlerdi.
  5460. Durum İmparatorluğun doğusundaki eski İran eyaletlerinde daha başkaydı. Batılı
  5461. komşuları gibi İranlılar yalnızca yeni bir imparatorun hakimiyetine
  5462. girmemişlerdi. Kısa süre öncesine kadar bir imparatorluk geçmişleri ve
  5463. kendilerine has bir askeri gelenekleri vardı. Müslümanlığı kabul ettikten sonra,
  5464. İslami ordu ve hükümette önemli bir yere sahip olmaya hakları olduğunu
  5465. düşünüyorlardı. Ufak tefek farklarla benzer bir durum, artık Arap yönetiminde
  5466. olan Kuzey Afrika’daki eski Roma eyaletlerinin Berberi halkı için de söz
  5467. konusuydu.
  5468. Aşiretlere bağlı Arap olmayan mühtediler, aşiretlerin Arap savaşçı reisleri
  5469. tarafından askere alınmaya başlandı. Alt düzeylerde kullanılıyor ve daha az ücret
  5470. alıyorlardı. Bu askerlerin özellikle sınır boylarında önemli rolleri oldu.
  5471. İspanya’yı fetheden Müslüman Arap ordularının büyük bir bölümü Kuzey
  5472. Afrika Berberilerinden oluşuyordu. Orta Asya ve Kuzey İran halkları daha ihtida
  5473. etmemiş imparatorluk sınırları dışındaki akrabalarına yeni dini yaymaya çok
  5474. çaba harcadılar.
  5475. Bu askerler, alınan ilk büyük zaferlerde bile imparatorluk ordusunun asli
  5476. üyeleri değillerdi. Geri hizmetlerde ve sınır boylarında görevliydiler ve
  5477. başkentten uzak tutuluyorlardı. Irak’a Abbasi Horasanı güçlerinin gelmesiyle
  5478. önemli bir değişiklik oldu. Nesiller boyunca Horasan’da yaşayan Horasaniler,
  5479. ilke olarak Arap’lardı. İranlı kadınlarla evlenip İran göreneklerine sahip
  5480. olmuşlardı. Kısa süre sonra, doğu İran’dan gerçek İranlılar da onlara katılmaya
  5481. başladılar.
  5482. Abbasiler listelerde adları olan Araplar’a otomatik ödenen askeri aylıkları
  5483. zamanla kaldırdılar.X.yy’dan itibaren orduya gerçekten hizmet edenlere aylık
  5484. verilmeye devam edildi. Aylık alarak tam zamanlı çalışan profesyoneller ve tek
  5485. bir kampanyaya katılarak ganimetten pay alan gönüllüler olmak üzere iki tür
  5486. asker vardı.
  5487. Aradan yüz yıl bile geçmeden, Emevi seleflerinin sürekli Suriye ordusundan
  5488. daha fazla dayanamayan Abbasi halifelerinin Horasani muhafızları, yerlerini
  5489. başka bir esasa göre toplanan ve İslam devletlerinin bin yıl süresince askeri ve
  5490. siyasi geleceğini şekillendirecek yeni bir orduya bıraktılar.
  5491. Yedek birlikler olarak kullanılan barbarlar da, silahlı köleler de yeni değildi.
  5492. Eski Atina bir süre şehrin malı olan İskitli silahlı kölelerce korunmuştu. .
  5493. Roma'nın ileri gelenlerinden bazıları barbar kökenli köle muhafızlarını
  5494. silahlandırmışlardı. Müslüman hükümdarlar, onlardan önce Romalılar’ın,
  5495. Persler’in ve Çinlilerin yaptıkları ve Batılı imparatorlukların yüzyıllar sonra
  5496. yapacaklarını yaparak İmparatorluk sınırlan dışındaki “savaşçı ırklar” arasından
  5497. da asker toplamışlardı. Ancak İslam devletlerinin askeri tarihi, kölelerden
  5498. oluşan, başlarında köle generaller olan, sonunda da köle krallar ve hanedanlar
  5499. için hizmet edecek bir orduyla yeni ve özel bir duruma sahne olmuştur.
  5500. İngiliz Paul Rycaut,XVII.yy ortalarında yaptığı Türkiye ziyaretinde sistemin
  5501. mantığını şöyle ifade etmiştir:
  5502. 3
  5503. “Türkler kendi cinslerinden, kendilerinin yetiştirdiği ve eğittiği insanların
  5504. kendilerine hizmet etmelerini severler.Onları kendi erdem ve bilgelikleriyle
  5505. erişkin olana dek yetiştirip beslerler. Onları kıskanmadan yetiştirip tehlikesizce
  5506. de yok edebilirler.İmparatorluğun yüksek makamlarına çıkarılacak gençleri ya
  5507. savaşlarda elde ederler ya da uzak ülkeler hediye gönderirler. Bu politika çok
  5508. açıktır ki, bu gençler farklı gelenek ve göreneklere göre yetişmiş anne ve
  5509. babalarından nefret edecekler; uzaklardan gelmeleri nedeniyle hiçbir
  5510. tanıdıkları olmayacak; devlet okullarına girdikten sonra kendisine sadık
  5511. olmak zorunda yetiştirildikleri efendileri dışında hiçbir akrabaları,çıkar ilişkisi
  5512. içinde bulundukları hiç kimse olmayacaktır. ”
  5513. Bu sistemin kurulma nedeninin, her otokrat hükümdarın önemli bir
  5514. sorunu olan devlet içinde kendi gücünü engellemeyecek güvenilir askeri ve
  5515. sivil memur bulmayı sağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonra, başka
  5516. yerlerde, başka yüzyıllarda, başka hükümdarlar tarafından farklı şekillerde
  5517. çözülmüştür.İlk zamanlardan başlayarak Müslüman hükümdarlarca
  5518. bulunan çözüm, yabancı kökenli çocukları devşirme olarak alıp, onları
  5519. yetiştikleri kurumdan başkasına sadakat ve bağlılık duymayacakları uzun
  5520. süreli profesyonel askerler yapmak olmuştur. Bu kişiler uzaktaki eyaletlerden
  5521. ya da sınırların dışından getirilen yabancılar oldukları için yerel halk ya da
  5522. tebaa ile herhangi bir akrabalık ve yakınlıkları olmadığı gibi, onlarla
  5523. konuşamazlardı bile. Ailelerinden ve geçmişlerinden zorla koparılıp kültürel
  5524. olarak uzaklaştırıldıkları için görüşebilecekleri akrabaları da yoktu. Her yeni
  5525. köle asker kuşağı kendi çocukları yerine, uzak yerlerden getirilen kölelerden
  5526. oluştuğu için, bir gün bir aristokrasi kurarak otokrat hükümdarın
  5527. hakimiyetine baş kaldırabilecek yeni bir askeri güç doğuramazlardı.
  5528. Ne var ki, sistem kusursuz işlemiyordu. Zaman zaman köleler etnik
  5529. dayanışma grupları ve hatta geldikleri yer ya da aşirete dayalı alaylar
  5530. oluşturuyorlardı. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nda, köleler aileleri ve
  5531. memleketleriyle ilişkilerine devam ederler, para ve güç elde edecekleri bir
  5532. makama geldiklerinde,bu olanaklardan yararlanmaları için akrabalarını
  5533. getirtirlerdi. Diğer erkekler gibi, oğullarına miras bırakmak isteyen köle
  5534. askerler, oğullarım askerliğe alamazlar ama her zaman bir bürokratik ya da
  5535. dini bir iş ayarlayabilirlerdi. Bu sayede, Ortaçağ sonlarındaki büyük kalemiye
  5536. ve ilmiyye ailelerinin temelleri atılmıştır.
  5537. Öte yandan sistem oldukça başarılıydı. Ortadoğu İslam dünyası, yaratılan
  5538. güçlü ordular sayesinde Haçlılar’ı alt etmişler ve çok daha fazla tehlikeli olan
  5539. Moğollâr’ı durdurmuşlardır. Köle orduları onlara sahip olan hükümdarlarına
  5540. bir tek açıdan hayal kırıklığı yaşatmışlardır. Teorik olarak köle askerler
  5541. hükümdarın dan başkasına sadakat göstermezlerdi ama uygulamada
  5542. alaylarına ve komutanlarına gösterirlerdi. Kölelikten gelen komutanlar, kısa
  5543. bir sürede eyaletlerin, başkentin bile gerçek efendileri haline gelmişler ve artık
  5544. güçsüz kalan halifelere egemen olmuşlardı.Daha sonra da hükümdar olan
  5545. bazı köle komutanlar, çoğu kısa süren hanedanlarını oluşturdular.
  5546. İslamiyetin ilk çağlarında da köle askerler olmuştur ama genellikle onlar
  5547. özgürlüklerine kavuşmuş kölelerdir. Abbasi halifesi el-Mutasım’ın
  5548. (hükümranlığı 833-842) köle ordusunu kuran ilk kişi olduğu bilinmektedir.
  5549. Ordusu İslamiyet’in doğu sınırlarının dışındaki bozkırlarda küçük yaşta
  5550. yakalanıp askerlik eğitimi verilen Türk kölelerden oluşuyordu. Çoğu
  5551. Müslüman hükümdar savaşan askerlerini ve garnizon güçlerini kısa bir süre
  5552. içinde kölelerden oluşturmuştu. İslamiyet’in uzak batı bölgelerinde, Kuzey
  5553. Afrika ve İspanya’da, uygun olduğunca, Avrupa’dan Slav köleler alınmıştı.
  5554. Özellikle Fas ve Mısır’dan da askerlik için ara sıra zenci köleler alınırdı.
  5555. Türkler’in İslamlaştırılmasından sonra artık hukuken mümkün olmayıncaya
  5556. kadar, köle askerlerin çoğunluğu Türk’tü. Türk hükümdarlar ise köle
  5557. askerlerini Kafkaslar ve Balkanlar’ın Müslüman olmayan halkları içinden
  5558. alırlardı.
  5559. Savaş tekniklerinin değişmesi ve ateşli silahların kullanılmaya
  5560. başlamasıyla eski biçimiyle köle ordusu artık geçersiz olmuştu. En sonuncu
  5561. büyük köle ordusu olan Osmanlı Yeniçerileri XIX. yy’a kadar sürdürmüştür
  5562. ama XVII.yy’ın başından itibaren devşirme yöntemi bırakılmıştır. Ancak bu
  5563. eski gelenek tamamen ortadan kalkmamıştır. XIX.yy’da da Mısırlı
  5564. hükümdarlar yaygın olarak zenci' asker köleleri kullanmışlardır.1863 yılında
  5565. Mısır hükümdarının, arkadaşı Fransız imparatoru III. Napolyon’a yardım
  5566. için Meksika’ya gönderdiği birlikteki askerlerin çoğunluğu Yukarı Nil
  5567. havzasından yakalanan zenci kölelerdi.
  5568. Ekonomik açıdan servetin temel kaynaklan ve servetin sağlayacağı gücün
  5569. kaynağı ticaret ile topraktı. Bürokratik, askeri, dini ve hatta krallık gibi farklı
  5570. yönetici seçkinler genellikle sermayelerini ikisinden birine ya da her ikisine de
  5571. yatırırlardı.
  5572. îslami öğretide başlangıçtan beri ticaret olumlu görülmüştür. Kuran’da
  5573. faiz yasaklanırken, ticaret onaylanır. Başka ayetlerde de ticaretin hukuka
  5574. uygun ve namuslu yapılması; ağırlık ve ölçülerde hile olmaması;
  5575. sözleşmelerin yerine getirilmesi; borçların ödenmesi konularına yer
  5576. verilmiştir. (Kuran 2:194, 275, 282; 4:33; 6:153; 42:9-11). Ticaretin Kuran’ın
  5577. tarafından bir yaşam biçimi olarak onay görmesi hadisler ile de
  5578. doğrulanmıştır.Kimi hadisler daha da ileri giderek namuslu bir tüccarın alıp
  5579. satabileceği ipekliler, mücevherler, erkek ve kadın köleler gibi lüks eşyayı da
  5580. savunur.Hz. Muhammed bir hadisinde, '‘Allah bir kişiye servet verince onun,
  5581. üzerinde görünmesini ister.” demiştir. Eski bir Şii eserinde imam Cafer elSadık ile ilgili olarak anlatılan bir öykü daha ilginçtir “İmama, atalarının
  5582. basit ve kaba giyinmesine karşın onun neden süslü giyindiği sorulmuş.İmam,
  5583. atalarının yaşadıkları dönemin kıtlık zamanı olduğunu ama onun bolluk
  5584. zamanında yaşadığını ve insanın zamana göre giyinmesinin doğru olduğunu
  5585. söylemiş.”
  5586. 4
  5587. Kesinlikle sonradan uydurulmuş olan bu hadisler, İslami metinlerde sıkça yer
  5588. verilen sofuluk gerekliliğine karşı lüks yaşamı ve lüks eşya ticaretini kabul
  5589. ettirmek içindir. Muhammed el-Şeybani bir yazısında (ölümü 804) Müslümanlar
  5590. için geçimi kazanmanın yalnızca izin verilmiş bir şey olmadığım, aynı zamanda
  5591. bir yükümlülük olduğunu belirtmiştir. Şeybani’ye göre insanın ilk görevi Allah’a
  5592. hizmet etmektir ve bunu doğru bir şekilde yerine getirebilmek için yeterince
  5593. beslenmeli, giyinmeli ve barınmalıdır. Bunu sağlamanın tek yolu da çalışıp para
  5594. kazanmaktır.
  5595. 5 Sonra da, insanın ancak yaşayacak kadarla kısıtlanmayacağını,
  5596. lüks eşya da satın alıp kullanmasına izin verildiğini ekler. El-Şeybani, sonra da
  5597. başkaları, Allah'ın gözünde ticaret ya da zanaat ile kazanılan paranın, sivil ya da
  5598. askeri hizmet için devletten alınan paradan daha iyi olduğunu savunmuşlardır.
  5599. Önemli klasik Arap yazarlarından el-Cahiz (ölümü 869) daha da ileri giderek
  5600. “Tüccarlara Övgü, Memurlara Yergi” adlı yazısında hükümdara hizmet edenlerin
  5601. küçüklük, dalkavukluk ve kararsızlıklarıyla, tüccarların güvenilirlik, onur ve
  5602. bağımsızlıklarını karşılaştırmış ve onları kötüleyenlere karşı tüccarların
  5603. dindarlıklarını ve bilgililiklerini savunmuştur. Allah'ın vahiy göndermek için
  5604. tüccar bir topluluğu seçmesinin, ticareti bir yaşam biçimi olarak onayladığını
  5605. gösterdiğini belirtmiştir. Ortaçağlarda İslam ilahiyatçılarının önde gelenlerinden
  5606. el-Gazali (ölümü 1111) yazılarında ideal bir tüccar portresi çizmiş ve ticaretin,
  5607. insanın kendini öteki dünyaya hazırlama yollarından biri olduğunu anlatmıştır.
  5608. Yüksek oranda tarım ekonomisinin egemen olduğu bir yerde, toprak
  5609. sahipliğinin ya da denetiminin siyasi ve kültürel önemi büyüktü. Gerçekten de
  5610. klasik İslam toplumunda toprak sahipleri önemli bir grup oluştururlar. Ancak
  5611. bunun Ortadoğu bağlamına göre tekrar tanımlanması gereklidir.Batı Avrupa’daki
  5612. ve diğer yerlerdeki küçük ve bağımsız toprak sahibi türü, Ortadoğu’da da vardı
  5613. ama pek azdı ve tipik değildi. Bağımsız küçük mülkiyetler, tarımın büyük oranda
  5614. yapay sulamayla yapıldığı, merkezi denetimin gerekli olduğu, böylece de
  5615. kolayca merkezi denetime alındığı yerlerde, rahatça gelişmezler.Bölgenin büyük
  5616. bölümünde pek çok türde büyük toprak sahipliği vardır. Geçmişte de, bugün de
  5617. Ortadoğu’nun tarım koşullarını yazanlar sıkça “feodal” ve “tımar” gibi terimleri
  5618. kullanırlar ama bunlar Batı Avrupa’ya ait terimlerdir ve anlamları Batı
  5619. Avrupa’nın yerel tarihinden gelmektedir.Ortadoğu’nun çok farklı toplumsal ve
  5620. ekonomik olguları için bu terimlerin benzetme olarak kullanılması yanıltıcı
  5621. olabilir.
  5622. Bir toprak sahibi için toprağa sahip olmanın çeşitli hukuksal yolları vardı.
  5623. İslam yasalarına göre bu yollardan biri “mülk”idi. Ayrıntılı belgeler bulunan
  5624. Osmanlı döneminde, buna genellikle şehirlerde ve şehirlerin yakınlarında
  5625. rastlanır.Mülk,inşaat arsası dışında, genellikle meyve bahçelerini,bostanları ve
  5626. bağları içerir.
  5627. Kuramsal olarak devletin bir çeşit bağışıyla çoğu tarım arazisinin büyük
  5628. toprak sahiplerinin elinde bulunduğu kırsal yerlerde ya da köylerde bu türde bir
  5629. sahipliğe, rastlanmaz. İslam döneminde yapılan bu tür en eski bağış, halifeler
  5630. tarafından kamu arazisinin, başka bir deyişle yeni kumlan Arap devletinin
  5631. fetihlerle ele geçirdiği toprakların ilke olarak Müslüman kişilere verilmesiydi.
  5632. Bu topraklar, eski devletlerin, yani Bizans ve Pers rejimlerinin eski devlet
  5633. toprakları ve eski sahipleri tarafından terk edilen topraklar olmak üzere iki türdü.
  5634. Araplar’ın Kuzey Afrika’yı, Levant’ı ve Mısır'ı fetihlerinin ardından Bizanslı
  5635. büyük toprak sahiplerinin çoğunluğu malikanelerini terk ederek kaçmışlar ve bu
  5636. topraklar devlet malı olmuştu. Ekilmeyen ve kullanılmayan “ölü arazi” de bağış
  5637. konusu olabilirdi.
  5638. Tamamı devletin elinde olan bu toprak türleri geri alınamayan bir bağışla
  5639. sürekli kişilere veriliyordu. Hizmet ya da duruma bağlı olmayan, yaşam boyu
  5640. olan bu bağış devredilebilirdi ve miras bırakılabilirdi. İslami yasalara göre, bu
  5641. tür bir bağış alan kişi, kendi yerel halktan vergi aldığından, toprağı için kamu
  5642. mâliyesine vergi vermek zorundaydı. Bağıştan kazandığı gelir, köylülerden
  5643. aldığı ve devlete verdiği vergi arasındaki farktı.
  5644. Bizans'tan alınmış olabilecek bu sistem, bir süre devam etti ama fetihlerin
  5645. kesilmesiyle sona erdi ve yerini daha yaygın bir düzenlemeye bıraktı. Yeni
  5646. sistem toprak bağışı değil, devletin toprak üzerindeki mali haklarının
  5647. devredilmesiydi. Bu sistemde devlet kişiye bir bölgeden vergi toplama hakkını
  5648. vererek karşılığında genelde askeri bir hizmet isterdi. İlke olarak subaylar ve
  5649. diğer devlet çalışanlarına aylık ücret ödenirdi ancak devlet hazinelerinde nakit
  5650. para azaldıkça subaylara bu biçimde ödeme yapılmaya başlandı. Artık bir vergi »
  5651. toplama sistemi oluşturulması gerekiyordu. Subaylar bu vergileri devletin borcu
  5652. karşılığında alıyorlardı.
  5653. İlke olarak bu tür bir bağış bir hizmete karşılık olurdu. Bağışı alan herhangi
  5654. bir nedenle bu hizmeti yerine getirmezse, mali hakların devri sona ererdi. Bu
  5655. bağışlar, geçici ve sınırlıydı, kendisini yaratan neden sona erdiğinde geri
  5656. alınabilirdi, yani daha önceki halifelerin bağışları gibi geri alınamaz ve sürekli
  5657. değillerdi, devredilemez ve miras bırakılamazdı. Daha sonraları bunların dışına
  5658. çıkılarak sürekli, devredilebilir ve miras bırakılabilir hale gelmiş, hizmet
  5659. verilmediği halde toprak elde tutulmaya devam edilmiştir.Bu noktada, sistem
  5660. bazı açılardan Ortaçağ Avrupası’nın feodal düzenine benzerlik göstermeye
  5661. başlamıştı.
  5662. Ne var ki farklılıklar benzerlikten daha büyüktü. Bağışı alan kişi Ortaçağ
  5663. Avrupası feodal baronunun haklarına sahip değildi. Tımar topraklarının halkı
  5664. üzerinde vergi toplamaktan başka bir hakkı yoktu ama bu da vergiyi toplamak
  5665. için gereken gücü kullanma hakkını veriyordu. Ancak Batılı toprak sahipleri
  5666. gibi adalet dağıtmazdı. Tımar topraklan içinden daha küçük tımarlar veremezdi.
  5667. Özel ordu kuramazdı ama son dönemlerde bu da yapılmıştır. Batılı feodal
  5668. barondan farklı olarak genellikle tımar topraklarında yaşamaz ve onu yarı
  5669. bağımsız bir beylik gibi yönetmezdi.Bağıştan çok sözleşmeye benzeyen başka
  5670. tür bir sisteme göre, devlet bir malikane ya da bölgeden alınacak vergileri
  5671. önceden kararlaştırılan toplam bir tutara satardı. Böylece artık devlet ve
  5672. memurları vergi salma ve toplama işiyle uğraşmazlardı.
  5673. Bu iş, bir aşiret reisi, dini bir topluluğun başı ya da kazanç elde etmek için
  5674. işe talip olan bir girişimciye verilirdi. Bu tür iltizamlar devlet ya da devlet
  5675. gelirlerini toplama yetkisi olanlardan satın alınabilirdi. Mültezim hâzineye ya da
  5676. anlaşmayı yaptığı kişiye, anlaşmaya varılan tutan vermekle yükümlüydü, vergiyi
  5677. toplama yolu kendine bırakılmıştı. Tüm bu süreçte devlet, katılımcı değil,
  5678. denetleyici olan bir vergi müfettişiyle yer alırdı. Toprağın uzun vadeli refahında,
  5679. özel mülkiyet sahibinin ya da devletin doğal bir çıkan olurdu. Mültezim
  5680. öncelikle kendi yatırımını geri almaya, sonra da kâr sağlamaya uğraşırdı.
  5681. Genellikle iltizamlar yıllık verilirdi.
  5682. Şiddetin ve kararsızlığın sürdüğü hiç de az olmayan değişim zamanlarında,
  5683. toprak bağışı ya da gelir biriminin daha çok artırılması eğilimi olurdu. Bu
  5684. durum, büyük ve güçlü bir toprak sahibinin sıkıntılı zamanlarda korumasını daha
  5685. küçük ve zayıf komşuları üzerinde yaygınlaştırmasıyla görülürdü. Bu, bazen
  5686. gönüllü bir biçimde olur, iç savaş, istila ve düzenin bozulma zamanlarında küçük
  5687. toprak sahibi güçlü komşusundan yardım ister ve güvence verilen bir gelir
  5688. karşılığında haklarını ona devre derdi. Zamanla bu koruma uygulaması, büyük
  5689. toprak sahiplerinin küçüklerin topraklarına el koymalarına dönüştü. Bir rejimi
  5690. destekleyenlerin devrilmesi ve yerlerine yenilerinin geçmesi kimi zaman çok
  5691. daha köklü değişikliklere yol açtı. Böyle bir durumda, toprak ve mali birimler,
  5692. yeni sahipleriyle devam edebiliyordu. Genellikle tüm birimler tekrar
  5693. devletin denetimine giriyor, sonra da başka yollarla yeni kişilere
  5694. tekrar dağıtılıyordu.
  5695. Kiralanan devlet topraklarıyla özel mülkiyet arasındaki ayrım çok net
  5696. değildi. Devlet denetiminin güçlü olduğu zamanlarda devletin gücünün
  5697. genişleme yönü özel mülkiyet sahibimin aleyhine olurdu. Siyasi zayıflık ve
  5698. bundan kaynaklı olarak merkezileşmenin bozulması sonucunda bireyin, devletin
  5699. gücünü, hatta toprağını gasp etme eğilimleri artmıştı. Örneğin XVII.yy
  5700. sonlarında ve XVIII.yy’da olduğu gibi, böyle zamanlarda iltizamlar dahi özel
  5701. mülkiyet gibi soydan gelen bir sahiplik yapılabiliyordu. “Gasp” ifadesi hem
  5702. devlet topraklarının özelleşmesi, hem de özel toprakların devletleşmesi durumu
  5703. için uygundu.
  5704. Ortadoğu toplumu bağlamında kullanıldığında “feodalizm” gibi “soyluluk”
  5705. ve “toprak ağalığı” da farklı bir biçim almaktadır. Öte yandan ara sıra kuramsal
  5706. açıdan bağış, tımar ya da iltizam yoluyla toprak elde eden ve bunu babadan
  5707. oğula devreden toprak sahibi bir sınıfın oluştuğu da net olarak görülmektedir.
  5708. İslam hükümdarlarının genel eğilimleri, bu durumu engelleme, önleme, geri
  5709. çevirme hakkı ve tüm gücün, servetin, otoritenin kabul edilmiş bir toplumsal
  5710. durumdan ya da mirastan çok doğrudan devletten alınması yönündeydi. Otokrat
  5711. hükümdarlar sıkça kendi iyi niyetleri yerine, toprak sahipleri gibi miras kalan
  5712. servete ya da ulema gibi halkın onayına dayanan bu durumları ortadan
  5713. kaldırmaya çalışmışlardır. Hükümdarlık otoritesinin bir şekilde gücünü
  5714. kaybettiği dönemlerde, varlıklarını bu şekilde devam ettiren gruplar oluşmuş ve
  5715. ayakta kalmış ama özellikle yeni bir fetihin ardından otoritenin
  5716. yeniden güçlenmesiyle birlikte bu gruplar genelde ortadan kaldırılmış ya da
  5717. statülerini kaybetmişlerdir.
  5718. Bu mücadele İslam tarihinde süregelmiştir. Modem çağlara gelindiğinde bu
  5719. mücadele, otokratik devletin lehine ve onu sınırlayabilecek toplumsal güçler
  5720. aleyhine bir gelişim izlemeye başlamıştır. Bu durum, teknolojinin, özellikle de
  5721. modern iletişim ve silahların gelişmesiyle olmuştur. Bu sayede merkezi
  5722. otokrasinin karşısındaki engeller de yıkılmıştır. Teorik olarak geleneksel
  5723. sistemlerde hükümdarın gücünün mutlak olmasına karşın, uygulamada çeşitli
  5724. aracı otorite ve güçlerle sınırlanırdı.
  5725. Modernleşme sonucu bu güçlerin sınırlanması ve otoritelerin yok olmasıyla,
  5726. hükümdar sınırsız güce sahip olurken, modern diktatörlerin en küçükleri bile,
  5727. Arap halifelerinin,Pers şahlarının ve Türk sultanlarının en büyüğünden daha
  5728. güçlü bir denetime sahiptirler. Tiranlık konusundaki geleneksel sınırlar ortadan
  5729. kaldırılmıştır. Yeni ya da yenilenen bir tür sınırlama yolunun arayışları henüz son
  5730. bulmamıştır.
  5731. 11. BÖLÜM
  5732. HALK
  5733. Sıkça İslamiyet’in eşitlikçi bir din olmasından söz edilir ve bu büyük ölçüde
  5734. de doğrudur. İslamiyet’in ilkeleri ve başlangıçtaki uygulamaları, İran'ın sınıflı
  5735. feodalizmi, Hindistan'ın kast sistemi, Bizans ve Latin Avrupa'nın ayrıcalıklı
  5736. aristokrasileri gibi çevresindeki ülkelerdeki uygulamalarla kıyaslandığında
  5737. gerçekten de İslam dininin eşitlik ilkesi taşıdığı söylenebilir! İslamiyet bu gibi
  5738. toplumsal ve aşiret farklılıklar sistemlerini benimsememekle kalmayarak bunları
  5739. kesin ve net olarak reddetmiştir. Bu konuda Kuran çok nettir:
  5740. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve
  5741. birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki,
  5742. Allah nazarında en değerli olanınız Ondan en çok korkandır. ” (Kuran 49:13)
  5743. Hz.Muhammed’in sözleri, hareketleri ve hadislerle korunan İslamiyet’in ilk
  5744. hükümdarlarının örnekleri doğum, soy, toplumsal statü, servet ve ırk
  5745. ayrıcalıklarına karşı çıkarak rütbe ve şerefin ancak dindarlıkla ve İslamiyet’te
  5746. erdemle kazanılacağını belirtmişlerdir.
  5747. Bu düşünceler bir geçmişe sahipti. İncil’deki iyi bilinen bir paragrafta şöyle
  5748. söylenir: “Ne Yahudi ne Yunanlı vardır, ne kul ne azatlı vardır, ne erkek ne dişi
  5749. vardır, çünkü Mesih İsa’da tümünüz birsiniz.” (Gal. 3:28) Daha önceki Eyub
  5750. Kitabı’nda da efendi ve kölenin ortak insanlığından söz edilmiştir. (Eyub 3115)
  5751. Ne var ki Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar açısından ortak insanlık,
  5752. insanlar arasında belli başlı farklılıkların gözetilmesine engel değildir.
  5753. Yukarıdaki Galatyalılar bölümünden alınmış cümle etnik, toplumsal ve cinsel
  5754. ayrımların küçültücü olduğunu ya da yok edilmesi gerektiğini değil, bunların
  5755. herhangi bir dini ayrıcalık sağlamadığım anlatmaktadır. Cümlenin son üç
  5756. sözcüğü inananlar ile inanmayanlar arasındaki dini ayrımı açıkça ortaya
  5757. koymuştur. Üç din de bireyin değeri, özerkliği ve her ruhun Allah için önemi
  5758. konularında ısrar eder.Üçüne göre de dindarlık ve hayır işleri servet, rütbe ve
  5759. soylu doğumdan daha üstündür. İnsanların eşitliği ilkesindeki görüşleri ortak
  5760. olsa da, tarihsel süreçte üçü de bu eşitliği dindar, özgür, yetişkin ve erkek olmak
  5761. gibi gerekli özellikleri taşıyanlarla sınırlamışlardır. Başka bir deyişle, her üçü de
  5762. pek çok önemli açıdan köleyi, çocuğu, kadım ve inanmayanı aşağı görmüştür.
  5763. Üçünün de bu aşağı durumun ortaya çıkması ve sonlandırılması ile ilgili
  5764. kuralları vardır. Köleyi efendisi azat edebilir; inanmayan gerçek dini kabuk edip
  5765. inançsızlığından kurtulabilir; çocuk nasılsa zamanı geldiğinde yetişkin olacaktır.
  5766. Geleneksel din dünyasında bir tek kadın aşağı durumundan kurtulamaz.
  5767. Üç dinin inananları açısından inanmayanların durumu kendi tercihlerinin
  5768. sonucudur. Üç dinde inanmamanın ne olduğu ve algılanması ile ihtida etmeyen
  5769. inanmayanın durumu arasında önemli farklılıklar bulunur. Başka konular
  5770. hakkındaki farklılıklar daha azdır. Kadın ve çocuklar doğuştan böyle oldukları
  5771. için statülerinin değişmesi mümkün değildir. Üç din de köle anne babanın
  5772. çocuğu olarak köle doğmayı ve kölelik durumunu kabul ederler. Bu konuda eski
  5773. kanunların uygulandığı Musevilik ve Hıristiyanlık’ta özgür insanların köle
  5774. yapılabilecekleri bazı yollar vardır. Daha ilk başlarda İslam hukukunda ve
  5775. uygulamasında özgür insanların köle yapılması kısıtlanmış ve bunlar savaşlarda
  5776. ele geçirilen gayrimüslimlerle sınırlanmıştır.
  5777. Her üç dinde de bu dört toplumsal eşitsizlik durumundan farklı tanımlanan
  5778. ara durumlar bulunur. Köleyle özgür arasında azatlılar bulunur, başka bir deyişle,
  5779. sahibi tarafından azat edilerek hukuken özgür olan kölenin eski sahibine karşı
  5780. bazı görevleri ve yükümlülükleri olur. Yetişkinle çocuk arasında yeni yetmelik
  5781. adı verilen hukuken sınırlı olup toplumsal bir önem taşıyan ara bir durum vardır.
  5782. Kadınla erkek arasında hadım denilen ve serbestçe her iki durum arasında gidip
  5783. gelebilen ara bir durum vardır. İnanmayanla gerçek inananlar arasında Allah’ın
  5784. gerçeğinin tamamına olmasa da bir bölümüne sahip olanlar bulunur.
  5785. Sonuncu durumda üç din arasındaki en önemli farklılıklar ortaya çıkar.
  5786. Musevilikte öteki, dışarıdakidir (gentile). Bu kategoride Hıristiyanlığın ve
  5787. İslamiyetin inanmayan kavramından çok Yunan barbar kavramı vardır. Engel
  5788. aşılamaz değildir. Barbar Helenleştirilebilir, dışarıdaki (gentile)
  5789. Musevileştirilebilir ve bu koşulda toplumun üyesi olarak benimsenirler (Levtiler
  5790. 19:33-4). Ancak bu beklenen bir değişiklik değildir ve çok da gerekli olmaz.
  5791. Museviler ve Helenler için yabancılar Musevi ya da Helen olmadan da faziletli
  5792. olabilirler. Musevi öğretisi dürüst olan tüm insanların Cennet’te bir yeri
  5793. olduğunu kabul eder. Öteki tarafta Müslümanlar ve Hıristiyanlar açısından
  5794. onların inançlarından olmayanlar ve onları ihtida etme çabalarına karşı koyanlar
  5795. Allah’ın sözünü ya da önemli bir bölümünü inkar etmiş olduklarından bu
  5796. dünyada cezalandırılır, öteki dünyada da cehenneme giderler.
  5797. Köle, kadın ve inanmayan olmak üzere üç yetişkin aşağı sınıf, kadınının
  5798. durumu şüpheli görülmekle birlikte, zorunlu görevleri olan insanlardır ve
  5799. aralarında çok önemli farklılıklar bulunur. İnanmayanın aşağı sınıftan olması,
  5800. kendi tercihidir ve İslamiyet’i kabul ederek bu duruma son verebilir. Bu
  5801. koşulda ona tüm-kapılar açılır. Azatlı olarak kölenin durumu da değişebilir ama
  5802. bunun için hukuki bir süreçle gerekir ve en' önemlisi de, bunun olması köleye
  5803. değil sahibine bağlıdır. En kötüsü, cinsiyetlerini kendilerinin de hiçbir gücün de
  5804. değiştiremeyeceği kadınların durumudur.
  5805. Bu üç durum arasında önemli bir başka fark daha bulunuyordu. İslam
  5806. ülkelerindeki kölelik daha çok aileviydi, ekonomik değildi. Kölelerin ev ve aile
  5807. yaşamı içinde bir yerleri vardı. Kölelikle ilgili kurallar Şeriat’ın iç kalesi
  5808. niteliğindeki kişisel durum kanununun bir parçasıydı. Öteki tarafta gayri
  5809. müslimin durumu kişisel değil, kamusal olduğu için çok daha farklı görülürdü.
  5810. Buradaki sınırlama, kadın ve köledeki gibi, Müslüman evinin kutsallığını
  5811. korumak için değil, İslamiyet'in üstünlüğünü Müslümanlar tarafından yaratılan
  5812. toplumda ve devlette sürdürmek içindi. Bu grupların hukuki tabiyet durumuna
  5813. itiraz etmek ya da değiştirmeye çalışmak özgür ve erkek Müslüman’ı Müslüman
  5814. evinde kişisel otoritesi ile Müslüman devletteki komünal önceliği olmak üzere
  5815. iki hassas konuda tehdit edecekti. Asil ve normal doğanlar, zengin ve fakir
  5816. doğanlar, Arap ve Arap olmayanlar, beyaz ve siyah olanlar arasında kimi
  5817. zaman tırmanan ve İslam kardeşliğinin gerçek ruhuna ters düşen gerilimi yok
  5818. etmek için Ortaçağ’ın başlarından itibaren İslam dünyasında bir dizi dini ve
  5819. toplumsal radikal hareket olmuştur. Ancak bu hareketler kadının, kölenin ve
  5820. inanmayanın tabi durumlarını belirleyen kutsal ayrımları sorgulamamıştır.
  5821. İki gelişme, İslami öğretinin insancıl etkisini bazı açılardan azalmıştır. Bu
  5822. gelişmelerden biri Araplar’ın fethettikleri ülkelerde gördükleri Pers ve Roma
  5823. uygulamalarının etkisi, daha güçlü olabilecek diğeri de haraç, fetih ve satın alma
  5824. yollan ile elde w edilen köle sayısındaki hızlı artıştır. Köleler için önemli
  5825. hukuki sınırlamalar vardı. Özgür insanlar için yetkili olan bir
  5826. makama gidemezler, şahit olamazlardı. Bir köleye karşı işlenen suçun cezası, o
  5827. suç özgür birine karşı işlendiğinde verilecek cezanın yarısı olduğu için köleler
  5828. özgür insanlardan daha az sayılıyorlardı. Köleler az da olsa miras ve mülkiyet
  5829. konularında birtakım medeni haklara sahipti. İslam hukukunda köle de
  5830. beslenme, tıbbi bakım ve yaşlılıkta bakım haklarına sahiptir. Kadı, bu
  5831. yükümlülüklerini yapmayan köle sahibine kölesini azat etmesini emredebilirdi.
  5832. Köle sahipleri kölelerini aşın çalıştırmazlardı ve onlara insanca davranmak
  5833. zorundaydılar. Sahibinin izniyle bir köle de evlenebilirdi. Teorik olarak özgür bir
  5834. kadınla evlenmesi mümkün olmasına karşın, bu pek olmamıştır. Sahibi
  5835. tarafından azat edilmedikçe kadın kölesiyle evlenemezdi. Kölelerin azat edilmesi
  5836. için kanunlarca belirlenen pek çok yol vardı.
  5837. Hicri 31 yılında (miladi 651-652) Mısır’daki Arap orduları ile güneydeki
  5838. Nubyalılar savaştıktan sonra imzaladıkları bir ateşkesle birbirlerine baskınlar
  5839. düzenlememeyi taahhüt ettiler. Antlaşmaya göre Nubyalılar, Müslümanlar’a
  5840. yılda 360 köle, Müslümanlar da onlara mercimek ve et vereceklerdi.
  5841. Antlaşmanın son maddesi şöyleydi:
  5842. 1
  5843. "Müslümanlar'ın imamına yılda 360 köle verilecektir. Bu köleler,
  5844. ülkenizin iyi kalitedeki köleleri olacak, kusurları olmayacak; hem kadın hem
  5845. erkek olacak, ne çok yaşlı ne de küçük çocuk olacaktır. Köleler Assuan
  5846. valisine teslim edilecektir. Bir Müslüman'ın kaçak bir kölesini barındırır ya da
  5847. bir Müslüman i veya bir zimmiyi (korunan gayri müslim) ya da
  5848. Müslümanlarla şehrinizde kurduğu camiyi yıkmaya ya da 360 köleyi
  5849. vermemeye kalkışırsanız antlaşma geçersiz olacak. En iyi yargıç olan
  5850. Allah aramızdan birini seçene dek savaşmayı sürdüreceğiz."
  5851. Kimi kaynaklarda bu antlaşmada valinin özel kullanımı için kırk köle daha
  5852. eklendiğinden söz edilir. Antlaşmanın gerçekliği şüpheli olmakla birlikte,
  5853. antlaşma pek çok hukukçu tarafından geçerli kabul edilerek Nubya’nın
  5854. Müslüman imparatorluğu dışında -haraç vererek- kalması için karşılıklı çıkarları
  5855. gözetmek için kullanılmıştır. Müslüman topraklarına köle alınması ve kölelere
  5856. bedensel zarar verilmesi Müslüman kanunlarınca yasakladığı için ülke içinden
  5857. elde edilebilecek köle ve hadım sayısı sınırlıydı ama Müslüman topraklan
  5858. dışından ikisini de ithal etmek mümkündü. Nubya bunun için iyi bir kaynaktı.
  5859. Köleler birçok amaçla kullanılırlardı. İslam dünyasında ekonomi, HelenRoma dünyasındaki gibi öncelikle köleliğe dayalı değildi. Tarım büyük oranda
  5860. özgür ya da yarı özgür köylülere, sanayi de özgür zanaatkarlara dayalıydı. Ancak
  5861. birkaç istisna vardı. Bazı ekonomik projelerde çoğunluğunu siyah Afrikalılar’ın
  5862. oluşturduğu kölelere çok sayıda rastlanırdı. İslami-yetin başlangıç yıllarında
  5863. Güney Irak’tâki tuz havzalarının kurutulmasında siyah kölelerin kullanıldığı
  5864. anlaşılmaktadır. Kötü koşullar nedeniyle bir dizi köle isyanı çıkmıştır. Siyah
  5865. köleler, Sudan ve Yukarı Mısır’daki altın, Sahra’daki tuz madenlerinde de
  5866. kullanılmıştır.
  5867. Kölelerin kullanıldığı başlıca yerler ev işleri ve askerlik olmuştur. Evlerde,
  5868. saraylarda, camilerde çoğunlukla siyah köleler hizmet etmişlerdir. İslam
  5869. ordularında asker olarak genellikle beyaz köleler hizmet etmişlerdir. İslam
  5870. dünyasının haremlerinde cariye ya da hizmetçi olarak her etnik kökenden çok
  5871. sayıdaki köle kadın iki görev arasında her zaman açık bir fark olmaksızın hizmet
  5872. etmişlerdir. Köle kızlardan bazdan eğitilmiş, bir bölümü şarkıcı, müzisyen,
  5873. dansöz olarak yetiştirilmişlerdir. Bunlar çoğunlukla sıradan halka değil,
  5874. seçkinlere ait olmuşlardır. Hükümdarın hareminde bulunanlar ve gözde olanlar,
  5875. hatta hükümdarların anneleri olanların perde arkasında da olsa zaman zaman
  5876. devlet işlerinde önemli rolleri olmuştur.
  5877. Modem çağlara kadar süren kölelik kurumu, XIX. yy’da sömürge
  5878. imparatorluklarında ve XX. yy’da bölgedeki egemen devletlerde ortadan
  5879. kalkmıştır.
  5880. İslamiyet ile birlikte kadınların eski Arabistan’daki genel durumlarında pek
  5881. çok iyileşmeler olmuş, mülkiyet ve başka haklar kazanmışlar, kocalarının ya da
  5882. sahiplerinin kötü davranıştan karşısında bir ölçüde korunma elde etmişlerdir.
  5883. İslamiyet, putperest Arabistan’da geleneksel bir uygulama olan kız çocukların
  5884. öldürülmesini yasaklamıştır. Öte yandan kadınların durumu güçsüz kalmış,
  5885. davranışlar ve göreneklerle değişip itici gücünü kaybeden İslamiyet'in özgün
  5886. mesajı, başka açılardan olduğu gibi bu konuda da kötüye gitmiştir. Kanunen
  5887. geçerli olan çok eşlilik, dört kadınla sınırlanmıştır ama güçlü ve zengin olanlar
  5888. dışında nadiren uygulanmıştır. Ancak evlilik genellikle kanunen cariyeyle
  5889. tamamlanmıştır. Evlenmemiş olan köle kadınlar sahibinin emrinde olurdu. Özgür
  5890. olan bir kadın, erkek köle sahibi olabilir ama üzerinde herhangi bir hakka sahip
  5891. olamazdı. Fıkıhçılar tarafından kadın, kendi haklan olan bir birey gibi değil, aile
  5892. içinde sahip olduğu rolleriyle, anne, kız kardeş, kız çocuk ya da eş olarak
  5893. tanımlanmıştır. Kadına birtakım haklar tanınmış, mülkiyetle ilgili bazı
  5894. konularında erkekle eşit olmuştu. Kadına dini suçlar için verilen cezalar biraz
  5895. daha hafif olur, örneğin dinden çıkarılma suçuna idam değil hapis ve
  5896. kırbaçlanma cezalan verilirdi. Ama kadınların bu durumu fıkıh uzmanları
  5897. açısından ayrıcalıklı değil, aşağı konumda olduklarını gösterirdi. Kadın da köle
  5898. ile zımmi için olduğu gibi kanunlarca bazı alanlarda küçük görülürdü. Örneğin
  5899. bir kadın dava için şahitlikte ya da mirasta bir erkeğin yansına eşdeğer kabul
  5900. edilirdi.
  5901. Hoşgörüye sahip inanmayanlar, İslam devletinde hoşgörü-len ve korunan
  5902. gayri müslim tebaa için kullanılan hukuki terimlerle zımmi ya da ehl-i zimma,
  5903. “anlaşma insanı” olarak aldırılırdı. Bu kişiler, Hıristiyanlar, Museviler ve
  5904. Doğu’da Zerdüştiler idi. Bu kişilerin statülerini belirten zimma, Müslüman
  5905. hükümdar ile gayri müslim toplumlar arasındaki bir anlaşma sayılırdı ve bu
  5906. anlamda aslında bir kontrat idi. Kontrata göre zimmiler, bazı toplumsal
  5907. sınırlamaları ve Müslümanlar’dan alınmayan cizye vergisini kabul ederek
  5908. İslamiyet’in üstünlüğünü ve Müslüman devletin hakimiyetini tanımışlardı.
  5909. Karşılığında da can ve mal güvenliği, dış düşmanlardan korunma, ibadet
  5910. özgürlüğü ve işlerini yürütmek için oldukça geniş bir iç özerklik kazanmışlardı.
  5911. Bunların sonucunda zimmilerin durumları kölelerden oldukça iyi ancak önemli
  5912. açılardan özgür Müslümanlar’dan oldukça kötüydü. Zimmi toplulukları
  5913. kadınlarla ilgili kendi kurallarına sahipti. Musevi hukukunun İslam
  5914. topraklarındaki yorumu ve uygulamasında çok eşlilik kabul edilmiş, ancak
  5915. cariyelik durumu yasaklanıp cezalandırılmıştır. Bütün topluluklardaki
  5916. uygulanışıyla, Hıristiyan hukukunda ikisi de yasaklanmış ve bu suçları işleyenler
  5917. aforoz edilmiş ya da başka cezalar almışlardır.
  5918. Kadın, köle ve inanmayanların aşağı statülerini düzenleyen hukuk kuralları
  5919. daima İslamiyet’in yüksek ahlaki ve dini ilkelerine uygun olurdu. Toplumsal
  5920. gerçekleri açısından her üçü de çoğunlukla hukuk kurallarından oldukça iyi
  5921. durumdalardı. Müslümanlar’dan aşağıda olmalarına karşın, büyük
  5922. servetleri, ekonomik güçleri ve nadiren de olsa siyasi güçleri olan zimmiler
  5923. vardı. Erkeklerden aşağıda olmalarına karşın, evlerinde, pazarda ve sarayda
  5924. otoriteleri olan kadınlar vardı. Özgür insanların altında olmalârına karşın,
  5925. yüzlerce yıllık İslam tarihinde köle askerler, köle subaylar, köle valiler, köle
  5926. hükümdarlar bile olmuştur.
  5927. İslam tarihinde, modem çağ öncesindeki dönemde gayri müslim tebaanın
  5928. durumu hukuk kurallarının tanımladıklarından oldukça iyiydi. Hukuk kuralların
  5929. sıklıkla tekrar düzenlenmesinden sınırlamaların kesin ya da düzenli olarak
  5930. uygulanmadığı anlaşılmaktadır. Genellikle Sünni yönetimindeki zimmilerin
  5931. durumları, öteki mezheplerin yönetimindekilerden daha iyi olmuştur. Pek çok
  5932. sultan ve halifenin yönetiminde, Museviler de, Hıristiyanlar da İslam
  5933. imparatorluklarının yönetiminde idari görevlerde bulunmuşlardır. Genel olarak
  5934. böyle istihdamların karşısında olunmadığı görülmektedir. Bazen Hıristiyan
  5935. devlet memurlanna karşı kampanyalar düzenlendiği, bazı şiddet olayları
  5936. gerçekleştirildiği olmuştur ama bu gibi durumlara nadiren rastlanmış, genellikle
  5937. de bunlar zimmi memurların aşın ve rahatsız eden güç kullanımlarından
  5938. kaynaklanmıştır.
  5939. Ne var ki zimmilerin aşağı statüde olduklarını unutmalarına izin verilmezdi.
  5940. Müslüman mahkemelerinde şahit olamazlar, kadın ve kölelerde olduğu şekilde,
  5941. tazminatla ilgili konularda Müslümanların yansı değerinde kabul edilirlerdi.
  5942. Müslüman kadınlarla evlenirlerse cezalan ölüm olurdu. Öte yandan, Müslüman
  5943. erkeklerin gayri Müslim kadınlarla evlenmeleri serbestti. Zimmilerin
  5944. kıyafetlerine de sınırlamalar getirilmişti ve üzerlerinde durumlarını tanımlayacak
  5945. işaretler bulundurmak zorundaydılar. Yalnızca katır ve eşeğe binebilirler ata
  5946. binemezlerdi. Kanunlara göre ibadethanelerini tamir edebilirler ama yenilerini
  5947. yapamazlardı. Bu sınırlamaların daima sıkı bir biçimde uygulanması söz konusu
  5948. değildi ama her an konu edilebilirlerdi. Zimmiler çok zengin olabilirlerdi ama bu
  5949. zenginliğin sağladığı siyasi ve toplumsal avantajlardan faydalanamazlar ve
  5950. zenginliklerini, siyasi amaçlarına ulaşmak için birtakım entrikalarda
  5951. kullanırlarsa, sonuçta kendileri de İslam devleti ve toplumu da zarar görürdü.
  5952. İslam devletlerindeki özgür, erkek Müslümanlar geniş fırsat özgürlüklerine
  5953. sahiplerdi. Fatihlerce eski imparatorluklara yayılan İslam dini, devrimci ve çok
  5954. büyük toplumsal değişikliklere yol açmıştır. İslami öğretiye göre, monarşi de
  5955. dahil, soydan geçecekler türlü ayrıcalık reddedilirdi. Bu eşitçilik anlayışı birçok
  5956. açıdan değiştirilip çarpıtılmış olmasına karşın, yine-de soyluların ortaya
  5957. çıkmasını engellemiş ve liyakat ile amacın ödüllendirileceği beklentisindeki bir
  5958. toplumu koruyacak denli güçlü kalmıştır. Eşitlikçiliğe Osmanlı döneminin
  5959. ilerleyen zamanlamada bir ölçüde kısıtlama getirilmiştir. Devlet hizmetinde
  5960. kölelerin kullanılmasına son verilmesiyle toplumsal hareketliliğin yukarıya
  5961. doğru çıkış yolu kapanmış, ulema ve ayan gibi ayrıcalıklı gruplar da yeni
  5962. gelenler için olanaklara sınırlandırma getirmişlerdir. Ama ne var ki, XIX.yy
  5963. başlarında Osmanlı İmparatorluğu halkının içinden fakir birinin, güç, şeref ve
  5964. zenginliğe sahip olma olasılığı, devrim sonrası Fransa da dahil olmak üzere
  5965. herhangi bir Hıristiyan Avrupa devletindekinden çok daha yüksekti.
  5966. Genellikle tarihçiler yalnızca güçlü, zengin ve bilgili kişilerle ilgilendikleri;
  5967. ülkelerin, ulusların ve çağların tarihini yazarken yalnızca ayrıcalıklı birkaç bin
  5968. kişiyi ele aldıkları ve büyük halk kitlelerini göz ardı ettikleri şeklinde
  5969. eleştirilirler. Aslında bu eleştiri bir bakıma haklıdır ancak bunda tarihçilerin bir
  5970. suçu yoktur. Roman yazarının tersine tarihçinin elindeki malzeme kısıtlıdır.
  5971. Çünkü çok daha yakın bir zamana kadar, bazı ülkelerde bugün bile, güçlü,
  5972. zengin ve bilgili kişiler veya bunlar için çalışanlar yazabiliyor, böylece de
  5973. kitaplar, belgeler, yazıtlar ve tarihçinin geçmişi anlatmak için aradığı başka izler,
  5974. sadece bu kişilerin arkasında kalıyordu.
  5975. Burada da bazı istisnalar bulunur. Son zamanlarda tarihçilerin çeşitli
  5976. yerlerden toplayıp bir araya getirdikleri bilgiler sayesinde, az da olsa sessiz
  5977. kitlelerin tarih ve deneyimlerine ışık tutulmuştur. Helen-Roma dünyası,
  5978. Hıristiyan Avrupa ve bir ölçüde de Osmanlı İmparatorluğu halk sınıflarının tarihi
  5979. açısından ilerlemeler olmuştur. Ama henüz Ortaçağ İslamiyet tarihi açısından bu
  5980. araştırmalara başlanamamıştır. Şehir ve şehirli nüfusla ilgili birtakım konular
  5981. hakkında, toplumsal tarih yerine daha çok ekonomik tarih açısından birtakım
  5982. araştırmalar yürütülmüştür.Ortaçağ İslamiyeti’ndeki sıradan insanların günlük
  5983. yaşamıyla ilgili tarih, yayınlanmış birkaç makale ve genelde başka konularda
  5984. yazılmış kitapların bazı bölümlerinden ibarettir.
  5985. XV.yy’dan itibaren Osmanlı’nın taşra ve imparatorluk arşivleri şehirlerde ve
  5986. de köylerde yaşayan sıradan insanların günlük yaşanılan hakkında oldukça ilginç
  5987. ve zengin bir kaynak olmuştur. Bu durum Ortaçağ açısından imkansız
  5988. olmamakla birlikte çok zordur. Osmanlı İmparatorluğu veya Avrupa
  5989. devletlerinin arşivleriyle karşılaştırılabilecek arşivler yoktur ama yine de,
  5990. çoğunluğu Mısır’da bulunan önemli sayıda belge bugüne dek kalmıştır.
  5991. Edebiyatın bazı türleriyle yorumlanıp desteklenen bu belgeler sayesinde “ hassa”
  5992. nın (özel kişiler ya da seçkinler), “amme”nin (sıradan insanlar) yaşantılarıyla
  5993. ilgili bilgiler öğrenilebilmiştir.
  5994. Ortaya çıkan etkin ve çok çeşitli şehir nüfusun önemli bir kesimini çeşitli
  5995. ekonomik düzeylerdeki esnaf ve zanaatkarlar oluşturmaktaydı. Çoğunlukla ırk
  5996. ya da din açısından homojen olmadan loncalarda birleşmişlerdi. Bazen de
  5997. şehirde kendilerine ayrılan yerlerde yaşıyorlardı. Hassa’nın parçalarından olan
  5998. askeri, siyasi ve dini kurumlardaki daha aşağı sınıftan olan, daha az ücret
  5999. alanların yaşam şekilleri ve standartları seçkinlerin değil, sıradan halk
  6000. kitlelerinin özelliklerini taşıyordu. Toplumsal düzeni, bazıları ordunun askeri
  6001. birimleri, çoğunluğu şehir halkından yerel olarak toplanmış birimlerden oluşan
  6002. çeşitli polis güçleri sağlıyordu. Bu polis güçlerinden “ases”ler gece bekçileri ve
  6003. “ahdath” genç çıraklar arasından toplanan bir tür milis gücüydü.
  6004. Bu polis güçlerinin işleri oldukça zordu. Bugüne gelebilmiş az sayıdaki
  6005. Arapça belge, Ortaçağ İslamiyeti’ndeki yeraltı dünyasının davranışları, ahlak
  6006. kurallan ve dilleriyle -ilgili bilgi vermektedir. Katil, hırsız, yankesici, dolandırıcı
  6007. gibi suçlular bunlardan bazılarıydı. Bazdan da meddah, cambaz, hokkabaz ve
  6008. başka gösteri sanatlarındaki kişilerdi, gezici vaızlar ve profesyonel öykücüler de
  6009. bunların arasında sayılabilir. Halkın büyük bir bölümüne tek sağlık bakımını
  6010. sağlayan, hem hekimlik, hem dişçilik, hem de eczacılık ve ruh hekimliği yapan
  6011. sahte doktorlar da bunlardandır. Büyü, falcılık ve muska yazıcılığı yapanlar da
  6012. vardı. Bazıları da büyük halk kitlelerinin gereksinimlerini karşılayacak basit ve
  6013. ucuz ürünleri satan gezici satıcılardı. Dilenciler, kaynaklarda en sık geçen ve en
  6014. dikkat çekici olan gruptur. Dilencilerin, dindarların sadaka vererek dini
  6015. görevlerini yerine getirmelerine olanak tanımaları açısından dini bir işlevleri de
  6016. vardı. Dilenciler mesleklerini yapmak için, kaynaklarda sevgiyle dile getirilen
  6017. çeşitli hilelere başvuruyorlardı. Ortaçağ Avrupası’ndaki derbeder insanlarla ilgili
  6018. daha çok belge bulunmaktadır ve daha ayrıntılı araştırmalar yapılmıştır ama
  6019. Ortaçağ İslamı’ndakiler için bu yapılamamıştır.
  6020. Arap kültüründe dilencilerin bile şiirleri olmuştur. Aşağıdaki şiir X.yy’da
  6021. klasik tarzda yazılmıştır:
  6022. 2
  6023. “Biz delikanlıyız ve karada ya da denizde önemli olan yalnızca biziz.
  6024. Çin’den Mısır'a ve Tanca'ya kadar herkesten haraç toplarız.
  6025. Bir yer bize çok sıcak gelince hemen başka bir yere gideriz.
  6026. İslam toprakları ya da kafirlerinki fark etmez dünyanın tamamı bizimdir.
  6027. Bu yüzden yazı karlı ülkelerde geçirir, kış gelince de hurmaların yetiştiği
  6028. yerlere gideriz.
  6029. Biz dilenciler tarikatındanız ve hiç kimse haklı gururumuzu inkar edemez.
  6030. Eşkiyalar, ıssız dağlarda ve çöl yollarında zengin kervanların yolunu kesen
  6031. özel bir gruptu. Bazıları basit eşkiyalardı ve böyle görülüp kabul edilirdi.
  6032. Gösterdikleri toplumsal tepki nedeniyle bazı eşkiyalar da, bir tür popüler ve hatta
  6033. edebi kült unsuru haline gelmişlerdir. Eski Arabistan’daki suluk adı verilen
  6034. (çoğulu saalik) “eşkıya şairler"' bunların örneklerindendir. Korumasından
  6035. yoksun olarak aşiret sistemi dışında yaşayan salik, Ortaçağ ve modem çağ
  6036. edebiyat tarihçilerinin beğenisini kazanmış bir şiir türü yaratmışlardır. Osmanlı
  6037. Anadolusu’nu özellikle XVI.ve XVII.yy’da harap eden Celali adı verilen eşkiya
  6038. çeteleri bunlardan çok farklıdırlar. Toprağı olmayan köylüler, terhis olmuş
  6039. askerler, din okullarından mezun işsizler ve tatmin olmamış daha başkalarının
  6040. oluşturduğu Celaliler, başarı ve ün elde etmişler; bazı liderleri de Anadolu
  6041. folklorunda yer almışlardır.
  6042. Tarihi bellek suçlamayı ya da unutmayı tercih ettiği başka direniş türlerine
  6043. pek de sıcak davranmamıştır. Kimi zaman kölelerin efendilerine karşı
  6044. ayaklanmaları bunun örneklerindendir.Ortaçağ’ın başında Irak’taki tarım
  6045. projelerinde çalıştırılan Doğu Afrikalı kölelerin ayaklanmaları bunlardan en
  6046. önemlisidir ve 868-883 yılları arasında on beş yıl devam etmiştir. İmparatorluk
  6047. ordulârını yenen isyancılar, Bağdat’taki halife için bir süre önemli bir tehdit
  6048. durumundaydılar. Mısır’da da 1446’da köleler kölelere karşı ayaklanmışlardır.
  6049. Tarihçiler o yıl Kahire dışındaki odaklarda Memluk efendilerinin adarına bakan
  6050. beş yüz zenci kölenin silahlanarak ayaklandıklarını kaydetmişlerdir. Mısır
  6051. tarihçilerinin anlattıklarına göre bu köleler kendi küçük devletlerini ve
  6052. hükümdarlıklarını kurmuşlardır. “Sultan” unvanım verdikleri liderlerini bir tahta
  6053. oturtmuşlar ve yakınındakilere de Memluk sultanının yüksek memurlarının
  6054. unvanlarını vermişlerdir.
  6055. Siyasal ve toplumsal açıdan İslami düzeni tehdit eden ayaklanmalar, daha
  6056. çok amaçlarına dini açıklamalar getiren ama genellikle ekonomik ve toplumsal
  6057. doyumsuzluklar nedeniyle yapılmış -halk başkaldırıları olmuştur. Hariciler,
  6058. İslam devletinin gittikçe güçlenen otokratik kimliğine başkaldırmalar ve
  6059. özgürlüklerine ve onurlarına bir müdahale olarak kabul ettikleri her çeşit
  6060. otoriteyi reddeden Arap ya da öteki göçerlerin desteklerini almışlardır.
  6061. Peygamber soyundan gelenlerin halifelik iddialarını ve halifeliğin gerçek
  6062. sahiplerinin meşruluğunu sorgulayan Şiiler, kendilerini baskı altında ve
  6063. haksızlığa uğramış hissedenlerin kızgınlıklarına bir çıkış yolu
  6064. açmışlardır.VIII,yy’da Abbasiler, X.yy’da Fatımiler ve XVI.yy’da Safeviler
  6065. aralarında olmak üzere bazı başkaldırılar, iktidarı kazanmışlar ama yarattıkları
  6066. beklentileri karşılayamadıkları için taraftarlarının daha fazla aşın isyanlarına
  6067. neden olmuşlardır. Daha barışçı olan Sofi tarikatları bile halktan aldıkları
  6068. destekle yaygın ve tehlikeli ayaklanmalarda bulunmuşlardır.
  6069. Ortaçağ İslamiyeti, popüler görüşün tersine, kırsal ya da çöl uygarlığı değil,
  6070. şehir uygarlığıydı. Tarih geleneği, edebiyatı ve kanunları ile şehirli sorunları ele
  6071. alınmış ve şehir durumları tartışılmıştır. Yalnızca Osmanlı arşivleri günlük köy
  6072. yaşamı hakkında bilgi vermektedir. Edebiyata köy yaşantısının girmesi,özellikle
  6073. de köy edebiyatı daha sonraki zamanlarda görülmektedir. Toprağın kullanılması,
  6074. kiralanması, teknoloji ve sulama gibi konularda az da olsa bilgiler bulunmasına
  6075. karşın, Ortadoğu tarihinde nüfusun büyük bölümünü oluşturan köylüler
  6076. hakkındaki bilgiler oldukça azdır.
  6077. Toprağı gerçekten işleyen köylüler, çalışmalarının meyvelerinden
  6078. faydalananlardan ayrı olarak sessiz olanlardır. Duygu ve düşünceleri, edebiyatta
  6079. ve bölgenin tarihini anlatan kaynaklarda bulunmaz. Kimi zaman köy kökenliler
  6080. tüccar, ulema, toprak sahibi, memur ya da subay olarak toplumun üst katmanları
  6081. katına çıkarlar ve köylü kimlik ve görüşlerini terk ederler. Yalnızca birkaç isyan
  6082. lideri ve eşkiyanın halkla ilişkisi devam etmiştir ama onlarla ilgili de fazla bilgi
  6083. yoktur. Bugün eskiden olmadığı kadar iletişim aracı olduğu halde bile, bu
  6084. ülkelerdeki köylülerin görüşlerine ulaşabilmek bir hayli zordur. Köylülerin
  6085. duygu ve düşüncelerini yansıtan en önemli araçlar atasözleri, folklor ve halk
  6086. edebiyatıdır. Osmanlı arşivlerindeki pek çok kaynak, köylülerin şikayet,
  6087. tartışma, soruşturma ve kararlarıyla yaşamları hakkında bilgi vermektedir.
  6088. Köyün hemen ötesinde, Ortadoğu ülkelerinin çoğunda çok yakınında, yiyecek,
  6089. giyecek ve ulaşım için hayvan yetiştirerek geçimlerini sağlayan göçebe
  6090. aşiretlerin yaşadığı çöl bulunur. Kuzey Afrika’daki ve Güneybatı Asya’daki
  6091. Bedevi Araplar, Anadolu, İran yaylaları ve Orta Asya’daki göçebe Türk ve İran
  6092. aşiretleri, Kuzeydoğu Afrika’daki göçebe Berberiler’in ekonomide, dolayısıyla
  6093. da devlette önemli yerleri olmuştur. Şehirleri ve köyleri yöneten çeşitli
  6094. hükümetlerin göçebeleri hakimiyet altına almaya çalışmalarına karşın, onlar
  6095. hayvan yetiştiriciliği ile tarım arasındaki karakteristik farklılık yüzünden kendi
  6096. farklı yaşam biçimlerini sürdürmüşlerdir. Devlet güçlüyken göçebeler sakin
  6097. olmuşlar, devlet güçsüzleşince de bağımsız olmuşlar, köyleri, vahaları basmışlar,
  6098. kervanları yağmalamışlar ve önceden tarım arazisi olan topraklarda hayvanlarını
  6099. otlatmışlardır. Bazen de gerçek İslamiyet’e dönülmesi gerektiğini söyleyen yeni
  6100. bir din hocasından etkilenmiş ve yerleşim yerlerini ele geçirerek yeni hanedanlar
  6101. ve krallıklar kurmuşlardır.
  6102. 12.BÖLÜM
  6103. HUKUK VE DİN
  6104. VII.yy ortalarında kurulan İslam imparatorluğu ile birlikte Ortadoğu’daki
  6105. hakim din İslamiyet olmuştur. Önceleri fatihler, yöneticiler ve yerleşimcilerin
  6106. oluşturduğu küçük bir azınlığın dini olmuş, eski Bizans ve Pers topraklarında
  6107. yaşamakta olan nüfusun çoğunluğu eski dinlerine sadık kalmışlardır. Ne
  6108. zaman ve nasıl olduğu bugün de bilinmiyor olmakla birlikte, çoğunluk haline
  6109. gelen Müslümanlar, bölgenin büyük kısmında yayılmaya devam ederek,
  6110. çoğunluklarını bugüne dek korumuşlardır. Müslüman olmayanların yaşaması
  6111. yasak tek bir bölge olmuştur. Hadislerden anlaşıldığına göre, Halife Ömer’in
  6112. yayınladığı bir fermanda, Müslümanlar için Hz. Muhammed’in memleketi olan
  6113. Arabistan’da yani Kutsal Topraklarda yalnızca İslam dininin var olabileceği,
  6114. Museviler’in ve Hıristiyanların bu topraklardan gitmeleri gerektiği belirtilmiştir.
  6115. Ne var ki, bu ferman Güney Arabistan’ı kapsamamıştır ve oralarda Hıristiyanlık
  6116. yüzlerce yıl, Musevilik de günümüze dek var olmuştur.
  6117. Müslümanların yönetiminde ya da etkisindeki Müslüman olmayan
  6118. toplulukların kaderleri, başka bölgelerde farklı olmuştur. Güneydeki Habeşistan
  6119. ve kuzeydeki Gürcistan ile Ermenistan gibi İslam İmparatorluğu’nun
  6120. eteklerindeki bazı ülkeler Hıristiyan karakterlerini korurken, bazıları
  6121. bağımsızlıklarını bile koruyabilmiştir.Hıristiyan Kiliseleri’nin Mısır’da ve
  6122. Mezopotamya’da sayıları giderek azalsa da, ayakta kalmaya devam edebilmişler,
  6123. gerçek inancı zorla benimsetmeye çalışan Bizans’tan kurtularak bazı faydalar
  6124. bile sağlamışlardır. Diğer taraftan Kuzey Afrika ise Hıristiyanlık sona ermiştir.
  6125. Orta, doğu ve batı eyaletlerde yaşayan Musevi topluluklara Hıristiyan
  6126. yönetimindekinden çok daha iyi bir konuma gelmelerini sağlayan, Hıristiyanlara
  6127. eşit bir statü verilmiştir. Zerdüştiler’in durumları ise, Hıristiyanlar gibi yurt
  6128. dışında güçlü dostlarının teşviki ve Museviler’in ayakta kalma yetenekleri
  6129. olmadığı için iyice kötüye gitmiştir. Bunlardan Hindistan’a kaçan bir bölümü,
  6130. Parsiler adı verilen küçük bir topluluk olarak bugüne dek gelmişlerdir. İran’daki
  6131. dindar Zerdüştiler küçük bir azınlık haline gelmişlerdir. Müslüman yönetiminin
  6132. ilk yüzyıllarında, devlet gücü ve yerleşik bir ruhban sınıfı disiplinine daha az
  6133. bağımlı olan muhalif Zerdüşti grupların, İran'ın kültürel, toplumsal ve de siyasi
  6134. tarihinde rolleri olmuştur. İnançları Ortadoğu’da ve Avrupa’da Müslümanlar ile
  6135. Hıristiyanlar’ın zulmünden kaynaklanan ve her üç dinden de taraftar bulmayı
  6136. sürdüren Maniciler, bu grupların en önemlisidir.
  6137. Klasik halifeliğin merkezi durumundaki Kuzey Afrika ve Güneybatı Asya’da
  6138. bölgenin eski kültürlerinin yoğun etkisinde bulunan, Müslüman olmayan
  6139. azınlıklar sayesinde zenginleşen, ancak kendi belirgin ve tanınabilir karakterinin
  6140. yaşam biçimini, felsefesini, edebiyatını, bilimini, sanatlarını etkileyen ve
  6141. Müslüman olmayan azınlıkların yaşamlarında bile açıkça görünen bir İslam
  6142. uygarlığı doğmuştur.
  6143. Arapça olan “İslam” sözcüğü, “inananın Allah’a teslim olması” anlamındadır
  6144. ve aynı kökten türeyen “Müslüman” sözcüğü de teslim olma eylemini yapan kişi
  6145. anlamına gelir. Bu sözcük, daha eski çağlarda, Arapça ve-öteki Sami dillerde,
  6146. bütünlük anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla Müslüman kendini tümüyle yalnızca
  6147. Allah’a veren kişidir. Başka bir deyişle, VII.yy’ın putperest Arabistan’ının çok
  6148. tanrıcılarıyla karşılaştırıldığında bir tek tanrıcıdır.
  6149. Müslüman geleneğinde Hz. Muhammed’in görevi bir yenilik değil,
  6150. süreklilikti ve çok tanrıcılık ile tek tanrıcılık arasındaki uzun mücadelenin yeni
  6151. ve artık son aşamasıydı.Hz. Muhammed, Müslümanlar için kitabı olan
  6152. peygamberlerin sonuncusuydu. Hz. Muhammed, Tevrat, Mezmurlar ve İncil
  6153. kitaplarını getiren Hz.Musa, Hz.Davud, Hz.İsa peygamberlerin en büyüğü ve
  6154. sonuncusuydu. Getirdiği Kuran eski vahiylerin tümünün üstündeydi ve onları
  6155. tamamlıyordu. Müslümanlığa göre Musevilik ve Hıristiyanlık başlangıçta gerçek
  6156. dinler olarak ortaya çıkmıştı, aynı misyon ve vahiylerin daha önceki
  6157. aşamalarıydı. Hz.Muhammed, Allah’ın elçisi olduktan sonra eski vahiyler
  6158. geçersiz olmuştu, gerçek artık onun bildirisindeydi. Onun kitabında
  6159. bulunmayanlar gerçek değildi ve bunun nedeni eski kitapların değersiz
  6160. koruyucularınca çarpıtılıp yozlaştırılmasıydı.
  6161. “İslam” sözcüğü, bugün başka anlamlarda da kullanılmaktadır.
  6162. Müslümanlara göre dünyanın yaratılmasından itibaren var olan tek gerçek din
  6163. anlamına gelir. Buna göre de Adem, Hz.Musa, Hz.Davud, Hz. İsa ve ötekilerin
  6164. tümü Müslüman'dır. Ancak vahiylerin eski aşamalarında bulunan inananlar farklı
  6165. adlarla yaşadıkları için İslam daha genel anlamda son aşama olan Hz.
  6166. Muhammed ve Kuran ile sınırlıdır. Burada bir anlam farklılığı bulunmaktadır.
  6167. “İslam” teriminin birincil anlamı Hz. Muhammed’in Kuran aracılığıyla getirdiği,
  6168. sonraki nesillerin görüş ve uygulamalarıyla öğrendiği din demektir. Giderek
  6169. sonraki nesillerin Hz. Muhammed’in öğrettikleri ve ona atfedilen hadislerle
  6170. geliştirdikleri karmaşık din bilimi, hukuk ve görenek sistemi anlamım
  6171. kazanmıştır. Müslümanların “Şeriat” adını verdikleri kutsal kanunu ve “kelam”
  6172. adım verdikleri İslami teolojiyi kapsar. Genel anlamda “İslam" özellikle de
  6173. Müslüman olmayanların kullanımında Hıristiyanlık yerine, Hıristiyan
  6174. dünyasının karşıtıdır ve Müslüman inanç ve toplumunun himayesinde gelişen
  6175. büyük zengin uygarlığı ifade eder. Bu anlamıyla “İslam” Müslümanların neye
  6176. inandıklarını veya inanmalarının beklendiğinden çok, aslında ne yaptıklarını,
  6177. yani, tarihten anlaşıldığı kadarıyla ve bugünkü haliyle İslam uygarlığını
  6178. anlatmaktadır.
  6179. “Cami” (mosque) sözcüğü, Hıristiyan dünyasında konuşulan dillerin tümüne
  6180. Müslümanların ibadet ettikleri yer anlamına gelen bir sözcük olarak çeşitli
  6181. biçimlerle ve farklı yollarla girmiştir. Arapça’da secde edilecek yer anlamına
  6182. gelen “mescid” sözcüğünden gelmiştir ama bu Hıristiyan kilisesinin
  6183. Müslümanlıktaki karşılığı değildir. Cami bir bina, ibadet edilecek yer, hem de
  6184. toplanılacak ve çalışılacak bir yerdir. Cami, Müslümanlık’ta asla kendi özel
  6185. yapısı, hiyerarşisi, yetki alanı ve kanunları olan bir kurum anlamında
  6186. kullanılmamıştır. İslamiyet’in başlangıç yıllarında bir bina bile değil, müminlerin
  6187. beraber namaz kılmak için toplandıkları bir yerdi. Namaz evde,’ kamuya ait
  6188. binalarda, dışarıda ve fetihlerin ilk zamanlarında fethedilen yerlerdeki başka
  6189. dinlere ait, paylaşılan veya fatihlerin el koydukları ibadethanelerde de
  6190. kılınabilirdi. Bu şekilde ilk kez Şam’daki Aziz Yuhanna Kilisesi Arap fatihler
  6191. tarafından önce paylaşılmış, sonra da ele geçirilip değiştirilmişti. Bundan
  6192. yüzyıllar sonra da Konstantinopolis’teki büyük Ayasofya katedrali
  6193. imparatorluk camisi haline getirilmişti. Binanın kubbesinin üstüne bir hilal ve
  6194. dört köşesine dört minare yapılmış, binanın içindeki Hıristiyan resimleri ve
  6195. sembolleri kaldırılmış veya üzerlerine Kuran ayetleri yazılmıştır.
  6196. Caminin içi basit ve sade olur. İmamın görevi yalnızca duada önderlik
  6197. etmektir, başka bir dini görevi yoktur. Bu görevi süreci bilen her Müslüman
  6198. yapabilirdi, ancak uygulamada imamlık sürekli bir meslek makamı haline
  6199. gelmiştir.Mimber ve mihrap caminin içindeki en önemli yerlerdir. Genellikle
  6200. büyük camilerde bulunan mimber, Cuma namazlarında kullanılan yüksek
  6201. kürsüdür. Mihrap, Müslümanların namaz kılarken döndükleri kıble yönündeki
  6202. duvarda bulunan girintidir ve duvarın tam ortasında bulunduğu için binanın
  6203. simetri çizgisini belirler. Müslümanlar’ın toplu namazları Yaratıcı’ya gösterilen
  6204. disiplinli ve toplu bir boyun eğme şeklidir.Namazda drama ve esrara, müzik ya
  6205. da şiir yer almaz. Puta tapmaya benzer bir küfür olarak görülen heykel özellikle
  6206. reddedilir. Müslüman sanatçılar, heykel yerine soyut ve geometrik çizimleri
  6207. tercih etmiş ve süslemelerini yazının yaygın ve sistematik bir
  6208. şekilde kullanımına dayandırmışlardır. Caminin duvarlarım ve tavanını süsleyen
  6209. yazılar, Allah'ın, Hz. Muhammed’in, ilk halifelerin isimleri, besmele ve Kuran
  6210. ayetleridir. Müslümanlık’ta Kuran’ın metni kutsaldır ve onu yazmak ve okumak
  6211. da ibadettir. Kullanılan çok çeşidi yazı biçimleri, hat sanatı ustalarının ellerinde
  6212. çok zarif bir güzelliğe erişmişlerdir. Müslüman ibadetinin ilahileri, müziği ve
  6213. ikonları olan bu dekoratif metinler, hem Müslüman estetiğinin hem de
  6214. Müslüman dindarlığının anlaşılmasının anahtarlarıdır.
  6215. Minare, caminin en çok bilinen ve karakteristik dış kısmıdır. Genellikle ayn
  6216. bir yapı şeklindeki minarenin en üstünden müezzin (Arapça’da mu’adhdhin)
  6217. müminleri namaza çağırır ve bu çağrı Müslüman dünyasının birliğini ve
  6218. çeşitliliğini belirler. Kalabalık sokaklar ve'pazar yerlerinde yükselen minare,
  6219. müminler için bir uyarı ve işarettir. Dini ve toplumsal sembolü her;yerde aynı
  6220. olsa da, İslam'ın her büyük bölgesinin kendi minare stili vardır ve çoğunlukla da,
  6221. Babil kuleleri, Suriye’nin kilise kuleleri, Mısır'ın fenerleri gibi aralarında dini
  6222. olmayanların da bulunduğu daha eski bir yapıyı andırır.
  6223. Başka bir açıdan, özellikle yeni garnizon şehirlerinde Müslüman toplumu ve
  6224. devletinin merkezi olan İslam camisi, Roma forumunun ve Yunan agorasının
  6225. karşılığıdır. Yalnızca vaiz ve namazı kıldıran kişinin yer olmayan caminin
  6226. mimberi, aynı zamanda memurların atanması ve görevden alınması, yeni
  6227. hükümdar ya da valilerin başa gelmesi, savaş, fetih gibi önemli -olayların
  6228. duyurulduğu ve önemli bildirilerin yapıldığı bir platformdur. Garnizon
  6229. şehirlerinde cami, hükümet binaları ve yerleşim mahalleleri bir tür kale gibidir
  6230. ve genellikle mimberden önemli açıklamaları hükümdar ya da vali yapardı. İlk
  6231. çağlardan itibaren İslamiyet’in egemenliğinin simgesi olarak mimberdeki
  6232. konuşmacının elinde bir kılıç ya da asa olurdu; eğer o yer saldın sonunda
  6233. düşmüşse kılıç, koşullu teslim olmuşsa asa bulunurdu.
  6234. Zamanla karmaşık bir duruma gelen Müslüman toplumu ve devletinde
  6235. caminin siyasi rolü azalsa da tamamen yok olmamıştır. Yeni bir halifenin tahta
  6236. çıkışı gibi önemli olaylar, yine mimberden duyuruluyor ve hükümdar ya da
  6237. valinin adının anıldığı hutbe siyasi önemini koruyordu. Hutbede adın anılması
  6238. İslamiyet’te siyasi otoritenin önemli işaretlerindendi.
  6239. Kuran’ın en çok yinelenen bir ayetinde Müslümanlar'a “Allah’a, onun
  6240. Peygamberine ve amirlere itaat etmeleri” buyurulur (4:59). Bu ayet, hadislere
  6241. Kuran’a eşit bir otorite tanıdığı şeklinde yorumlanmış ve nesiller boyu Hz.
  6242. Muhammed’in görüşleri ve uygulamalarını anlatan hadisler ağızdan ağza
  6243. aktarılmış,sonra da büyük derlemeler şeklinde yazılmıştır. Ancak bunların çok az
  6244. bir kısmı Müslümanlar tarafından güvenilir olarak kabul edilir. Ortaçağlardaki
  6245. Müslüman araştırmacılar bazı hadislerin doğruluğunu sorgularken, bunu modem
  6246. araştırmacılar daha radikal şekilde yapmıştır. Öte yandan, Müslümanlar hâlâ
  6247. standart derlemelere Kuran’dan sonra ikinci derecede saygı gösterirler.
  6248. İslamiyet’in kutsal kanunu Şeriat, Kuran ve hadislerden oluşur. Yüzyıllardır
  6249. ilahiyatçıların ve hukukçuların sevgiyle oluşturdukları bu görkemli kanunlar,
  6250. İslamiyet’in entelektüel başarılarının en önemlilerin biri ve İslam uygarlığının
  6251. dehası ve karakterinin en iyi simgesi niteliğindedir.
  6252. Mirza Ebu Talib, XVIII.yy’ın sonlarında İngiltere’yi ziyaret eden ve
  6253. gözlemlerini yazan ilk kişilerden biridir ve Avam Kamarası’nı ziyaretini
  6254. anlatmıştır. Avam Kamarası’nın görevinin kanunları çıkarmak ve suçlulara
  6255. verilecek cezalan belirlemek olduğu açıklandığındaki şaşkınlığını dile
  6256. getirmiştir. Mirza okurlarına İngilizler’in Müslümanlar’ın tersine gökten
  6257. inme ilahi bir dini kabul etmedikleri için “zamanın, durumun ve yargıçların
  6258. deneyiminin gereklerine uygun şekilde" kendi kanunlarını oluşturmak zorunda
  6259. kaldıklarını belirtmiştir.
  6260. 1
  6261. Teoride îslami hukuk sistemi, gezginin anlattığı İngiltere izlenimlerinden
  6262. oldukça farklıydı. Allah'ın vahiy yoluyla bildirdiği, Kuran’da ve hadislerde yer
  6263. alan ve sonra da ilahiyatçı ve hukukçuların tarafından genişletilerek yorumlanan
  6264. kanun, Müslümanlar için geçerli olan tek kanundu. Hukukun Allah tarafından
  6265. yaratılıp Peygamber tarafından açıklandığının kabul edildiği yerde din bilimciler
  6266. ve hukukçular aynı mesleğin farklı dallarını izliyorlardı. Devlet memuru
  6267. olmayan, özel kişiler olan Şeriat uzmanlarının kararları ne resmen bağlayıcı ne
  6268. de ittifakla alınmış olurdu. Devlet tarafından atanan kadı, mahkemesinde adalet
  6269. dağıtırdı. Kadının görevi kanunu yorumlamak değil, uygulamaktı. Bu görev
  6270. müftünündü ve onun fetva olarak adlandırılan kararlan ya da düşünceleri, kanun
  6271. olmasa da, hukuki otorite olarak kabul edilebilir.
  6272. tike olarak Şeriat, özel ve kamusal, bireysel ve toplumsal olarak İslam
  6273. yaşamının alanlarının tamamını kapsardı. Şeriat’ın özellikle evlilik, boşanma,
  6274. mülkiyete ve miras gibi konularla ilgili bazı hükümleri, müminlerin boyun
  6275. eğmeleri beklenen ve devletin uygulamak için önlemler aldığı kesin bir kanun
  6276. şekline dönüşmüştür. Başka açılardan Şeriat, bireylerin de toplumun da
  6277. ulaşmaları gerekli olan bir idealler sistemiydi! Şeriat’ın hükümetle ilgili siyasi ve
  6278. meşruti hükümleri bu ikisinin arasında, kimi zaman, kimi yerde birine, kimi
  6279. zaman, kimi yerde de diğerine daha yakındır.
  6280. Şeriat, Müslüman hukukçular tarafından iki ana bölümde ele alınmıştır. İlki
  6281. müminlerin kalpleri ve ruhlarıyla, yani ahlak ve öğretiyle; İkincisi Allah’a ve
  6282. insana ilişkin dış eylemlerle, yani bir tarafta ibadet, diğer tarafta da sivil, ceza ve
  6283. kamu kanunlarıyla ilgilidir. Kanun bir kurallar sistemi getirmeyi
  6284. amaçlar. Müminlerin bu kurallara boyun eğmesi, onlara bu dünyada namuslu bir
  6285. yaşam sağlayacak ve onları öteki dünyadaki sonsuz mutluluğa hazırlayacaktır.
  6286. Bu kuralları ayakta tutmak ve uygulamak İslam toplumu ve devletinin temel
  6287. işlevidir.
  6288. Aslında İslam ve Batı hukuk uygulaması arasında Mirza Ebu Talib’in
  6289. anlattıklarından daha az keskin bir fark vardı. İslam devletinde Şeriatin insanın
  6290. kanun koyma gücünü kabul etmemesine karşın, uygulamada durum tam tersi
  6291. olmuştur. Geçen on dört yüzyılda Müslüman hukukçular ve hükümdarlar
  6292. ilahi vahiylerin tam olarak cevaplayamadığı çeşitli sorunlarla karşılaşmış ve
  6293. bunları çözmüşlerdir. Kanun olarak görülmeyen ve sunulmayan bu çözümlere,
  6294. aşağıdan geliyorsa gelenek, yukardan geliyorsa yönetmelik ve sıkça olduğu
  6295. üzere hukukçulardan geliyorsa da yorum denilmiştir. Kutsal metinlerin
  6296. yeniden yorumlanmasında İslamiyet’in hukuk bilginleri en az diğer toplumların
  6297. avukatları kadar ustalardı. Mirza Abu Talib’in kesinlikle haklı olduğu bir konu
  6298. vardı. Yeni bir kanun konması yaygın ve sıradan bir şey olduğu halde, daima
  6299. neredeyse gizli bir şekilde yapıldığı için Avrupa demokrasisinin başlangıç
  6300. noktasını oluşturan yasama meclislerine yer yoktu.
  6301. Müslümanlar Kuran’ın değiştirilemeyen metni ve hadislerin kabul .edilmiş
  6302. hükümlerine karşın hukukçuların “kurallar zamanla değişir" ilkesine uygun
  6303. biçimde kanunlarını büyük ölçüde değiştirip geliştirmişlerdir. Hükümdarın kendi
  6304. sözünün gücü ve ulemanın onayı olmak üzere iki önemli etken bu gelişmede
  6305. önemli rol oynamıştır.
  6306. İslam devleti Sünni hukukçuların tanımlandığı biçimiyle bir teokrasiydi.
  6307. Allah egemenliğin, meşruluğun ve hukukun tek kaynağı, hükümdar da onun
  6308. aracı ve temsilcisiydi. Halifelere ve sultanlara verilen bir unvan “Allah’m
  6309. yeryüzündeki gölgesi”dir.Müslümanlar devleti yürütebilmek için uygulamada
  6310. sofu Müslümanlar için de iktidar sahibi olmanın, kurallar koymanın, ceza
  6311. vermenin gerektiğini daha ilk başlarda fark etmişlerdi. Ancak bu, ilahi kanuna
  6312. karşı çıkmadan, onu tamamlayarak gerçekleştirilecekti. Arapça’da bu güç
  6313. “siyasa” olarak adlandırılıyordu. Siyasa ilk anlamıyla at eğitmek ve idare etmek
  6314. demektir, bugün politika anlamında kullanılmaktadır. Daha eskiden ve Osmanlı
  6315. döneminde hükümdarın Şeriat’ın verdiklerinden ayrıca sahip olduğu yetkiler,
  6316. ceza ve özellikle de ölüm cezası verme yetkisi anlamında kullanılıyordu. İki tür
  6317. yetkinin de olması gerektiği Şeriat bilginleri tarafından onaylanmıştı. Osmanlı
  6318. sultanları bir eyaletin, bir devlet dairesinin ya da monarşinin ve merkezi
  6319. hükümetin işlerini düzenleyen, kanun adı altında kurallar koymuşlardı. Bir
  6320. kanun, Şeriat’tan önde gelemez ve onun yerini alamazdı ama geleneklere ve
  6321. hükümdarlarının fermanlarına dayanarak Şeriat’ı güncelleştirebilirdi.
  6322. Özellikle Osmanlılar gibi daha dindar olan Müslüman hükümdarlar, bu
  6323. kuralları getirmek ve uygulamak için ulemanın desteğine, en azından onayına
  6324. ihtiyaç duyarlardı. Eski çağlarda daha dindar ve saygın olanlar devletten uzak
  6325. durarak devlet hizmetinin yol açacağı ruhsal kirlenmeden kaçınırlardı. XI.yy’dan
  6326. itibaren yurt içinde ve yurt dışındaki yeni tehditler nedeniyle hükümdarlar ve
  6327. ulema birbirlerine yaklaşmıştır. Selçuklular, daha çok Osmanlılar ve başka
  6328. yerlerdeki çağdaşlarının yönetiminde özellikle hukukla ilgili ulema, devlet
  6329. işlerine daha çok karışır oldu ve hükümet mekanizmasının bir parçası haline
  6330. geldi.
  6331. Ancak bu haliyle bile bir Kilise olmadılar ve terimin Hıristi-yanca
  6332. anlamındaki gibi bir Ortodoksluk İslamiyet’te yaratılmamıştır. İslam tarihinde
  6333. gerçeği tanımlayan, yanlışları kınayan din meclisleri, papalar, doğru inancı ilan
  6334. eden, deneyen ve uygulayan engizisyoncular bulunmamıştır. .İslamiyet’teki
  6335. hukuk ve din bilginleri olan ulema bireyler olarak ya da okullarda, sonra da
  6336. kamu görevlileri olarak dogma oluşturup Kuran’ı yorumlamalarına karşın, ondan
  6337. sapmanın dine karşı gelmek olacağı tek bir dogma bile getirecek bir dini otorite
  6338. kurmamışlardır. Dolayısıyla, onaylanmış inanç şeklini insanlara dayatan
  6339. bir Kilise olmamıştır. Bu devlet tarafından yapılmaya çalışılmış ancak başarılı
  6340. olunamamıştır.
  6341. Doğru inancın evrensel kabul gören sınavı icma, yani müminlerin uzlaşması,
  6342. modem terimlerle bilginler ve güçlüler arasındaki görüş alışverişidir. Bu
  6343. uzlaşmanın kuramsal temeli Hz. Muhammed’in “Benim toplu mum yanlış
  6344. olanda anlaşmaz.” sözüne dayandırılır. Bu söz, Hz. Muhammed öldükten sonra,
  6345. ilahi rehberliğin bir bütün olarak Müslüman toplumuna geçmesi ve doğru olan
  6346. İslam öğretisi ve uygulamasının toplum tarafından kabul edip uygulananlar
  6347. olduğu anlamında kabul edilmiştir. Sünni hukukçular bazı kısıtlamalarla birlikte,
  6348. toplumda bilginlerin ve dindarların görüş ayrılıkları olabileceğini kabul etmişler
  6349. ve böylece Şeriat kanunlarının farklı mezheplerin olmasını ve karşılıklı
  6350. hoşgörülerini doğrulamışlardır. Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhepleri
  6351. bugüne kadar gelmiş ve aralarında Sünni İslam dünyasını paylaşmışlardır. Bu
  6352. icma öğretisiyle farklılık ve değişim onaylanıp kolaylaştırılmıştır.
  6353. Yer ve zamana göre değişen bu tür bir uzlaşma daha" yapısal ve otoriter olan
  6354. sistemlerle karşılaştırıldığında tutarsız ve önemsiz görülebilir. Aslında İslam’ın
  6355. ilk dönemlerinde bu biçimdeydi. İnsanın mantığına ve kişisel görüşüne geniş bir
  6356. yer verilmişti. Buna Şeriat’ın dilinde içtihat adı verilirdi. Giderek değişiklik sının
  6357. daralmış, en sonunda da çok küçük, yerel, marjinal ve önemli bir istisna olarak
  6358. yeni olanla sınırlanmıştı. 900 yılından itibaren, Şiiler bunu kabul etmemişlerse
  6359. de, Sünniler arasında çıkmış tüm sorunların çözüldüğü ve “içtihat kapısının
  6360. kapandığı” konusunda bir uzlaşmaya varılmıştır. Ne var ki her zaman yeni
  6361. sorunlar olmuştur. Bu sorunlar arasında, modem çağların başında ateşli silahlar,
  6362. kahve, tütün konuları ve bugün de birçok yeni konu vardır. Kapının tekrar
  6363. açılmasını savunan hukukçular olmuştur. Şiiler de kapının kapandığını kesinlikle
  6364. kabul etmemişlerdir. Onların ulemalarına içtihadı uygulayan kişi anlamına gelen
  6365. “müçtehid” denilir ve onlar da Sünni meslektaşlarından pek de farklı değillerdi.
  6366. İslam hukuk ve teolojisinin çekirdeği olan doğru davranış ve inanç kuralları,
  6367. uzlaşma ve izin verilebilir bağımsız yargı uygulaması ile oluşturuldu ve evrensel
  6368. olarak da kabul edildi. Geleneğe saygı olan “Sünnet” bu oluşumun rehber
  6369. ilkesiydi. Sünnet eski Arabistan’da, aşiretin kurallaşmış gelenekleri ve ataların
  6370. örnekleri anlamına gelirdi. Sünnet, İslamiyet’in başlangıç dönemlerinde,
  6371. toplumun canlı ve gelişen bir geleneğiydi. İlk halifelerin ve Hz. Muhammed’in
  6372. ashabının eylem ve politikalarıyla gelişmişti. İslamiyet’in ikinci yüzyılında daha
  6373. gelenekçi bir görüş vardı. Gerçek hadisleri iletenler tarafından Hz.Muhammed’in
  6374. emirleri ve uygulamasıyla eşit görülen Sünnet’in Kuran dışında her şeyin
  6375. üstünde olduğu kabul ediliyordu. Bu görüşün genel olarak kabul edilmesi ve bazı
  6376. inanılırlık dereceleriyle Hz. Muhammed’in hadislerinin ortaya konulmalanyla
  6377. düşüncenin, dolayısıyla uzlaşmanın rolü azalmış ama tamamen ortadan
  6378. kalkmamıştır. Zamanla ulema, içtihat yerine “taklid”e, başka bir deyişle yerleşik
  6379. doktrinleri sorgulamadan kabul etmeye başladı. Bu durum bir çeşit İslami
  6380. Ortodoksluk meydana getirdi ama bu Hıristiyanlıktaki gibi dini otorite
  6381. kurumlarının belirledikleri doğru olan öğreti gibi değildi, daha dar anlamıyla
  6382. genel olarak kabul edilen geleneksel öğreti ve uygulamaydı. Sapmalar, duruma
  6383. göre bir hata, suç ya da günah olarak karşılanıyordu.
  6384. Bu Ortodoksluğu kabul edenler Sünni adını aldı. Sünnilik’te resmen
  6385. belirlenmiş bir dogmaya inanç ve dini bir otoriteye itaatten yerine, bir topluluğa
  6386. bağlılık ve onun geleneklerinin kabulü söz konusudur. Müslümanlar’ın
  6387. Sünnet’ten sapmaları belirlemede kullandıktan teknik terimlerde benzeri
  6388. komünal ve toplumsal atıflara rastlanır.
  6389. Hıristiyanlık’taki “dalalet” kavramının Müslümanlık’taki en yakın karşılığı
  6390. “bida” başka bir deyişle yeniliktir. Gelenekleri devam ettirmek doğrudur ve
  6391. Sünni İslam bununla belirlenir. Geleneklerden uzaklaşmak bida’dır ve doğru
  6392. olduğu özel olarak belirtilmediği sürece yanlıştır. Hz. Muhammed’e
  6393. atfedilen “Yenilik en kötü şeydir, her yenilik bir icattır, her icat bir hatadır ve her
  6394. hata da cehennem ateşine götürür.” sözü aşırı gelenekçi görüşü anlatmaktadır.
  6395. Bir öğretiye getirilen bida suçlamasının temelinde yanlış olduğu değil, yeni
  6396. olduğu bulunur ve Müslüman dininin kusursuz ve son oluşu inancıyla
  6397. desteklenen geleneklerin çiğnenmesi anlamına gelir.
  6398. Buna göre Müslüman bida kavramıyla Hıristiyan dalalet kavramı arasında
  6399. büyük bir farklılık bulunur. Dalalet teolojik bir sapma, yanlış bir öğreti
  6400. seçimiyken, yenilik, teolojik bir suç olmaktan çok toplumsal bir suçtur. Doğru
  6401. yoldan sapma anlamına gelen “ilhad” ve aşırılık anlamına gelen “guhıv” içinde
  6402. aynı şey söz konusudur- Guluv, Kuran’ın öncelikle Musevilerle ve
  6403. Hıristiyanlar’a hitap eden ayetinde yer alır: “Ey ehli kitap! Dininizde aşırıya
  6404. gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin" (Kuran 4:171).
  6405. Burada geçen guluv terimi İslamiyet’in aşırılık olarak kabul ettiği Hıristiyan
  6406. inançlarına gönderme yapmaktadır. Daha sonraları, guluv daha çok
  6407. Müslümanlar’ın yanlışları için kullanılmıştır.
  6408. Topluluk içinde bir ölçüdeki görüş ayrılıkları zararsız ve hatta yararlıdır.
  6409. Bunu anlatan “Cemaatim içinde görüş ayrılığı Allah’ın lütfudur.” sözü Hanefi
  6410. hukuk mezhebinin kurucusu bilgini Ebu Hanife’ye, sonra da Hz. Muhammed’e
  6411. atfedilmiştir. Şeriat hukukunda kendi ilkeleri, ders kitapları ve fıkıh bilginleri
  6412. olan ama ortak bir hoşgörü içinde yaşayan çeşitli mezhepler yer alıyordu.
  6413. Bazıları öğretiyle ilgili olan farklılıklar çoğunlukla törenseldi. Ancak farklılığın
  6414. da bir sınırı vardı ve aşırıya kaçanlara galat (tekili gali) ya da sapkınlar anlamına
  6415. gelen Melahide (tekili mulhid) adı verilirdi. Bunları din bilginlerinin çoğu
  6416. Müslüman olarak ka'bul etmezlerdi.
  6417. Genellikle din bilginleri çizgiyi çekmeleri gereken yeri bilemezler. İsmaililer
  6418. gibi radikal ve aşırılıkçı Şii grupları, birçok din bilgini tarafından İslam’dan
  6419. dışlanmıştır. Öte yandan bunlara, Müslüman toplumlarının çoğu tarafından
  6420. hoşgörü gösterilmiş, toplumsal olarak yıkıcı ve siyasi olarak ihanet
  6421. sayılacak şeyler yapmadıkları sürece Müslüman statüsü vermekte sakınca
  6422. görülmemiştir. Bugün de bu hoşgörü Levant’taki Aleviler’e, Dürziler’e ve bazı
  6423. İslam ülkelerindeki İsmaililer’e gösterilmektedir. İslam tarihinde ve bugünkü
  6424. İslam dünyasında Sünni olmayan, ılımlı Şii denilen, önemli bir topluluk için
  6425. durumu biraz daha karışıktır.
  6426. Müslüman hukukunda, Müslüman teolojisinde bir sınıf olmadığı için dalalet
  6427. yer almaz. Bir Müslüman, din bilimcilerinin asgari gereklerine bile uymazsa
  6428. inançsızlıkla, hatta irtidat (dininden dönme) ile suçlanır. Müslüman din
  6429. bilimcileri onaylamadıkları öğretilere karşı yenilikçi, aşırılıkçı ya da sapma
  6430. şeklinde suçlamaya hazır olsalar da, bu suçlamaları mantıklı sonuçlara
  6431. ulaştırmak konusunda istekli değillerdir. Bir öğretiyi ve ona inananları İslam
  6432. olmamakla suçlamak, sözde Müslüman olan bu kişilerin kanunun en ağır
  6433. cezasına tabi mürtet olduklarını kabul etmek demekti. Bir mezhebe mensub olan
  6434. kişi, bazı inançları İslamiyet’in akışından ayrılmış olsa bile Müslüman’dı ve
  6435. kanunlar karşısında toplumda, evlilikte, mirasta, tanıklıkta ve kamu hizmetinde
  6436. bir Müslüman'ın statüsüne ve ayrıcalıklarına sahip olmaya devam ederdi.
  6437. Savaşta, bir isyanda yakalansa bile ona Müslüman olarak davranılarak hemen
  6438. öldürülmez ya da köle yapılmazdı ve ailesiyle malları kanunlarca korunurdu.
  6439. Günahkar olsa da inançsız değildi ve öteki dünyada bir yer bulma ümidi hâlâ
  6440. vardı. İslamiyet’teki en önemli engel, Sünniler ile mezhepçiler arasında değil,
  6441. mezhepçiler ile mürtet’ler arasındaydı. İrtidat hem günah hem de suçtu ve
  6442. mürtet bu dünyada da öteki dünyada da lanetlenmişti. Suçu ait olduğu ve bağlılık
  6443. borçlu olduğu toplumu terk etmek ve ona ihanet etmekti ve cezasını canıyla,
  6444. malıyla öderdi. O kesilmesi gereken kuru bir daldı.
  6445. İrtidat suçlamalarına sıkça rastlanırdı ve ilk zamanlarda "inançsız" ve
  6446. “mürtet” terimleri dini tartışmalarda sk sık geçerdi. El-Cahiz (ölümü 869),
  6447. “İlahiyatçıların dindarlığı muhalifleri dinsizlikle itham etmekten başka bir şey
  6448. değildir.” demiştir Gazali (ölümü 1111), “Allah'ın yüce merhametini
  6449. hizmetkarlıklarıyla sınırlayan ve cenneti küçük bir ilahiyatçı kliğinin vakfı
  6450. haline getirecekleri”açıklanmıştı. Aslında bu suçlamalar uygulamada bir fayda
  6451. sağlamıyordu. Genellikle suçlananlar çoğunlukla rahat bırakılır, hatta bunlardan
  6452. İslam devletinde yüksek makamlara gelenler olurdu. Müslüman kanunundaki
  6453. hüküm ve cezalar sistematize edilerek düzenli uygulanmaya başlayınca irtidat
  6454. suçlamaları da azaldı. Az sayıda din bilimci, inançları kendilerininkinden farklı
  6455. olanlara karşı irtidat için ceza verilmesi taraftarıydı. Öte yandan, her tür yeniliğe
  6456. karşı olan Suriyeli fakıh ibn Taymiyya (ölümü 1328) kuşkulu grupların
  6457. uyarılması ve kötü durumlarda zorlayıcı eylemlerle bir tür karantinaya alınması
  6458. gerektiğinden yanaydı. Bida’nın aşın, ısrarlı ve saldırgan olması durumunda,
  6459. taraftarlarının İslam toplumundan atılmaları ve acımasızca yok edilmeleri
  6460. gerekirdi.
  6461. İslam’da tek bir zorunlu, dogmatik Ortodoksluğun olmaması, bir eksiklik
  6462. değil, Sünni Müslümanların kendi inançlarına yabana ve toplumlarının çıkarları
  6463. açısından tehlikeli olduğunu hissetmeleri nedeniyledir. Ne var ki, başka dinlere
  6464. inananlar gibi, Müslümanların da, kendi ilkelerini izlemedikleri, hatta kitaplarına
  6465. boyun eğmedikleri olmuştur. Gerek klasik gerek de Osmanlı dönemlerindeki
  6466. örneklerde hükümdarların İslamiyet’in belirli bir biçimini zorla kabul ettirmeye
  6467. ve hatta Müslüman olmayan tebaalarını zorla Müslüman yapmaya çalıştıklarına
  6468. rastlanmaktadır. “Sapkın” inançlara sahip kişilerin gerçek dini kabul etmeye
  6469. zorlandıkları ve karşı koyduklarında işkenceyle öldürüldükleri de bilinmektedir.
  6470. Ancak hoşgörü de hoşgörüsüzlük de yapısaldı, başka bir deyişle kanunla
  6471. belirlenmişti. Allah'ın birliğini ve varlığını inkar edenlere, yani dinsizlere ve çok
  6472. tanrılılara hoşgörü gösterilemezdi. Fetihlerden sonra onlara tanınan “ihtida” ya
  6473. da ölüm seçenekleri, köleliğe çevrilebilirdi. Hoşgörü, eh azından inanca sahip
  6474. olanlar, başka bir deyişle İslamiyet’in vahiy yoluyla inmiş ve gerçek kitabı
  6475. olduğuna inananlara gösterilirdi ve bu kişilerin belirli mali ya da başka
  6476. sınırlamaları kabul ederek uymalarına bağlıydı. Mürtet olana,
  6477. yani Müslümanlık’tan çıkana hiçbir koşulda hoşgörü gösterilemezdi ve cezası
  6478. ölümdü. Bazı otoriteler pişman olan mürtet için cezanın hafifletilmesine izin
  6479. verirken, bazıları da pişmanlık halinde dahi ölüm cezasından vazgeçmezlerdi.
  6480. Bu kişiler öteki dünyada Allah tarafından affedilebilirlerdi, ancak bu dünyada
  6481. kanun " tarafından cezalandırılmaları gerekirdi.
  6482. Ortaçağ Müslüman dogmacılarının en büyüklerinden biri olan el-Aşari’nin
  6483. (ölümü 935-36) son sözleriyle ilgili iki yorum yapılmıştır. Bu yorumlardan
  6484. birine göre son sözleri şunlardır: “Mekke’ye dönerek dua edenleri kafir
  6485. saymıyorum. Herkes dua ederken düşüncesini aynı yöne .çevirir, yalnızca
  6486. ifadeleri değişik olur.” Diğer yoruma göre de, ölürken Mutazile’nin yaptığı
  6487. yanlışlıklara küfür etmiştir. Bu yorumların hangisi doğru olursa olsun, ilk
  6488. yorumun Sünni İslam'ın doğru olan inanca karşı daha gerçekçi genel
  6489. davranışının ifadesi olduğu şüphesizdir. İslamiyet’in sikkelerde yazılı olan,
  6490. minarelerden okunan, her gün dualarda yinelenen düşüncesi Allah’ın tek olduğu
  6491. ve Hz. Muhammed’in onun Peygamberi olduğudur, bunun dışındakiler
  6492. ayrıntıdır.
  6493. İslam’ın beş şartından birincisi, “Kelimei şahadet”, yani imanın
  6494. açıklanmasıdır. İkincisi namaz (salat), özellikle de her gün doğarken, öğlen,
  6495. öğleden sonra, gün batarken ve akşam belirli hareket ve dualarla kılman
  6496. namazdır. Müslümanların duaları herhangi bir kurala bağlı değildir, her zaman
  6497. edebilirler. Ancak namaz kadın-erkek her yetişkin Müslüman’ın görevidir.
  6498. İbadet edecek kişinin temiz olması, temiz bir yerde bulunması ve yüzünü
  6499. Mekke’ye çevirmiş olması gereklidir. Dua, “Kelimei şahadet” ile bazı Kuran
  6500. ayetlerinden oluşur.
  6501. Müslümanlar da, Museviler ve Hıristiyanlar gibi haftanın bir günü toplu
  6502. olarak namaz kılıp dua ederler (Kuran 62:9-11)-Musevi Cumartesisi ve
  6503. Hıristiyan Pazarı gibi Müslüman Cuması da toplu ibadet günüdür. Musevi ve
  6504. Hıristiyanlar’dakinin tersine bu bir dinlenme günü değildir. Kuran’da yazıldığı
  6505. ve tarihin doğruladığı gibi pazarlarda ve başka yerlerde daha fazla hareket
  6506. günüdür. Bunun yanında haftalık tatil kavramı da vardır. Ortaçağ’da bu
  6507. uygulamanın olduğundan söz edilir. Osmanlılar zamanında haftalık tatil daha
  6508. yaygınlaşmış ve bugün neredeyse tüm Müslüman ülkelerde evrensel duruma
  6509. gelmiştir.
  6510. Hac, İslam’ın beş şartından üçüncüsüdür. Her Müslüman en az bir defa
  6511. Mekke ve Medine’yi ziyaret etmelidir. Ancak bu Hıristiyanlar’ın ve
  6512. Museviler’in Kudüs’ü ziyaret etmeleri gibi isteğe bağlı değildir, dini bir
  6513. yükümlülüktür. Her yıl hac Zilhicce ayının 7. ve 10. günü yapılır. Mekke
  6514. Camii’nin ortasındaki Kabe’nin tavaf edilmesi ve kurban bayramıyla sona erer.
  6515. Allahın Evi (Beytüllah) olarak adlandırılan Kabe, Müslümanlar için kutsal şehrin
  6516. en kutsal yeridir.
  6517. İslam tarihinde haçcın çok önemli kültürel, toplumsal ve ekonomik etkileri
  6518. olmuştur. Başlangıçtan itibaren İslam dünyasının her köşesinden toplumsal
  6519. geçmişleri ve ırkları birbirinden farklı olan Müslümanlar uzun yollar kat edip
  6520. yurtlarını bırakarak ortak ibadet yapmak üzere gelmişlerdir. Ancak
  6521. Antik dönemde ve Ortaçağ’da aşiretlerin ve insanların toplu göçlerinden farklı
  6522. olan hac yolculuğu gönüllü ve bireysel olarak yapılan bir yolculuktur. Hac
  6523. kişisel bir eylem ve kişisel bir kararın uygulanmasıdır, çok önemli kişisel
  6524. deneyimlerle sonuçlanır. Modem olmayan toplumlarda benzeri bulunmayan bu
  6525. fiziki eylem, en başından itibaren önemli entelektüel, toplumsal ve ekonomik
  6526. sonuçlar doğurmuştur. Zengin hacılar yol masraflarını karşılayabilmek için
  6527. yanlarında yol boyunca satabilecekleri köleler götürürlerdi. Tüccarsa hacılar,
  6528. bunu bir iş yolculuğuyla birleştirirler, geçtikleri yerlerde mal alıp satarak çeşitli
  6529. ülkelerin pazarlarını, tüccarlarını, ürünlerini, geleneklerini ve uygulamalarını
  6530. öğrenirlerdi. Bilim adamı olan hacılar, toplantılara katılarak, meslektaşlarıyla
  6531. tanışıp kitap satın alarak bilgi ve düşüncelerin yayılmasını ve değiş tokuşunu
  6532. sağlarlardı.
  6533. Hac birbirinden uzaktaki Müslüman ülkeler arasında bir iletişim ağı
  6534. oluştururdu. Hac ile yeni bir yolculuk edebiyatı ortaya çıkmış ve uzak yerlerle
  6535. ilgili bilgi edinilmesi sağlanmış ve en önemlisi, daha büyük bir topluma ait olma
  6536. bilinci oluşmuştur. Bu bilinç, Mekke ve Medine’deki toplu ibadete katılma
  6537. ve başka ülke ve halkların Müslümanları ile birleşme duygusunu pekiştirmiştir.
  6538. Önemli sayıda erkek ve çok sayıdaki kadının fiziki hareketliliği ile oluşan
  6539. toplumsal hareketlilik, Ortaçağ İslam dünyasını Avrupa Hıristiyan dünyasının
  6540. sınıflı, katı şekilde hiyerarşik ve yoğun yerel geleneklere sahip dar toplumun-dan
  6541. çok farklı duruma getirmiştir. Geniş ve farklı olduğu halde ne Ortaçağ’da ne de
  6542. modern Hıristiyanlık’ta asla olmayan birlik, İslam dünyasında gerçekleşmiştir.
  6543. İslam dünyasının kültürel birliği tek başına hac ile yaratılmamıştır ama öteki
  6544. etkenlerden en önemlisidir.
  6545. Oruç İslam’ın dördüncü şartıdır. îslami takvimin dokuzuncu ayı Ramazan’da,
  6546. hastalar, yaşlılar ve küçük çocuklar hariç er-kek-kadın her yetişkin Müslüman
  6547. güneşin doğuşundan batışına kadar geçen sürede oruç tutmak zorundadır.
  6548. Cihadda olanlar ve yolculuk yapanlar orucu erteleyebilirler.
  6549. İslam'ın beş şartından sonuncusu, Müslümanlar’ın devlete ya da topluma
  6550. verdikleri zekattır. Başlangıçta müminlerden dini amaçlar için toplanan para olan
  6551. zekat, giderek bir vergi haline gelmiştir. İslamiyet’i kabul edenlerin dini
  6552. yükümlülüğü olarak sadaka vermesi anlamına gelmektedir.
  6553. Olumlu yükümlülükler olan İslam’ın beş şartı, bir Müslüman'ın yapması
  6554. gereken görevlerdir. Yapılması günah olan uzun bir olumsuz emirler dizisi de
  6555. bulunmaktadır. Bu emirlerin çoğunluğu hırsızlık ve cinayetin yasaklanması gibi
  6556. başlıca toplumsal kurallardır. Bunlar dışında, domuz eti yemek, alkol,zina ve faiz
  6557. alma gibi özel dini çağrışımları olanlarda bulunmaktadır. Musevilik ve
  6558. Hıristiyanlık’ta da yer alan cinsel ve parasal suçlar karşısındaki endişe, onlarda
  6559. olduğundan daha farklı tanımlanmıştır. Domuz eti yeme yasağı Musevilik’te de
  6560. vardır. Alkollü içki içme yasağı yalnızca Müslümanlar’a özgüdür. Domuz eti,
  6561. alkol, zina ve faiz yasakları ekonomik ve toplumsal yaşamı çok derinden ve
  6562. yaygın bir şekilde etkilemişlerdir ve hâlâ durum böyledir.
  6563. “Cihad”, ilahiyatçıların ve fıkıhçıların belirttikleri bir başka olumlu
  6564. yükümlülüktür. Cihad, saldın durumunda, toplumun tamamının ve birey olarak
  6565. her Müslüman’ın yükümlülüğüdür. Cihad Kutsal savaş anlamına gelir ve Kuran
  6566. dilinde “Allah yolunda ilerlemek” (fi sebil Allah) demektir. Bazı Müslüman
  6567. din bilginleri, özellikle modem zamanlarda, “Allah’ın yolunda ilerlemek”
  6568. görevini ahlaksal ve ruhsal anlamda ele almışlardır. Ancak cihad eski otoritelerin
  6569. çoğunluğu tarafından Kuran ve hadislerdeki metihlere dayanılarak askeri bir
  6570. terim olarak kabul edilmiştir. Şeriat kanununda yer alan cihad bölümünde
  6571. savaşın başlatılması, yürütülmesi, kesilmesi, bitirilmesi ve ganimetin
  6572. paylaşılması ince ayrıntılarıyla tanımlanmıştır. Cihad yapanlar kendilerine
  6573. saldırmadıkları sürece çocukları ve kadınları öldüremezler, esirlere işkence
  6574. yapamaz, fiziksel bir zarar veremezler, anlaşmalara uymak zorundadırlar. Şeriat
  6575. savaşa katılmayanlara iyi davranılmasını buyururken, zaferi
  6576. kazananlara yenilenlerin kendileri, aileleri ve mallan üzerinde geniş haklar
  6577. veriyordu.
  6578. Allah ve din için savaşma anlamındaki kutsal savaş kavramı, Ortadoğu için
  6579. yeni değildi. Tevrat'ın Tesniye ve Yargıçlar kitaplarında pek çok örnek
  6580. bulunmaktadır. Hıristiyan Bizanslılar, İran’a karşı savaşlarını, Arap ve sonra da
  6581. Türk saldırganlar püskürtme eylemlerini bu şekilde açıklamışlardır. Ancak
  6582. bunlar vaat edilmiş toprakların fethi, Hıristiyan dünyasının Hıristiyan
  6583. olmayanların saldırılarından korunması gibi sınırlı hedefleri olan savaşlardı.
  6584. Genellikle Müslüman cihadıyla karşılaştırılan Hıristiyan haçlı seferleri bile
  6585. aslında cihada karşı gecikmiş, sınırlı bir cevap ve bir ölçüde taklitti. Ancak
  6586. cihadın tersine, asıl amacından çıkmış ya da tehdit altındaki Hıristiyan
  6587. topraklarının savunulması ya da yeniden fethiydi. Birkaç istisna hariç, Güneybatı
  6588. Avrupa’nın ele geçirilmesi için yapılan başarılı savaşlarla, Kutsal Topraklar’ı
  6589. tekrar elde edip Osmanlılar’ın Balkanlardaki ilerlemesini durdurmak için yapılan
  6590. başarısız savaşlarla sınırlıydı. Müslüman cihadı ise, tüm dünya İslamiyet!
  6591. kabul edene veya Müslüman yönetimine girene kadar sürecek sınırsız bir dini
  6592. yükümlülüktü. Müslümanlığın vahiyle gelmiş bir din olduğunu kabul edenlere,
  6593. bazı mali ve başka yükümlülükleri yerine getirme koşulu ile dini uygulamalarına
  6594. izin veriliyordu. Bunu yapmayanlara, çok tanrılılara ve puta tapanlara da
  6595. ihtida, ölüm ya da kölelikten başka seçenek kalmıyordu.
  6596. Müslüman kanunlarına göre, dinsizler, dinini inkar edenler, isyancılar ve
  6597. eşkiya olmak üzere dört tür düşmana karşı savaşmak meşrudur ve ilk ikisi cihad
  6598. sayılır, farklı kuralları vardır ve kazananlara farklı haklar verir. Bu özellikle
  6599. Müslümanların eşkiya ya da isyancı olduklarında bile Müslüman olmayanlara
  6600. oranla bağışıklı oldukları anlamına gelir. Cihadın amacı tüm dünyanın İslam
  6601. hukuku altına girmesini sağlamaktır. Bu zorla din değiştirterek olmaz, din
  6602. değiştirmenin önündeki engellerin kaldırılmasıyla olur.St. Thomas ve
  6603. St.Bemard’ın da Hıristiyan haçlı seferleri için buna benzer görüşleri vardır.
  6604. Kuran cihadda savaşanlara iki dünyada da ödül vaat eder: Bu dünyada
  6605. ganimet, öbür dünyada Cennet nimetleri. Allah yolunda ölenler şehittir.
  6606. Müslüman hukukçuları ve din bilginleri ilk zamanlardan itibaren cihadın
  6607. köleciler ve yağmacılar tarafından kötü kullanılmasının tehlikelerinin
  6608. farkındaydılar. Bunun için de gerçek cihadın dini motivasyonsuz olamayacağı ve
  6609. bunun gerekliliği konusunda ısrarla durmuşlardır. Cihad hakkındaki bazı erken
  6610. dönem hadisleri, o zamanlarda bu görevin nasıl algılandığını göstermektedir:
  6611. 5
  6612. “Cennet kılıçların gölgesindedir."
  6613. "Cihad, dindar ya da gaddar her hükümdarın yönetiminde görevinizdir. ’’
  6614. “Bir karıncanın ısırması, bir şehidin canım, silahla vurulmasından daha
  6615. çok yakar. Silahla vurulmak sıcak bir yaz gününde soğuk bir sudan daha iyi
  6616. gelir. ”
  6617. Sıkça tekrarlanan bir hadis, yenilmelerinden ve köle yapılmalarından sonra
  6618. giderek artan sayılarda Müslümanlaştırılan kafirlerle ilgilidir: “Allah, cennete
  6619. zincirlerle bağlanarak sürüklenenlere hayret eder.”
  6620. İslam tarihinde din uğruna kutsal savaş sıkça yinelenen ve bazen de hakim
  6621. olan bir konudur. Cihad, canlılığını İslam dünyasının sınırlannda sürdürmüştür.
  6622. Genellikle İslamiyet’i yeni seçmiş olan sınır halkları yeni dinlerini savaş ve
  6623. vaazla sınırın ötesindeki ihtida etmemiş akrabalarına götürmeye uğraşmışlardır.
  6624. Özellikle Orta Asya ve Afrika’da, sınır beylikleri hükümdarlarının bu yerel
  6625. cihadları modern çağlara dek sürmüştür.
  6626. Cihad kavramı, İslam'ın merkezi bölgelerindeki, daha gelişmiş kültür ve
  6627. politikası olan halklar arasında bir bazı değişikliklere uğramıştır. Arap
  6628. yayılmacılığının Emevi halifeler yönetimindeki zamanlarında, İslam orduları
  6629. Allah’ın emirlerini uyguladıklarına ve yakın bir gelecekte bunun tüm dünyanın
  6630. İslam egemenliğine girmesiyle sona ereceğine inanıyorlardı. Cihad’ın etkilerine
  6631. ilk maruz kalan Hıristiyanlar olan Bizanslılar cihad’a katılanları aşağılar ve bu
  6632. savaşçı heyecanlarının nedeninin aslında ganimet kazanmak olduğunu
  6633. düşünüyorlardı. Ancak tamamı bu görüşte değildi. İmparator VI.Leon, Taktika
  6634. adlı eserinde kutsal savaş öğretisinden ve askeri değerinden saygıyla söz etmiş
  6635. ve Hıristiyanlar’ın böyle bir düşünceyi benimsemelerinin iyi olacağını
  6636. belirtmiştir.
  6637. Bu konuda Leon yalnız değildi. 846’da bir Arap filosu Sicilya’dan çıkıp
  6638. Tiber’in ağzına kadar gelmiş, Arap güçleri Ostia ve Roma’yı yağmalamıştı.
  6639. Fransa’da bir sinod toplanarak tüm Hıristiyan hükümdarlara “İsa’nın
  6640. düşmanlarıyla” savaşacak ortak bir ordu toplama çağrısı yapılmasına karar verdi.
  6641. Papa IV.Leo, Müslümanlar ile savaşırken ölecek olanlara ilahi bir ödül bile vaat
  6642. etti. Papa VIII. Joharines (872-82) kutsal Kilise, Hıristiyan din ve devleti için
  6643. savaşanların günahlarının bağışlanacağını ve ölenlerin sonsuz yaşama
  6644. erişeceklerini açıkladı. Müslümanlar'ın cihad kavramını açık olarak gösteren
  6645. papaların şehrinde Araplar’ın girmesi ve bu düşünceler, daha sonraki Hıristiyan
  6646. Haçlı Seferleri’nin öncülleri olmuştur.
  6647. Ancak ilk başlarda cihad yapıldığı ülkelerde boşa harcanan bir güç
  6648. olmuştur.Araplar’ın Konstantinopolis’i ve Anadolu’yu fethetmek için süren
  6649. çabalan hep başarısız kalmıştı. X.yy geldiğinde, İslam hükümdarları ufak
  6650. değişiklikler olsa da genel olarak sabit bir sınıra ve bu sınırın ötesinde de sabit
  6651. bir Müslüman olmayan devletin varlığına ve onunla diplomatik, ticari ve bazen
  6652. de kültürel ilişkilerde bulunma gerçeğine alışmışlardı. Şeriat açısından dünyayı
  6653. İslâmlaştırma sürekli çabasında yalnızca bir duraklama olarak kabul edilen
  6654. ateşkes, sonunda Avrupa devletleri arasında imzalanan ebedi barış antlaşmaları
  6655. kadar istikrarlı ve kalıcı bir barış anlaşması haline gelmişti. Müslümanlar Cihad
  6656. düşüncesinden o denli uzaklaşmıştı ki, XI.yy sonunda Batılı haçlıların Filistin’i
  6657. işgal edip Kudüs’ü almaları karşısında, çevredeki Müslüman ülkeler fazla bir
  6658. tepki vermemişlerdi. Hatta bazı Müslüman hükümdarlar onlarla dostça
  6659. ilişkiler kurmak, için istekliydiler ve bazıları Müslüman devletler arasındaki
  6660. rekabetlerde Hıristiyan prenslerinin ittifakını arayacak kadar ileri gitmişlerdi.
  6661. Haçlılara karşı saldın niteliğinde yeni bir cihad, ancak yüz yıl sonra
  6662. Selahaddin’in liderliğinde başlamıştır. Bunu başlatan nedenler, Haçlı
  6663. liderlerinden Chatillon'lu Reynald’m kışkırtıcı eylemleri ve 1182 yılında Kudüs
  6664. Kralı ile Selahaddin arasındaki bir antlaşmayı çiğneyerek Müslüman ticaret
  6665. kervanlarına ve Mekke’ye giden bir hacı kafilesine saldırması, son olarak da
  6666. Kızıldeniz’in Arap ve Afrika kıyılarına bir deniz seferi yapmasıdır.Reynald’ın
  6667. korsanları bu sefer boyunca Medine’nin limanları Yanbu ve El Havıa’da
  6668. Müslüman gemilerini yakmışlar ve 1183 yılında da Mekke’nin limanlarından El
  6669. Rabig’e kadar gitmişlerdi. Mekke kapılarına dayanan haçlılar, tıpkı üç yüzyıl
  6670. önce Roma kapılarındaki Mağribiler gibi, özsaygısı olan hiçbir Müslüman
  6671. hükümdarın görmezden gelemeyeceği bir tehditti. Mısır’dan gönderilen bir filo
  6672. tarafından Hıristiyan baskıncıları tamamen yok edilerek karşı sefer başlatıldı.
  6673. Selahaddin hem Latin Krallığı’nı hem de onu kurtarmak için Avrupa’dan
  6674. gönderilen yeni haçlı seferlerini yendi.
  6675. Selahaddin’in cihadı hem amaç hem de süre açısından sınırlıydı. Ondan
  6676. sonra gelenler, yeniden Franklarla dostça ilişkiler geliştirdiler ve hatta 1229
  6677. yılında Levant’ta kalan Mısır hükümdarı el Melik el Kamil, genel bir anlaşmanın
  6678. parçası olarak İmparator II.Friedrich’e Kudüs’ü verdi.
  6679. Müslüman hükümdar ve halkların haçlıların gelip gidişlerine karşı bu
  6680. kayıtsızlıklarının en önemli nedeni, onlara göre İslamiyet’in bütünlüğüne ve
  6681. İslam toplumunun birliğine yönelik çok daha büyük bir tehditle ilgilenmeleri
  6682. gerekliliğiydi. Dönemin Arap tarihçileri Levant’ta iki yüzyıl süren haçlı varlığını
  6683. önemsemezken, edebi, siyasi ve teolojik yazarlar da neredeyse hiç söz
  6684. etmemişlerdi. Öte yandan dönemin yazarlarının, Müslüman cemaatındaki dini
  6685. dağınıklık sorunlarına karşı büyük bir ilgileri vardı. O dönemde, İsmaili Şiiler
  6686. gerçek tehdit olarak görülüyordu. X.yy’da İsmaili imamlarının taraftarları
  6687. güçlü ve aktif bir devrimci hareket yaratmışlardı. Ayrıca Abbasiler ile İslam
  6688. dünyasının liderliği için rekabet eden bir tür anti-halifelik olarak kurdukları
  6689. Fatimi halifeliğini Sünni İslamiyet’ten büyük oranda farklı bir öğreti temeline
  6690. oturtmuşlardı. Sünni Müslümanlar, Selahaddin’in başarısını haçlıları durdurması
  6691. ve onların elindeki toprakların bir kısmını alması olarak görmüyorlardı. Onun
  6692. başansı Mısır’daki Fatımi halifeliğine son verip Abbasi halifelerin adının
  6693. Mısır’ın tüm camilerinde hutbelerde okunmasıyla simgelenen İslam birliğini
  6694. tekrar sağlamasıydı.
  6695. Müslüman hanedanları arasında İslamiyet’e ve Şeriat’ı uygulamaya en çok
  6696. bağlı hanedan olan Osmanlılar, Hıristiyanlığa karşı klasik cihad’ı yeniden
  6697. başlatmışlardır. Cihad, Osmanlı tarihinin ilk yüzyıllarında askeri, siyasi ve
  6698. entelektüel yaşamda çok önemli bir konuydu. Osmanlı padişahlarının en azından
  6699. Kanuni Sultan Süleyman’a kadar yüksek bir ahlaki ve dini amaç duygusu
  6700. taşıdıkları görülmektedir.
  6701. Osmanlılar’ın 1683 yılında Viyana duvarları önünde Hıristiyan dünyasına
  6702. karşı sarsılan cihadları, o günden sonra, ara sıra bazı çabalar olmakla birlikte,
  6703. hiçbir Müslüman devleti Hıristiyanlığa karşı onunla karşılaştırılabilecek bir
  6704. tehdit olmamıştır. Eski tür yayılmacı cihad sınırlarda devam etmiştir. 1896
  6705. yılında Afganistan hükümdarları, o zamana dek Müslüman olmayanlar yaşadığı
  6706. için Kabristan denilen kuzeydoğudaki dağlık bölgeyi ele geçirmek için bir cihad
  6707. başlatmışlardır. Afgan fethinden ve yaşayan halkın İslamlaştırılmasından sonra
  6708. ülkeye Nuristan (ışık ülkesi) denilmiştir. İslam dünyasının diğer köşesinde Batı
  6709. Afrika’daki militan Müslüman liderler putperestlere, Müslümanlıktan çıkanlara
  6710. ve XIX. yy sonlarında Avrupalı emperyalist istilacılara karşı cihad ilan ederek
  6711. savaşmışlardır. XIX. yy sonlarında ve XX. yy başlarında Hıristiyan Avrupa
  6712. devletleri art arda Müslüman ülkeleri tehdit ettikçe en son cihad örnekleri
  6713. görülmüştür.
  6714. Cihad klasik anlayışı ve sunuşu itibariyle savaş alanında yabancı bir
  6715. düşmanla savaşmak anlamına geliyordu. Ancak kafirlere ya da meşru olmayan
  6716. rejimlere karşı iç cihad düşüncesi de yabancı değildi. Tüm Sünni hükümdarları
  6717. gaspçı, çoğunlukla da zorba olarak gören Şiiler bunu iyi bilirlerdi. Bu görüş kafir
  6718. Moğolların ya da İslamiyet’e bağlılıkları şüpheli olan sözde Müslüman Moğol
  6719. beylerinin yönetimindeki Sünniler arasında da destek bulmuştur.Modern
  6720. çağlarda bu görüş, yeni bir önem kazanarak İslamiyet’e içerden ihanet ettiği
  6721. düşünülen modernleşme taraftarı liderlere karşı bir muhalefete dönüşmüştür.
  6722. Kafirlere karşı klasik cihad bile her zaman evrensel destek bulamamıştır.
  6723. XIX. yy başında Osmanlı tarihçisi Esad Efendi, 1690’da Avusturya savaşındaki
  6724. bir Bektaşi’den söz etmiştir:
  6725. . .Bektaşi gece kamp kurmuş Müslüman askerlerin yanına gidip, “Behey
  6726. budalalar, neden canınızı boşuna harcıyorsunuz? Yazıklar olsun size! Kutsal
  6727. savaşın erdemleriyle ilgili tüm söylenenler ve savaşta şehit olmak sadece
  6728. saçmalıktır. Osmanlı sultanı sarayında keyfine bakarken ve Frenkler’in kralı
  6729. ülkesinde yan gelip yatarken, siz bu dağ başında niye canınızı ortaya
  6730. atıyorsunuz?" dedi. "
  6731. 6
  6732. Sultanın fermanıyla Bektaşi derviş tarikatı ortadan kaldırıldığında yazılmış
  6733. olan bu öykü doğru olmayabilir ama derviş tarikatlarının şüphesini ve özellikle
  6734. onların İslami öğreti ve görevlere bağlılıklarını göstermektedir.
  6735. Derviş tarikatları ile ilgili bilinenlerin çoğu Osmalılar zamanındadır. Bu
  6736. tarikatların Osmanlı toplumunda kabul edilmiş önemli bir yerleri vardır ve
  6737. kökenleri, İslamiyet’in ilk çağlarına, inançları ve uygulamalarının çoğunluğu da
  6738. Antik çağlara dek uzanır. Kuzey ve Güney Avrupa’nın Hıristiyanlaştırılân
  6739. dinsizlerin, Hıristiyan Noel kutlamaları maskesi altında Roma Saturnalia ve
  6740. Viking Yule’unun büyük bölümünü korumalarına benzer şekilde, daha eski bir
  6741. kültürün Müslümanlaştırılmış insanları da eski gelenek ve törenlerini
  6742. korumuşlardır. Çeşitli derviş tarikatlarının inanç ve uygulamalarında Mısır, Babil
  6743. ve İran'ın mevsim törenlerine, eski Ege topraklarının dans kültlerine, Orta Asya
  6744. Türkleri’nin şamanizmine ve Yeni Eflatuncular’ın mistik felsefesine rastlanır.
  6745. İslamiyet’in doğuşundan sonraki ilk zamanlarda mühtediler, ruhsal tatmin
  6746. buldukları yeni dinin yetkili taraftarlarının rehberliğini hoş karşılıyorlardı.
  6747. Ancak bunlar daha çok bilgilenip uzaklaştıkça, giderek çok sayıda Müslüman'ın
  6748. ruhsal ve toplumsal gereksinimlerini karşılayamadıkları için bu insanlar da
  6749. rehberliği başka yönlerde aramaya başladılar ve yüzyıllarca bazıları muhalif
  6750. îslam gruplarına, özellikle de Şiiler’e döndüler. Şiiler halifelerin, sultanların ve
  6751. Sünni ulemanın rehberliğindeki îslam toplumunun yanlış yolda olduğuna ve
  6752. doğru yola getirilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ne var ki, Şiiler’in
  6753. İslamiyet’te devrim yapma uğraşları başarısızlıkla sonuçlandı. Bazıları bu
  6754. uğraşlar sırasında ezildiler, bazıları da iktidarı ele geçirmeyi başardıkları halde
  6755. hiçbir şeyde değişiklik yapamadılar. Şiilik gerilemeye devam ettikçe, Sofi
  6756. hareketi etkinliğini artırmaya devam etti.
  6757. Tamamen bireysel mistik bir deneyim şeklinde başlayan Sofizm, genel nüfus
  6758. içinde çok sayıda taraftar toplayarak toplumsal bir hareket olmuştur. Sofiler
  6759. zamanla tarikatlar halinde örgütlenmişlerdir. Şiiler gibi Sofiler de Sünni
  6760. tutumunu resmen reddetmiyorlardı ve Şiiler’in tersine genellikle siyasi açıdan
  6761. barışçı olmuşlar ve bazıları devletle ilişkiye girerek çeşitli kollarıyla bağ
  6762. kurmuşlardır, örneğin Bektaşiler’in başından sonuna dek Osmanlı yeniçerileriyle
  6763. sıkı bir ilişkileri olmuştur. Sünni ibadetin ciddiliği, bazen de ulemanın soğuk
  6764. yasalcılığı Soft tarikatlarınca tamamlanmıştır. Bu anlamda, Sofi evliyaları ve
  6765. liderleri Sünni öğretinin Allah ile insan arasında bıraktığı boşluğu doldurmaya
  6766. çabalamışlardır. Sünni ulemanın tersine, Sofi liderleri rehber olarak hizmet
  6767. etmişlerdir. Sünniler’in aksine ibadet edenin Allah ile mistik birliğe ulaşabilmesi
  6768. için müzik ve dansı kullanmışlardır. Ulema, hükümet mekanizması içinde yer
  6769. alırken, Sofiler halkın içinde kalarak ulemanın kaybettiği saygınlık ve etkinliği
  6770. kazanmışlardır.
  6771. Sofilik popüler ve mistik karakterine rağmen, Müslüman olan ve bir ölçüde
  6772. de Müslüman olmayan entelektüeller üzerinde giderek artan bir etkinlik elde
  6773. etmiştir. Ortaçağ İslamiyeti’nin en büyük din bilgini ve felsefecilerinden biri
  6774. olan Muhammed el-Gazali (1059-1111) Sofi öğretilerini İslami geleneğin içine
  6775. sokmuştur. Gazali’nin bazılan Farsça, çoğu da Arapça olan önemli eserlerindeki
  6776. düşünceleri, İslam din bilimlerinin gelişimini etkilemiştir. Gazali, İran'ın
  6777. doğusundaki Horasan eyaletinin Tus şehrindendir, Nişabur’da ve Bağdat’ta
  6778. eğitim görmüştür. Nizamülmülk’ün Bağdat’ta kurduğu Nizamiye adlı medreseye
  6779. 1091 yılında öğretmen olarak atanmıştır. Gazali, öğretmen olarak atandıktan dört
  6780. yıl sonra, istifa edip tüm kamu görevlerini bırakmış ve dünyadan el ayak çekerek
  6781. kendini dinin temel sorunları üzerinde düşünmeye adamıştır. On yd süren bu ruh
  6782. araştırması sırasında ilahiyat, felsefe ve hukuk alanlarında önemli araştırmalar
  6783. yapmış, Kudüs, Mekke, Şam ve İskenderiye’ye gitmiştir. Şam’daki büyük
  6784. caminin ziyaretçilerine Gazali’nin düşünceleriyle baş başa kaldığı yer gösterilir.
  6785. Gazali otobiyografik eserinde skolastik üahiyatta, rasyonel felsefede ve hatta Şii
  6786. öğretilerinde arayıp bulamadığı gerçeği, sofizmde bulduğunu söylemiştir. Gazali
  6787. 1106 yılında doğduğu yere dönerek orada bir Sofi tekkesi kurmuştur.
  6788. Gazali radikal değildi ve yazılarında Şiiliğin gizemciliği ve filozofların
  6789. rasyonalizmi karşısında Sünniliği savunmuştur. Bunun yanında döneminin bazı
  6790. entelektüel eğilimlerine sert eleştirileri olmuş, onların entelektüalizmlerini,
  6791. skolastikliklerini “sistemler ve sınıflandırmalar, sözcükler hakkında
  6792. tartışma” saplantılarını kınamış, öznel dini deneyime daha çok önem vermiş,
  6793. böylece Sofi öğreti ve uygulamasının bir bölümünü İslami öğretinin içine
  6794. sokmaya çalışmıştır. Ondan sonraki nesillerin kendisine Muhiddin (dinin
  6795. canlandırıcısı) unvanı vermeleri, bunu yapmadaki başarısının kanıtı olmuştur.
  6796. Kimi Sofi doktrin ve uygulamaları, özellikle de kimi Sofi öğretmenlerinin
  6797. gerçek dinle diğerleri arasındaki engellerin ve inanç ile hukukun sürdürülmesine
  6798. gösterdikleri kayıtsızlık, şüpheyle karşılanmaya devam etmiştir. En önemli Sofi
  6799. şairi Mevlana Celaleddini Rumi’nin (1207-1273) şiirlerinde bugünkü adıyla
  6800. relativizmin bu türüne rastlanır. Mevlana Orta Asya’da Belh şehrinde doğmuş ve
  6801. Konya’ya yerleşip yaşamını orada geçirmiştir. Mevlana bazı şiirlerini Türkçe ve
  6802. birkaçını da o sırada Anadolu’da yaygın olarak konuşulan Rumca yazmıştır.
  6803. Çoğunluğunu Farsça yazmıştır. Kimi şiirlerinde skolastiklerin sofilikte hoşlarına
  6804. gitmeyen konulara yer vermiştir:
  6805. Sevgilinizin görüntüsü kafir tapınağında ise
  6806. O zaman Kabe ‘yi tavaf etmek açıkça hatadır.
  6807. Kabe'de 0‘nun kokusu yoksa,O zaman hatıradadır
  6808. Ve havrada O'nunla birliğin kokusunu hissediyorsak
  6809. O zaman o havra bizim Kabe’mizdir.
  6810. Başka şiirinde bu daha açıktır:
  6811. Ne yapılmalı, ey Müslümanlar? Ben kendim de bilmiyorum.
  6812. Ne Hıristiyanım, ne Musevi, ne Müslüman
  6813. Ne doğudan, ne batıdan, ne karadan, ne denizdenim
  6814. Ne doğanın taş ocaklarından ne de topraktan, ne sudan, ne havadan ne de
  6815. ateştenim Ne'Hindistan’dan, ne Çin’den, ne Bulgaristan'dan, ne de
  6816. Saksın'denim Ne iki Irak krallığından, ne de Horasan topraklarındanım
  6817. Yerim mekansızlıktır, izim issizliktir
  6818. Ne bedenden ne de ruh, ben ruhların rubundamm...
  6819. 8
  6820. Sünni ulemanın, özellikle adalet alanındakilerin bu gibi öğretiler karşısında
  6821. Sofiler’i şüpheyle karşılamaları kaçınılmazdı. Onları panteist öğretilere inanarak
  6822. Allah'ın birliğini, azizleri ve kutsal yerlere ibadeti, İslamiyet'in puta tapma
  6823. yasağım çiğnemekle, büyücülükle itham ettiler. Allah ile bir olma
  6824. imkansız hedefini izlerken Allah’ın kanunlarına karşı gelmeleri ve başkalarını da
  6825. buna teşvik etmeleri, en yaygın suçlamaydı.
  6826. Derviş liderlerinin denetleyebildikleri ve istediklerinde ortaya
  6827. çıkarabilecekleri tehlikeli bastırılmış enerjilere karşı siyasi korkular da
  6828. duyuluyordu. Selçuklu ve Osmanlı sultanları zamanında derviş ayaklanmaları
  6829. olmuş ve bazen kurulu düzene önemli bir tehdit olmuşlardır. Devletin bir derviş
  6830. tarikatını benimseyip liderlerine ayrıcalıklı bir yer vermesi, büyük bir olasılıkla
  6831. bu yüzdendi. Mevlana’nın kurduğu Mevlevi tarikatı bunlardan biriydi.
  6832. Mevleviler tarikatlar işinde en konformist olanlardı. Taraftarları çoğunlukla
  6833. şehirli orta ve üst sınıftandı, öğretileri gelişmişti ve resmen onaylanmış
  6834. öğretilerden çok az bir sapma gösteriyordu. XVT. yy’ın sonunda Mevleviler,
  6835. Osmanlı sultanlarının gözüne girmişlerdi. İlk kez bir tarikat şeyhi 1648 yılında
  6836. Sultan Osman’ın kılıç kuşanma törenine katıldı. Sonraları da bazı tarikat şeyhleri
  6837. bu törenlere katılmışlardır.
  6838. Birbirinden çok farklı derviş tarikatları vardı ve aralarında re-Jkabet
  6839. bulunurdu. Bazen yenilik savunucuları olarak görülürlerdi. XVII.yy’da Osmanlı
  6840. İmparatorluğundaki dervişler, Sünni ulema tarafından müzik ve dans gibi fena
  6841. bir yenilik olarak suçlanan kahve ve tütünün yasal olduğunu savunmuşlardır.
  6842. XVIII. yy sonunda ve XIX. yy’ın başında İngiliz, Fransız ve Rus hakimiyeti
  6843. Transkafkasya, Hindistan ve Cezayir’e yayıldığında emperyalizme karşı halk
  6844. direnişi, yüzyıllarca iktidarı elinde tutan, her otoriteye boyun eğip bunu öğreti
  6845. olarak kabul eden ulema tarafından değil, derviş tarikatları tarafından
  6846. başlatılmıştır.
  6847. Eski bir Türk öyküsünde Müslümanlar’ın dervişlerle ilgili şüpheleri ve
  6848. dervişlerin Müslüman toplumundan şikayetleri anlatılmıştır: Dervişin biri birgün
  6849. zengin bir adamın evine gidip sadaka istemiş. Dervişin dindarlığından
  6850. şüphelenen zengin adam, ondan İslam’ın beş şartını sıralamasını istemiş. Derviş
  6851. kelimei şahadet deyip susmuş. Zengin diğerlerini bilmiyor musun diye sorunca,
  6852. derviş, “Siz zenginler hacdan ve zekattan vazgeçtiniz, biz yoksul dervişler de
  6853. namazdan ve oruçtan vazgeçtik, onun için geriye Allah’ın birliğinden ve Hz.
  6854. Muhammed’in onun peygamberi olduğundan başka bir şey kalmadı.” demiş.
  6855. Müslümanlar ve özellikle Müslüman devletinde yaşayan Museviler ve
  6856. Hıristiyanlar için din yalnızca bir inanç, ibadet ve komünal bir örgüt değildi.
  6857. Kimliğin temeli, bağlılığın öncelikli odak noktası, otoritenin tek yasal
  6858. kaynağıydı. İslam dünyasında Araplar, İranlılar ve Türkler gibi etnik milletler,
  6859. ayrıca Mısır ve Osmanlı sultanlarının ve İran şahlarının ülkeleri gibi devletler
  6860. vardı. Ancak geleneksel İslam devletlerinde bu düşünceler Avrupa’nın kültürel
  6861. ve siyasi yaşamında olduğu gibi önemli olmamışlardır. Milli liderler ya da
  6862. hükümdarlar dinin otoritesini ve kabul edilmiş savunucularını ortadan kaldırmak
  6863. şöyle dursun, kısıtlamayı dahi akıllarından geçirmemişlerdi.
  6864. 13. BÖLÜM
  6865. KÜLTÜR
  6866. Ortadoğu dünyadaki en eski uygarlık bölgelerinden birisidir. Ortadoğu
  6867. uygarlığı, Hindistan ve Çin gibi başka eski uygarlıklarla karşılaştırıldığında,
  6868. Ortadoğu sahnesinin diğerlerinden belirgin bir şekilde farklı iki özelliği çok açık
  6869. bir şekilde görünür.
  6870. Bu özelliklerden biri çeşitlilik, diğeri de süreksizliktir. Çin tarihinin bin yılı
  6871. boyunca en eski çağlardan modem zamanlara dek bir süreklilik söz konusudur.
  6872. Arada birçok değişiklik olmakla birlikte, eski Çin ile modem Çin aynı dilin ve
  6873. yazının başka biçimlerini kullanmakta, aynı din ve felsefenin başka biçimlerini
  6874. izlemektedirler- Çin uygarlığının en eski kayıtlarından bugünkü Halk
  6875. Cumhuriyeti’ne dek, birçok yerel farklılıklar olmuş ama Çin uygarlığının tüm
  6876. alanlarındaki ortak özbilinç sürekliliğine devam etmiştir. Daha az olsa da aynı
  6877. durum Hindistan için de geçerlidir. Hint uygarlığı Çin’deki gibi kapalı
  6878. ve homojen olmasa da, birleştirici bir güç olmayı sürdürmektedir. Hindistan
  6879. uygarlığında ve Hindistan’ın antik çağlardan bugüne dek kendini süregelen'bir
  6880. varlık şeklinde görmesinde, Hindu dini, Nagari yazısı, Sanskrit klasikleri ve
  6881. kutsal metinleri önemli etkenler olmuşlardır.
  6882. Eski Ortadoğu’da bu şekilde bir birlik ve süreklilik bulunmuyordu. Antik
  6883. çağda da Ortadoğu uygarlıkları çok çeşitliydi ve Çin ya da Nagari, Konfüçyüs
  6884. felsefesi ve Hindu inançları gibi birleştirici ortak unsurlar yoktu. Ortadoğu
  6885. uygarlığı farklı yerlerde başlayıp farklı çizgilerde gelişmiştir. Ancak bu eski
  6886. farklılıklardan çok daha önemli olan bölgenin kültürel tarihinin süreksiz
  6887. olmasıdır. Hindistan ve Çin’de sürekli bir öğrenme geleneğiyle hâlâ geçmişlerine
  6888. ait belgeler korunarak öğrenilmeye devam edilirken, eski Ortadoğu kaybolup
  6889. unutulmuştur. Dilleri ölmüştür, yazılanları kimse okuyamaz. Tanrıları ve
  6890. ibadetleri az sayıda uzman ve bilim adamının bildiği çok uzaktaki antik bir
  6891. çağda kalmıştır. Hindistan ve Çin gibi kolektif bir adı olmadığından önce Batı
  6892. dünyasında, sonra dünyanın başka yerlerinde ve son olarak da bölge halkları
  6893. arasında “Ortadoğu” ve “Yakındoğu”, gibi kimliksiz, renksiz ve tamamen rölatif
  6894. isimlerle anılmaktadır.
  6895. Bölgenin sırasıyla Helenleştirilmesi, Romalılaştırılması,
  6896. Hıristiyanlaştırılması ve İslamlaştırılması sürecinde yaşadığı çok büyük
  6897. değişikler, eski Ortadoğu kültür ve geleneklerinin yok olmasının en önemli
  6898. nedenidir. Eski Ortadoğu’nun yazılı kültürünün büyük bölümünü yok eden bu
  6899. dört sürecin bugüne dek gelmiş izleri vardır. İslâmlaştırma VTI.yy’dan itibaren
  6900. bölgeyi biçimlendirmiştir. Mısır, Asur, Babil, Hitit, eski İran dilleri gibi en eski
  6901. diller terk edilmiş ve doğu bilimciler onları okuyup yorumlayarak önce tarihe,
  6902. sonra da bölgede yaşayan halklara tekrar bırakana dek hiç bilinmemiştir.
  6903. İslamiyet öncesi antik çağ ile görülen ilişki çok zayıftır ve İslami bir dirilişin
  6904. tehdidindedir.
  6905. Avrupa ile bir karşılaştırma yapılması daha açık olacaktır. Batı Roma
  6906. İmparatorluğu’nu yağmalayan barbarlar Roma devletinin en azından formlarını
  6907. ve yapısını korumaya özen göstermişlerdir. Roma nın dini olan Hıristiyanlığı
  6908. benimseyip, dili olan Latince’yi kullanmış ve kendi barbar yönetimlerini Roma
  6909. imparatorluk hükümeti ve hukukuna benzetmeye çalışmışlar, böylece de yasallık
  6910. kazanmak istemişlerdir. VII-VIII. yy’da Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da
  6911. Hıristiyan Roma İmparatorluğu’nun.büyük bölümünü ele geçiren Müslüman
  6912. Araplar bu şekilde davranmamışlardır. Tam tersine kendi dinleri olan İslamiyet’i,
  6913. kendi dilleri olan Arapça’yı, kendi kutsal metinleri olan Kuran’ı getirip kendi
  6914. imparatorluk devletlerini kurmuşlardır. Bu devletin Müslüman olmayan
  6915. seleflerinden ve komşularından etkilenmesine rağmen, İslam hakimiyetinin
  6916. yükselişi, yalnızca bir kimlik temelini değil, bununla birlikte meşruluk ve otorite
  6917. kaynağı olan yeni bir devletin ve yeni bir toplumun başlangıcım göstermektedir.
  6918. Yeni kurulan İslam dünyasında Arapça, Helen dünyasında Yunanca’nın,
  6919. Avrupa’da Latince’nin, güney ve doğu Asya’da Sanskritçe ve Çince’nin rolünü
  6920. üstlenmiştir. Arapça bir süre devletin, hukukun, yönetimin, ticaretin, kültürün ve
  6921. günlük yaşamın dili olmuştur.
  6922. Tıpkı Hıristiyan ülkelerdeki gibi İslam ülkelerinde de eski düzen yani Arap
  6923. ve İslamiyet öncesi geçmiş çoğunlukla ayakta kalmıştır. Hıristiyan ülkelerdeki
  6924. durumdan farklı olarak, İslam ülkelerinde ayakta kalan geçmiş bir meşruluk
  6925. taşımıyordu. İslam Arapçasında, İslamiyet öncesi ve Arap öncesi geçmişten
  6926. kalan sözcüklere rastlanır. Genellikle bu tür sözcükler, yerini aldıkları konuşma
  6927. dillerinin özelliklerini korumuş olan bazı lehçelerde bulunur. Bu durum standart
  6928. klasik Arapça’da da görülür, hatta Kuran’da da birkaç tane vardır. Bölgede
  6929. kullanılmış daha eski dillerinden kalma sözcüklerin varlığı şüphelidir. Kalıntı
  6930. sözcükler çoğunlukla İslamiyet öncesi daha yakın geçme aittir.
  6931. Bu türden sözcükler klasik Arapça’nın ve Arapça ile şekillenmiş diğer İslam
  6932. dillerinin gelişiminde çok önemli rol oynamamalarına karşın, kültürel
  6933. adaptasyon süreci açısından önemli bir kanıttırlar. Kimya ve felsefe gibi
  6934. sözcükler kolayca tanınırken, Romalılar döneminde polis görevindeki “şurta”
  6935. (polis) ve Latince “exerdtus”dan gelen “asker” gibi sözcükler de çok açıktır.
  6936. Müslümanlar’a Kuran’ın ilk cüzünde gitmeleri buyurulan “el sırat el müstakime”
  6937. (doğru yol) ilginç bir örnektir: “sırat”, Romalılar’ın yolu “strata”dır ve İngilizce
  6938. Street sözcüğüyle akrabadır. Kimi sözcükler de çeviri yoluyla dolaylı olarak
  6939. alınmıştır. Örneğin klasik Arapça’da elektrik anlamına gelen “kahraba” sözcüğü
  6940. Pers kökenlidir. Aslında kahraba kehribar demektir ve bu anlamıyla da, Batı’da
  6941. Yunanca amber anlamındaki “elektron” sözcüğünün anlambilimsel gelişimini
  6942. gösterir. Mekke için kullanılan “Umm al-Qura’’nın (şehirlerin anası),
  6943. Yunanca’daki “metropolis”ten çevrilmiş olması mümkündür.
  6944. Bazı istisnalar dışında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'nın dil ve din haritası
  6945. Ortaçağ’ın sonlarına doğru bugünkü durumuna gelmişti. Arapça, Farsça ve
  6946. Türkçe olmak üzere üç dil vardı ve bu diller çeşitli ülkelerde ve çeşitli şekillerde
  6947. konuşuluyordu. Persçe (zaban-i Farsi), ülkenin Yunanca, sonra da Batı
  6948. ülkelerindeki adının türediği Fars veya Pers eyaletinin dili, İran’da (ülkenin eski
  6949. adı), Orta Asya’ya doğru doğuya, şimdiki Afganistan’ı ve Tacikistan
  6950. Cumhuriyetini de içeren bölgede kullanılıyordu. Tacik ve Afganistan’ın iki resmi
  6951. dilinden biri olan Dari de Farsça’nın türevleridir; İkincisi de İran ailesinden
  6952. gelen Paşti’dir.
  6953. Bu dillere akraba olan ve en batıdaki temsilcisi Osmanlı Türkçesi olan
  6954. Türkçe ya da Türki diller, Karadeniz’in kuzey ve güney kıyılarından Pasifik’e
  6955. kadar Asya’daki geniş bir alanda konuşuluyordu. Bu üç dilin beraberinde
  6956. kullanılan yerel diller de vardı. Arami ve Kıpti dilleri gibi eski kültürlerden
  6957. kalma ve genellikle Hıristiyan azınlıklar başta olmak üzere Müslüman olmayan
  6958. gruplarca kullanılan diller giderek azalmıştır. Berberice ve Kürtçe gibi bazı diller
  6959. de bugüne dek gelmiş olsalar da, yazıları olmadığı için yazılı bir geleneğin
  6960. istikrarına ve sürekliliğine sahip değillerdir. İbranice, Musevi azınlıklara ait bir
  6961. din ve kültür dili olarak ayakta kalarak, modem çağlarda konuşma dili ve
  6962. sonraları da milli dil olarak tekrar canlanmıştır. -
  6963. Klasik görüşe göre yalnızca edebiyat, uygar sanatlar arasında ve yalnızca
  6964. edebiyatçılar saygın kabul edilirdi. Gerek çalan gerekse de besteleyen
  6965. müzisyenler, köle ya da toplumsal olarak alt sınıftan, müzik de şiire eşlik eden
  6966. bir araçtı. Edebi bir bağlam içinde bulundukları için bugüne gelebilen çok az
  6967. sayıda müzisyen adı vardır. Görsel sanatlar da zanaatkarların işiydi. Çok eski
  6968. zamanlarda bunların çoğu Müslüman olmayanlardandı ve ele geçiren ülkelerin
  6969. yerel halkından toplanırlardı. İslâmlaştırmanın artmasıyla daha çok Müslüman
  6970. ressam ve mimar çıkmıştır ama Ortaçağ’ın büyük bölümünde onlarla ilgili
  6971. hiçbir şey bilinmemektedir. Yüzlerce yıl sonra, Osmanlı Türkiyesi ile Safevi
  6972. İranı’nda ressamlar saray çevrelerinde saygın bir konuma gelebilmişlerdir. Çoğu
  6973. isimleri, biyografik ayrıntıları ve ayırt edilebilen eserleriyle tanınmıştır ve
  6974. bazdan da okullar açarak ustalar yetiştirmişlerdir. Osmanlı döneminde
  6975. çoğunlukla askerlerden olan mimarların özel bir yerleri vardı. Sanatçı
  6976. yeteneklerinin yanında yöneticilik ve organizasyon da yaparlar, istihdam yapan
  6977. önemli kuruluşlarda yetkileri olur, devlet, din ve şehrin başlıca gereksinimleri
  6978. olan saray, kale, cami, han, ev, medrese, köprü, hamam ve pazar yerleri inşa
  6979. ederlerdi.
  6980. Gerek sarayların gerek de evlerin iç mekanlarında pek mobilya olmazdı. Eski
  6981. Ortadoğu’da yaygın olarak kullanılan masa ve sandalyeler Ortaçağ’da artık
  6982. kullanılmıyordu. Onların yerine göçebelerden kolayca sağlanan deri ve yün
  6983. kullanılıyordu.İç mekanlarda çoğunlukla halı, şilte ve minderler kullanılıyor,
  6984. dekorasyon için de tepsi, lamba ve tabak gibi çok miktarda madeni, cam ve
  6985. toprak eşya kullanılıyordu. Ortaçağ İslamiyeti’nin sanayi sanatlarının başlıcaları
  6986. dövme ve işleme madeni eşya, boyalı seramik ve camdır. Tekstil sanatının çeşitli
  6987. eserlerinin ve ince işlemeli ahşap paravan ve pancurların kullanıldığı iç mekanda
  6988. yer almışlardır.
  6989. Arap hakimiyetindeki dönemde ilk resimler dekoratif amaçlı olarak
  6990. yapılmıştır. Bugüne dek gelen Emevi saraylarındaki freskler bir kültür
  6991. sürekliliğinin canlı örnekleridir. Teknikleri ve dekoratif konulan ile Bizans ve
  6992. İslamiyet öncesi İranı’nın hâlâ canlı olan sanat geleneğine benzerler. Ancak
  6993. başka konularda da olduğu gibi eski gelenekler zamanla asimile olmuştur. Sonuç
  6994. olarak yeni bir şey, temsil ettiği uygarlık gibi eski geleneklerle zenginleşen ama
  6995. onların hakimiyetinde kalmayan, Araplar’ın yarattığı ve yönettiği, İslamiyet’e
  6996. adanmış bir siyasi toplumun Arap zevkinin ve İslami değerlerinin gereksinimleri
  6997. doğrultusunda bir sanat geliştirilmiştir.
  6998. Çıplak kadın figürlü eski freskler İslami olarak adlandırılamaz. Bunlar,
  6999. Bizanslı ressamların Hıristiyan kosmokratörünü çizerken kullandıkları pozda bir
  7000. Müslüman halifenin tasvirindeki gibi, eski konulan yeni amaçlara uyarlamaya
  7001. başlamışlardı. Kısa sürede, Müslüman duvar resimlerinde ve iç
  7002. dekorasyonundaki, çıplak figürler ve de insan figürlerinin yerine dekoratif,
  7003. özellikle de kaligrafik şekiller geçmiştir. Duvar resimlerinin tekrar ortaya çıkışı
  7004. yüzyıllar sonra, Safevi İran’ın saraylarında, kabul salonlarında ve sonra da
  7005. Osmanlı Türkiyesi’nde olmuştur. İleriki zamanlarda, İslam resmindeki pek çok
  7006. açıdan en önemli gelişme kitaplardaki resimlerdir. Bu sanat Araplar, daha çok da
  7007. İranlılar ve Türkler’de yaygınlaşmıştır.Müslüman resmi, insan yüzü ve
  7008. bedeninin resmedilmesiyle ilgili tereddütler giderildiği için portrelerden
  7009. oluşmuştur. Ancak heykel yasaktı ve insanların iki boyutlu portrelerine şüpheyle
  7010. yaklaşılırdı.
  7011. Türk ressamlar, Osmanlı sultanlarının resimlerini yapmışlardır. Başta Fatih
  7012. Sultan Mehmed olmak üzere, Avrupalı ressamlara portresini yaptıranlar da
  7013. olmuştur. Bellini’nin ünlü Fatih Sultan Mehmed tablosu Londra’da National
  7014. Gallery’de bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed’in ölümünden sonra yerine
  7015. geçen dindar oğlu, Sultan Bayezid tablo başka tablolarla beraber satmıştır.
  7016. Osmanlı hükümdarları tarafından özel olarak yaptırılmış olsa da, sultanların
  7017. resmini yapmak resmen yasaktı. Birkaç istisna dışında, Müslüman hükümdarları
  7018. ne para ne de pul üzerine yüzlerini resmettirmemişlerdir. 1721 yılında Osmanlı
  7019. elçisi olarak Paris’e giden Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi raporunda şöyle
  7020. demiştir: “Buradaki geleneklere göre kral elçilere elmaslarla süslenmiş portresini
  7021. hediye olarak veriyor ama Müslümanlıkla resmin yasak olduğunu söyleyince
  7022. bana elmas kakmalı bir kemer hediye etti.” Mehmet Efendi aldığı hediyeleri
  7023. ayrıntılarıyla anlatmış, kralın ona gösterdiği resim galerisine yalnızca iki satır
  7024. ayırmıştır. Duvarlardaki tablolar onun kültürüne ait değildir. Öte yandan çok
  7025. daha iyi bildiği bir sanat biçimi olan gobleni daha çok anlatmıştır. Bir Avrupa
  7026. gobleninin gerçekçiliğinden çok etkilenmiştir-.
  7027. 3
  7028. “Biri sevincini göstermek için gülüyor, öteki üzüntüsünü göstermek için
  7029. hüzünlenmiş görünüyordu. Biri korkuyla titriyor, diğeri ağlıyor, bir başkası bir
  7030. hastalığa yakalanmış görünüyordu. Yani, ilk bakışta herkesin ne durumda
  7031. olduğu anlaşılıyordu. Bu resimlerin güzelliği ne hayal edilebilir ne de
  7032. anlatılabilir."
  7033. İslam ülkelerindeki müzisyenler, bazı derviş tarikatları dışında, Müslüman
  7034. ibadetinde müzik yer almadığından, Hıristiyan müzisyenlerin, Kilise ve onun
  7035. yüksek makamlarındaki kişilerin korumasıyla elde ettikleri avantajlara sahip
  7036. değillerdi. Onlar için de sarayın ve zengin ailelerin koruması vardı ama sürekli
  7037. değildi ve güçlülerin kaprislerine bağlıydı. Müslüman müzisyenler standart bir
  7038. notalama sistemi oluşturamadıkları için eserleri ancak ezberlenerek
  7039. aktarılabilmiştir. Avrupa müzik geleneğiyle karşılaştırılabilecek bir klasik İslam
  7040. müziği korunamamıştır. İslam müziği ile ilgili olarak kalanlar, yalnızca genişçe
  7041. bir kuramsal edebiyat, yazarlar ve ressamların bazı müzisyenler ve müzik
  7042. olaylarını anlatımları, resimleri, eski müzik enstrümanları ve performanslardan
  7043. hafızalarda kalanlar olmuştur.
  7044. VI.yy’da klasik Arap şiiri, Arabistan yarımadası aşiretlerinin yarattıkları
  7045. ortak dil ve uzun zamandır Arap şiirinde en çok kullanılan anlatım biçimi olan
  7046. kasidenin geliştirilmesi sayesinde başlamıştır.
  7047. Gerek Batılı gerekse de Arap araştırmacılar, eski Arap şiirlerinin
  7048. çoğunluğunun özgünlüğünden şüphelenmişlerdir. Bugüne dek gelen metinlerden
  7049. özgün malzemeye sahip olanı çok azdır, bugünkü şekilleriyle VIII. yy'daki
  7050. neoklasik ya da romantik canlanma dönemi şairlerinin ve filologların eserleridir.
  7051. İslami dönem şiiri de bu eleştiriyi almıştır. Gerçekliği şüpheli olmayan çağdaş
  7052. şiir, Suriye’de Emevi halifeler zamanında görülmüştür.
  7053. Suriye’de saray şairleri ve şair halifelerin yazdıkları kasideler bu şiirlerin
  7054. büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Kimileri Emevi kasidesinin İslamiyet öncesi
  7055. kasidenin devamı, kimileri de bunun sonraki neoklasikçilerin bilinmeyen
  7056. geçmişe yansıttıkları bir model olduğunu ileri sürmüşlerdir. Emevi dönemine ait
  7057. kasideler, eski bir gelenek ve klişe olmuş bir üslup taşımaktadırlar. Özgün
  7058. haliyle bir övgü olan en eski kasidede aşiretinin sözcüsü olan şair, aşiretinin,
  7059. hayvanlarının ve kendinin erdemlerini ve başarılarını anlatırdı. Geleneksel
  7060. olarak kaside, göç mevsiminden önce göçebelerin bayramlarındaki şiir
  7061. yarışmalarında okunurdu. Terk edilmiş kamp alanına bakan şairin orada aşireti
  7062. ve sevdiğiyle geçirdiği mutlu günleri anlatan erotik bir girişle başlayan kaside,
  7063. övgünün başka aşamalarıyla devam ederdi. Emevi zamanı ve sonrasındaki saray
  7064. kasidesinde, aşiret değil hükümdar övülürdü.
  7065. Giriş kısmında sıkça yinelene bazı konular vardır. Şair terk edilmiş kamp
  7066. alanına gelir ve anılarının keyfine dalar' geride bıraktığı mutlu günlerine ağlar.
  7067. Onu arkadaşları teselli etmeye çalışır ve tükenmeyen kederi yüzünden kınarlar.
  7068. Genellikle şair ayrılık gecesinin uzamasından şikayet eder, yavaş gelen sabaha
  7069. sitem eder. Sevgilisi onu rüyada ziyaret edebilir ve hatta konuşarak onu
  7070. dayanılmaz bir uyanıklıkla baş başa bırakır. Giriş kısmında genellikle, komşu
  7071. aşiretteki sevgilisinin kampına yaptığı gece kaçamaklarını anlatılır. Bu kısım
  7072. biraz ağıt, biraz da övgüdür. Başka bir aşiretten, belki de düşman aşiretten olan
  7073. sevgilisini görmek için hayatını tehlikeye atarak onun olduğu yere ya da bir kum
  7074. tepesinin arkasında buluşacakları yere gitmek için çadırlar arasından gizlice
  7075. geçer. İkisi de nasıl bir tehlike içinde olduklarını bilirler, kadın namusunu
  7076. korumak isteyen kocası, babası ya da ağabeyinden ve sevgilisiyle arasını
  7077. bozacak dedikoduculardan korkar. Sonra da bu ikisine, sevgililere karşı kötü,
  7078. niyetli ama kamu ahlakının koruyucusu sansürcü (rakib) de katılır.
  7079. Kampın dağılması ayrılık teması ilişkilidir. İlkbaharın otlama mevsimi bittiği
  7080. için aşiret gidecektir. Çığırtkanı aşirete hazırlanmalarını duyurduktan sonra,
  7081. çadırlar sökülür, develer yüklenir ve aşiretler farklı yönlere giderek aşığı
  7082. anılarıyla yalnız bırakırlar. Korkulan bu günün gelişinin, belirtileri de vardır, sert
  7083. sesiyle sevgilinin gideceğini haber veren ayrılık kuşu karga sürüleri gibi.
  7084. Aşk şiirleri, klasik İslam şiirinin en iyi temsilleridir. Evrensel konusu
  7085. nedeniyle başka kültürlerden olanların da buna erişebilmesi çok kolaydır. Bu
  7086. şiirler, sevgililerin buluşup ayrıldıkları değişen toplumsal içeriğiyle kültürel tarih
  7087. gibi toplumsal tarihin sahnelerini de yansıtır.
  7088. Emeviler zamanında geleneksel kasidenin yam sıra, yeni bir aşk şiiri türü
  7089. olarak Hicaz’ın erotik şiiri ortaya çıkmıştır. Araplar’ın büyük fetihleriyle elde
  7090. ettikleri servetler, başta Medine olmak üzere, Hicaz'ın şehirlerinde zengin,
  7091. kültürlü, zevke düşkün ve sınır tanımayan bir grup ortaya çıkmıştır. Şaşaalı
  7092. aristokrasinin eğlence merkezi haline gelen kutsal şehirdeki zenginlerin
  7093. evlerinde köle kızlar, şarkıcılar ve dansözler, din savaşçılarının sefih oğullarının
  7094. ilgisini çekmek için özgür Arap kadınlarıyla bir rekabete girmişlerdir.
  7095. Yalnızca birkaçı bugüne gelebilmiş Hicaz’da yazılmış bu erotik şiirlerin
  7096. incelenmesinde bazı zorluklar vardır. İsimleriyle tanınmış olan şairlerden çok
  7097. azmin divanı kalmıştır, pek çoğu daha sonraki yıllardan kalma antolojilerde ve
  7098. edebiyat tarihlerinde parça parça dağınık olarak yer almıştır. Geleneğin dönemin
  7099. kişilerine ve serüvenlerine düşürdüğü romantik gölgeyle, bu şiirlerin
  7100. gerçekliğinin belirlenmesi de özel bir sorun olmuştur. Bunların çoğunun
  7101. kasidelerin kalan parçalan ya da tam bir şiir olup olmadığı belli değildir. Bu
  7102. şiirlerin konulan kasidenin giriş bölümüne benzemekle birlikte, bazı farklılıkları
  7103. bulunur.Çöl sahnesindeki macera, yerini şehirde başka bir evin hanımıyla
  7104. yaşanana bırakır. Şair, özgür bir Arap kadınından kasidedeki gibi üstü kapalı söz
  7105. eder, kadının adını gizler ve iffetini över. Köle ve meyhane kadınlarından da
  7106. açıkça söz eder.
  7107. Erkeğin cinsel gereksinimleriyle ilgili cömert hükümleri olan İslam hukuku,
  7108. yasak aşk konusunda çok serttir. Bu durum, İslamiyet öncesi aşiretlerinin özgür
  7109. yaşamlarına kısıtlama getirmiş ve aşk şiirinin aşırılığım önlemiştir.Halife
  7110. Hz.Ömer’in erotik şiiri yasaklamış olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, şairlerin
  7111. iffete karşı saygıları artmış, böylece daha çok karşılıksız aşk acısı konusu
  7112. kullanılmıştır. Övünen, duygusuz sevgilinin yerini uzaktan hayranlık duymakla
  7113. yetinen iffetli kişiler almıştır.Bu kişiler, sonraki yüzyılda oğullarının karşılıksız
  7114. aşk nedeniyle öldüğü söylenen Udra aşiretinden gelen Udri adıyla anılmıştır.
  7115. Udri şair de geleneğe uyar, geceleri gizlice sevgilisinin .çadırına gider ama
  7116. bir gülücük, bir dokunuş ya da bir sözcükten başka bir şey beklemez. Udriler’in
  7117. sözde “platonik” aşklarının gerçeğe ne kadar uygun olduğu tartışılır. Fransız
  7118. araştırmacı Regis Blachere, Udriler ile klasik kaside yazan çapkınlar arasında
  7119. pek fark olmadığını düşünmektedir. Arap araştırmacısı Kinani’nin,Udri temasını
  7120. şehvetli aşk ile yeni dinsel ahlak arasında bir uzlaşma şeklinde tanımlaması
  7121. oldukça isabetlidir.
  7122. İslam tarihinde yeni bir çağ başlatan Emeviler’in yerine Abbasi halifelerinin
  7123. geçmesi ve başkentin Suriye’den Irak’a taşınması, Arap şiirinde de aynı etkiyi
  7124. yaratmıştır. İmparatorluğa Arap fatihlerinin aşiret aristokrasisi yerine kozmopolit
  7125. yönetici seçkinler ve toprak sahipleri hakim oldu. Bağdat’ın hiyerarşisi artmaya
  7126. başlayan sarayında aşiretlerin baş reisleri yerine, doğulu bir hükümdar
  7127. bulunuyordu. Arap zevkleri ve gelenekleri, başta bir Arap hükümdar olduğu,
  7128. Arapça devletin, toplumun ve kültürün tek dili olmaya devam ettiği halde,
  7129. tartışmasız egemen durumda değildi. Arap kadım sarayda ve şehirdeki eski
  7130. yerini ve özgürlüğünü kaybederek hareme kapatıldı. Muhafızlar ve harem ağaları
  7131. yüzünden gizli ziyaretler imkansız olmasa da tehlikeli hale geldi. Artık köle
  7132. kızlar ve cariyeler bunu gereksiz kılıyordu. Arabistan'ı hiç görmemiş şehirli
  7133. şairlerin hayali kamp yerleri için üzülmeye ve hayali sevgililerini övmeye devam
  7134. etmesiyle eski edebi modalar biraz daha sürdü. Geçmişteki kimi konulan gerçek
  7135. duruma uydurmaya çalıştılar. Söylenene göre, Bağdatlı bir şair, şehirli bir kadına
  7136. yazdığı kasidede klişe ifadelerle ondan, teselli etmesi için özlem dolu yalnız
  7137. gecelerinde rüyalarına gelmesi için yalvarır. Kadın da üç altın dinar gönderirse
  7138. bizzat gelip onu teselli edeceğini bildirir.
  7139. Arap şiirinde yeni rüzgarlar esmeye başlamıştı. İslamiyet’i seçenler arasında,
  7140. fatihlerin dilini ve dini benimsedikleri halde, geleneklerini hor gören îranlılar
  7141. bulunuyordu. İranlı şairler de Arap şiirine yeni temalar ve modalar getirdiler ve
  7142. aşk şiiri bunlardan biriydi. Bu şiirlerde genellikle bir köle kıza, özellikle de
  7143. * şehir toplumunun dişi unsuru cariyelere hitap ediliyordu. Bu şiir türünde
  7144. gizliliğe önem verilmediği için gizli buluşma ve ayrılma başka bir bağlamda
  7145. karşımıza çıkar. Müslümanlıktaki zina yasağı etkisini sürmemişti ama alkol
  7146. yasağı sürüyordu. Bu yüzden de şair gizli buluşma ve ayrılmasını kadınlar yerine
  7147. alkol şişesiyle yapıyordu.
  7148. İslam’daki alkol yasağına rağmen, Arap şiirinde yer alan şarap, İslamiyet
  7149. içinde gelişen İran ve Türk şiirinde çok daha fazladır. Müslümanlar için geçerli
  7150. olan şarap içme, üretme ve satma yasağı, Müslüman devletin Müslüman
  7151. olmayan vatandaş-lan için geçerli değildi. Bu yüzden içki içmek isteyen
  7152. Müslümanlar kafirlere gitmek zorunda kalıyorlardı. Arap şiirindeki Hıristiyan
  7153. manastırı ve Pers şiirindeki Zerdüşt tekkesi meyhane çağrışımlarıdır. Genel
  7154. olarak birleştirilen aşk ve şarap konulan, özellikle îran ve Türk şiirinde, kimi
  7155. zaman dini bir önem kazanmaktadır. Sofi şairlerinin kullandıktan Baküsçü ve
  7156. erotik göstergeler insanın Allah ile mistik birliğini simgelemektedir.Erotizmi dini
  7157. amaçlarla kullanmanın Tevrat’ta Neşideler Neşidesi’ndeki Musevi-Hıristiyan
  7158. geleneğince bilinen daha eski örnekleri de vardır.
  7159. Av şiirleri, özellikle Türkler ve îranlılar da kültürel bilgi açısından zengin bir
  7160. başka türdür. Bu şiir türünün avcılığın artık başlıca besin sağlama kaynağı
  7161. olmamasından çok sonra bile önemli bir kültürel, toplumsal ve askeri işlevi
  7162. olmuştur. Helenistik dünyanın oyunları ve atletizm yarışmaları îslami yönetimde
  7163. kaldırılmıştı. Güreş, deve ve at yarışları, deve ve horoz dövüşleri bir ölçüde halkı
  7164. eğlendiriyor, at binmek ve ok atmak gibi askeri sanatlar askerlere mesleki
  7165. beceriler sağlıyordu. Ancak avlanmak, spor modem çağda gelişinceye dek
  7166. egzersiz, eğlence ve yararlı eğitimin birleştiği en popüler alandı. Büyük kraliyet
  7167. avları, süresi, sayısı ve boyutu açısından özel bir değeri taşıyordu. Modem çağ
  7168. öncesinde bu avlar, modem orduları savaşa hazırlayan savaş oyunlarına ve
  7169. manevralara en yakın çalışmalar olarak, yönetme ve örgütlenme, ikmal ve
  7170. malzeme, hareket, komuta ve denetim, başka bir deyişle savaş
  7171. deneyimi kazandırıyordu.
  7172. Bu. etkinliklere edebiyatta büyük ölçüde yer verilmiştir. Şairler at, deve ve fil
  7173. gibi binek hayvanlarım, kılıç, yay, mızrak gibi silahlarını, şahin, köpek gibi
  7174. avlanma yardımcılarıyla avlarını ayrıntılı olarak anlatırlardı. Dostluk, rekabet,
  7175. avcıların aşkları, kovalamacanın verdiği heyecan, öldürmenin verdiği zevki
  7176. ve avdan sonraki eğlence konularına ayrıntılarıyla yer verirlerdi.
  7177. Şiirin toplumsal ve siyasi açıdan önemli bir işlev taşıyordu. Çoğu şairin
  7178. geçim kaynağı, hiciv, özellikle de övgüydü. Henüz gazetecilik, reklamcılık,
  7179. propaganda ve halkla ilişkilerin olmadığı zamanlarda bunların tümünü şairler
  7180. üstlenirdi. Bu durum şairler için yeni değildi. Roma İmparatoru Augustus’un
  7181. saray şairlerinden bazılarının eserleri genel olarak Roma İmparatorluğu’nun,
  7182. özel olarak da Roma imparatorunun halkla ilişkiler çalışmalarıydı. Şüphesiz
  7183. durum çok daha önceki hükümdarlar için de böyleydi. Şairlerin hükümdarlarını
  7184. övdükleri kolayca ezberlenip ağızdan ağza gezen beyitlerle ülke çapında onların
  7185. imajlarını geliştirdikleri İslami Ortaçağ’da övgü sanatı en doruk noktasına
  7186. çıkmıştır.
  7187. Şiirsel propagandanın olumlu etkisi olduğu gibi olumsuz etkisi de söz
  7188. konusuydu. Hiciv sözcüğünün Arapça’daki karşılığı "hica" sözcüğünün
  7189. Tevrat’taki, büyü yapmak anlamındaki “hegeh” sözcüğüyle yakınlığı ilginçtir.
  7190. Hiciv yalnızca hakaret ve yerme anlamı taşımaz, bunu pratik bir amaca yöneltir.
  7191. Aşiret hicivcilerinin düşmanca propagandaları daha eskilere, hatta İslamiyet
  7192. öncesine dayanır. Hz. Muhammed’in hadislerinden şiirsel propagandanın
  7193. tehlikesinin ve öneminin farkında olduğunu görüyoruz. Şiire karşı genel bir
  7194. hoşnutsuzluk vardı, örneğin en önemli Arap şairlerinden İmr el-Kays için
  7195. “cehennem yolundaki liderleri” deniyordu. Bu hoşnutsuzluğa rağmen
  7196. Hz.Muhammed ona şiirle saldıranlara tuttuğu hicivci ile yanıt vermiştir. Bir
  7197. defasında da hicivi yazan kişi ile birlikte şiiri okuyan şarkıcı kız öldürülmüştür.
  7198. İslami çağın ilk yüzyılında saray şairleri tutan Emevi halifelerinden sonraki
  7199. tüm Müslüman hükümdarlar da bunu yapmışlar ve uygulama yalnızca
  7200. hükümdarlara özgü olmamıştır. Başka makamlardaki kişiler de halkla ilişkiler ve
  7201. reklam çalışma-lan için şair tutmuşlar ve böylece şairlik kabul gören bir meslek
  7202. haline gelmiştir. Edebiyat tarihlerinde bu şairlerin ödüllendirilmesiyle ilgili
  7203. ayrıntılı pek çok bilgiye rastlanır. Ödül genellikle makam sahibinin durumu ve
  7204. şairin yeteneğine bağlıydı. Benzeri mesleklerde olduğu gibi aynı ürün yeniden
  7205. kullanılabilir, bir hükümdar için yazdığı bir şiiri, işvereni değiştikten sonra,
  7206. başka birine satabilirdi. Şairleri korumalarıyla, yani yaygın propaganda
  7207. çalışmalarıyla ünlü olan hükümdarlar vardır.X.yy’da Kuzey Suriye’de Hamdani
  7208. Beyi Seyf el-Devle oldukça büyük bir şair kadrosuna sahipti. Bu şairlerin,
  7209. dikkatsiz tarihçileri yanıltmalarıyla bugün bile onun için çalıştıkları söylenebilir.
  7210. Fatımi halifelerin onlardan beklenilebileceği üzere, Fatımi dünya görüşünü ve
  7211. Abbasi halifelerine karşı Fatımi davasını yayan ideolojik şairleri bulunuyordu.
  7212. Tarihçilerin resmi şairlerin listelerini verdikleri de olmuştur. Ortaçağ’ın daha
  7213. sonraki zamanlarından Mısırlı bir ansiklopedi yazarı, Fatımiler’in saraya bağlı
  7214. şair bir kadrosu olduğunu ve bunların iki gruba ayrıldığını yazmıştır. Bu
  7215. gruplardan biri Sünniliği öven Sünni şairler, diğeri de İsmaili imamına uygun
  7216. daha aşırı övgüler yapan İsmaili şairlerdir.
  7217. Çeşitli mezheplerden olan kişiler, isyancılar, siyasi ve başka grupların
  7218. kullandıkları şiirsel propaganda, kişisel çıkarlar için de kullanılmıştır,IX.yy Arap
  7219. şarkı kitabı Kitab el-Aghanil’de yer alan iki örnekte şiirin ekonomik amaçlara
  7220. hizmet ettiği de görülmektedir. Anlatılan bir öyküye göre, VIII.yy’da Irak valisi
  7221. kamu sulama sistemini genişletmek için bir araziye zorla el koymuş ve toprak
  7222. sahibinin adına hareket eden ünlü şair Farazdak, valiyi baskıcılıkla suçlayan ve
  7223. ona saldıran bir şiir yazmış. Bu olayın nasıl sonuçlandığı ve şaire ne kadar ücret
  7224. ödendiği bilinmemektedir. Aynı kaynaktan başka bir öykü de tamamı
  7225. anlatılmaya değer ölçüde ilginçtir:
  7226. 2
  7227. “Peçe satmak için Medine'ye giden Kûfe’li bir tüccar, siyah olanlar hariç
  7228. tüm peçeleri satmış. El-Darimi’nin arkadaşı olan tüccar bunu ona anlatmış. O
  7229. günlerde şiiri ve müziği bırakıp inzivaya çekilmiş olan El-Darimi, tüccara
  7230. "Sen hiç düşünme, ben sana onları da satırım " demiş ve şu dizeleri yazmış:
  7231. Git sor siyah peçeliye Ne yaptın dindar imama?
  7232. Namaz için cübbesini toplamıştı Sen cami kapısında göründüğünde
  7233. El-Danmi'nin bestesini de yaptığı,şiiri çok ünlü olmuş ve herkes onun
  7234. inzivadan çıkıp tekrar şiire başladığını düşünmüş. Medine'deki tüm kadınlar
  7235. siyah peçe almaya başlamışlar, Iraklı tüccar da elindeki siyah peçelerin
  7236. hepsini satmış. Bu olaydan sonra, El-Darimi yeniden inzivaya çekilmiş. ”
  7237. Bu, şarkılı reklamın bilinen ilk örneği sayılabilir.
  7238. Ortaçağ’da Araplar tarafından öykülü şiirlerin kullanımı yaygın değildi.
  7239. Ortaçağ Avrupası’ndaki ve klasik antik çağdaki destan ve baladlarla
  7240. kıyaslanabilecek, resmi edebiyat sayılmayan vezinli ve vezinsiz uzun popüler
  7241. aşk öyküleri ve bazı savaş parçaları dışında bir esere rastlanmaz. Destanın İslami
  7242. Ortadoğu’da tekrar doğması, İslam öncesi Pers şiir parçalarının eski Pers epik
  7243. geleneğinin bulunduğu İran’da olmuştur. Kısmen Pers milli kültürünün tekrar
  7244. uyanması ve yeni bir Müslüman İran dilinin ortaya çıkması, bu geleneğin tekrar
  7245. canlanmasını sağlamıştır. X.yy şairi Firdevsi’nin eski İran’ın tanrılarının ve
  7246. kahramanlarının serüvenlerini anlattığı uzun şiiri Şehname, Pers-Türk
  7247. kültüründeki yeri Batı’daki İlyada, Odise ve Eneid'e benzerdir. Batıdaki
  7248. benzerlerinde de olduğu gibi Şehname’nin de taklitleri olmuş, Farsça ve Türkçe
  7249. çeşitli kalitelerde destanlar yazılmıştır. Orta Asya Türk halklarının kahramanlık
  7250. şiirleri Türkçe olanların önemlileridir. Genellikle bir kitabın tamamı
  7251. uzunluğunda, çoğunlukla da mutsuz aşıkların serüvenleri, Türkler ile İranlılar’ın
  7252. yaygın olarak kullandıkları bir başka anlatım türüdür. Tüm bu aşklar ve destanlar
  7253. Müslüman kitap resimleme sanatına büyük ölçüde ortam sağlamışlardır.
  7254. Arapça’da olay ya da oturum anlamındaki “Makama” tamamen Araplar’a
  7255. özgü bir edebi türdür. Makama çoğunlukla hayali bir anlatıcı ve bir kahramanın
  7256. konuştukları makamat koleksiyonundan bir parçadır. Bunlar konuşma ve
  7257. anlatım, vezin ve nesir, vaaz ve tartışma ve mizahla ele alman büyük ölçüde
  7258. toplumsal yorum içerirler. Makamat koleksiyonları arasında Arap edebiyatının
  7259. şaheserleri bulunur. Farsça ve İbranice’de makamat taklit edilmiştir ama
  7260. karakteristik Arap biçimi korunmuştur.
  7261. Farsça ve Türkçe şiirler tamamen İslami’dir. Benzer biçimde büyük oranda
  7262. îslami olan Arap şiiri, en erken ve en geç dönemlerinde önemli bir Hıristiyan
  7263. nitelik taşımıştır. Sayılan az olmakla birlikte Arapça yazan Musevi şairler de
  7264. olmuştur. Genel olarak Musevi şairler, yalnızca din, bilim ve edebiyat dili
  7265. olan İbranice ile lirik ve dini şiirler yazıyorlardı. İslam ülkelerindeki
  7266. İbrani şiiri yapı, konu ve edebi gelenekler açısından Arap örneklerine benzer.
  7267. Makama dışında klasik Arapça’da başka edebiyat türler de vardı. Deneme
  7268. sanatı oldukça gelişmiş bir düzeydeydi. Roman olmayan alegorik öyküler, daha
  7269. hafif bir eğlendirici edebiyat türüydü. Bu öyküler hayali oldukları halde,
  7270. halifeler döneminde çeşitli bölge ve toplumsal düzeylerdeki yaşamı canlı bir
  7271. şekilde yansıtırlar.
  7272. Mizah bu edebiyatta önemli bir yere sahiptir. Sivri anekdotlar ve hazır
  7273. cevaplılık Ortaçağ Arap yazarlarının başlıca özellikleriydi. Arap edebiyatının en
  7274. kutsal olanları da dahil olmak üzere her türüyle hafiften hafife alay etmek için
  7275. hicvi kullanırlardı. Buna örnek vermek gerekirse; halifeler döneminde,
  7276. tıpkı başka yerlerde ve rejimlerdeki gibi devlet memurlarının ağır ve sık
  7277. tekrarlarla dolu bir üslupları vardı. XI. yy’daki ‘'komik hatalar”
  7278. koleksiyonundaki Halep prensinin öyküsü şöyledir: Prense bağlı olan Antakya
  7279. valisinin biraz safça olan sekreteri, iki Müslüman gemisinin tüm mürettebatıyla
  7280. battığını efendisi adına prense şu şekilde iletmiştir: “Esirgeyen ve Bağışlayan
  7281. Allah adına. Allah, Prens’e kuvvet versin ki iki kayık, yani iki gemi, girdap, yani
  7282. dalgalar yüzünden, devrildi, yani battı ve herkes kayboldu, yani öldü.” Halep
  7283. prensi de valisini şöyle yanıtlamış: “Mektubun bize geldi, yani ulaştı ve biz onu
  7284. anladık, yani okuduk. Sekreterini döv, yani ona vur ve yerine başkasını getir,
  7285. yani onu kov, çünkü o ahmak, yani aptaldır.Hoşçakal, yani mektup bitti. ’’
  7286. 3
  7287. Diğer bir öykü de şöyledir: Hicri birinci yüzyılda komik öyküleriyle
  7288. ünlenmiş Ashab adındaki kişiye, niçin iyi bir Müslüman gibi hadisleri
  7289. anlatmayıp boş şeylerle uğraştığını sormuşlar. Ashab da kendisinin de hadisleri
  7290. bildiğini söylemiş. Onlar da birini anlatmasını istemişler. O da hadisin kimin
  7291. ağzından söylendiğinden başlayarak geleneksel bir şekilde anlatmaya başlamış.
  7292. “İbn Ömer’den duyan Nafı bana şöyle anlattı: Allah'ın elçisi, Sahip olanların
  7293. Allah'ın seçilmiş kullarından olduğu iki nitelik vardır, demiş." Dinleyenler bunun
  7294. gerçekten doğru bir hadis olduğunu belirterek bu iki niteliğin ne olduğunu
  7295. sormuşlar. Ashab, “Nafi birini unutmuştu, ben de diğerini unuttum," yanıtını
  7296. vermiş.
  7297. 4
  7298. Eğlence edebiyatı da klasik Arap edebiyatının diğer türleri gibi Türkçe’ye ve
  7299. Farsça’ya geçerek biraz farklı biçimlere dönüşmüştür. Alegori ve öykü epeyce
  7300. gelişmişti. Öte yandan deneme türü daha az mizahi ve daha çok ahlakçı, didaktik
  7301. nitelikteki daha ciddi ve daha dürüst bir toplumun anlatımları olmuştu.
  7302. Tiyatro büyük olasılıkla antik çağdaki putperest törenlerle
  7303. ilişkilendiıüdiğinden, İslâmî Ortaçağ’da Ortadoğu’da yok olarak sonraki birkaç
  7304. yüzyıl bir daha ortaya çıkmamıştır. Pandomim, meddahlık, palyaçoluk olmak
  7305. üzere dram sanatlarının yaygın bazı unsurları vardı. Aktörlerce doğaçlama
  7306. söylenen metinlerle kısa komik sahnelerden izler de vardır. Genellikle bunlar
  7307. sıradan halkın popüler eğlenceleriydi, sarayda daha seçkin gösteriler oluyordu.
  7308. Ne var ki bu seçkin gösteriler kimi zaman daha çirkin bir amaca hizmet
  7309. edebiliyordu. XII.yy’da Bizans prensesi Anna Komnena, Selçuklu sarayındaki
  7310. aktörlerin gut hastalığı olan babası Aleksios Komnenos ile alay ettiklerini
  7311. söylemiştir:
  7312. 5
  7313. "Barbarlar, hünerli aktörler onun acılarıyla dalga geçtiler. Gut hastalığı
  7314. alay konusu haline geldi. Doktor ve hemşire gibi rol yaptılar ve impara-tor’u
  7315. bir yatağa yatırarak onunla dalga geçtiler ve kahkahalar attılar. ”
  7316. XV. yy’da Bizans imparatoru II. Manuel Paleologos, Osmanlı sultanı
  7317. Bayezid’in sarayına yaptığı ziyaretini anlatırken aktörler, müzisyenler, şarkıcılar
  7318. ve dansözlerden söz etmiştir.
  7319. Bir anlatımı ve hemen hemen hazır bir metni olan oyun, ilk kez XIV. yy’da
  7320. özellikle Mısır ve Türkiye’de görülmüştür. Bu oyun türünde karakterler
  7321. kuklalarla ya da bir perdeye yansıtılan gölgelerle canlandırılır ve kuklacı
  7322. tarafından konuşturulurdu. Genel olarak komik bir içeriği olsa da sert bir
  7323. toplumsal ya da siyasi yorum içerirdi. Metinleri bugüne dek gelen bu tür oyunlar
  7324. vardır ve bazılannın yazarlarının adlan da bilinmektedir.
  7325. Antik çağdan itibaren kuklalar vardı. Ortadoğu ülkelerinde daha popüler olan
  7326. gölge oyunlannın Doğu ve Batı Asya arasında yeni iletişim kanallan açan
  7327. Tiirkler ya da Moğollar döneminden, Doğu Asya’dan gelmiş olması
  7328. muhtemeldir.
  7329. Avrupa’dan, özellikle de XV. yy sonunda ve XVI.yy başında İspanya’dan
  7330. göçen Museviler'in eseri olduğu kesin olan ve aktörlerin hazır metinlere göre
  7331. oynadıkları tiyatro, Osmanlı döneminde görülür. Musevi, sonraları Ermeni ve
  7332. Rum gibi Hıristiyan gruplarının sarayda ve başka kutlamalarda
  7333. muhtemelen Türkçe olarak oyunlar oynadıkları bilinmektedir.
  7334. Ancak tüm bunların çok sınırlı etkileri ve boyutları vardı. Bir sanat dalı
  7335. olarak tiyatronun ortaya çıkışı XIX. yy’da Avrupa etkisiyle olmuştur.
  7336. Şiileriin Hz. Hüseyin ve ailesinin Kerbela’da şehit olmasını temsilen, olayın
  7337. yıldönümü olan Muharrem ayının onuncu gününde gerçekleştirilen “taziye” çok
  7338. çarpıcı bir başka dramatik gösteri türüdür. Taziye, modem Şii dini törenlerinin
  7339. temeli olmasına karşın çok yeni bir türdür, en eski olanları XVIII. yy sonlarından
  7340. kalmıştır.
  7341. Çoğunlukla eğlendirmek yerine, bilgilendirmek ve eğitmek i. için yazılmış
  7342. olan klasik nesir edebiyatının önemli bir kısmı geçmişe ait tarih, edebiyat tarihi,
  7343. biyografi gibi bilgileri aktarmak ve korumak üzere yazılmıştır. İslamiyet bir din
  7344. ve uygarlık olarak en başından itibaren güçlü bir tarih duygusu taşımıştır. XV. yy’daki
  7345. Mısırlı bir bilgin “tarihi” savunurken Allah'ın da tarihi anlattığını belirtmiştir ki,
  7346. aslında Kuran’da pek çok tarihi öykü vardır. “Peygamberlerin senin kalbini
  7347. güçlendirecek öykülerini sana anlatıyoruz. Böylece gerçeğin bilgisini,
  7348. müminlere de öğüt ve uyan getiriyoruz” (Kuran 11:120). Eski hadisler Hz.
  7349. Muhammed’in vahiylerinin tarihsel sıralamasının tamamını bilen ve
  7350. insanoğlunun yaratılışından kıyamete kadarki konumunun farkında olanlarla
  7351. ilgilidir. Hz. Muhammed’in görevi tarihte bir olaydı; amacı ve anlamı hafızalara
  7352. ve kayıtlara alınarak korunmuş ve aktarılmıştır.
  7353. En başından beri tarihteki alacakları yerlerin farkında olan Müslüman
  7354. hükümdarlar, geleceğe bırakacakları eylemlerinin kayıtlarına çok önem
  7355. vermişlerdir. Hem kendilerinden önceki hükümdarların yaptıklarıyla
  7356. ilgilenmişler hem de kendilerinin yaptıklarıyla ilgili kayıtların onlardan sonra
  7357. geleceklere kalmasını istemişlerdir. Hz. Muhammed ve ashabının biyografileri
  7358. ve Arap aşiretlerinin kahramanlık destanlarının yazılmaya başlanmasıyla tarih
  7359. yazımı başlamış, sonrasında da en ilkel bölgede-kiler de dahil olmak üzere,
  7360. hüküm süren tüm Müslümanlar hanedanlardan bir tür tarih kalmıştır. Tarih
  7361. yazımı bazı ülkelerde İslamiyet ile birlikte başlamıştır. Şiilerin görüşü farklı
  7362. olmakla birlikte, Sünni Müslümanlar’a göre Allah'ın cemaati, Allah'ın insanlık
  7363. için tasarladıklarının somutlaştırılmasıydı ve O’nun ilahi rehberliğinde Allah’ın
  7364. amacının işleyişini gösterirdi. Tarih, bu açıdan dinin en derin sonınlannda ve
  7365. hukukun en pratik konularında otorite bir rehber olması nedeniyle doğru
  7366. bilinmeliydi.
  7367. Özede Müslüman açısından kendi tarihi önem taşıyordu. Müslüman olmayan
  7368. ülke ve toplulukların tarihleri ne bu tür bir rehberdi ne de böyle bir değerleri
  7369. vardı. Bu yüzden de Müslüman'tarihçiler, Hıristiyan Avrupa’da ya da başka bir
  7370. yerdeki
  7371. Müslüman olmayan tarihi ya da kendi Hıristiyan, Zerdüşti ve diğer
  7372. Müslüman olmayan atalarının tarihlerini önemsemezlerdi. Kuran’da ve
  7373. hadislerde eski tarihte önemli olan şeyler korunmuş, geri kalanı tarihe gömülerek
  7374. unutulmuştu.
  7375. Muazzam bir zenginlik, çeşitlilik ve genişlikteki İslami Ortadoğu’nun tarih
  7376. yazımı, imparatorluk, yerel, bölgesel ve evrensel tarihi, geçmişin ve günün
  7377. tarihini, biyografileri ve az sayıda otobiyografileri, askerler, devlet adamları,
  7378. nazırlar, şairler, bilim adamları, mistikler, yargıçlar ve ilahiyatçıların tarihçelerini
  7379. kapsamaktadır. Bunlardan başka da tarih yazım türleri bulunur. İslamiyet öncesi
  7380. kahramanlık tarihi geleneğinde putperest Araplar’ın savaşlarını ve baskınlarını
  7381. anlatan öyküler bulunur ve Hz. Muhammed’in putperestlere seferleri ve ilk
  7382. Müslümanların büyük fetihleriyle yeni bir biçime dönüşmüştür. Sonraları da
  7383. övgü ya da propaganda halini alan bu tür tarih yazımı, kimi zaman da
  7384. Selahaddin’in Arapça biyografisindeki ve Kanuni Sultan Süleyman'ın
  7385. fetihlerinin Türkçe yazımlarındaki gibi destanımsı bir biçime dönüşmüştür.
  7386. Hukuksal, hatta bir anlamda da teolojik tarih yazımı türü de vardır. Bu tür
  7387. tarih yazımı, Hz. Muhammed’in sözleri ve eylemlerinin ve “doğru yoldaki”
  7388. halifelerinin kayıtlarını ve özellikle kamu siyaseti konularında Şeriat’ın
  7389. korunmasına hizmet eden örnekler olarak sunar. Tarih yazımı, Abbasiler
  7390. zamanında daha gelişmiş ve edebi bir biçiminin, sayılan hızla artan memurlara
  7391. yönelik olmuştur. Bu biçimler, onlara daha az dindar, daha pratik, bürokratik ve
  7392. Müslüman olmayan ve özellikle de İran örneklerini içeren farklı hükümet
  7393. örnekleri sunmak için kullanılmıştır.
  7394. Bir dönem, bölge ve yazarı dikkate alınmaksızın, İslami tarih yazımının
  7395. tamamı Arapça olmuştur. Ortak İslam uygarlığında ortaya çıkan yeni edebi
  7396. dillerle, şiir, edebiyat ve tarih yazımında kültürel öz bilincinin yeni şekilleri
  7397. ortaya konulmuştur. Bununla birlikte başka değişiklikler de olmuştur. Sünni
  7398. İslam X.ve XVI yy’da mücadele ettiği üç büyük düşman karşısında çoğunlukla
  7399. zafer kazanmışlardır. Hıristiyan haçlıları püskürtmüşler, dinsiz Moğollar’ı
  7400. İslâmlaştırarak asimile etmişler ve Şii muhaliflerini bastırmış ya da yola
  7401. getirmişlerdir. Tüm bu gelişmelerle birlikte yaşanan büyük Sünni canlanışı
  7402. sürecinde uygarlık biçim değiştirmiş ve kültürel yaşam yeni yollarda ilerlemeye
  7403. başlamıştır. Gerçekleşen değişiklikler, edebiyata, özellikle de tarihi edebiyata
  7404. açık olarak yansımıştır. Devlet memurunun eğitiminin önemli bir parçası
  7405. durumundaki tarih bir ölçüde bu görüşle yazılmış olmalıdır. Öte yandan, Abbasi
  7406. zamanındaki bilgili ve nazik memur, Selçuklu sonrasının medrese öğrenimli
  7407. dindar memurundan çok farklıydı. Ortaçağ sonlaRInda, çağdaşlaRI arasında,
  7408. çoğu önemli Arap tarihçisinin asıl ilgi alanı ve ünü, genelde dini bilimlerde
  7409. olmak üzere tarihten başka alanlarda olmuştur. Tarihin asla medrese müfredatına
  7410. girmemiş olmasına karşın, tarihçi medrese mezunu olmaya başlamıştı.
  7411. Bu değişiklik çok önemlidir. Başta Osmanlı İmparatorluğu ve İran olmak
  7412. üzere, savaş sonrası dönemdeki daha kalıcı ve istikrarlı monarşilerde tarih yazma
  7413. işi devletin ilgi alanına girmiş, tarihçi, devletin himayesinde alınarak devlet
  7414. tarafından istihdam edilmiştir. Böylece tarihçinin, öncelikle gerçeklere
  7415. önem veren ve bunları yorumlarken dürüst olması gereken bir hadis toplayıcı
  7416. özelliği taşıdığı zamanlardaki gelenekçi anlayışı azalmıştır. Öte yandan, bazı
  7417. farklılıkları olmakla birlikte eski gelenekler devam etmiştir. Osmanlı
  7418. İmparatorluğundaki imparatorluk tarihçisi unvanındaki önemli tarihçiler,
  7419. hükümdarlarının başarı ve erdemleri ile birlikte, başarısızlık ve eksikliklerini
  7420. de anlatmışlardır. Osmanlı tarihçilerinin XVII.yy'dan sonra yaşanan Osmanlı
  7421. yenilgileri karşısındaki eleştirel yaklaşımları bilimsel dürüstlük açısından önemli
  7422. bir örnektir.
  7423. Ortaçağ İslamiyet’inde başka ilimlerde de gelişmeler olmuştur. İslamiyet,
  7424. Hıristiyanlığın tersine, özgün dilini bilmeyenlerin de okuyabilmeleri için
  7425. Kuran’ın çevrilmesini teşvik etmiyordu. Müslüman otoritelerinden bazıları
  7426. çeviriyi dine karşı gelmeye ve dine küfüre eş gördükleri için Kuran’ın Türkçe,
  7427. Farsça ve öteki İslam dillerine resmi çevirileri yapılmamıştır. Yorum adı altında
  7428. resmi olmayan bazı çeviriler yapılmıştır. Müslümanlar, anadilleri başka olsa da,
  7429. Kuran’ı kesinlikle ve yalnızca Arapça olarak okuyup incelemek zorundaydılar.
  7430. Bu durum, sözlük ve dilbilgisi araştırmalarının gelişmesini sağlamıştır. Bu
  7431. araştırmalar, öncelikle Kuran’m tüm müminlerce anlaşılmasını
  7432. sağlamayı amaçlamıştır. Bunlar dilbilimlerinde daha önce görülmemiş
  7433. bir gelişme sağlamıştır. Zaman içinde Arapça gibi öteki İslami diller ve İslami
  7434. olmayan İbranice dili bundan etkilendi. İslam ülkelerindeki Museviler,
  7435. Müslüman örneğinden hareketle Tevrat’ı, İbranice’yi sonradan öğrenenlere
  7436. erişilebilir yapmak için Tevrat İbranicesi'nde metin ve dil araştırmaları
  7437. yapmışlardır.
  7438. Sözcüklerin farklı anlamlarını ve klasik metinlerdeki örneklerini veren
  7439. Ortaçağ’daki büyük Arapça sözlükleri önemli bir başarı elde ettiler. Bu anlamda
  7440. filolojinin temelini oluşturan bu sözlükler, alfabetik olarak düzenlenmiş başvuru
  7441. eserleri için de örnek oluşturmuşlardır. Bu sözlüklerin içinde ülkeler, şehirler ve
  7442. coğrafi konularla ilgili bilgiler içeren coğrafi sözlükler ve yüzyıla, ülkeye ya da
  7443. mesleğe göre hazırlanmış pek çok biyografik sözlük de bulunmaktadır.
  7444. IX. yy ve sonrasındaki fizik, kimya, matematik, astronomi, tıp, eczacılık,
  7445. coğrafya, tarım, felsefe ve başka konulardaki önemli Yunan eserlerinin
  7446. Arapça’ya çevrilmesi araştırmacılığın, genel olarak da bilim ve öğrenimin
  7447. gelişimi açısından önemli olmuştur. Bu eserlerin kimileri Müslüman
  7448. olmayanlarda bulunuyordu; kimileri de özel olarak Bizans’tan ithal edilmişti.
  7449. Çevirmenler eski putperestlerin eylemlerini önemsemediklerinden Yunan
  7450. tarihçilerin çevirilerini yapmamışlardır. Hem Müslümanlar’ın şiir edebiyatları
  7451. zengin olduğu için hem de şiir çevirisinin zorlukları nedeniyle şairlerin eserleri
  7452. de çevrilmemiştir.
  7453. Hem çevirmenler hem de hükümdar ve başka hamileri birincil olarak fayda
  7454. sağlayacak konularla ilgileniyorlardı. Bu konular arasında sonraki nesiller
  7455. açısından faydalı olacak, bu dünyanın sorunlarını çözme ve öteki dünyaya
  7456. hazırlanma felsefesi de yer alıyordu. Barbar ve genellikle de ilgisiz olan Batı’da
  7457. geçici, bazen de kalıcı olarak yokolan birçok önemli Yunan eseri Arapça
  7458. çevirileriyle tanınmış, sonra da Latince çevirileri yapılmıştır. Çevirmenlerin çoğu
  7459. gerekli dil bilgisine sahip olan Müslüman olmayan kişilerdi. Kimi metinler
  7460. doğrudan Yunanca’dan, kinlileri de Yunanca metinlerin Syriac çevirilerinden
  7461. çevriliyordu. Yunanca’dan başka, İslamiyet öncesi Farsça’dan ve Hintçe’den de
  7462. çeviriler yapılmıştır. Latince'den yalnızca bir çevirinin yapıldığı bilinmektedir.
  7463. Bu kitap, Orosius’un tarihçesidir ve İspanya’daki Müslümanların tarihiyle ilgili
  7464. önemli bilgiler vermiştir.
  7465. Yüzyıllarca pek ilgi duyulmayan Batı’ya çok daha sonra bilim adamları ve
  7466. araştırmacılar pratik nedenlerle yakın ilgi göstermişlerdir. İki örnek bu yeni
  7467. ilginin farklı yönlerini gösterecektir. 1560'ta Osmanlı sadrazamının istediği
  7468. Fransa tarihinin Türkçe çevrisi 1570’te bitirilmiştir ve çeviri tek bir metin
  7469. olarak kalmıştır. Batı tarihi ile ilgili bir çalışma bundan sonraki yüzyıllar
  7470. boyunca yapılmamıştır. Baha el-Devle (ölümü 1510) adlı bir İranlı hekimin
  7471. Hülasat el-Tecarib (Deneyimlerin Özeti) adlı kitabı Batı ile ilgili başka bir
  7472. eserdir. Bu kitapta El-Devle “Ermeni iltihabı” ya da “Frenk vebası” şeklinde
  7473. tanımladığı, frengi olduğu anlaşılan, yeni bir hastalıktan söz etmiştir. Kitaba göre
  7474. Avrupa’da ortaya çıkıp buradan İstanbul’a ve başka yerlere yayılan hastalık,
  7475. 1498 yılında Azerbaycan’da görülmüş, sonra da Irak ve İran’a yayılmıştır. XVII.
  7476. yy’da artık Avrupa’da basılan metinlere dayanılarak Türkçe’de ve İslam
  7477. dillerinin pek çoğunda “frengi” (Frenk hastalığı) olarak adlandırılan “sifilis”
  7478. ayrıntılarıyla ele almıyordu.
  7479. Ortaçağ İslam biliminin ulaştığı başarı, yalnızca Yunan biliminin alınıp
  7480. korunması ve daha eski ve uzak Doğu unsurlarının benimsenmesiyle sınırlı
  7481. kalmamıştır. Ortaçağ İslam bilim adamları, çabalan ve katkılarıyla modern
  7482. dünyaya bıraktıkları mirası büyük oranda zenginleştirmişlerdir. Genelde
  7483. kuramsal olan Yunan bilimine karşın, Ortaçağ Ortadoğu bilimi çoğunlukla
  7484. uygulamaya yönelikti. Bu çağda kimya, tıp, astronomi ve tarım gibi konulardaki
  7485. klasik miras, Ortadoğu’nun gözlem ve deneyimleriyle açıklanıp desteklenmişti.
  7486. Buna en güzel örnek matematik olmuştur. “Arap rakamları” Hindistan’dan
  7487. gelmiş olmasına karşın, Ortadoğulular, IX. yy’da yeni bir aritmetik
  7488. geliştirmişlerdir. Yunan geometrisi üzerine kurulan ve Hindistan öğretilerinden
  7489. etkilenen İslam geometrisine kadastro, inşaat ve silahta gibi uygulama
  7490. alanlarında ve kuramsal olarak pek çok yeni ve özgün eklemeler yapılmıştır.
  7491. Cebir tümüyle ve trigonometri bir ölçüde Ortaçağ Ortadoğu icadıdır. Doğu’da
  7492. matematik yazılan ve Batı’da boş zamanlarında yazdığı dörtlüklerle ünlü olan
  7493. cebirci Ömer Hayyam (Ölümü 1311) ünlü mucitlerdendir. Özellikle hekimler
  7494. olmak üzere bilim adamlarının çoğunluğu Hıristiyan ve Musevi idi. Büyük kısmı
  7495. yerel halktandı ama aralarında Avrupa’daki baskılardan kaçıp gelmiş olanlar da
  7496. vardı. Ancak Müslüman olan ve olmayan tüm bilim adamları tek bir bilimsel
  7497. topluluk oluşturmuş ve eserleri bölgenin ortak Ortaçağ îslami uygarlığında yer
  7498. almıştır. Önemli İslam yazarlarından bazılarının eserleri Latince’ye çevrilip
  7499. Avrupa’da okunmuş ve modem bilimin gelişmesine önemli kalkılan olmuştur.
  7500. Bunlardan biri, Avrupa’da Rhazes adıyla tanınan, çiçek hastalığıyla ilgili bir
  7501. eseri olan ve belki de Ortaçağ hekimlerinin en önemlisi olan Tahran
  7502. yakınlarındaki Rey şehrinden Muhammed ibn Zekeriya el-Razi’dir (ölümü 920).
  7503. Avrupa’da Avicenna adıyla tanınan Buharalı İbni Sina (980-1037) Latince’ye
  7504. XIII. yy’da Cremonalı Gerard tarafından çevrilen büyük tıp ansiklopedisi Tıp
  7505. Kanunu’nu derlemiş ve yüzyıllarca Avrupa tıp araştırmalarına kaynak olmuştur.
  7506. Batı tıp bilimine Ortadoğu’dan bilimsel katkıların yanı sıra pratik katkılar da
  7507. olmuştur. 1717 yılında Lady Wortley Montagu, Edirneli Türkler tarafından
  7508. uygulanan çiçek aşısı yöntemini şöyle anlatmıştır:
  7509. 6
  7510. “Kesinlikle bilmek isteyeceğin bir şeyi anlatacağım. Bizde de sık
  7511. rastlanılan ölümcül çiçek hastalığı burada da aşının bulunmasıyla tamamen
  7512. zararsız duruma getirilmiştir. Bu uygulama bazı yaşlı kadınlar tarafından
  7513. yapılıyor. Her yıl sıcaklar sona erdiğinde, eylül ayında, aşı olmak isteyenler
  7514. haber veriyorlar. On on beş kişi toplanınca, elinde içi en iyi çiçek hastalığı
  7515. maddesi dolu bir ceviz kabuğu olan bir yaşlı kadın aşı olacak kişiye hangi
  7516. damarının açılmasını istediğini sorup iğneyle daman deliyor İnsanın canım
  7517. pek yakmayan bu işlemden sonra iğnenin ucuyla damara zehiri koyup içi boş
  7518. bir kabukla kapatıyor. Bu şekilde dört beş damar açıldıktan sonra kişinin ateşi
  7519. çıkıyor ve iki üç gün yatakta yatıyor. Hastalananlar sekiz günde eski
  7520. sağlıklarına kavuşuyorlar. Bu ameliyat her yıl binlerce kişiye yapılıyor.
  7521. Fransız elçisi, başka yerlerde içmelere giden insanlar gibi buradakilerin de
  7522. çiçek aşısı olmaya gittiklerini söylüyor."
  7523. Bu durumdan çok etkilenen Lady Mary, sonraki yıl küçük oğlunu
  7524. aşılatmıştır. Bu aşı yöntemi daha sonra İngiltere’ye ve oradan da Batı’ya
  7525. yayılmıştır.
  7526. Uzakdoğu kökenli iki buluş, edebiyat ve öğrenimin, böylece de eğitimin
  7527. gelişmesine katkı sağlamıştır. Çin buluşu olan kağıtla tanışma, 751 yılında Orta
  7528. Asya’da Çinlilerle bir çarpışma sonunda Araplar’ın Çinli kağıt üreticilerini
  7529. yakalamalarıyla olmuştur. Çinliler mesleklerini İslam dünyasına tanıttıktan kısa
  7530. süre sonra, kağıdın kullanımı, sonra da üretimi Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya
  7531. yayılmış, X. yy başlarında İspanya’ya gitmiştir. Papirüs, parşömen gibi yetersiz
  7532. yazı araçlarının yerini alan kağıt Ortadoğu toplumunu birçok açıdan etkilemiştir.
  7533. Hızlı ve ucuz kitap üretimi eğitim ve araştırmalarda faydalı olmuştur. Diğer
  7534. taraftan devlet ve ticaret işlerindeki kırtasiye işlemlerini artırmış ve
  7535. kolaylaştırmıştır. Bir Arap tarihçisi, Halife Harun Reşid’in, devlet dairelerinde
  7536. yazılanların iz bırakmadan değiştirilememesi ve silinememesi nedeniyle kağıt
  7537. kullanılmasını emrettiğini söyler.
  7538. Diğer bir Uzakdoğu buluşu olan matbaayı Ortadoğu İslam toplumu bu kadar
  7539. kolay kabul etmemiştir. XV. yy’da Avrupa’da bulunan hareketli harflerle baskı
  7540. tekniği Osmanlı topraklarında da ilgi çekmişti. Ancak 1485 yılında Sultan II.
  7541. Bayezid matbaayı yasaklamıştır. Bu yeni kitap basım teknolojisi birkaç yıl sonra
  7542. İspanya’dan gelen Musevi göçmenlerle birlikte geldi. Museviler, XVI.yy başında
  7543. İstanbul ve Selanik’te sonraki yıllarda da başka Türk şehirlerinde matbaalar
  7544. kurdular. Türkçe ve Arapça baskı yapmamaları şartıyla bu matbaalara izin
  7545. verildi. İslam metinleri ve İslam dilleri için matbaanın kullanılması dine küfür
  7546. sayılıyordu. Büyük olasılıkla bu yasağa kalemiye sınıfının ve hattatların çıkarları
  7547. da etkili olmuştur. Bu nedenle Musevi matbaalarında yalnızca İbranice kitaplar
  7548. ve birkaç Avrupa dilinde kitap basılmıştır. Venedik’te tipografi öğrenmiş Tokatlı
  7549. Abgar Tibir, 1567 yılında İstanbul’da bir Ermeni matbaası kurdu. Oxford’da
  7550. Balliol Koleji mezunu Sefalonyalı Nikodemus Metaxas da İngiltere’den ithal
  7551. ettiği makine ve teknikle 1627 yılında bir Rum matbaası kurdu. Rum ve Ermeni
  7552. matbaacılara da Musevi matbaacılarla aynı kısıtlamalar getirilmişti.
  7553. İtalya’da XVI. yy başında Arapça baskı yapan matbaalar kuruldu. Bu
  7554. matbaalarda Doğu’daki Arapça konuşan Hıristiyanlar’a Incil’ler, dua kitaplan ve
  7555. başka dini yayınlar basılırdı. “Horologium Breve” bugüne kadar gelen Arapça
  7556. harflerle basılmış en eski kitaptır ve 1514 yılında Kilise devletlerinde, Fano’da
  7557. basılmış bir Hıristiyan duaları kitabıdır. Dini olmayan bazı kitaplar, İbni Sina’nın
  7558. tıp kanunu, coğrafya eserleri ve 1538’de Paris’te Arapça bir dilbilgisi kitabı
  7559. basılmıştır. Klasik Arap metinleri doğubilimcilerin ortaya çıkmasıyla daha çok
  7560. sayıda basılmaya başlamıştı. Bunlar arasında Ortadoğu ülkelerinin özel
  7561. kitaplıklarına girenler de olmuştur.
  7562. Ancak XVIII. yy başında Ortadoğu’da Arapça harflerle baskı yapılmasına
  7563. izin verilmiştir. 1721 yılında Osmanlı elçisi olarak Paris’te bulunan babasının
  7564. yanında olan Said Efendi adlı bir genç bu girişimi başlatmıştır. Matbaanın ve
  7565. yararlarının önemini fark eden Said Efendi, Türkiye’ye döndüğünde, başkentte
  7566. bir matbaa kurmak için sadrazamın desteğini almaya uğraşmıştır. Said Efendi,
  7567. mesleki ve tutucu muhalefete rağmen bunu başarmıştır. îlk Türk matbaasının
  7568. kurucusu ve müdürü İbrahim Müteferrika ile işbirliği yaptı. Müteferrika
  7569. Macaristan’da doğmuş, Müslüman olmuş ve Osmanlı devleti hizmetinde
  7570. çalışmıştı. Müteferrika ile Said Efendi yazdıkları matbaanın faydalarını anlatan
  7571. raporu sadrazama verdiler. Umulmadık bir destek geldi. Başkent müftüsü ve
  7572. İmparatorluğun Müslüman hiyerarşisinin başı dini konular hariç Arap harfleriyle
  7573. Türkçe kitap basılması için fetva verdi. Kuran, hadisler, Şeriat ve Kuran fıkıhları
  7574. basılması yine yasaktı. 5 Temmuz 1727 tarihinde Türk matbaasının kurulması ve
  7575. Türkçe kitaplar basılması için padişah fermanı yayınlandı. Başlangıçta makineler
  7576. ve gereçler şehirdeki diğer Hıristiyan ve Musevi matbaalardan sağlandı, Musevi
  7577. dizgicilerden yardım alındı. Sonra da, Arapça matbaalar bulunan Hollanda’da
  7578. Leiden ve Paris başta olmak üzere Avrupa’dan makineler ithal edildi. 1729
  7579. yılında ilk kitap olarak iki ciltlik" bir sözlük basıldı. Sözlüğün ilk cildinde
  7580. padişahın matbaa kurulmasına izin veren fermanı, şeyhülislamın matbaanın caiz
  7581. olduğunu belirten fetvası, imparatorluğun iki baş kadısının onay belgeleri ve
  7582. matbaanın faydalarını anlatan bir yazı bulunuyordu.
  7583. 1745 yılında İbrahim Müteferrika öldüğünde, dilbilgisi, askeri, coğrafya,
  7584. matematik ve tarih konularında on yedi kitap basılmıştı. Hem kitap sayısı hem
  7585. de baskı adedi çok azdı. İlk iki kitap biner, üçüncüsü bin iki yüz ve diğerleri de
  7586. beş yüzer adet basılmıştı. Bu kitaplar, İslam dünyasının entelektüel yaşamında
  7587. yeni bir çağın başlangıcını gösteriyorlardı.
  7588. Ortadoğu İslam uygarlığının bulunduğu en doruk nokta, insan uygarlığının o
  7589. zamana dek ulaştığı en yüksek noktaydı. O sıralarda çeşitli konularda İslam
  7590. uygarlığından önde olan ileri ve gelişmiş Hint, Çin ve daha az olmak üzere
  7591. Avrupa uygarlıkları da vardı. Ne var ki, tüm bunlar temelde yerel ve en
  7592. fazla bölgesel uygarlıklardı. İslamiyet, dünyadaki tüm halklara kendilerine
  7593. emanet edilen evrensel doğrulan ve Allah’ın son sözünü getirmekle yükümlü
  7594. olduklarına inanan ilk din değildi. Ancak tek ırk, bölge ya da kültürün sınırlarını
  7595. aşarak dini bir uygarlık yaratan ve bu hedefe ulaşma yolunda çok ciddi
  7596. ilerlemeler gösteren ilk toplum Müslümanlar’dı. İslam dünyası, Ortaçağ’da
  7597. uluslararası çok ırklı, çok uluslu, polietnik ve kıtalararasıydı.
  7598. S. D. Goitein, İslam dünyasının yer ve zaman açısından bir “ara uygarlık”
  7599. olduğu doğru tepsini yapmıştır. Güney Avrupa’da, Orta Afrika’da, Güney,
  7600. Güneydoğu ve Doğu Asya’daki dış sınırlan tüm bu yerlerin özelliklerini
  7601. kucaklıyordu. Antik çağ ile modem çağ arasında bulunması nedeniyle zamanlar
  7602. arası bir uygarlıktı. Musevi ile Hıristiyan ve Avrupa ile Helenistik geçmişi
  7603. paylaşıyor, onu uzak ülke ve kültürlerin özellikleriyle zenginleştiriyordu.
  7604. Helenistik antik çağdan modem çağlara uzanan yollarda Yunan ya da Latin
  7605. Htristiyanlığı’ndan çok Araplar’ın İslam uygarlığı, modern ve evrensel uygarlığa
  7606. doğru ilerleme yolunda umut veriyordu.
  7607. Ortadoğu İslam uygarlığının, gücü, yaratıcılığı ve enerjisi azalırken, o
  7608. zamana kadar fakir, güçsüz ve renksiz olan Hıristiyan Avrupa’nın gücü artmaya
  7609. başlamıştır. Bu kaybın hızla fark edilip nedenlerinin araştırılması ve eski
  7610. ihtişamını tekrar kazanma isteği Ortadoğu uygarlığının bundan sonraki
  7611. gelişimine gölge düşürmüştür.
  7612. 5.KISIM
  7613. MODERN ÇAĞ
  7614. 14.BÖLÜM
  7615. MÜCADELE
  7616. Ortadoğu’da modem çağın başlangıcım, dünyanın her yerindeki gibi,
  7617. Batı’nın etkisiyle, daha net bir biçimde de Avrupa emperyalizminin ortaya
  7618. çıkması, yayılması ve yol açtığı değişikliklerle anlatmak bir gelenek olmuştur.
  7619. Bu etkinin başlangıcına ilişkin farklı tarihler kabul edilmiştir. Kimilerine göre,
  7620. 1798’de Fransız ordusunun Mısır’a girmesi; kimilerine göre de galip Rusya’nın
  7621. mağlup Osmanlı İmparatorluğu’nu imzalamak zorunda bıraktığı yıkıcı Küçük
  7622. Kaynarca Antlaşması; kimilerine göre ise l683’te Türklerin Viyana
  7623. kuşatmasındaki son başarısızlıkları, bu sürecin başlangıç tarihidir.
  7624. Müslüman uygarlığı, kendisini din ile tanımlıyordu. İslam hukukunun ve
  7625. Müslüman bir hükümetin egemenliğindeki ülkelerin tümü yani uygar dünya Dar
  7626. ül İslam’dı (İslam'ın Evi) olarak kabul edilmişti. Çevrelerindeki henüz
  7627. Müslümanlığı benimsememiş ya da Müslüman egemenliğine alınmamış
  7628. kafirlerin yaşadığı yerler de Dar ül-Harb (Savaş Evi) olarak görülüyordu.
  7629. Coğrafi ve tarihi belgelerdeki Müslüman görüşü, İslam sınırlan dışındaki yerler
  7630. arasında açık bir fark olduğunu ifade etmektedir. İslam dünyasının doğu ve
  7631. güneyinde bulunan yerlerden bazılarında faydalı şeyler öğrenilebilecek uygar
  7632. kişiler yaşarken, bazılarında da barbarlar yaşıyordu. Ama bunlar hem din olarak
  7633. İslamiyet'e, hem de dünya devleti olarak İslam halifeliğine rakip olamazlardı.
  7634. Aralarında hem uygar hem de barbarlar bulunan bu kafirleri İslam dünyasına
  7635. kazandırabilecekleri kişiler olarak kabul ediyorlar ve bunun kaçınılmaz olacağını
  7636. düşünüyorlardı.
  7637. Doğuda bir tehdit bulunmuyordu. îslam dünyası için Hindistan ve Çin’deki
  7638. büyük uygarlıklar, önemli bir tehdit oluşturmamışlar, hatta hiç karşı karşıya da
  7639. gelmemişlerdi. Doğudan Moğollarla gelmiş olan putperest istilası çok etkili olsa
  7640. da, zaman içinde fatihlerin ihtidaları ve asimile olmaları nedeniyle bir sorun
  7641. olmamış, hatta İslam dünyasının önemli bir parçası haline gelmişlerdi.
  7642. Batıda, yani İslamiyet’in kuzeybatı sınınndaki Yunan, Latin ve Hıristiyan
  7643. Avrupa bölgesindeki durum çok farklıydı. Müslümanlar için burada onlarınkine
  7644. benzer bir görevi olan ve rakip gördükleri bir dünya dini vardı. Rakipleri de
  7645. Allah’ın son vahyine sahip oldukları ve bunu tüm insanlığa yayma görevini
  7646. üstlendikleri inanandaydılar. Hıristiyan dünyasında da İslam dünyasındaki gibi,
  7647. bu inanan yayılması için pek çok yöntem kullanıldığı gibi, bu uğurda savaşan
  7648. büyük krallıklar ve imparatorluklar kurularak askeri ve siyasi destek de
  7649. sağlanmıştı. Sonrasında da Hıristiyan başlıca kafir, Hıristiyan Avrupa ise Dar ülHarb’m en önemli simgesi haline geldi. Müslümanlar, Bizanslıları eski Yunan ve
  7650. Hıristiyan Roma’nın mirasçıları kabul ettiklerinden onlara bir ölçüde saygı
  7651. duyarlar ama onlardan korkmazlardı. Çünkü Bizans ile İslam dünyası arasındaki
  7652. süregelen uzun ilişki sürecinde Bizans sürekli geriler durumdaydı ve l453’te
  7653. Türkler tarafından Konstantinopolis (İstanbul) alınıncaya dek sürmüştü. Önceki
  7654. yüzyıllarda Müslümanlar, Batı ve Kuzey Avnıpa’daki barbar kafirlerden
  7655. korkmamışlar ve onlara saygı da duymamışlardı. Onları tehdit olarak görmemiş,
  7656. kölelikten başka bir işe yaramayan kaba ve ilkel insanlar olarak görmüşlerdi. Bu
  7657. görüşlerinin değişmeye başlaması, Hıristiyanlar’ın karşı saldırısı, Güney İtalya
  7658. ve İber Yarımadası’nı yeniden ele geçirmeleri, Haçlı seferleriyle Hıristiyan
  7659. ordularının Levant’a giymeleri ve Hıristiyanlık için kutsal olan yerleri almak
  7660. üzere sonuçsuz çabalarıyla olmuştu.
  7661. Müslümanlar, bu iki dünya sistemi arasındaki uzun mücadelenin ilk bin
  7662. yılında genellikle üstün gelen taraf oldu. Haçlıların Levant’a girişlerinden sonra
  7663. geçici, Portekiz, İspanya ve Sicilya’yı kaybedişlerinden sonra da sürekli olan bir
  7664. gerileme olmuştu. Bu gerilemenin telafisi de Türkler’in Güneydoğu Avrupa’ya
  7665. girişi ve yeni bir Müslüman devletinin Hıristiyan topraklarında kurularak bir
  7666. dönem Avrupa'nın kalbini tehdit edişi olmuştu.
  7667. İslam dünyası ile Avrupa arasındaki kültürel ve toplumsal ilişkiler Haçlı
  7668. Seferleri’nden önce başlamış, Haçlılar’dan sonra, daha da gelişip
  7669. yaygınlaşmıştır. İslamiyet’in Doğu Akdeniz ve Asya’daki eski uygarlıklardan
  7670. aldığı ve değiştirip uyarladıkları ile kendi yarattıkları Avrupa’ya önemli katkısı
  7671. olmuştur. Ortaçağ Avrupası, gelişmiş ve ilerlemiş Akdeniz İslam dünyası
  7672. uygarlığından birçok şey öğrenmiştir. Bunlardan yalnızca birkaçı Avrupa’da
  7673. unutulduğu halde Müslümanların koruyup geliştirdikleri Yunan bilimi ile
  7674. felsefesi; Çin kağıdı ile Hint rakamları; pamuk, şeker, portakal, limon ve başka
  7675. birçok bitki yetiştirme yöntemidir.
  7676. Avnıpalılar, İslam dünyasına uzunca bir zaman yalnızca maddi ve teknik bazı
  7677. katkılarda bulunmuştur. Sanat, edebiyat, bilim ve felsefe alanlarında Ortaçağ
  7678. Avrupası’nın, Müslümanlar’a verecek bir şeyi yoktu. Olsa bile Müslümanlar ön
  7679. yargılı olarak, aşılmış bir din ile ilkel bir toplumdan gelecek düşünceleri kabul
  7680. etmezlerdi. Öte yandan Avrupalılaşan Müslümanların faydalı bularak
  7681. benimsedikleri birçok şey üreten el becerileri vardı. XV.yy’da Ortadoğu’da
  7682. zamanı ölçen saat, görüşü artıran dürbün ile teleskop biliniyordu. Bunlar oraya
  7683. daha önce gitmiş olması mümkündür. Avrupa’dan alınan bazı besin bitkileri
  7684. vardı. Örneğin, bugün de Arapça ve Türkçe’de fasulye için İtalyan kökenli adlar
  7685. kullanılmaktadır. Amerika keşfedildikten sonra, aksi yönde gidenlerden az olsa
  7686. da Batı’dan ithal edilen besin maddeleri ve bitkilerde artış olmuştur. Bunlardan
  7687. başlıcaları domates, mısır, patates ve en önemlisi de tütündür. İslam dünyasının
  7688. yaşam ve de ölümüne Batı’nın en önemli etkisi silah ile olmuştur. Haçlı
  7689. Seferleri’nde istihkam yapımında kullanılan Frenk savaş tutsakları yeteneklerini
  7690. efendilerine öğretmişlerdi. Halifeye yazdığı bir mektupta Selahaddin Haçlılardan
  7691. aldığı limanlarda Avrupalı tüccarların olmasına gerekçe olarak “aralarında savaş
  7692. silahı getirip satmayan tek kişi olmadığı için onlardan faydalanıldığını belirtir.”
  7693. Bu gelenek Haçlı Seferleri, Osmanlılar’ın ilerleme ve gerileme dönemlerinden
  7694. modern zamanlara kadar kesintiye uğramadan sürmüştür.
  7695. Silah ticareti kilise ve devlet tarafından durdurulmak istenmiştir. Devletler
  7696. birbirlerini bu ticarete izin vermek ve onu teşvik etmekle suçlamışlardır. Bu
  7697. konuda kilisenin tavrı çok açıktı. XVI. ve XVII. yy’daki papalık fermanlarında
  7698. şunlar yazılmıştır: “Türkler’e, Magripliler’e ve başka Hıristiyanlık düşmanlarına
  7699. silah, tel, demir, kalay, pirinç, bakır, kükürt, güherçile, at, top ya da silah ve
  7700. saldın araçları yapmak için başka eşya, halat, kereste ve denizcilik gereçleri ve
  7701. başka yasaklanmış şeyleri satanlar aforoz edilecektir.” Ancak hem ticaretin
  7702. kendisi hem de, onu engelleme çabaları son bulmamıştır.
  7703. Şüphesiz Batıdan ithal edilen en önemli silahlar, sahra ve kuşatma toplan ile
  7704. tüfek gibi ateşli silahlar olmuştur. Başlangıçta bu kafir silahlarına karşı
  7705. direnilmişse de, bu silahlar Osmanlılar tarafından yaygın biçimde kullanılmıştır.
  7706. Osmanlılar bu sayede Ortadoğu’daki öteki Müslüman rakiplerine karşı
  7707. önemli bir üstünlük elde etmişlerdi.
  7708. Tarihte başka dönüm noktalarını kesin olarak belirlemedeki zorluk, İslamiyet
  7709. ile Hıristiyan dünyaları arasındaki güç ilişkişi açısından da geçerlidir. Bu gibi
  7710. değişikliklerde, yeni düzenin başlangıcı, her zaman onu açıkça görünür yapan
  7711. dramatik olaylardan daha önce olmuş ve eski düzen, ortadan kaldırıldıktan sonra
  7712. da işlerliğini korumuştur. Bu “dönüm noktaları” tarihin gerçeği olmaktan çok,
  7713. tarihçinin belirlemesi olarak, belirli ölçülerde yapay ve keyfi olsalar da, tarihi
  7714. tartışmalara yardımları açısından çok önemlidirler. İslam dünyası ile Avrupa
  7715. arasındaki değişen ilişkileri belirleyen önemli pek çok olay içinden XVII.yy
  7716. sonlarındakileri değerlendirmek yerinde olacaktır.
  7717. Viyana surlarını kuşatmış bekleyen Türk orduları altmış günün ardından 12
  7718. Eylül l683’te çekilmeye başladılar. Türklerin Viyana’yı almak üzere ikinci
  7719. kuşatmaları ve yenilgileriydi. İki kuşatma birbirinden çok farklıydı. 1529 yılında
  7720. Kanuni Sultan Süleyman’ın orduları ilk kez Viyana surlarına gelmişler,
  7721. tüm Güneydoğu Avrupa’yı ele geçirmişler ve Hıristiyan dünyasını tehdit eden
  7722. yüzlerce yıllık fetih dalgasının zirvesindeydiler. Türkler’in düzenli olarak geri
  7723. çekilmişlerdi ve kesin bir yenilgi yoktu. Kuşatma ile Habsburg ve Osmanlı
  7724. imparatorlukları arasında, Macaristan’ı dolayısıyla da Orta Avrupa’yı hakimiyet
  7725. altına alma mücadelesinin verildiği yüz elli yıllık süreç başlamıştı. Ancak ikinci
  7726. kuşatma ile beraberindeki yenilgi çok daha farklıydı. Çünkü Türkler’in yenilgisi
  7727. tartışmasız olarak kesindi. Türk orduları Viyana’dan çekildikten sonra başka
  7728. yenilgiler de gelmiş, birçok eyalet ve şehir kaybedilerek Osmanlı orduları
  7729. bozguna uğratılmıştı.
  7730. 26 Ocak 1699’da Karlofça Antlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile yalnızca
  7731. Osmanlı ve Habsburg imparatorlukları arasında değil, genel anlamda Hıristiyan
  7732. ve İslam dünyaları arasında yeni bir süreç başlamış oldu. Değişimi antlaşmanın
  7733. hükümlerinde ve pazarlıklarında görmek mümkündür. Osmanlar açısından çok
  7734. yeni bir diplomasi süreci başlamışa ve ilk Avrupa'ya
  7735. girişleri için anlamlı bir antlaşmaydı. Çok ciddi bir pazarlık yoktu, yalnızca
  7736. zafer kazananlar yenilenlere şartlar öne sürmüştü. İlk olarak l606 yılında
  7737. Zitvatorok’ta düşmanla eşit koşulda görüşmüş yapmışlar ama Karlofça’da daha
  7738. dramatik bir değişiklik olmuştu. Osmanlılar savaş alanındaki kesin yenilginin
  7739. ardından, barış antlaşmasını zafer kazanan düşmanlarının belirlediği şartlara
  7740. göre imzalamışlardı. Yeni bir taktik olarak, mağlubiyetlerinin sonuçlarını
  7741. hafifletmek üzere hem onlar için aracılık yapacak hem de yakındaki
  7742. komşularının güçlerini dengeleyecek, özellikle İngiltere ile Hollanda olmak
  7743. üzere Bati Avrupa devletlerinden yardım istediler. Yeni askeri ilişkilere dayalı bu
  7744. diplomasi daha sonraki yüzyıllara örnek teşkil etmiştir. Viyana yenilgisi,
  7745. Karlofça Antlaşması ile mühürlenerek Müslümanlar için Hıristiyan gücü
  7746. karsısında neredeyse kesintisiz ve uzun bir gerileme döneminin başlangıcı
  7747. olmuştur.
  7748. Osmanlılar da durumun farkındaydılar. Yüzyıl başında bir Türk tarihçisi
  7749. şunları yazmıştır: “Bu, Osmanlı devletinin kuruluşundan beri benzeri
  7750. görülmemiş ölçüde büyük bir yenilgiydi.”Yenilginin hemen ardından
  7751. nedenlerinin tartışılması önemli bir noktaydı. İslami yükselişin ilk günlerinden
  7752. itibaren, İslam dini ve siyasi görüşünde, dünyanın ve devletin eksik taraflarını
  7753. tartışmak önemli bir gelenekti. Ancak ilk defa tartışmada “biz” ve “onlar" yer
  7754. alıyordu. Eskiden, hep zafer kazanan İslam ordularını mağlup eden bu
  7755. “kafirlerin” nasıl yendikleri ve onlara neden yenildikleri tartışılıyordu. Bu
  7756. tartışmaya XVIII.yy başlarında Osmanlı resmi çevrelerinde başlandı, uzunca bir
  7757. zaman da Osmanlı subayları, memurları ve entelektüellerinin dar çevresinde
  7758. kaldı. Halkın büyük bölümü, çoğunlukla da iç eyaletlerde yaşayanlar dünyanın
  7759. değişen durumundan habersiz kaldılar. Tartışma zamanla üst sınıftaki halk
  7760. arasında ve Hıristiyan dünyasının karşısında uzunca bir süre İslamiyet’in
  7761. silahşörlüğünü yapmış olan Türklerden tüm Müslüman dünyasına yayıldı. Bu
  7762. değişim, önce Rus, sonra Batı Avrupa ordularının ilerlemeyi sürdürmeleri, çok
  7763. fazla Müslüman toprağının Avrupa egemenliğinde girmesi ve İslam ülkelerinin
  7764. aleyhine olan ticari gelişmelerle güçleniyordu. Ortadoğu pazarları, Batı’nın
  7765. verimli üretimi ve Batı sömürgelerinden ucuza mal olan ucuz tekstil ve başka
  7766. ürünlerle dolduruyordu. Eskiden Ortadoğu’nun Batı’ya ihraç ettiği pamuk,
  7767. kahve, şeker gibi ürünleri artık sömürgelerden sağlanarak Batılı tüccarlar
  7768. aracılığıyla Ortadoğu’ya ihraç ediliyordu.
  7769. XVI. yy başında İran’da Safevi hanedanı Osmanlılar karsısında yenildiği
  7770. halde, iki yüzyıldan fazla egemenliğine devam etmiştir. Bu dönemde;
  7771. Osmanlılar’la askeri, siyasi ve dini mücadelenin sürmesi, Şiiliğin İranlıların
  7772. çoğunluk dini olarak kabul edilmesi, Orta Asya ve Hindistan’daki Müslüman
  7773. ülkelerle yeni bir ilişki düzeninin gelişmesi, Avrupa ile ticaretin ve onunla
  7774. birlikte İran’a karşı Avrupa ticari ve siyasi rekabetinin artma-sı gibi birtakım
  7775. önemli değişiklikler olmuştur. Safevi döneminde özellikle resim, mimari ve
  7776. sanayi sanatlarında önemli gelişmeler olmuştur. Safevi devleti ve toplumu bu
  7777. gösterişli görüntüsünün ardında hızla çürüyordu. Bu durum İran’ın XVIII.
  7778. yy başında batı Osmanlı, doğu Afgan ve kuzey Rus istilasına uğramasıyla açığa
  7779. çıktı.
  7780. Zamanla Ortadoğu Müslüman devletleri arasındaki rekabet kuzeydeki iki
  7781. büyük Hıristiyan devletin, Avusturya ve Rusya’nın, tehdidinde kalmaya başladı.
  7782. Her iki devlet savaşlarla Osmanlı ve İranlılar’dan ciddi toprak ve avantajlar
  7783. sağladılar. Avusturya ilk olarak, daha önce Türkler’e kaptırdıkları eski Avusturya
  7784. ve Macaristan topraklarını geri aldı. Avusturyalılar, Balkan yarımadasında çok
  7785. ilerlemediler ama Tuna’nın ağzına kadar seyir hakkını kazandılar ve İstanbul’un
  7786. yolu sayılan Morava vadisine girdiler.
  7787. Moskova gücünün güneye doğru ilerlemesi çok daha önemliydi. XVIII.yy’da
  7788. Rus İmparatorluğu ’nun güneye doğru ilerlemesinde yeni bir aşama başlamış
  7789. ama ilk başlarda çok başarılı olmamıştı. 1710 yılında Prut Nehri’ni geçerek
  7790. Osmanlı İmparatorluğu’na saldıran Ruslar, geri çekilmek ve ele geçirdikleri
  7791. yerleri terk etmek zorunda kalmışlardı. İran’daki karışıklıktan faydalanmak
  7792. isteyen Ruslar, 1723 yılında Kafkasya bölgesine girerek, Derbent ve Baku
  7793. şehirlerini- aldılar. Bu sefer Osmanlılarca birlikte hareket etmişlerdi. Osmanlılar
  7794. kuzeydeki gibi doğu sınırlarında da Rus ilerlemesini engellemek isterken, İran
  7795. devleti parçalanacaksa bir pay almak istiyorlardı ama Ruslar’ın başarılan kısa
  7796. sürdü. Askeri komutan Nadir Han’ın başarılı liderliğindeki İran hızla toparlandı.
  7797. Batı ve doğudaki zaferlerinin ardından, 1736’da hükümdar öldükten sonra şah
  7798. olan Nadir Han, Osmanlılar’ı, Ruslar’ı ve Afganlılar’ı İran’dan attı ve yeni
  7799. yerler fethetti.
  7800. İran ve Osmanlı ordularının kazandıkları başarılarına karşın, İslam devletleri
  7801. ve Avrupalı rakipleri arasındaki güçler dengesinde açık bir değişim oluyordu. Bu
  7802. durum XVIII. sonlarına doğru iki tarafça da anlaşılmıştı. 1769 yılında Osmanlı
  7803. İmparatorluğu’na saldıran Ruslar, bu defa büyük bir üstünlüğe sahipti. Rus
  7804. ordulan önlerindeki herşeyi yok ederken, Rus donanması da Avrupa çevresinden
  7805. dolaşarak Akdeniz’e girerek Suriye ve Anadolu kıyılarını tehdit etti.
  7806. Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile sonlanan savaş Osmanlılar için çok
  7807. büyük bir yenilgi, Avrupa ile Ortadoğu arasındaki ilişkiler için de bir dönüm
  7808. noktası oldu. Bu durum, Rus Çariçesi II. Katerina tarafından “Rusya’nın eşini
  7809. yaşamadığı bir zafer” şeklinde anlatılmıştır.
  7810. Bu antlaşma ile Rusya’nın sağladığı kazançları toprak, ticaret ve etkinlik
  7811. olmak üzere üç grupta inceleyebiliriz. Rusya’nın aldığı topraklar az olmasına
  7812. karşın, stratejik öneme sahipti. XVIII. yy başlarında Azak’ı alan Rusya, o
  7813. zamana dek tamamen Türk-Müslüman denetiminde bulunan Karadeniz’in kuzey
  7814. kıyısında bir köprübaşı elde etmişti. Rusya, Küçük Kaynarca Antlaşması ile
  7815. Kırım Yarımadası’nın doğu burnunda Kerç ve Yenikale limanları ve Dinyester
  7816. Nehri ağzında Kılbyruri kalesi olmak üzere önemli iki bölgeye daha sahip oldu.
  7817. Artık, yüzyıllardır Osmanlı hakimiyetindeki Tatar Hanlığı olan Kirim yarımadası
  7818. da bağımsız olacak ve Tatar Ham ile ona bağlı olan Karadeniz’in kuzey
  7819. kıyısındaki beylikler, Osmanlı denetiminden ve etkisinden çıkarılacaktı. Bu
  7820. sayede Rusların ilerleyişi ve 1783’te Kırım’ın ilhakı yolu açılmış oldu.
  7821. Bu süreç çok önemli bir değişikliğe neden oldu. Türkler Avusturya ile olan
  7822. önceki savaşlardan sonra bazı Avrupa eyaletlerinden çekilmişlerdi ama
  7823. çoğunluğu nüfusu Hıristiyan olan yeni fetihlerdi. Ancak Kırım'ın durumu çok
  7824. farklıydı. Tatar olarak bilinen Kırım halkı aslında Türkçe konuşan
  7825. Müslümanlar’dı. XII.yy Moğol fetihlerinden, belki de ondan da önceden beri
  7826. orada yaşıyorlardı. İlk defa eski bir Müslüman halkı ile toprağı Hıristiyan
  7827. fatihlere verilmesi Müslüman gururu için çok ciddi bir darbeydi. Kırım
  7828. Tatarlarının Rus denetimine girmeyerek bağımsız olmaları bir ölçüde bu küçük
  7829. düşürücü durumun telafisiydi. Öte yandan sultan Tatarların hükümdarı olmasa
  7830. da, halife olarak üzerlerindeki dini otoritesini sürdürüyordu. Ancak Tatar
  7831. bağımsızlığı da Osmanlıların dini yetki alanında kalmaları da pek uzun
  7832. sürmemiştir.
  7833. Küçük Kaynarca Antlaşması ile Ruslar ticari avantajlar da kazanmışlardı.
  7834. Rusya Karadeniz’de ve Boğazlar yoluyla Akdeniz’de seyir özgürlüğünü ve
  7835. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ve Asya eyaletlerindeki deniz ve kara
  7836. ticaretini elde etmişti.Bu durum, tüm Avrupa devletlerinin XIX. yy’da Osmanlı
  7837. İmparatorluğu’na ticari girişleri için önemli bir adım olmuştu.
  7838. Rusların sağladığı üçüncü avantaj, Osmanlı toprakları içinde güç ve etki elde
  7839. etmeleri olmuştu. Tuna’nın Eflak ve Boğdan (Romanya) prensliklerinde
  7840. Rusya’nın özel statüsünün tanınması bunlardan en önemlisidir. İlkesel olarak
  7841. Osmanlı hakimiyetindeki bu iki eyalet artık bir ölçüde iç özerklik ve Rus
  7842. etkinliği elde etmişti. Rusya eğer isterse, Osmanlı şehirlerinde elçilikler açma
  7843. hakkı kazandı. Bu da Batılı devletlerin uzun süredir istedikleri ama elde
  7844. edemedikleri önemli bir ayrıcalıktı. İstanbul'da bir Rus kilisesinin yapılması ve
  7845. “her türlü koşulda yeni kiliseyi temsil etme hakki” (7. madde) küçük gibi
  7846. görünen önemli bir ödündü.
  7847. Halife olarak Osmanlı hükümdarının Tatarlar üzerindeki dini otoritesi
  7848. etkisizdi, ama karşılığında Rus çariçesine verilen ödün için aynı şey geçerli
  7849. değildi. Antlaşma metnin yalnızca tek bir Rus kilisesi ile sınırlı olmasına karşın,
  7850. kilise adına temsil hakkı, küçük bir yorumla, Osmanlı sultanının Ortodoks
  7851. Hıristiyan tebaasının tümüne müdahale hakkı olacak şekilde genişlemiştir.
  7852. 1783 yılında Kırım’ın ilhakıyla Rusların yayılma politikalarındaki yeni
  7853. aşama başladı. Buradan Karadeniz’in kuzey kıyılarında iki yönde de yayılan
  7854. Ruslar, daha önce Türkler’in, Tatarların ve öteki Müslüman halkların yaşadıkları
  7855. ülkeleri ele geçirdiler. 1785 yılında, doğuda Kafkasya’da bir Kafkas
  7856. imparatorluk eyaleti kurarak bölge halkı ve beyleri üzerindeki egemenliklerini
  7857. güçlendirdiler.
  7858. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu ile bir savaşa neden oldu. Türkler, 1792
  7859. yılında savaşın sonunda Tatar Hanlığı’nın ilhakını ve iki imparatorluk arasında
  7860. sınır olarak Gürcistan’daki Kuban ırmağını kabul ettiler. 1795 yılında eski Tatar
  7861. topraklarında Odessa liman şehrini kuran Ruslar, Türkler ile bir kez daha
  7862. savaştıktan sonra 1812 yılında Osmanlılar’m Besarabya eyaletini ilhak ettiler.
  7863. Müslümanlar'ın Karadeniz’deki yüzyıllardır süren egemenliklerini son erdiren
  7864. Ruslar, Osmanlı İmparatorluğu’nu doğudan ve batıdan sıkıştırmışlardı.
  7865. Ruslar, 1794 yılında Kaçar hanedanının iktidarda olduğu İran’ı da tehdit
  7866. ediyorlardı. Ülkede bir ölçüde otorite ve birlik sağlayan Kaçarlar, Ruslar’a
  7867. kaptırılan Kafkasya topraklarını geri almak için uğraştılar ama bunu
  7868. başaramadılar. İran'ın işgal edilmesi nedeniyle, eski Gürcistan Hıristiyan krallığı
  7869. halkının bir bölümü, Müslüman fethine karşı Rusya’dan koruma istediler. 1801
  7870. Ocak ayında, Çar tarafından Gürcistan’ın Rus İmparatorluğuna ilhak edildiği
  7871. açıklandı. Bu olaydan sonra, 1802 yılında Gürcistan ile Hazar Denizi arasındaki
  7872. Dağıstan, Rus koruması altında yerel prenslerin oluşturduğu bir federasyon oldu.
  7873. Küçük bir Gürcü krallığı olan İmeretya da 1804 yılında ilhak edildi.
  7874. Bu gelişmelerin ardından Rusya’nın İran’a saldırması için yol açılmış oldu.
  7875. 1804-1813 ve 1826-1828 yılları arasında iki Rus-İran savaşı yapıldı. Bu
  7876. savaşların sonucunda Ruslar, kısmen yerel hükümdarlardan, kısmen de İran’dan,
  7877. ileride Sovyetler Birliğime bağlı Ermenistan ve Azerbaycan olacak yerleri
  7878. aldılar.
  7879. Rusya, 1828 yılında İran ile imzaladığı barıştan bir ay sonra 1821 yılında,
  7880. bağımsızlık savaşlarına başlamış olan Yunanlılara destek olmak üzere Osmanlı
  7881. İmparatorluğu’na karşı savaş açtı. Ruslar 1829 yılında Edirne’ye girerek önemli
  7882. avantajlar elde ettikleri bir barış antlaşması imzalatabildiler. Rusya, iki
  7883. imparatorluk arasındaki Balkan ve Kafkas sınırlarında önemli kazançlar elde etti,
  7884. aynı zamanda da, Tuna prensliklerinin içişlerinde etkili oldu ve tüccarları ile
  7885. deniz ticareti haklarını tekrar onaylattı.
  7886. Ruslar güneye Ortadoğu’ya doğru ilerlemeye devam ederken, Batı’da yeni
  7887. bir tehdit ortaya çıkıyordu. XV.yy’ın ortalarından sonra Avrupa, karadan
  7888. Rusya’ya, Batı Avrupa’dan denize doğru ilerliyordu. İslam’a karşı Batı’da ve
  7889. Doğu’da ilerleme fetihlerle tekrar başlamış, Tatarlar'dan Rusya, Araplar’dan
  7890. İspanya ve Portekiz alınmıştı. Bu fetihlerden sonraki karşı saldırılar, savaşı
  7891. düşman topraklarına götürdü. Ruslar güneye ve doğuya doğru Asya’ya girdiler,
  7892. öte yanda da Müslüman Araplar’dan ve Magripliler’den yarım adalarını kurtaran
  7893. İspanyollar ve Portekizliler eski efendilerini Afrika’ya ve daha da ilerilere
  7894. sürdüler.
  7895. Büyük keşif yolculukları birçokları için dini mücadele, Haçlı Seferleri’nin
  7896. devamı ve ortak Müslüman düşmana karşı tekrar bir fetih girişimiydi.
  7897. Portekizliler Asya sularına girdiklerinde, başlıca düşmanları kendilerini
  7898. durduramayan Osmanlı İmparatorluğu, Mısır, İran ve Hindistan’ın Müslüman
  7899. hükümdarlarıydı. Portekizliler’in ardından Batı Avrupa’daki öteki denizci
  7900. milletler, İspanyollar, Fransızlar, Hollandalılar ve İngilizler geldiler ve Afrika ve
  7901. Güney Asya’da XX. yy’a kadar sürecek bir Batı Avrupa hegemonyası
  7902. oluşturdular.
  7903. Batı Avrupa'nın Portekizliler’in ilk girişimlerinden sonra, Güney Asya’daki
  7904. etkinlikleri genellikle denizcilik ve ticaretle ilgiliydi ama sonraları siyasi bir
  7905. egemenlik kurulması yoluna gidilmiştir. Bu durum o zaman bile Hindistan,
  7906. Güneydoğu Asya ve Doğu Afrika ile sınırlıydı ve Ortadoğu bundan dolaylı
  7907. olarak etkileniyordu. Batılı devletler Ortadoğu ile büyük oranda ticari olarak
  7908. ilgileniyorlardı. İstanbul’daki İngiliz elçiliğini XIX. yy başlarına dek bölgede
  7909. İngiliz ticaretinin önemli aracı olan resmi Levant şirketi işletip finanse ediyordu.
  7910. Ortadoğu, Asya’da Hollanda ve İngiliz gücünün güçlenmesiyle iki taraftan
  7911. Batı Avrupalılarla kuşatılmıştı. Bu gelişme, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nden
  7912. geçen baharat ticaretinin büyük oranda azalmasını Portekizliler’in daha önce
  7913. Afrika'nın çevresini dolaşmalarından daha çok etkilemiştir. Avrupa
  7914. imparatorluklarının Asya ve Afrika’daki egemenlikleri henüz doğrudan
  7915. Ortadoğu’ya ulaşmıyordu ama bölgenin stratejik yollarındaki Batı ilgisi giderek
  7916. artıyordu. Fransasız devrimi ve Napolyon savaşlarının global özelliği bu
  7917. düşüncelere yeni bir işlerlik getirdi. Batı müdahalesi, Fransızlar ile İngilizler’in
  7918. mücadeleleri ve her iki ülkenin Ruslar’a karşı duyduğu endişe ile
  7919. Ortadoğu’nun merkezine taşındı. Artık Türkler yalnızca Rusya ve Avusturya ile
  7920. değil, İngiltere ve Fransa’nın da aralarında olduğu dört devletle uğraşmak
  7921. zorunda kalmışlardı.
  7922. Haçlı Seferleri’nin ardından Ortadoğu’ya düzenlenen ilk askeri sefer Fransa
  7923. tarafından gerçekleştirildi. 1798 yılında General Bonaparte komutasındaki bir
  7924. ordu o zamanlar Osmanlı eyaleti olan Mısır’a girerek ülkeyi kolayca ele geçirdi
  7925. ama Fransız işgalini Filistin’e kadar genişletme girişimi başarılı olmadı. 1801
  7926. yılında Fransızlar Mısır’dan çekildiler. Bu sonuç, Mısırlılar’dan da, Türklerden
  7927. de kaynaklanmıyordu, mücadele Fransız ve İngiliz güçleri arasındaydı.Yerel
  7928. öğelerin etkisi bunlara oranla daha azdı. Kısa süren Fransız işgalinden sonra,
  7929. Mısır tekrar Türk yönetimine girdi. Fransız işgali ile Batılı bir devletin küçük bir
  7930. ordusunun bile Ortadoğu'nun önemli topraklarından birini kolayca ele
  7931. geçirebileceği anlaşıldı. Ayrıca Fransızların Mısır’dan çıkışı yine yalnızca başka
  7932. bir Batılı devletin onları çıkartabileceğini gösterdi. Bu çifte ders, daha sonraları
  7933. çok kötü sonuçlar doğurabilecek bir durumu işaret ediyordu.
  7934. Batı Avrupa ülkeleri, XIX. yy’ın ilk yansında Ortadoğu’da daha çok ticaretle
  7935. ve diplomasiyle, özellikle de kendi aralarındaki rekabetlerle ilgilendiler.
  7936. Ortadoğu’daki etkinlikleri, genellikle içişlerine önemli oranda müdahale
  7937. gerektiriyordu ancak merkezi topraklara saldırmıyorlar, bölgeyi kenarlarından
  7938. kemirmekle yetiniyorlardı. Fransızlar, Ruslar ile Türkler arasında imzalanan
  7939. Edime Antlaşmasından bir yıl sonra, 1830 yılında, o zaman Osmanlı
  7940. hakimiyetinde özerk bir hanedanın yönettiği Cezayir’i işgal ve ilhak ettiler. O
  7941. sıralarda İngilizler de Arabistan civarına yerleşiyorlardı. 1839 yılında, Hindistan
  7942. yolundaki önemli bir kömür ikmal istasyonu olan Aden işgal edildi. Benzer
  7943. stratejik ve ticari endişelerle İngilizler de Basra Körfezine yerleştiler. 1853
  7944. yılında yerel hükümdarlarla yapılan antlaşmayla bu yerleşme tamamlanmış oldu.
  7945. Ruslar, yüzyılın ortalarında tekrar Osmanlı İmparatorluğu’na yüklenmeye
  7946. başladılar ve 1853 Temmuz’unda kargaşa içindeki diplomatik bir bunalım
  7947. sırasında Tuna prensliklerini işgal ettiler. Fransa ile İngiltere Osmanlı
  7948. İmparatorluğu’nu destekledi. Rusya’ya karşı 3854 yılının Martı ayında bir ittifak
  7949. kuruldu ve iki yıl süren Kırını Savaşı Paris Antlaşması ile sona erdi.
  7950. Rusya;birtakım ödünlerin yanı sıra, topraklarından da vermek zorunda kaldı.
  7951. Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa Birliği’ne alınması, toprak bütünlüğüne ve
  7952. bağımsızlığına saygı gösterilmesi kabul edildi. Bu, Batı Avrupalı müttefiklerin
  7953. Türk imparatorluğu topraklarında çok sayılarda yer aldıktan ilk savaştı. Batı ile
  7954. bu doğrudan ilişki ileride çok önemli değişikliklere yol açtı.
  7955. Ruslar Ortadoğu’da duraklayarak dikkatlerini Orta Asya’ya yönelttiler ve
  7956. orada çok ilerlediler. Hazar Denizi doğusunda Çin sınırına kadar olan bölge
  7957. yüzyıllardan bu yana Buhara Emirliği, Hokand ve Hive Hanlıkları olmak üzere
  7958. üç İslam Türk devleti arasında paylaşılmıştı. Bunlar askeri seferler sonunda hızla
  7959. Rus denetimine girdiler. Bölgenin bir bölümü ilhak edilirken, kalan bölümü de
  7960. Rus işgali ve korumasındaki “yerel beylerin yönetimine bırakıldı.
  7961. Ruslar’ın Karadeniz’deki etkinlikleri 1856 yılındaki barış antlaşmasıyla
  7962. kısıtlanmıştı. Avrupa Fransa-Prusya savaşıyla ilgilenirken, 1870 yılında, Ruslar
  7963. bunu fırsat bilerek kısıtlamalardan kurtuldular. Rusya’nın Osmanlılar üzerindeki
  7964. baskıları açısından da yeni bir dönem başladı ve 25 Nisan 1877’de savaş çıktı.
  7965. Türkler, merkezdeki meşrutiyet krizi ve taşradaki isyanlarla uğraştıkları için Rus
  7966. ordularının ilerlemesine karşı koyamadılar. Ruslar başkentten birkaç kilometre
  7967. uzaktaki Ayastefanos’a (Yeşilköy) kadar girerek Padişah ile çok ağır bir
  7968. antlaşma yaptılar. Osmanlı İmparatorluğu, Ban, özellikle de İngiliz diplomasisi
  7969. sayesinde kesin bir felaketten kurtuldu. Ruslar’ın Osmanlılar aleyhine yayılması
  7970. 1878 yılındaki Berlin Antlaşması ile sınırlandı.
  7971. Ruslar, tekrar doğuya yönelerek 1881 yılında ilerlemeye başladılar ve
  7972. Kafkasya’ya sınır bölgelerini ilhak ettiler. Rus orduları bu on yıl süresince Hazar
  7973. Denizi ile Amu Derya arasındaki yerlerin denetimini ele geçirdiler. 1884 yılında
  7974. Merv’i alarak Rus imparatorluk gücünü İran ve Afganistan’ın Orta
  7975. Asya sınırlarına dek genişlettiler.
  7976. Doğu Avrupa’dan gelen ataklarla doğru orantılı olarak, Batı Avrupa da
  7977. genişliyordu. 1881 yılında Tunus’u Fransızlar, 1882 yılında da Mısır’ı İngilizler
  7978. ele geçirdi. Her iki bölgede de tıpkı Rus Orta Asyası’ndaki gibi siyasi sistemler
  7979. ve yerli monarşiler olduğu gibi korundu. Ancak askeri işgalle birlikte genel
  7980. bir siyasi ve ekonomik denetime girdiler.
  7981. Ortadoğu’daki İngiliz diplomasisi Hindistan yolundaki yabancı tehditleri için
  7982. bir kalkan şeklinde “Osmanlı İmparatorluğu’nun bağımsızlığım ve bütünlüğünü
  7983. koruma” ilkesine dayanıyordu ama saldırılar sürüyordu. Fransızlar ve az da olsa
  7984. Ruslar Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir yer kazandılar. 1880 ^yılından
  7985. sonra, İngiltere’nin en büyük rakibi olan Almanya da Ortadoğu’ya, giderek artan
  7986. bir ilgi duymaya başladı. Alman hedeflerinin art arda gelen Osmanlı rejimleri
  7987. tarafından kabul edilmesi İngilizleri huzursuz ediyordu. Alman sanayicileri ve
  7988. maliyecileri çeşitli ödünler elde etmişlerdi. Osmanlı ordusu, Alman subayları
  7989. tarafından eğitiyor ve yeniden yapılandırılıyordu. İmparatorluğun Asya
  7990. topraklan Alman bilim adamları ve arkeologları tarafından araştırılıyordu.
  7991. Berlin’i İstanbul, Halep, Bağdat ve Basra yoluyla Basra Körfezi’ne bağlayacak
  7992. olan ünlü Bağdat Demiryolu çalışmalarına 1889 yılında başlandı.
  7993. İngilizler’in başlangıçta geçici olmasını planladıktan Mısır işgaline devam
  7994. etmelerinin en önemli nedeni, kuzeyden gelen Alman tehdidi olmuştur. Aynı
  7995. endişelerle, 1907 yılında İran'ın Rus ve İngiliz etki alanlarına bölünmesi için
  7996. Rusya ile anlaşma yapıldı. Bu anlaşma, Almanya'nın Osmanlı Irağı’ndan doğuya
  7997. ve güneye daha çok ilerlemesini engellemeyi amaçlıyordu.
  7998. 1911 yılında, Ruslar’ın İran’ın kuzey eyaletlerini ele geçirmeleri yeni bir
  7999. ilerleme döneminin başlangıcı oldu. I. Dünya Savaşı’nın başlayana kadarki
  8000. süreçte, bazı direnişler olsa da, İran, Rus hakimiyetine girdi. Fransızlar da bu
  8001. sırada Fas’taki etkilerini genişleterek 1912 yılında bir manda kurdular. İtalya,
  8002. Fransızların Tunus’u ele geçirmeleri ve Fas’ta ilerlemeleri karşısında
  8003. telaşlanarak, 1911 Eylülünde Osmanlı İmparatorluğuna savaş ilan etti.
  8004. Sonrasında Osmanlılar, Trablus ve Cyrenaica eyaletlerini ilhak ettiler ve her ikisi
  8005. de İtalyan sömürgesi haline geldiler.
  8006. Artık İslami Ortadoğu XVI.yy’dan beri Avrupa'nın yayılmasıyla iki taraflı
  8007. olarak kıstırılmıştı. Kuzeyden Ruslar, Türkiye ve İran’ı kıstırırken. Batı
  8008. Avrupalılar da Afrika’nın etrafından dolaşarak Akdeniz’i aşıp Arap dünyasına
  8009. ulaşmışlardı.
  8010. 15. BÖLÜM
  8011. DEĞİŞİM
  8012. Ortadoğu’da Avrupa’nın siyasi ve ekonomik etkinliği aynı dönemde büyük
  8013. ölçüde artmıştı. Bu artış, askeri ve siyasi konulardaki gibi öncelikle bozulan güç
  8014. dengesine bağlıydı. XIX. yy’da Ortadoğu, Batı ve Doğu Avrupa ile
  8015. karşılaştırıldığında XVI. yy’daki ihtişamlı dönemine göre oldukça güçsüz
  8016. durumdaydı.
  8017. Bu duruma neden olan pek çok şey bulunmaktadır. Avrupa ile ilişkilerinde,
  8018. Ortadoğu, savaşın hızla yarattığı karmaşa ve silahlanma gerekliliği yüzünden
  8019. artan bir maliyetle karşı karşıyaydı. XVI-XVII. yy’daki yüksek enflasyon
  8020. ekonomiyi etkilemiş, sonrasında, da fiyat artışları sürmüştü. Dış ticaret,
  8021. Güney Afrika, Güney Asya ve Atlantik deniz ticaret yollan nedeniyle sarsılmış,
  8022. transit ticaretin düşmesi de Ortadoğu bölgesinin önemini azaltmıştı. Osmanlı
  8023. İmparatorluğu’nun doğusundaki ülkelerle ticaret dengesinin bozulması,
  8024. Hindistan ve İran’a doğru al-tin ve gümüşün akışının artması başka bir etkendi.
  8025. Bu süreçlerin hızlanmasında, Ortadoğu’nun nakliyat, sanayi ve tarım açısından
  8026. teknolojik olarak gelişmemiş olması da büyük rol oynuyordu.
  8027. Öte yandan toprak mülkiyeti sisteminde de değişiklikler olmuştu. Devlet,
  8028. yönetim ve savaş için artan nakit gereksinimini karşılamak üzere geleneksel olan
  8029. askeri tımar sistemini terk etmek zorunda kalmıştı. Bunun yerine iltizam
  8030. .sistemini uygulamaya başlamışa ama bu sistemin de hem taşrada hem de
  8031. merkezde ters bir etkisi olmuştu. Özellikle XVIII. yy’da köyler başta olmak
  8032. üzere nüfusta görülen hızlı azalış bir diğer değişikliktir. Türkiye, Suriye ve Mısır
  8033. nüfuslarının 1800’de 1600’dekinden daha az olduğu belgelerden anlaşılmaktadır.
  8034. XVI. yy sonuna doğru fiyatlar büyük ölçüde artmaya başlamıştı. Bu durum,
  8035. Amerikan altın ve gümüşünün gelmesinin Ortadoğu’daki yıkıcı etkisinin bir
  8036. görünümüydü. Osmanlı İmpara-torluğu’nda bu değerli madenleri alma gücü
  8037. Batı’dakinden çok, îran ve Hindistan’dakinden azdı. İran ipeği başta olmak
  8038. üzere, İran ürünleri, Osmanlı topraklarında da, Avrupa’da da çok ilgi görüyordu.
  8039. Ancak Avrupa’da herhangi bir Osmanlı ürününe böyle bir ilgi söz konusu
  8040. değildi. Avrupa’ya ihraç edilen başlıca ürünler tahıl ve tekstil ürünleriydi.
  8041. Eskiden genellikle üretim mallarından oluşan tekstil ticareti azalmıştı.
  8042. Ortadoğu’dan Avrupa’ya yalnızca pamuklu bez ihracatı bir dönem
  8043. sürmüştür. Artık tekstil ürünleri ve Hint kumaşlarının ihracatı durmuş, durum
  8044. tersine dönerek, Avrupa’dan Ortadoğu’ya ithalatı başlanmıştı. Avrupa’da tekstil
  8045. ürünlerinin hammaddesi, pamuk, moher ve ipek çoğunlukla İran’dan ithal
  8046. ediliyordu. Osmanlı belgelerine göre, Batı’dan altın ve gümüş ithal edildiği
  8047. halde, para basmak için bile ülkede yeterli değerli maden bulunmuyordu.
  8048. Batı’dan alınan yeni tahıllar tarıma az da olsa fayda sağlamıştı ama yine de
  8049. ekonomik ve teknolojik bir duraklama vardı. Ortadoğu ülkelerinde Avrupa’daki
  8050. tarım devrimi yaşanmamış ve Avrupa sanayi devrimi hiç yansımamıştır. XVIII.
  8051. yy ortaları-na dek Ortadoğu sanayisinde gelişme görülmüş ama herhangi bir
  8052. teknolojik gelişme olmadan el zanaatları ile sınırlı kalmıştır.
  8053. Silah yapımı ve gemi inşası, teknolojide ilerlenmemiş olmasının en önemli
  8054. iki göstergesiydi. XVIII. yy’da Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı denizcilik
  8055. mühendislerinden faydalanmış ve İsveç ve Amerika Birleşik Devletlerinden sivil
  8056. ve askeri amaçlı tekneler satın almıştı. İmparatorluk topraklarındaki su kanalı ve
  8057. yol ağını geliştirmek için de girişimleri olmamıştır.
  8058. Ticaretle ilgili şarlar da Osmanlı İmparatorluğu ve öteki Ortadoğu devletleri
  8059. aleyhine değişiyordu. Ortadoğu, açılan ve gelişen Okyanus yollarından
  8060. etkilenmemiş, Osmanlı İmparatorluğu için başlıca vergi geliri ve hammadde
  8061. kaynağı durumundaki İran ipek ticareti, büyük oranda Batı Avrupalı tüccarların
  8062. kontrolü altına girmişti. Benzer değişikliklerle Karadeniz’de de Türkler güçsüz
  8063. duruma düşüyordu. Rus gücünün Kuzey kıyısında yayılması nedeniyle
  8064. bölgedeki Doğu Avrupa ticareti büyük oranda artmıştı. Rus tüccarlar ve
  8065. denizciler, Küçük Kaynarca Antlaşması ile kazandıkları ticari haklar sayesinde
  8066. doğrudan Osmanlı tebaasıyla çalışmaya başlamışlar ve Türk başkentine hiç
  8067. gitmeden Boğazlar’dan geçip Akdeniz’e gitme olanağı elde etmişlerdi. Çok
  8068. geçmeden öteki Avrupa devletleri de kendileri için Ruslar’ın kazandıkları haklan
  8069. isteyip aldılar. Karadeniz ticaretini Avrupalılar’a, özellikle de Yunanlılar’a
  8070. kaptıran Türklerini Avrupa ticaretindeki paylan da çok düşmüştür. İngiltere ile
  8071. ticaretleri XVII. yy ortasında onda bir, XVIII. yy sonunda yüzde bir, Fransa ile
  8072. ticaretleri de XVI. yy sonunda yüzde elli, XVIII. yy sonunda ise yirmide bir
  8073. oranında azalmıştır. Bununla birlikte, Avusturya ve Fransa başta olmak üzere
  8074. ithalatta büyük ölçüde artış olmuş, ucuz ve kimi zaman daha iyi olan Avrupa
  8075. mallan yerli malların büyük bölümünü piyasadan çıkarmıştır.
  8076. Bu dönemde Avrupa’da Osmanlı tarım ürünleri, özellikle Hıristiyan Balkan
  8077. eyaletleri ürünleri için yeni piyasalar açılmaya başlamıştır. Bu durum, Osmanlı
  8078. nüfusu için ciddi toplumsal sonuçlar doğurmuştur. Çoğu Müslüman olan esnaf
  8079. ve zanaatkarlar, geleneksel zanaatların azalması nedeniyle niteliksiz işçi haline
  8080. gelmişlerdir. Öte yandan, çiftçiler, tüccarlar ve nakliyeciler olarak Hıristiyan
  8081. azınlıklar için yeni olanaklar doğmuştur. Bunlar, ticaret yaptıkları Avrupa
  8082. devletlerinin yakınlıkları, teşvikleri ve bu yeni durum sayesinde servet,
  8083. beraberinde eğitim,dolayısıyla da etkinlik ve güç elde etmişlerdir.
  8084. Arap eyaletlerinde meydana gelen ekonomik çöküş Osmanlı İmparatorluğu
  8085. ’nda olduğundan çok daha da ağır olmuştur. Suriye, Irak ve Mısır’da hem tarım
  8086. ara2isi hem de nüfus büyük ölçüde azalmıştır. Nüfus azalması şehirlerde görülse
  8087. de, daha çok kırsal kesimde olmuştur. Ayrıca, sanayide de gerileme olduğu
  8088. anlaşılmaktadır. Şehirlerdeki zanaatkar sayısı ve üretim kaliteleri düşmüş; çoğu
  8089. büyük liman da önemini yitirmiştir.
  8090. Ortadoğu’da oluşan bu değişikliklerin nedenleri arasında çoğunlukla otorite
  8091. eksikliği, kısmen siyasi nedenler, bir ölçüde bağımsız yerel yöneticilerin çıkması
  8092. ve yerli göçebelerle ithal askerlerin taşrada yol açtıkları ciddi hasarlar yer
  8093. almaktadır. Yönetici askeri ve bürokrat gruplar çoğunlukla yerel ekonomik
  8094. gelişmelere ilgi göstermişler, az da olsa sarf ettikleri çabalarsa Avrupa’nın
  8095. ekonomik çıkarları yüzünden engellenmiştir. Bu çöküş bir ölçüde ekonomik
  8096. nedenlere, çoğunlukla da maden, su ve kerestenin eksik oluşuna bağlıydı.
  8097. Enerjinin ve yakıtın azlığı nedeniyle sanayinin, nakliyenin ve önemli
  8098. teknolojilerin gelişmesi sınırlı olmuştur. Ortadoğu, hayvan kullanımını
  8099. kolaylaştıran gelişmiş koşum teknikleri, yel ve su değirmeni gibi ilk teknolojik
  8100. gelişmelerden pek etkilenmemiş ve bu konularda Avrupa’dan oldukça gerilerde
  8101. kalmıştır.
  8102. Osmanlılar’daki gerilemenin nedenleri iç değişikliklerle birlikte, Batı’daki
  8103. yaşanan bilim ve teknolojideki, savaş ve barış sanatlarındaki, ticaret ve devlet
  8104. yönetimindeki hızlı ilerlemelere ayak uyduramamış olmalarıdır. Türk liderler, bu
  8105. durumun farkındaydılar ve sorunun çözümüne yönelik birtakım düşünceleri
  8106. vardı. Ne var ki yeni düşünce ve yöntemlerin benimsenmesi konusundaki büyük
  8107. ideolojik ve kurumsal engellerle baş edemiyorlardı. Bu konuda, ünlü bir Türk
  8108. tarihçisi şunları söylemiştir: “Bilimsel dalga, hukuk ve edebiyat engellerine
  8109. çarparak kırıldı."Yeniliklere ayak uyduramayan Osmanlı İmparatorluğu,
  8110. Sovyetler Birliği gibi onlar tarafından yok edilmiştir.
  8111. Osmanlılar ile Sovyetler Birliği’nin kaderinin karşılaştırmasında liberalizmin
  8112. patlayıcı güçleri, eski ideolojilerin iflası, eski siyasi yapıların çökmesi ve
  8113. milliyetçilik gibi ideolojik ve siyasi konular dikkat çekicidir. Tüm bu konularda
  8114. Ruslar da, Türkler’in geçtikleri yollardan geçmişlerdi ve onların da milli
  8115. tarihlerinde yeni bir sayfa açacak bir Mustafa Kemal Atatürk’e ihtiyaçları vardı.
  8116. Osmanlılar’daki gerilemede farklı bir yan söz konusudur. Ortadoğu’daki
  8117. ekonomik güçsüzlük, Sovyetler Birliği’ndeki gibi merkezi denetimin aşırılığına
  8118. bağlı değildi. Aksine, bu şekilde bir denetim neredeyse hiç bulunmuyordu.
  8119. Kısmen taşra ve lonca pazarları düzeyinde bazı ekonomik düzenlemeler olsa da,
  8120. Osmanlılar ekonomik gücün kullanılması ve seferber edilmesi konusunda, Batı
  8121. Avrupa’nın epeyce gerisinde kalmışlar daha çok tüketim toplumu haline
  8122. gelmişlerdi.
  8123. Üretime yönelik olarak, Batı’da merkantilizmin ortaya çıkması, Avrupa
  8124. ticaret şirketleri ile onları teşvik edip koruyan devletlerin, gerçekte pazar
  8125. güçlerinin herhangi bir kısıtlama olmadan işlemekte olduğu Doğu’da benzersiz
  8126. olan ve tanınmayan ekonomik enerjilerini yaygınlaştırmalarını ve bir ticari
  8127. örgütlenmeye kavuşmalarını sağlamıştır. Artık Batılı ticaret şirketi, ticarete
  8128. destek olan hükümetlerin de yardımları sayesinde yeni bir güç olmuştu. Batılı
  8129. tüccarlar, sonra üreticiler, daha sonra da hükümetler, ekonomik güç ve iradede
  8130. artmaya başlayan eşitsizlik sayesinde, Ortadoğu pazarlarım ve sonuçta en
  8131. büyük Ortadoğu üretim sektörlerini neredeyse mutlak bir denetim altına
  8132. almışlardır.
  8133. Bu dönemdeki tekstil ticareti, Batı’daki ilerlemeden etkilenmiştir. İran ve
  8134. Osmanlı imparatorluklarının limanlarına İngiliz tüccarlar tarafından, artan
  8135. miktarlarda Hint pamuklusu ve başka kumaşlar getirilmiştir. Daha ucuz ve daha
  8136. saldırgan yöntemlerle pazarlanan Batılı ürünler, eskiden Batı’da çok ilgi gören
  8137. Ortadoğu tekstillerini önce dış, sonra da iç pazarlardan çıkarmıştır. Bu ticari
  8138. ilişkideki değişikliği Ortadoğu'nun geleneksel alışkanlığı olan kahve ile
  8139. açıklayabiliriz. Kahve ve onu tatlandıran şeker Avrupa’ya Ortadoğu’dan
  8140. gitmiştir. Hollandalılar, XVII. yy’ın son çeyreğinde Cava’da Avrupa pazarlan
  8141. için kahve üretiyorlardı. Fransızlar da Osmanlı İmparatorluğu’na Batı
  8142. Hint sömürgelerinden kahve ihracatı yapıyorlardı. 1739 yılında Batı Hint
  8143. kahvesi, doğuda Erzurum’a dek gitmişti. Batı’nın sömürge kahvesi daha ucuz
  8144. olduğu için Kızıldeniz. bölgesinden gelen kahve çok büyük ölçüde azalmıştı.
  8145. Aslında bir Doğu icadı olan şeker, ilk kez Hindistan ve İran’da rafine
  8146. edilmişti. Kuzey Afrika, Mısır ve Suriye’den Avrupa’ya ithal ediliyordu ve
  8147. Araplar tarafından İspanya ve Sicilya’ya da götürülmüştü. Burada Batı Hint
  8148. sömürgeleri de iyi bir fırsat yakalamışlardı. Colbert’in emriyle 1671 yılında
  8149. Fransızlar Marsilya’da bir rafineri kurdular ve oradan sömürge şekerini Osmanlı
  8150. İmparatorluğu’na ihraç ettiler. Batı Hint kahvesi daha acı olduğu için Türkler
  8151. şeker kullanmaya başladılar ve tüketim de çok büyük miktarlarda arttı. Mısır
  8152. şekeri kullanıyorlardı ama Batı Hint şekeri çok daha ucuz olduğu için kısa
  8153. sürede Ortadoğu pazarını ele geçirdi. Bir Arap ya da Türk’ün XVI-II. yy
  8154. sonlarında içtiği bir fincan kahve ve şekeri Avrupa sömürgeleri üretmiş ve ithal
  8155. etmiş oluyordu. Yerel kaynaklar yalnızca sıcak suyu sağlayabiliyordu ve XIX.
  8156. yy’da Avrupa şirketlerinin Ortadoğu şehirlerinde kurdukları yeni tesislerden
  8157. sonra bu da şüpheli oldu.
  8158. Batı’nın Ortadoğu’daki ekonomik egemenliği çeşitli biçimlerde desteklenmiş
  8159. ve devam etmiştir. Ortadoğu ürünlerinin Batıya ithal edilmesi, koruyucu
  8160. gümrüklerce kısıtlanmış ve kimi zaman de engellenmiştir. Ancak Ortadoğu’daki
  8161. Ban ticareti sınırsız ve serbest giriş sağlayan kapitülasyon sistemi ile
  8162. korunmuştur. Osmanlılar döneminde, “Kapitülasyon” (Latince liste anlamına
  8163. gelen; “bölüm”; capitula), Osmanlı ve öteki Müslüman hükümdarlar tarafından
  8164. Müslüman ülkelerinde Hıristiyan devletlerinin tebaalarına tanınan iskan ve
  8165. ticaret hakkı aynca-lığı için kullanılırdı. Onlar Müslüman olmayan tebaanın
  8166. vergilerinden muaftı. Bu gibi ayrıcalıklar XTV-XV. yy’da İtalyan denizci
  8167. devletlerine verilmişti. Bu ayrıcalıklar, XVI. yy’da Fransa’ya (1569), İngiltere'ye
  8168. (1580) ve başka ülkelere de verildi. 1580 yılındaki bir İngiliz kapitülasyonunda
  8169. şu hükümlere yer verilmiştir:
  8170. 2
  8171. . .Müslüman İmparatoru Sultan Murad Han, İngiltere Kraliçesi Elizabeth
  8172. ‘e dostluğumuzu göstermek üzere, Kraliçe ’nin tebaasının ve halkının
  8173. ülkemizde güven içinde mallarını ve diğer eşyalarını büyük ve küçük gemilerle
  8174. ve karadan araba ve kervanlarıyla getirebileceklerini, kendilerine bir zarar
  8175. verilmeyeceğini, kendi ülkelerinin geleneklerine göre hiçbir güçlükle
  8176. karşılaşmadan mal alıp satabileceklerini... Burada yerleşecek ya da buradan
  8177. geçecek, evli olan ya da olmayan bir İngiliz'in kelle vergisiya da başka bir
  8178. vergi ödemeyeceğini... Ingilizlerin arasında bir anlaşmazlık çıkarsa kendi
  8179. elçiliklerine başvurabileceklerini... Bu anlaşmayı ve kutsal barışı İngiliz
  8180. Kraliçesi koruduğu ve uyguladığı sürece bizim de aynısını yapacağımızı
  8181. bildiririz.. "
  8182. Bu ilişki ticaretle birlikte başka şeyler de içeriyordu. Arşiv dairesindeki pek
  8183. çok belgeden birisi olan Sultan III. Murad’ın 1590 Haziran’ında Kraliçe I.
  8184. Elizabeth’e gönderdiği mektubun sonu şöyledir:
  8185. 3
  8186. “Daima çatışmada olduğun İspanyol kafirlerine saldırdığında, Allah ’nın
  8187. yardımıyla zafer kazanacaksın. Bizi gerektiğinde işlerinden haberdar etmeyi
  8188. ihmal etme. Allah 'a şükürler olsun ki, biz de boş durmayacak, zamanı
  8189. geldiğinde kafir İspanyollar’ı rahatsız etmek için gerekli önlemleri alacağız ve
  8190. mutlaka size yardım edeceğiz."
  8191. Kapitülasyonlar, Müslüman devletlerinin daha da zayıflaması ve Hıristiyan
  8192. komşularıyla ilişkilerindeki değişiklikler yüzünden, başlangıçta amaçlandığından
  8193. daha çok ayrıcalık içerir olmuşlardı. XVIII. yy sonu ile XIX. yy başında bir
  8194. Avrupa devletinin koruması mali ve ticari büyük avantajlar sağlıyordu ve bu
  8195. uygulama çok artmıştı. Daha da ileri gidilerek, Avrupa diplomatik misyonları
  8196. kapitülasyon haklarını aşıp koruma belgeleri olan beratlar dağıtmışlardı.
  8197. Başlarda bu belgeler, Avrupa konsolosluklarının yerel halk arasından seçtikleri
  8198. memur ve ajanları korumak içindi ama kısa sürede pek çok yerel tüccara verilir
  8199. ya da satılır oldu. Onlar da korunmuş ve ayrıcalıklı bir statü kazanmış oldular.
  8200. Böyle kötü kullanımı engellemek için Osmanlı yetkilileri boşuna uğraştılar.
  8201. Sultan III. Selim, XVIII. yy sonları ile XIX. yy başlarında Avrupa devletlerinin
  8202. konsoloslarıyla baş edemeyince katılarak Müslümanlar’a değil ama Osmanlı
  8203. Hıristiyan ve Musevi tüccarlarına berat verdi. Bu beratlarla belirli ticari, hukuki
  8204. ve mali ayrıcalıklar, bağışıklıklar ve Avrupa ile ticaret hakkı tanınıyordu.
  8205. Osmanlı tebaasını yabancı tebaalarla neredeyse tümüyle eşit düzeye getirmeyi
  8206. amaçlıyordu. Bu durum yeni bir ayrıcalıklı sınıfın ortaya çıkmasına yol açtı.
  8207. Osmanlı Rumları denizcilik yetenekleri ve olanaklarıyla giderek daha üstün bir
  8208. duruma ulaştılar. Bu sistem XIX. yy başında Müslüman tüccarlar arasında da
  8209. yayıldı ancak çok az tüccar faydalanabildi.
  8210. Tarih boyunca daha karmaşık ve hareketli yapısı olan bir toplumun ticari
  8211. etkisiyle canlanan daha basit ekonomi örnekleri de bulunmaktadır.
  8212. Ortadoğu’daki örnekleri değişikliklerden faydalanan yabancılar ve ajanlardı.
  8213. Yabancı olanlar Avrupalılar idi, ancak Müslüman ülkelerde dini azınlıkların
  8214. üyeleri baş aktörlerdi ve çoğunluk toplumu onları marjinal bulurdu. Bu durumu,
  8215. Türkçe'de Avrupalı yabancılar için kullanılan “Frenkler” ve Avrupalılaşmış olan
  8216. yerli Levanten nüfus için kullanılan “tatlısu Frenkleri” terimleri de
  8217. göstermektedir.
  8218. XX. yy başında, azınlıkların ve yabancıların mali konularda ağırlıkları
  8219. oldukça fazlaydı. 1912 yılındaki bir listede, İstanbul’daki kırk özel bankacıdan
  8220. on ikisi Ermeni, on ikisi Rum, sekizi Musevi ve beşi Levanten ya da Avrupalı
  8221. idi. Yine başka bir listede, İstanbul’daki otuz dört borsacıdan on sekizi Rum,
  8222. altısı Musevi, beşi Ermeni idi ve hiç Türk yer almıyordu.
  8223. Ermeniler, Rumlar ve Türk Musevileri’ni komşularından ayıran yalnızca
  8224. dinleri değil, dilleriydi de. Arapçanın konuşulduğu ülkelerde böyle bir ayrım
  8225. yoktu. Museviler ve Hıristiyanlar, Müslüman komşularıyla aynı dili, Arapçayı,
  8226. konuşuyorlardı. 1830’lardan sonra Beyrut limanında ve çevresinde yeni
  8227. Hıristiyan ticari buıjuvazisinin ortaya çıkıp gelişmesi bu durumun bir sonucudur.
  8228. Böylece yüzyılın ortalarına doğru, öğrenim görmüş, varlıklı ve Arapça konuşan
  8229. yeni bir orta sınıf doğmuştur. Bu sınıfın Hıristiyan kimlikleri yüzünden önemli
  8230. bir toplumsal ya da siyasi rolü olmamıştı ama Arapçayı çok iyi kullandıkları için
  8231. Arap kültürünün canlanmasında çok ciddi katkılan olmuştur.
  8232. Ortadoğu ülkelerinde Batı sızmasının ikinci yolu, iktidar ve etkinlik
  8233. makamlarına gelen dini azınlıklardı. Ruslar, Küçük Kaynarca Antlaşmasının
  8234. ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortodoks Hıristiyan toplumu üzerinde bir
  8235. ölçüde hamilik elde etmişlerdi. Nüfusunun çoğunluğu Ortodoks
  8236. Hıristiyanlar, Yunan ve Balkan eyaletlerinden oluşturuyordu ve bunlar Suriye’de
  8237. ve Anadolu’da önemli azınlıklardı. Çarların Ortodokslar üzerindeki hamiliği,
  8238. Ruslar’a Osmanlı nüfusunun önemli bir unsuru üzerinde büyük etkinlik
  8239. veriyordu. Benzer bir hamiliği sultanın Katolik tebaası üzerinde de Fransızlar
  8240. elde etmişlerdi. Sayıları Ortodoks Hıristiyanlar’dan az olmasına karşın,
  8241. önemliydi. Lübnan’daki önemli Maruni kilisesi de aralarında bulunuyordu.
  8242. İngiltere, koruyacak bir dini azınlık bulamadığından, Rus ve Fransız rakiplerine
  8243. göre oldukça avantajsızdı. Protestan topluluklar, İngiliz, Amerikan ve Alman
  8244. misyonerler tarafından sayılan arttırılmaya çalışılsa da, önemsiz derecede azdı.
  8245. Zaman zaman İngiliz dış işleri bakanları İngiliz korumasını Museviler ya da
  8246. Dürziler gibi gruplarda yaygınlaştırmayı denemişlerdir. Benzeri bir dezavantajlı
  8247. durumdaki, Protestan güç olan Almanya, bu durumu korumasını Osmanlı
  8248. İmparatorluğu’nun tamamına genişleterek avantajlı hale getirdi.
  8249. Dini koruma çeşitli yollarla yapılıyordu. Korunan dindeki Osmanlı
  8250. tebaasının refahları ve çıkarları korunuyordu. XIX. yy’da Osmanlılar’ın güçten
  8251. düşmesi ve Avrupalılar’ın kapitülasyon sistemiyle oluşturdukları zor şartlar
  8252. içinde bu neredeyse Osmanlı içişlerinin her alanına sınırsız müdahale hakkı
  8253. anlamına gelmeye başlamıştı. Osmanlı Musevileri’nin ve Hıristiyanları’nın
  8254. eğitim ve dinle ilgili gereksinimleri, misyonlar, okullar ve öteki öğrenim, kültür
  8255. ve toplumsal kurumlar ağı ile gideriliyordu. Bunların pek çoğu Hıristiyan, bir
  8256. bölümü de Musevi kurumlarıydı ve laik olarak kurulan bazıları azınlıkların yanı
  8257. sıra, Müslüman çocukları da kabul ediyordu. Ortadoğu’daki Batı okullarından
  8258. mezun olanlar, yüksek öğrenimlerini de Batı üniversitelerinde yapıyorlardı. XIX.
  8259. yy’ın ikinci yansından sonra, Ortadoğu şehirlerinin bazılarında Batı kolejleri
  8260. açıldı. Hami devletin, kültürel, dolayısıyla da siyasi ve ekonomik etkinliğini
  8261. yaymasında eğitim, önemli bir yol oldu. Fransızlar bu konuda en başarılı
  8262. olanlardı. Onlardan sonra da sırasıyla İtalyanlar, İngilizler, Almanlar ve
  8263. Amerikalılar geliyordu. Rus girişimleri, Ortodoks Hıristiyanlar arasında önemli
  8264. olmakla birlikte, diğerlerine oranla daha azdı. Batı misyonerleri, Müslümanlar
  8265. içinde birkaç mühtedi buldular ama İslam hukukunda din değiştirmenin cezası
  8266. ölüm olduğundan, Hıristiyan nüfus arasında daha başarılı oldular ve bazı
  8267. Ermeni, Ortodoks ve diğer Doğu Hıristiyanları Katolikliğin ve Protestanlığın bir
  8268. mezhebinden ötekine geçtiler.
  8269. Kudüs ve Filistin’deki Hıristiyan kutsal yerlerinin korunması, Avrupa
  8270. devletlerinin dinle ilgi önem verdikleri başka bir konuydu. Bu konudaki
  8271. tartışmalar, yerel kiliselerde yüzyıllarca yapılmıştı. Bu konuda, Türkler hor
  8272. gören ama çoğunlukla etkin arabulucular olarak davranmışlardı. Büyük
  8273. devletlerin kiliselerinin koruyucuları olarak ortaya çıkmalarıyla yerel tartışmalar
  8274. da uluslararası çatışmalar haline geldi ve Kırım Savaşı’nı çıkaran nedenlerden
  8275. biri oldu.
  8276. Kapitülasyonlar sayesinde Osmanlı İmparatorluğu içinde geniş bir yetki alanı
  8277. ve güce sahip konsolosluk ve elçilikler korumayı sağlıyordu. Bunların kendi
  8278. kanunları, mahkemeleri, cezaevleri ve hatta postaneleri bulunuyordu.
  8279. Avrupa, Ortadoğu’daki eğitim girişimlerinde askeri eğilime büyük önem
  8280. veriyordu. Avrupa’nın, askerlik sanatının İslamiyet'inkinden üstün olduğu savaş
  8281. deneyimleri ile görülmüştü. Bu yüzden, İslam devletleri Avrupalılaşın
  8282. öğrencileri olmak zorundaydılar. Bazı Avrupalılar Osmanlı İmparatorluğu’nda
  8283. askeri uzman ve danışman olarak uzun süre kalmışlar ve önemli başarılar
  8284. kazanmışlardı. XVIII. yy sonlarına doğru artık bu tür bireysel çabalar yetersiz
  8285. kalıyordu. 1793 yılının sonbaharında Padişah, bir mesajla Fransa’dan getirtmek
  8286. istediği subay ve teknisyenlerin listesini Paris’e gönderdi. Birkaç yıl sonra
  8287. İstanbul’dan Kamu Güvenliği Komitesi’ne daha uzun ikinci bir liste gönderildi.
  8288. 1796 yılında yeni Fransız elçisiyle birlikte bir grup Fransız askeri uzman geldi.
  8289. 1798-1802 savaşında, Osmanlılar ve Fransa karşı taraflarda oldukları için bu
  8290. işbirliği sona erdi ama daha sonra müttefik olduklarında yeniden başlayarak
  8291. 1806-1807’de Rus ve İngilizler’in açtıkları savaşla en üst seviyeye ulaştı.
  8292. Reformcu sultan II.Mahmud’un, 1830’larda silahlı kuvvetlerini
  8293. modernleştirmek üzere Batılı devletlerden yardım istemesiyle yeni bir girişim
  8294. başladı. 1835 yılında bir Prusya askeri heyetinin, 1838 yılında da bir İngiliz
  8295. denizcilik heyetinin gelmesiyle XIX.yy süresince ve XX. yy başlarına dek
  8296. devam edecek bir ilişki başladı.
  8297. Daha önceleri buna paralel bir gelişme, Mısır’da Osmanlı valisi Mehmed Ali
  8298. Paşa’nın bağımsız bir beylik yaratmaya çalışmasıyla başlamıştı. Mehmed Ali
  8299. Paşa da özellikle Fransız olmak üzere tek tek yabancı askeri ve teknik uzman
  8300. toplamıştı. Napolyon’un son yenilgisinden sonra 1824 yılında, askeri
  8301. personelin çoğunun boşta olduğu Fransa’dan daha sonra gelmeye devam edecek
  8302. heyetlerin ilki olarak bir askeri heyet getirtmişti.
  8303. Avrupa güçler merkezinden uzaktaki İran’da değişiklik daha yavaş olmuştu.
  8304. İngiltere ve Fransa, Avrupa politikasına ilk kez Napolyon döneminde karışmış
  8305. olan İran’ın ordularım eğitmek üzere ilk olarak 1807-1808’de, daha sonra
  8306. 1810’da heyetler göndermişlerdir. Sonrasında da orduda eğitmen olan
  8307. Rus, İtalyan ve Fransız subayların etkileri sınırlı olmuştur. XX. yy’a dek İran
  8308. ordusunun modernleşmesi başlamamıştır.
  8309. Genellikle askeri eğitimciler başta İngiltere, Fransa ve Prusya, sonra da
  8310. Almanya olmak üzere Batı Avrupa’dan gelmiştir. Eğitmenlik yapan bazı
  8311. İtalyanlar da olmuştur. Amerikan İç Savaşı bitince ülkelerinde kendilerine gerek
  8312. kalmayan bazı Amerikalı subaylar, mesleklerini Mısır’da sürdürmüşlerdir.
  8313. Eğitmen ya da danışman olarak Ruslar’ın ortaya çıkmaları ancak XX.yy’da
  8314. görülür.
  8315. Askeri eğitimin sonuçlan önemlidir. Ortadoğulu öğrenciler Batı’nın kara ve
  8316. deniz harp akademilerine giderken, Batılı subaylar ise Ortadoğu kurmay
  8317. okullarında öğretmenlik yapmışlardır. Batılılar danışman ve zaman zaman da
  8318. subay olarak istihdam edilmiş ve Batı’dan malzeme, silah ve teknoloji ithal
  8319. edilmiştir. 1950’lerden sonraki öneme ve düzeye ulaşmamakla birlikte bu süreç,
  8320. XIX. yy ve XX. yy başlarının güç politikaları açısından çok önemlidir.
  8321. Avrupa devletleri, XIX. yy’da uluslararası ticaret ve maliye ağına girmeye
  8322. başlayan Ortadoğu’nun ekonomik iç işlerine doğrudan karışır olmuşlardır. Bu
  8323. durumdan kaynaklanan değişiklikler de Ortadoğu’daki hayatı her yönüyle
  8324. etkilemiştir.
  8325. Yüzyıllardan beri ihmal edilen tarım alanlarının genişletilmesi bu
  8326. değişikliklerden biri olmuştur. Genişleme, güvenlik şartlan genişletilip toprak
  8327. tekrar kazanılarak ve bazı yerlerde yaygın sulama sistemleri kullanılarak kolay
  8328. olmuştur. İhracat amacıyla ipek, pamuk, tütün, kahve, haşhaş, hurma, arpa
  8329. ve buğday gibi ürünler ekilmiştir. Öte yandan tarımın geçim yerine gelir
  8330. sağlamak için yapılması ve bununla birlikte hukuk sistemindeki Batılılaşma
  8331. toprak sahipliğinde önemli değişikliklere yol açmış, toprakta aşiret ya da köy
  8332. sahipliği azalarak Avrupa tipi mülkiyet artmıştır. Bunun için ihtiyaç olan
  8333. sermaye, yurt dışından yatırım ya da borç olarak gelmiş, kapitülasyonlar
  8334. aracılığıyla devlet denetiminden korunan Avrupa şirketleri, Ortadoğu ülkelerinin
  8335. kaynaklarının kullanımına hakim olmuşlardır.
  8336. Yabancıların uzmanlığı ve girişimciliği hizmetlerin gelişmesinde önemli bir
  8337. rol almıştır. Bunlar örnek olarak, Doğu Akdeniz’in başlıca limanları Mısır,
  8338. Türkiye, Suriye ve Irak demiryolları, telgraf, belediye taşımacılığı, su, gaz,
  8339. büyük şehirlerdeki elektrik ve telefon verilebilir.
  8340. Karadeniz ve Ege Denizi’ne İstanbul’u yerel buharlı vapur şirketleri
  8341. bağlıyorsa da, Avrupa ile ilk bağ yabancı denizyolları ile kurulmuştur. 1825
  8342. yılında çalışmaya başlayan bir Avusturya şirketinden sonra, Osmanlı ve Avrupa
  8343. limanları ile imparatorluğun çeşitli limanları arasında taşımacılık yapan Fransız,
  8344. İngiliz, Rus ve İtalyan denizyolu şirketleri gelmiştir. 1837 yılında yeni bir
  8345. önemli gelişme olmuştur: Avrupa, İngiliz vapur seferleri aracılığıyla Süveyş’ten
  8346. İskenderiye ve Hindistan’a önce posta, sonra ürün ve insan taşımacılığıyla
  8347. bağlamıştı. Başlangıçta buharlı vapurlarla iç sularda ve arabalarla yeni açılan
  8348. karayollarında taşıma yapılıyordu. 1851 yılında Mısır demiryollarının yapılması
  8349. ve 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Mısır, yeniden Avrupa ile Güney
  8350. Asya arasındaki başlıca yol ve dünya trafiğinin önemli bir noktası olmuştu. İran,
  8351. o yıllarda Hazar Denizi ve Basra Körfezinde başlayan buharlı vapur seferleriyle
  8352. Rusya’ya da Batı Avrupa’ya da biraz daha yaklaşmıştı.
  8353. Avrupa’nın mali nüfuzu, Kırım Savaşı sırasında yeni bir döneme girdi.
  8354. XVIII.yy sonu ve XIX. yy başında Osmanlı hükümetleri iç borçla para
  8355. sağlamaya çalışıyorlardı. Kırım Savaşı’nın olanakları ve gereksinimleriyle,
  8356. Avrupa para pazarlarından yeni bir tür borç almaya yöneldiler. İlk olarak 1854
  8357. yılında Londra’dan yüzde altı faizle üç milyon sterlin borç alındı; sonraki yıl da
  8358. yüzde dört faizle beş milyon sterlin borç alındı. Daha sonra 1854-1874 yılları
  8359. arasında yaklaşık olarak her yıl alman dış borçlar toplam iki yüz milyon sterline
  8360. ulaştı. Bu dönemde bölgede önemli banka faaliyetleri de olmuştur. Önceki yirmi
  8361. otuz yıl içinde, hem İngiliz hem de başka özel bankacılar çeşitli Akdeniz
  8362. limanlarına yerleşmişlerdi. 1850’lerden sonra önemli gelişmeler oldu.
  8363. Ortadoğu’da Mısır Bankası (1855), Osmanlı Bankası (1856), İngiliz-Mısır
  8364. Bankası (1864), büyük İngiliz, Fransız, Alman ve İtalyan bankalarının şubeleri
  8365. ile başkaları kuruldu. Tümü Avrupalılar’a ait olan bu bankalar, Ortadoğu'nun
  8366. mâliyesine hakim durumdaydılar. I. Dünya Savaşı’ndan sonra açıla-bilen gerçek
  8367. Türk, İran, Arap ve Mısır bankalarının toplam maliye işlerinin önemli bir
  8368. bölümünü denetim altına almaları da ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında
  8369. olmuştur.
  8370. Türkiye riskli ve güçsüz görüldüğü için çoğunlukla borçlar çok ağır şartlarla
  8371. veriliyordu. Genellikle para bütçe açığının kapatılmasına ya da ekonomik
  8372. olmayan kalkınma projelerine harcanıyordu. Bu nedenle 6 Ekim 1875 tarihinde
  8373. ekonomisi çöken Osmanlı devleti anapara ve faizleri ödeyemedi. Avrupalı
  8374. alacaklıların temsilcileriyle yapılan görüşmelerin ardından 20 Aralık 1881
  8375. fermanıyla yabancı alacaklılara karşı sorumlu ve onların yönetiminde olan
  8376. “Düyunu Umumiye İdaresi” kuruldu. Görevi Osmanlılar’ın kamu borçlarının
  8377. ödenmesi için “borcun tamamı ödenene dek” Osmanlı devletinin gelirlerini
  8378. tahsil etmekti. Düyunu Umumiye İdaresi’nde 1911 yılında 8931 kişi çalışıyordu.
  8379. Bu sayı, Osmanlı Maliye Nazırlığı’nda çalışanların sayısından çoktu. Benzer bir
  8380. iflas yaşayan Mısır’da 1880 Likidasyon Yasası ile Mısır’ın toplam gelirinin
  8381. yansı Mısır hükümetinin yönetim harcamaları, yansı da borçların ödenmesi için
  8382. ayrıldı. İki ülkede de bu yüzyılın ilk yıllarında yeni borç anlaşmaları yapıldı ama
  8383. bu kez de alacaklıların yatırımlarım korumak için kurulan bazı kurumlar paranın
  8384. tümünün ya da önemli bir kısmının verimli bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır.
  8385. Bu değişiklikler olurken, Avrupalı girişimcilerin, onların yabancı ve azınlık
  8386. temsilcilerine karşın halkın büyük bölümünün durumu pek değişmemişti.
  8387. Yalnızca bir tek konuda önemli bir değişiklik olmuştu. Yüzyıllardır yaşanan
  8388. gerileme ve durgunluğun ardından, XIX.yy’da nüfusta ciddi bir artış olmaya
  8389. başlanmıştı. Şu veriler bunu açıkça göstermektedir. İstanbul, Anadolu ve
  8390. Adalar’ın nüfusu 1831 yılında 6.500.000, 1884 yılında 11.300.000 ve 1913
  8391. yılında 4.700.000 kişidir. Mısır'ın nüfusu yaklaşık olarak, 1800 yılında 3-
  8392. 500.000, 1846 yılında 4.580.000, 1882 yılında 6.800.000, 1897 yılında 9-
  8393. 710.000 ve 1907 yılında 11.290.000.kişidir. Kırsal kesim ve şehir nüfusunun
  8394. yaşam standartlarında fazla bir gelişme olmadığı gibi gerileme olmuştur.
  8395. Toplumsal açıdan üst sınıflardaki Batılılaşmaya paralel olarak alt sınıflarda
  8396. gelişme olmaması, eski sistemde onları birbirine bağlayan yükümlülük, sadakat
  8397. ve ortak değerler ağını zayıflatarak yeni çatışmalara ve liderliklere yol açmıştır.
  8398. Hıristiyan Avrupa ile karşılaştırıldığında, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi,
  8399. askeri ve ekonomik açıdan güçsüz olması konusunda birçok açıklamalar vardır.
  8400. Büyük keşiflerden sonraki dönemde, Batı dünyasında gerçekleşen büyük
  8401. ilerlemeler ve bunların sonucundaki teknolojik, toplumsal, siyasi ve ekonomik
  8402. değişikliklerden İslam dünyası etkilenmemiştir. Avrupa'nın ilerlemesi tek başına
  8403. yeterli bir açıklama değildir. Osmanlı topraklarında da pek çok güçsüzlük
  8404. belirtileri bulunmaktadır. Bir tarafta, Avrupa devletleri yeni rollerinin devamı
  8405. için güç ve servet kazanırlarken, diğer tarafta padişahlar güçlerinin tamamını
  8406. başkentte vezirlerine ve saray erkanına, taşrada ise özerk ve miras yoluyla başa
  8407. geçmiş olan yöneticilere kaptırıyorlardı.
  8408. Güçleri bu şekilde erirken, diğer yandan da vergilendirme ve toprak
  8409. mülkiyeti sisteminde önemli değişimler oluyordu. Osmanlılar’ın geleneksel
  8410. düzenine göre tımar sahibi olan sipahiler, mali ve askeri bakımdan toprak
  8411. dağıtım sisteminin merkezindeydiler.
  8412. XVI. yy başlarında ve ortalarında sipahi sistemi en üst seviyesine ulaşmıştı.
  8413. Ancak sonralan, XIX. yy başlarında yok olana dek gerilemeye devam
  8414. etmişlerdir. Önemini yitiren sipahilerin yerlerine, kırsal kesimde mültezimler,
  8415. savaş alanlarında ise düzenli askerler geçmiştir. Sipahilerin azledilmeleri ya da
  8416. ölmeleri nedeniyle boşalan tımarlar, yeni sipahilere verilmemiş, mâliyeye daha
  8417. çok vergi geliri sağlamaları için tekrar imparatorluk topraklarına katılmışlardır.
  8418. Ne var ki, genellikle bu gelirler doğrudan devlet memurlarınca toplanmıyor, ilk
  8419. zamanlarda yıllık bir tutar üzerinden bir mültezime satılıyorlardı. Daha sonraları
  8420. iltizamların kötüye kullanmalarıyla süreler uzamış ve sonunda da malikane
  8421. sistemi ortaya çıkmıştır. Bu sisteme göre teorik olarak belirli bir süre için vergi
  8422. toplanıyordu ama uygulamada ömür boyu süren ve satılabilen ya da miras olarak
  8423. kalabilen bir sistem ortaya çıkmıştır. Bu sistem, XVII. yy sonlarına doğru
  8424. imparatorluk eyaletlerinin çoğunda yayılarak, XVIII.yy’da, yok edilmeye
  8425. çalışılmasına rağmen, genel bir uygulama haline gelmiştir.
  8426. Taşranın asıl hükümdarları haline gelen ayan açısından malikane sistemi,
  8427. ekonomik bir temel olmuştur. Merkezi hükümetin güçsüz oluşu ve eyaletlerin
  8428. denetimini kaybetmesi, ayanın siyasi güç kazanmasını, hatta kimi zaman özerk
  8429. yerel hükümdarlar haline gelmelerini sağlamıştı. İltizamlar, devletten satın alma
  8430. ya da bağış yollarıyla, zaman zaman da otoritelere karşı çıkılarak el koyma
  8431. yoluyla toprak mülkiyeti haline getirilmişti.Ayan, zengin toprak sahipleri,
  8432. tüccarlar, bu işin askerlikten daha kârlı ve daha az tehlikeli olduğunu düşünen
  8433. sipahiler, sarayda ve haremde çalışanlar gibi farklı kökenlerden geliyordu. Artık
  8434. ayan, devletin tanıdığı ve kendi temsilcilerini ve liderlerini seçen, mülkiyet
  8435. sahibi bir sınıf olmuştu.
  8436. Ayanın ekonomik gücü arttıkça, yasa ve düzenin sürdürülmesi işlevlerini de
  8437. elde etti, silahlı güçler oluşturdu ve bazıları belirli bölgelerin irsi yöneticileri
  8438. oldular. İstanbul hükümeti de bu gelişmeler karşısında bazı taşra şehirlerinin
  8439. idaresini ve taşra işlerini ayana bıraktı. Ayanm büyüyen gücünden çekinen sultan
  8440. ve hükümeti, 1786 yılında, onları şehir yönetimlerinden azledip yerlerine yeni
  8441. yöneticiler getirmek için uğraştılar ama kısa süre içinde bu çabalarından
  8442. vazgeçerek ayanın yönetimini kabul etmek zorunda kaldılar.
  8443. Artık, ayan bir taşra beyi ve kadısından daha fazlasıydı. Anadolu’daki yerel
  8444. beyler XVII.yy başlarından sonra, çok geniş arazilerin denetimini ele
  8445. geçirmişlerdi. Derebeyi olarak adlandırılan bu beylerin kökenleri farklıydı.
  8446. Aralarında önceleri merkezi hükümetin taşra memurları olanlar ve bölgenin önde
  8447. gelen ailelerinin çocuklan bulunuyordu. Derebeyleri, merkezi hükümet
  8448. tarafından hoşgörüldü, kimi zaman da tanındı ve babadan oğula geçen özerk
  8449. beylikler kurarak padişaha itaatle değil, bir tür vasallıkla bağlandılar. Savaşlarda
  8450. sultanın öteki birlikleri ile birlikte hizmet ettiler. Padişah ordularının büyük
  8451. bölümü zaten bu yan feodal askerlerden oluşuyordu. Babıali bunlara müfettiş ya
  8452. da vali unvanları veriyordu ama onlar aslında kendi topraklarında bağımsızlardı.
  8453. Anadolu’nun neredeyse tamamı XIX. yy başında çeşitli beyliklerin elindeydi.
  8454. Yalnızca Karaman ve Anadolu beylikleri İstanbul’un doğrudan yönetiminde
  8455. kalmışlardı.
  8456. Benzeri bir gelişme Balkan yarımadasında da yaşanmıştı. Vidin valisi
  8457. Pazvanoğlu Osman Paşa ve Yanya valisi ünlü Tepedelenli Ali Paşa gibi yerel
  8458. liderler denetimi ele geçirmişti ve kendi ordularım oluşturup kendi vergilerini
  8459. topluyorlar, kendi adlarına sikke bastırıp yabancı devletlerle diplomatik ilişkiler
  8460. içine giriyorlardı. Ali Paşa’nın sivil memurlarının ve askerlerinin çoğunluğu
  8461. Rumdu. Böylece onlar da bağımsızlığın tadını ve ona kavuşmak için gereken
  8462. beceriyi kazanıyorlardı. İmparatorlukta Arapça konuşulan bölgelerden Mısır,
  8463. neredeyse tümüyle özerk olmuştu. Güney Suriye’de ve Irak’ta merkezi
  8464. hükümetin atadığı valiler, bağımsız hanedanlar gibi hareket ediyor, hatta feodal
  8465. beylerle ve yerel aşiretlerle iktidar savaşlarına giriyorlardı. Arap yarımadasında
  8466. zaten hiç yerleşmemiş olan Osmanlı otoritesi, şimdi de Vahabi dini hareketi
  8467. tarafından başa getirilen Suudi Hanedanı’nın tehdidindeydi.
  8468. XVIII.yy’da saraya ait Enderun okulunda, imparatorluğun yöneticileri ve
  8469. valileri büyük oranda yetişmeye devam ediyordu. Bu okulda Kafkas köleler
  8470. çoğunluktaydı. Ancak buradan, Kafkasyalılar’ın bir zamanlar Balkan
  8471. kökenlilerin tümüyle yönetici seçkinler arasına girdikleri anlaşılmamalıdır.
  8472. Çoğunluğu yerini korumuş olsa da geçmişte köleliğin geçerli olduğu
  8473. öteki alanlardaki gibi, sarayda da Müslüman tebaaya yer açılıyordu. Devşirme
  8474. yönteminin bırakılmasından sonra, yeni kan ancak Kafkas kölelerden
  8475. sağlanıyordu. Devlete hizmet edecek uygun kişilerin sayısı yetersiz olduğu için,
  8476. önceden bu yana birtakım unsurları ayıran engeller küçülerek siviller geçmişte
  8477. askeri ve idari köle seçkinlerinin makamları olan taşra valiliklerine, hatta
  8478. sadrazamlıklara atanmaya başladı.
  8479. XVIII.yy’da Osmanlı sistemindeki sivil meslek yapısı, çoğunlukla
  8480. devşirmelerin soyundan gelenlerin alındığı bürokrasi ve topluca ulema olarak
  8481. adlandırılan dini hiyerarşi olmak üzere iki türdü. Genellikle tüm hizmet
  8482. alanlarında kariyer ve mesleklerin miras yoluyla geçme eğilimi vardı. Bu eğilim
  8483. özellikle de genel güvensizlik döneminde, aile mallarını korumak ve miras
  8484. bırakmak için İslam dini vakıflar yasasını kullanan ulemada vardı. Daha 1717
  8485. yılında usta gözlemci Lady Mary Wortley Montagu bu konuya değinmiştir:
  8486. 4
  8487. "Bu kişiler hukukta da, dinde de eşit ölçüde uzmanlaşmışlardı ve iki bilim
  8488. birbirine karışmıştı :-Tüm kârlı işler ve “din kurumu”gelirleri imparatorluğun
  8489. gerçekten önemli olan bu kişilerinin ellerindeydi. Halkının genel mirasçısı
  8490. olmasına rağmen Büyük Senyör, onların paralarına ve topraklarına
  8491. dokunamazdı ve bunlar kesintisiz biçimde onların çocuklarına miras kalırdı.
  8492. Bu durum, imparatorluğun tüm bilimine ve neredeyse servetinin tamamına
  8493. sahip, bu insanların güçlerini göstermektedir. Devrimlerin aktörlerinin
  8494. askerlerken, aslında gerçek yazarlar bu kişilerdir. ”
  8495. Padişah bu yeni sınıfa taşranın denetimini bırakıyor ve merkezi gücü de
  8496. onlarla paylaşmak zorunda kalıyordu. Bu babadan oğula geçen mülk sahibi ve
  8497. yönetici sınıfın oluşumunu Osmanlı sultanları önlemeye çalıştılarsa da başarılı
  8498. olamadılar.Bu güçsüzlük döneminde, vergi toplayan, adalet dağıtan, toprağa
  8499. sahip olan, taşraya, sonuçta da başkente ve hükümdara hakim olmak amacıyla
  8500. birbirleriyle çarpışan yeni unsurlar ortaya çıkmıştır.
  8501. Osmanlı tarihinin bu aşamasındaki bu gruplar kesin olarak teşhis edilip
  8502. tanımlanamamışlardır. İstanbul’da XVII.yy sonu ve XVIII.yy’da meydana gelen
  8503. olayları etkileyen grupların ve çıkarların çatışmaları çok net olmamakla birlikte
  8504. görülebilmektedir.
  8505. Sonraları Babıali olarak anılan sadrazamlık makamı, bunlardan biridir.
  8506. Sadrazam, padişahın ve İmparatorluk Konseyi’nin gerçek gücü zayıfladıkça,
  8507. otoritenin ve hükümetin etki merkezi haline gelmiştir. Sadrazamın altında güçlü
  8508. bir ortak mesleki bağlılığı olan geniş bir bürokrasi kadrosuyla üst düzey
  8509. memurlar hiyerarşisi yer alıyordu. Genellikle bu makamlara, başkentin,
  8510. kökenleri Balkanlar’a kadar giden büyük yönetici aileleri sahip olmuştur. Aynca
  8511. bu makamlar, başkentin ve taşra şehirlerinin eğitim görmüş, özgür Müslüman
  8512. nüfusu açısından da bir meslek kapısıydı.
  8513. İmparatorluk sarayı, vezirliğin büyük rakibiydi. Mirasla orada da bir
  8514. toplumsal grup oluşuyordu, ancak Afrika’dan ve Kafkasya’dan gelen yeni
  8515. kölelerin güçlü etkinlikleri devam ediyordu. Afrikalılar genellikle hizmet
  8516. işlerinde bulunurlarken, hadımlar büyük güçleri olan makamlara çıkabiliyorlardı.
  8517. Bir hadım olan Kızlar Ağası, Osmanlı sarayının en etkin kişilerinden biriydi..
  8518. Saray ahalisi hükümdarın yanına girebilmek için denetimi elinde tutar ve
  8519. imparatorlukta büyük iktidara ulaşanlar kendi adaylarını sadrazamlığa
  8520. getirebilirlerdi. Bu saray egemenliği dönemleri, vezirliğe ılımlı bakan
  8521. tarihçilerce “cariyeler ve hadımlar yönetimi” olarak adlandırılmıştır. Yine bu
  8522. tarihçilere göre saray mensupları ve adamları açgözlü, sorumsuz ve bencildir.
  8523. İktidar mücadelesi, Babıali ve saray bürokratları ile saray erkanı arasında
  8524. basit bir çatışma şeklinde görülürse, konu çok basite indirgenmiş olacaktır.
  8525. Taraflar kendi içlerinde birtakım fraksiyon ve kliklere ayrılmıştı. Bunlar bazen
  8526. aralanndaki sınırlan kaldıran geçici koalisyonlar yaparlardı. Bu
  8527. mücadelede etkileri olan diğer çıkar grupları arasında yer alanlardan bazı-lan
  8528. şunlardır: Kendi çıkarları ve politikaları olan bağımsız kurumlar; taşra ve merkez
  8529. bürokrasisi, yeniçeriler ve dini hiyerarşi; çoğunluğunun İstanbul’da çok paraya
  8530. sahip ajanları bulunan taşra ayanı ve beyler; tüccarlar ve çoğunluğu Rum olan
  8531. siyasetten uzak tutulmalarına rağmen sarayda da, Babıali’de de ortakları olan
  8532. maliyeciler; önemleri ve sayıları azalmasına rağmen, hâlâ belirli kritik
  8533. dönemlerde rol alabilen feodal sipahi kalıntıları.
  8534. Dönemin birçok gözlemcisine göre, saray erkanı ve bürokratlar, özgür
  8535. doğanlar ve köleler, Rumeliler ve Kafkasyalılar hükümet mekanizmasının
  8536. denetimine hakim olmaya uğraştıkları sırada, İmparatorluk ölmek üzereydi ama
  8537. ölmedi. İmparatorluk, XVIII. yy’ın en karanlık günlerinde dahi Müslüman
  8538. topraklarının neredeyse tamamının yabancıların ya da yerel rakiplerinin eline
  8539. geçmesine engel olacak gücü buldu. İmparatorluğun başkentte ve taşrada hizmet
  8540. verecek ve onu kendi düzensizlik ve dağınıklığının en kötü sonuçlarından
  8541. kurtaracak namuslu ve sadık kişiler bulmayı sürdürebilmesi çok daha şaşırtıcıdır.
  8542. XV.yy sonuna doğru artık sultan ve danışmanları yaşanan bunalımın farkına
  8543. varmışlardı. İmparatorluğun direnci, eyaletlerdeki isyancı liderlere karşı kısa
  8544. süreli bir hükümranlık sağlamaya yetse bile, otorite daralmasını ve toprak
  8545. kaybını engelleyemiyordu. Avusturya ve Rusya’ya karşı kazandıkları küçük
  8546. zaferlerin kendilerinin güçlü olmalarından kaynaklanmadığını, düşmanlarının
  8547. aralarındaki endişe ve anlaşmazlıklara, Fransa’daki yeni karışıklığın yol açtığı
  8548. korku ve Prusya yayılmacılığına bağlı olduğunun bilincindeydiler.
  8549. 16. BÖLÜM
  8550. ETKİ VE TEPKİ
  8551. Yüzyıllardan bu yana Müslümanların tarihi bakış açılarında, Allah’ın
  8552. gerçeğini tüm insanlığa kazandırmak gibi kutsal bir görevleri vardı. Ait oldukları
  8553. İslam toplumu Allah’ın amacının dünyada somutlaştırılması, İslam hükümdarları
  8554. da, Hz.Muhammed’in mirasçıları ve Allah’tan getirdiği mesajın bekçileriydi.
  8555. Onlar Allah tarafından, Şeriat’ı uygulamak ve egemen olacağı alanı
  8556. genişletmekle görevlendirilmişlerdi. Teorik olarak bu sürecin bir sınırı
  8557. bulunmuyordu. XVI. yy’da Müslümanların Amerika ile ilgili yazdığı ilk ve uzun
  8558. bir zaman tek olan kitabın Türk yazarı, Avrupa’nın “Yeni Dünya” adını verdiği
  8559. keşif ve fethinden söz etmiş ve oranın İslamiyet ile aydınlanarak
  8560. Osmanlı topraklarına katılacağını umut ettiğini yazmıştır.
  8561. Müslüman devleti ile kafir komşuları arasında zorunlu ve devamlı olan bir
  8562. savaş durumu söz konusuydu. Bu durumun sona ermesi gerçek dinin egemenliği
  8563. ve dünyanın tümünün İslam olmasıyla mümkün olacaktı. Gerçeğin ve
  8564. aydınlanmanın tek sahibi olan İslam devleti ve toplumunun çevresinde, dinsizlik
  8565. karanlığı ve barbarlık vardı. Allah’ın toplumunu gözde tutmasının göstergesi,
  8566. Peygamber zamanından itibaren dünyada güç ve zafer kazanmalarıydı.
  8567. Osmanlılar’ın İslam ordularının Hristiyan dünyasının kalbine girdikleri XVXVI.yy’daki büyük başarılan Ortaçağ mirası bu düşünceyi desteklemiş ve
  8568. XVIII. yy’daki geçici ama etkileyici zaferleri de tekrar canlandırmışa. Artık
  8569. koşulların Müslüman devleti yerine Hıristiyan düşmanlarınca belirleniyor
  8570. olduğu yeni durumu ve devletin varlığını sürdürmesinin Hıristiyan devletlerin
  8571. yardımına ve iyi niyetine bağlı olmasını Müslümanların kabul etmeleri ve bu
  8572. duruma uyum göstermeleri oldukça acı ve yavaş olmuştur. Tüm tartışmaların en
  8573. kesin sonucu savaş alanındaki yenilgidir. Osmanlılar’ın ilk yenilgisini gösteren
  8574. Karlofça Antlaşması imzalandıktan sonra, Osmanlı yöneticileri Batı
  8575. yöntemlerini araştırma ve taklit etme çalışmalarına girişmişlerdir.
  8576. Türkler, başlangıçta sorunu askeri olarak görüp askeri çözümler aramışlardır.
  8577. Savaş alanlarında Hıristiyan ordu lan onlardan üstün olduğu için onların
  8578. tekniklerini, eğitim yöntemlerini ve silahlarını almak faydalı olacaktı. XVIII.
  8579. yy’da Osmanlı hükümeti Avrupa savaş yöntemleri için okullar açıp Türk subayla
  8580. n için Avrupalı eğitmenler getirtmişti. Zaman içinde bu küçük başlangıç, çok
  8581. büyük değişikliklere yol açmıştı. Eskiden dinsiz ve barbar Batılılar’dan nefret
  8582. etmek üzere eğitilen genç Müslümanlar, artık onları öğretmen olarak kabul etmiş
  8583. ve onların dillerini öğrenip kitaplarını okumak zorunda kalmışlardı. Genç Türk
  8584. subay adayları, XVIII. yy sonlarında, istihkam ve topçu okullarındaki dersleri
  8585. için öğrendikleri Fransızca’yı başka kitapları okumak üzere de kullanmışlardır.
  8586. Okudukları kitaplarda karşılaştıkları bazı düşüncelerin topçu öğretmenlerinin
  8587. öğrettikleri her şeyden çok daha patlayıcı olduğunun farkına varmışlardı.
  8588. Askeri reformlardan sonra, iki dünyayı ayıran engellerden başka şeyler de
  8589. olmuştur. Türkler’in uzun zamandır matbaaya karşı sürdürdükleri direniş 1729
  8590. yılında kırılarak bir matbaa kurulması izin çıkmıştır. 1742 yılında kapatılan
  8591. matbaa on yedi kitap basılmıştı. Bu kitaplar arasında, Avrupa ordularının askeri
  8592. sanatları ile ilgili bir araştırma ve 1721 yılında Fransa’da elçilik yapmış olan bir
  8593. Türk’ün Fransa ile ilgili olarak yazdığı kitap vardı.
  8594. Batı’nın kültürel etkinliği oldukça azalmış durumdaydı. Çevrilen kitap sayısı
  8595. çok azdı ve çoğu askeri ve siyasi konulardaydı. Öte yandan, Avrupa ihracatı
  8596. Türk’lerin zevklerini koşullandırmaya başlamıştı. Dini mimaride, Osmanlı
  8597. imparatorluk camilerinde bile Avrupa'nın etkisine rastlanıyordu. Bir toplumun
  8598. doğası, durumu ve kendini algılayış biçimi ile ilgili pek çok şey mimarisinden
  8599. anlaşılabilir. Modem New York’un gökdelenleri, eski Mısır'ın piramitleri ve
  8600. tapınakları gibi, İstanbul’un büyük camileri de genişleyen ve müreffeh bir
  8601. toplumun kendine güvenini ve gücünü anlatmaktadır. Her şeyden önce Osmanlı
  8602. İmparatorluğu da, Ortadoğu’daki selefleri gibi bir İslam devleti olduğundan,
  8603. karakteristik ve ihtişamlı binalarının istisnası olmaksızın tamamı ibadet
  8604. yerleriydi. Yüzyıllar boyu sultanların yaşadıkları Topkapı Sarayı bunlara oranla
  8605. daha az önemi olan bir yapıydı. Geniş bir alanı kaplıyordu, büyük lüksleri vardı
  8606. ama aslında her biri gösterişsiz olan bir dizi küçük binadan oluşuyordu: Tahta
  8607. çıkan yeni bir sultanı kutlayan halkın, “Övünme Padişahım, senden büyük Allah
  8608. var!” şeklindeki haykırıştan şüphesiz bu ruhu yansıtıyordu.
  8609. Bu durumdaki büyük bir değişim, 1755 yılında Kapalı Çarşı’nın girişinde
  8610. inşa edilen Nuruosmaniye Camisi ile başlamıştır. Genel olarak bu bir Osmanlı
  8611. imparatorluk camisidir ama süslemeleri İtalyan barok stiline benzemektedir.
  8612. Osmanlı devlet ve toplumunun merkezindeki bir imparatorluk camisinde, Gotik
  8613. bir katedralde arabesk süslemeler olması kadar şaşırtıcı olan yabancı süslemeler,
  8614. azalmaya başlayan kendine güvenin ilk işaretidir.
  8615. XIX. yy’da bu tür işaretlerden daha pek çoklan görülmüştür. En ilginci olan,
  8616. 1853 yılında inşa edilen Dolmabahçe Sarayı’nda iki değişiklik göze çarpar.
  8617. Bunlardan ilki, sultanların ve mimarlarının kaynaklarım harcadıkları ve dış
  8618. dünyayı etkilemek istedikleri yerin artık bir cami yerine, saray olmasıdır. İkincisi
  8619. de, Osmanlı binalarını tanımlayan geleneksel değerlerin, standartların ve zevkin
  8620. tam anlamıyla yıkılmasıdır. Dolma-bahçe Sarayı o düğün pastası mimarisiyle,
  8621. aşın süslemeleriyle, Avrupa’dan ithal edilme konu ve stillerin muhteşem
  8622. birleşimiyle, XIX.yy’daki reformların amaçlarını ve nereye
  8623. yöneleceğini şaşırmış anlayışının bir göstergesidir.
  8624. Batının etkisi çok azdı ve Avrupa’nın düşünceleri halkın çok az bir
  8625. bölümüyle sınırlı durumdaydı. Bu sınırlı müdahale bile kısıtlı olmuş ve bazen de
  8626. 1742 yılında ilk Türk matbaasının kapatılmasına neden olan gerici hareketlerle
  8627. tersine dönmüştü. Askeri yenilgi tetikleyici olmuşsa da, Osmanlılar’ın bir
  8628. şekilde ayakta kalmayı başardıkları, bazen zaferler bile kazandıkları XVIII.yy
  8629. süresince bunun etkisi azalmıştı. Bu tahrik, Küçük Kaynarca Antlaşması ile
  8630. Kırım'ın elden çıkarılması ve Fransızların Mısır’ı fethetmeleriyle daha büyük bir
  8631. güçle yenilenmiştir.
  8632. XIX. yy’ın başından itibaren, Osmanlı İmparatorluğu toprak bütünlüğüne
  8633. yönelik yeni bir tehditle karşı karşıya kalmıştı. Sınırlarına doğru yürüyen
  8634. yabancı devletlerden sonra, şimdi bir de ülkenin çeşitli yerlerindeki yerel liderler
  8635. ve hareketler özerklik, hatta bağımsızlık peşindeydiler. Bunlardan bazıları
  8636. XVIII. yy'da ortaya çıkmış olan eğilimin, ayanın, derebeylerinin ve valilik olarak
  8637. gönderildikleri eyaletlerde kendileri için birer beylik kapmış itaatsiz paşaların
  8638. kazandıkları bölgesel özerkliklerin devamı niteliğindeydi. Osmanlı imparatorluk
  8639. hükümetinin başkentin otoritesini tekrar kurma çabası direnişle karşılandı.
  8640. Osmanlı direnişçileri başlangıçta ciddi başarılar elde ettiler. 1808 yılında
  8641. İstanbul’da, derebeyleri ve ayanın kurduğu bir koalisyon ile merkezi hükümet
  8642. yetkilileri ortak bir destek anlaşması imzaladılar. Bu anlaşmayı tahta yeni çıkmış
  8643. olan Osmanlı sultanı II. Mahmud istemeden de olsa onaylayarak, XIX.yy
  8644. başlarında, İmparatorlukta feodal ayrıcalıkları ve bölgesel özerklikleri tanıyan
  8645. bir belge imzalamak zorunda kalmıştı.
  8646. Sultan imparatorluğun merkez eyaletlerinde otoritesini yavaş yavaş tekrar
  8647. kurarak güçlendirmeye başladı ama uzak eyaletlerde bunu yapmak çok zor oldu.
  8648. Arabistan, Irak, Lübnan ve özellikle de Mısır olmak üzere Arapça konuşulan
  8649. ülkelerde bazı bağımsız yöneticiler gerçek denetime sahip olmak için uğraşarak,
  8650. Osmanlı hükümdarına sözde bağlılıklarını bildirmekle yetindiler. 1805-1848
  8651. yıllan arasında, Mısır valiliği yapan ünlü Mehmed Ali Paşa, Osmanlı sultanına
  8652. karşı diplomatik ve askeri bir mücadeleye başladı. Avrupalı devletlerin
  8653. müdahalesi zafer kazanmasına engel oldu ama Mısır’ı özerk ve babadan oğula
  8654. geçen bir beylik yapmayı ve modernleşme yoluna sokmayı başardı. Ondan sonra
  8655. yerine geçenler de XX. yy ortalarına dek Mısır’da hüküm sürdüler. Osmanlı
  8656. İmparatorluğundaki yarı monarşik statülerini belirtmek üzere birkaç kez
  8657. unvanlarında değişiklik yaptılar. Sırasıyla paşa,sultan ve sonunda da
  8658. bağımsızlıklarını ilan edip önce Osmanlı, sonra İngiltere hükümdarlarıyla
  8659. eşitliklerini göstermek üzere kral unvanlarını kullandılar.
  8660. XVIII. yy sonlarından XX. yy ortalarına dek Ortadoğu’da yüz elli yıl süren
  8661. Batı etkisi ve egemenliği yaşamın her düzeyinde çok önemli değişimlere neden
  8662. olmuştur. Bu değişimler bir ölçüde Batılı hükümdarların ve danışmanların eylem
  8663. ya da müdahaleleri sonucunda olmuştur. Ancak bunlar politikalarında dikkatli ve
  8664. muhafazakar olmak için özen göstermişlerdir. En önemli değişim Batılılar’dan
  8665. çok Ortadoğulu Batı yanlıları sayesinde olmuştur.
  8666. Ortadoğu hükümdarlarının ekonomik alandaki doğrudan katkıları çok az
  8667. olmuştur. Bazı ülkelerde, özellikle Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu’nda,
  8668. hükümetler Batı’nın güç ve servet anahtarı olarak gördükleri hızlı ve zorunlu
  8669. sanayileşme yoluyla devlet denetiminde ekonomik kalkınma planları
  8670. uygulamayı denemişlerdir. Bu planlar, XIX. yy’ın ilk yarısında çok
  8671. büyük oranda ortaya konmuş ama sürekli etkili olmamıştır. XIX. yy’ın ikinci
  8672. yarısında, hükümetler sulama tesisleri, ulaşım ve iletişim gibi alanlara önem
  8673. vererek üretken ekonomik faaliyetleri özel teşebbüse bırakmışlardır. Bu
  8674. yaklaşım, tarım dışında, girişimciliği yabancılara ve azınlıklara bırakmak
  8675. anlamına gelmektedir.
  8676. Ortadoğu hükümetlerinin çabalarının askeri modernleştirme ve idari
  8677. merkezileşme olmak üzere iki önemli amacı vardı. İçice geçmiş bu tasarılarla,
  8678. hükümetin içeride muhaliflere ve ayrılıkçılara, dışarıda da güçlenmeye devam
  8679. eden düşmanlara karşı otoritesinin tekrar kurulup güçlendirilmesi
  8680. amaçlanıyordu. Hükümetler bu sonuçlara ulaşmak üzere çok ayrıntılı bir
  8681. reform programı başlattılar.
  8682. Reform, Avrupa’nın silahlı gücünün egemenliğindeki dünyada ayakta
  8683. kalabilme zorunluluğu nedeniyle askeri alanda başladı. Ne var ki, modem
  8684. ordular kurmak yalnızca eğitmen tutup silah alarak üstesinden gelinecek bir
  8685. eğitim ve teçhizat sorunu değildi. Modern ordular için bir idari reform; eğitim
  8686. görmüş subaylar ve bir eğitim reformu; orduya malzeme sağlayacak fabrikalar,
  8687. yani bir ekonomik reform; askere verecek para, yani uzun vadeli mali yenilikler
  8688. gerekiyordu.
  8689. Askeri reformcuların amacı, uzun süredir İslamiyet ile Hıristiyanlığı ayıran
  8690. engelde yalnızca bir gedik açarak buradan güdümlü ve kısıtlı bir akış
  8691. gerçekleştirmekti ama kontrollerinden çıkan bir sel meydana getirdiler. Avrupa
  8692. silahlarını ve teçhizatını getiren kişiler yanlarında, eski düzeni sarsacak
  8693. Avrupa düşüncelerini de getirdiler. Diplomasi, ticaret, eğitim ve başka yollarla
  8694. gelişen kişisel iletişim bu yeni düşüncelerin yayılmasını sağladı. Zamanla
  8695. Ortadoğuluların daha çok yabancı dil öğrenmeleri, çevirilerin artması ve
  8696. bunların matbaa sayesinde çoğaltılıp dağıtılması ve 1820 yılından itibaren
  8697. haftalık, daha sonra da günlük gazetelerin çıkmasıyla bu düşünceler daha büyük
  8698. bir alana yayıldı.
  8699. Yüzyıllardır süren üstünlük inancının Batılı silahların etkisiyle parçalanması
  8700. İslam toplumunda derin bir yara açtı ve ilk ifadesini reform hareketlerinde buldu.
  8701. Reformlar, Müslüman ordusunun, böylece de İslam devletinin
  8702. modernleştirilmesi amacına yönelikti. Batı uygarlığının teknolojinin kısıtlı
  8703. alanında kalacağı umulan bazı ürünleri benimsendi ama çok geçmeden yabancı
  8704. düşünceler, dahası yabancı devletlerin müdahalesi çok güçlü bir tepki yarattı.
  8705. Başlangıçta bu tepki dini bir görünüşteydi. XVIII. yy’daki önemli iki yeni
  8706. hareket, İslam’ın Batı’nın giderek artan gücüne karşı tepkisini farklı yollardan
  8707. ortaya koymuştu. İlk başlarda her iki hareket de İslamiyet’in çöküşüne, dinin
  8708. saflığından uzaklaşmaya karşı yapılan protestolardı ve ikisi de yabancıların
  8709. ülkeye girişleriyle ilgiliydi.
  8710. Bu hareketlerden ilki Nakşibendi dervişleri tarikatınınkiydi ve Sofi
  8711. kökenliydi. Ortadoğu’ya Hindistan’dan gelen Nakşibendilik, ilk başta Arap
  8712. ülkelerine, sonra Osmanlı İmparatorluğu’na, sonra da Kafkasya’ya yayıldı.
  8713. Mısır’da Hintli bir Nakşibendi bilim adamı Arapça öğrenmenin yayılmasına ve
  8714. Mısır rönesansını başlatmaya çalıştı ama Fransız istilası yüzünden başarılı
  8715. olamadı. Arabistan’da bir başka Nakşibendi, eski Araplar’ın yüceliklerini ve
  8716. onların gerçek İslamiyet’inin sonradan olan değişikliklerle çarpıtıldığını
  8717. yazmaya başladı. Orta Arabistan’da dönemin ikinci büyük hareketi olan
  8718. Vahabiler’in ortaya çıkışında, bu görüş etkili olmuş olabilir. Vahabiler dinin
  8719. bozulması ye çürümesinin bir parçası olarak kabul ettikleri Sofi mistikliğine de
  8720. karşı çıkıyorlardı. Teoride safıyetçi, uygulamada militan olan Vahabiler, Arap
  8721. yarımadasının büyük bir kısmını ele geçirdiler. XVIII.yy’dan sonra da
  8722. Mezopotamya sınırlarında Osmanlı İmparatorluğuna kafa tutmaya başladılar.
  8723. 1818 yılında güçleri kırıldı, ancak Vahabilik varlığını sürdürdü. Arabistan’da
  8724. birkaç defa canlandı ve öteki Müslüman ülkelerde de dolaylı etkileri görüldü.
  8725. Ortadoğu’da Vahabi öğretisinin çok taraftarı olmadı ama temsil ettiği dini
  8726. canlanma birçok ülkedeki Müslüman’ı etkileyerek, Avrupalı istilacılar
  8727. karşısındaki mücadele için yeni bir militan ruhu kattı.
  8728. Yabancılar karşısındaki direnişin başında sultanlar, vezirler, askerler ya da
  8729. ulema yerine, bu canlanan hareketlerden birini temsil eden popüler dini liderler
  8730. yer aldılar ve güçlü arzular uyandırarak büyük enerji birikimlerine yön verdiler.
  8731. Batı’nın etkisine İslam'ın verdiği yanıtın sonraki aşaması, Rus Orta Asyası,
  8732. İngiliz Hindistanı ve Fransız Kuzey Afrikası gibi sömürge imparatorluklarındaki
  8733. uyum ve işbirliği olmuştur. Her üç bölgedeki liderler, halkı, efendilerinin
  8734. dillerini öğrenerek ilerlemek için ihtiyaç olan modem bilgiye
  8735. ulaşmaya özendirmişlerdir. Henüz Ortadoğu’nun merkezinde yabancı bir efendi
  8736. olmasa da, reformcu hükümdarlar ve modem entelektüeller de bu yolu izlediler.
  8737. XIX. yy’ın reform hareket ve etkinliklerinde aralarında sürekli bir mücadele
  8738. olan iki farklı görüş dikkat çekmektedir. Görüşlerden biri Orta Avrupa
  8739. aydınlanmasından çıkmış ve otoriter reformcuların benimsedikleri düşünceleri
  8740. getirmişti. Orta Avrupa’daki örnekleri gibi onlar da halk için doğru olanı
  8741. biliyorlardı ve doğru olanı yaparken sözde popüler hükümetin onlara engel
  8742. olmasını istemiyorlardı. Bu görüşe göre, boyun eğip seyirci kalmaya alışmış olan
  8743. hareketsiz yığınların kendi kaderlerine sahip çıkmaları mümkün değildi. Bunun
  8744. için, tarihi görevleri öğretmek ve yönetmek olan entelektüeller ve askerler
  8745. tarafından eğitilmeleri ve yönetilmeleri gerekiyordu.
  8746. Öteki görüş Orta Avrupa yerine, Batı Avrupa’dan, ekonomik ve siyasi
  8747. liberalizm öğretilerinden kaynaklanmıştı. Bu görüşün, önce Osmanlı
  8748. İmparatorluğu, sonra da öteki ülkelerdeki taraftarlarına göre, ülkenin genel
  8749. kalkınmasının beraberinde insanların güvenceye alınacak hakları vardı. Bu da
  8750. temsili ve meşruti bir hükümetle sağlanabilirdi. Batılı gücün, servetin ve
  8751. büyüklüğün temelindeki gerçeğin özgürlük olduğu kabul ediliyordu.
  8752. Özgürlük sözcüğü birçok anlam ifade ediyordu. Ancak XX.yy’ın başında,
  8753. henüz Orta doğulular tarafından, Avrupa siyasi görüşlerinin ortaya çıkmasının
  8754. ardından, ancak ülkelerinde doğrudan Avrupa yönetiminin kurulmasından önce,
  8755. ileride bağımsızlık anlamına gelecek şekliyle kullanılmıyordu. Vatandaşın
  8756. hükümetin yasal olmayan ve keyfi eylemlerinden bağışıklığı, daha da
  8757. geliştirilerek, hükümetin kurulmasına ve yürütülmesine katılma hakkı şeklinde,
  8758. Batılı anlamında kullanılıyordu. Bu düşüncelerin ithali, uyumu ve bir ölçüde de
  8759. uygulanması XIX. ve XX.yy’daki önemli siyasi gelişmelerden biridir.
  8760. Mısır’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nda tümü atamayla kumlan ilk danışma
  8761. meclisi deneyleri tarım, eğitim ve vergi konularını görüşmek için toplandıkları
  8762. XIX. yy başında yapılmıştır. 1845 yılında Osmanlı sultanı her eyaletten iki kişi
  8763. katılacak şekilde bir eyalet temsilcileri meclisi topladı. Meclis üyeler, "saygın,
  8764. güvenilir, bilgili ve halk tanıyan kişilerden” seçilecekti.Ancak tüm bu iyi
  8765. özelliklerine rağmen uygulama başarılı olamayarak sona erdi. Aynı durum kısa
  8766. bir zaman sonra İran’da da gerçekleşti.
  8767. Sultan, şah ve paşalar bu gibi atanmış danışma kurumlarıyla ilgilenirken
  8768. halktan da daha radikal düşüncelerle uğraşmaya başlayanlar olmuştu. Avrupa'ya
  8769. gitmiş olanlar orada gördükleri parlamenter hükümete övgüler yağdırıyorlardı. O
  8770. zamana dek Ortadoğu’dan Avrupa’ya gidenlerden resmi temsilciler ve
  8771. öğrencilere siyasi sürgünler de eklendi.
  8772. 1860-1870’lerde meşrutiyet düşüncesi güçlenmeye başladı. 1861 yılında,
  8773. Osmanlı hakimiyetindeki özerk bir hanedan olan Tunus Beyliği tarafından kabul
  8774. edilen anayasa, bir İslam ülkesine ait ilk anayasadır. Bu anayasa 1864 yılında
  8775. kaldırılmıştır ama aynı eğilim sürmüştür. 1866 yılında, Mısır hükümdarı üç
  8776. yıllığına seçilmiş olan yetmiş beş delegelik bir danışma meclisi kurdu. Bu sırada
  8777. Osmanlı İmparatorluğu’nda da meşrutiyet hareketleri gelişmeye başlamıştı.
  8778. Ancak bu hareketlerin aktif destekçileri 1867 yılında Fransa ve İngiltere’ye
  8779. sığınmak zorunda kaldılar. Osmanlı anayasası, yeni sultan II. Abdülhamid
  8780. tarafından büyük bir gösterişle ilan edildi.
  8781. Osmanlılar’ın ilk meşrutiyeti kısa sürdü. İki seçim yapıldı ve padişah canlılık
  8782. belirtisi göstermeye başladığında meclisi kapattı. İlk Osmanlı meclisi beş ayda
  8783. yalnızca iki oturum yapabildi ve meclisin bir daha açılmasına dek otuz yıl geçti.
  8784. Osmanlı meclisi, Abdülhamid tarafından kapatıldıktan sonra meclis seçimleri
  8785. yalnızca Mısır’da yapıldı, birkaç meclis seçildi ve çalıştı. 1882 İngiliz işgalinin
  8786. ardından da bu süreç sürdü. 1883 yılında çıkarılan “Kuruluş Kanunu” ile sınırlı
  8787. seçmeni ve gücü olan, ara sıra kısa toplantılar yapabilen iki yan meclis açıldı. Bu
  8788. meclisler, 1913 yılında birleşerek güçlerini artırdılar, ancak 1914 yılında savaş
  8789. çıkınca, seçimler de meclisler de sona erdi.
  8790. Bu sırada başka yerlerde daha radikal gelişmeler yaşanıyordu. 1905 yılında
  8791. meşruti Japonya’nın otokrat Rusya’ya karşı kazandığı zaferle, yüzyıllardır ilk
  8792. defa bir Asyalı devletin bir Avrupalı devleti yenmesi, çok popüler bir mesaj
  8793. veriyordu. Bu mesaj Rusya’dan bile duyuldu ve halkın baskısıyla bir çeşit
  8794. parlamenter rejim kuruldu.
  8795. Meşrutiyet adeta hemen alınması zorunlu olan bir hayat iksiri gibiydi.
  8796. İran’da 1906 yılı yazında olan meşrutiyet taraftarı bir isyan şahın bir millet
  8797. meclisi toplayıp liberal bir anayasayı kabul etmesini sağladı. İki yıl sonra,
  8798. Osmanlı subaylarından oluşan Jöntürkler adlı bir grup, padişahı 1876
  8799. anayasasını tekrar kabul etmeye zorlayarak Osmanlı İmparatorluğunda çok daha
  8800. Önemli olacak bir meşruti ve parlamenter hükümet dönemine geçişi sağladı.
  8801. Avrupa etki ve örneğinin ve Avrupa ile eşit şartlarda bulunma isteği, bu gibi
  8802. ilk anayasal reformları doğurmuştu. Bu reformlar gerek borç alabilmek gerek de
  8803. müdahale ve işgali önlemek üzere yapılmış uyum jestleri olma özelliğini de
  8804. taşıyordu. Ne var ki, bu amaçlara ulaşmak konusunda pek de başarılı olunamadı.
  8805. Hem Tunus’daki, hem de daha uzun süreli olan Mısır’daki parlamenter
  8806. deneyimler, karışıklığa, iflasa, denetim ve işgale doğru ilerleyişi
  8807. engelleyemediler. Hatta bu sürecin hızlanmasını sağladıklarını öne sürenler
  8808. olmuştur.
  8809. Bu sırada Avrupa’daki iki taraftan ilerleme sürmüş tür. Bu yeni müdahalelere
  8810. karşı Ortadoğu Müslümanları’nın gösterdikleri tepkiler dini terimlerle ifade
  8811. edilmiştir. Hıristiyan imparatorluklarının ortak tehdidine karşı Müslüman
  8812. halkların ortak cephesi olan pan-İslamizm, 1860-1870’lerde doğmuştur. Bu
  8813. harekette, Alman ve İtalyanlar’ın kendi halklarını ve ülkelerini birleştirme
  8814. başarılarından esinlenilmiş olması mümkündür. Türkiye’de, varlığım sürdüren
  8815. tek bağımsız Müslüman devleti,Osmanlı împaratorluğu’nun Piyemonte’nin
  8816. İtalyanlar ve Prusya'nın Almanlar için yaptıklarını yapacağına inanılıyor ve
  8817. bu bütün Müslümanlar’ın birliği ve dayanışması olarak kabul ediliyordu.
  8818. Resmi Osmanlı politikası kontrollü ve sınırlı bir pan-İslamizm oldu. Bu
  8819. politika, ülke içinde sultana bazı ihanetler karşısında Müslüman tebaasına
  8820. yaptığı sadakat çağrılan için yardım ederken, ülke dışında da Osmanlı olmayan
  8821. Müslümanlar, özellikle Avrupa imparatorluklarındaki Müslüman tebaa arasında
  8822. faydalı oldu. Ancak ülke dışındaki pan-İslamizm politikası, resmi olan Osmanlı
  8823. pan-İslamizm politikasından daha radikal ve militan bir yapıdaydı. Bunu da
  8824. önemli etkileri olan bazı liderler sağlıyordu. Öte yandan, o zamanki panİslamizm dönemin radikal seçkinlerinin izlediği siyasi programların temel
  8825. unsurları arasında yer almıyor, Avrupa'dan ^aldıkları liberal ideolojilerin ve yeni
  8826. “bir ülke ve millet” düşüncesinin gölgesinde kalıyordu.
  8827. 17. BÖLÜM
  8828. YENİ DÜŞÜNCELER
  8829. Eylül 1802’de Osmanlı İmparatorluğu’nun hariciye nazırı Ali Paşa, Paris’te
  8830. bulunan elçisine yazdığı bir mektupla diplomatların “ufuk turu" olarak
  8831. adlandırdıkları bazı bilgileri gönderdi. Avrupa'nın genel diplomatik durumunu
  8832. inceledikten ve ülke ülke gezdikten sonra, milli birlik mücadelesi vermekte
  8833. olan İtalya’yı anlattı. Ali Paşa mektupta şunları söyledi:
  8834. 1
  8835. "Dini ve dili aynı olan tek bir ırkın yaşadığı İtalya, birliğini sağlamada
  8836. önemli zorluklarla karşı karşıyadır. Şu ana dek tüm başarısı düzensizlik ve
  8837. anarşidir. Tüm farklı milli özlemler serbest olursa, Türkiye'de olabilecekleri
  8838. bir düşün. Az da olsa bir istikrar elde edebilmek için bir yüzyıla ihtiyaç olacak
  8839. ve çok kan dökülecektir."
  8840. Ali Paşa doğru kehanetlerde bulunuyordu ama “bir yüzyıl” tahmini
  8841. gerçeklerden oldukça uzaktı. Aslında bunlar, kehanetten çok çağın iyi
  8842. gözlemleriydi ve bu denli endişe duyduğu milliyetçilik virüsü siyasete bulaşmış,
  8843. Osmanlı İmparatorluğu’nu güçsüzleştirip yıkacak süreç başlamıştı. Tarih
  8844. araştırmalarında çok nadir görülen bir kesinlikle, bu sürecin kaynağı, şekli ve
  8845. zamanı bilinmektedir: Fransız Devrimi ile başlayıp Fransızlar tarafından
  8846. yayılmış, Osmanlı halkının başlangıçta az olan ama giderek artan ve zaman
  8847. zaman hakim duruma gelen bir azınlığı tarafından kabul edilmiştir.
  8848. Hıristiyan Avrupa ile Müslüman Ortadoğu dünyasının etkileşimi yeni bir
  8849. durum değildi. Yüzyıllardan beri, mal ve teknoloji i alışverişi, kimi zaman çok
  8850. büyük çaplı olarak yapılıyordu. Ortadoğu, çok daha önceki çağlarda Avrupa’ya
  8851. yeni teknikleri ve zevkleri öğretmiş ve sağlamıştı. Avrupa'nın ekonomik ve
  8852. askeri açıdan güçlendiği son dönemlerdeyse, büyük hareket batı yerine, doğuya
  8853. doğru artmıştır. Ancak bu durum fazla bir entelektüel özelliği olmadan, maddi
  8854. düzeyde kalmıştır. Ortaçağlardaki düşünce hareketleri sürekli olarak doğudan
  8855. batıya doğrudur. Batı Avrupa’nın geri kalmış ve fakir toplumları, astronomi
  8856. ve kimyada, matematik ve tıpta, felsefede ve İlahiyatta İslam dünyasının
  8857. öğrencileri olmuşlardı. Ancak Batılı tarihçilerce Ortaçağ olarak kabul edilen
  8858. dönemin sonunda, Müslüman Doğu’nun Avrupa’ya öğretecek bir şeyi kalmamış,
  8859. zaten Avrupa’nın buna ihtiyacı kalmamıştı. Yalnızca sanat, resim ve edebiyat
  8860. alanlarında bazı önemli olmayan etkiler kalmıştı. Defoe’nun Robinson Crusoe
  8861. adlı romanının konusu, İngilizce çevirisi birkaç yıl önce yayınlanmış olması
  8862. olası bir Ortaçağ Arap felsefe romanından alınmıştı. Arap öyküler külliyatı olan
  8863. Binbir Gece Masalları’nın 1704-1717 yıllan arasında Fransızca çevirileri
  8864. yayınlandıktan sonra, neredeyse Avrupa dillerinin tümünde taklit ve uyarlamaları
  8865. yapılmıştı. Balkanlar’da Türk müziği ve İspanya’da Mağripliler, Avrupa sınır
  8866. ülkelerinin folk ve sonra da sanat müziklerini önemli ölçüde etkilemişti. Osmanlı
  8867. sefirlerinin Avrupa başkentlerini ziyaretleriyle, iç dekorasyonda, mimaride ve
  8868. zaman zaman da giyimde Türk modası yaratılmıştır.
  8869. Bunun tersi yönündeki entelektüel iletişim neredeyse hiç yoktur. Ortaçağ’da
  8870. çok daha gelişmiş ve ileri olan İslam toplumlarına Avrupa'nın verebileceği pek
  8871. bir şey yoktu. Ne var ki, daha sonra maddi güç dengesi gibi, entelektüel denge
  8872. de değişmiştir. İslam dünyası eski kabul edebilme yeteneğini yitirerek Hıristiyan
  8873. dünyasından gelecek her şeye için bağışıklık kazanmıştır. Öte yandan,
  8874. Avrupa'nın üstünlüğünün erken bir tarihte kabul edildiği askeri konulardaki bilgi
  8875. ihtiyacı Avrupa’dan karşılanmaktaydı. Ancak Rönesans, Reform, Aydınlanma ve
  8876. Bilimsel Devrim gibi hareketler hiç dikkatlerini çekmemiş ve hiçbir etki
  8877. yapmamıştır. Birkaç yüzyıl önce İslamiyet’in kendi Rönesans’ı gerçekleşmiş ve
  8878. Avrupa’ya bile etkileri olmuştur. Avrupa Rönesansı’na bir yanıt ve bir Reform
  8879. hareketi olmamıştır. Bu hareketlerin tümü ve daha sonrakiler, Hıristiyan olarak
  8880. görüldükleri için gereksiz bulunmuş ve önem verilmemiştir.
  8881. Halklarının düşünce ve eylem süreçlerinde bir değişiklik başlatan Fransız
  8882. Devrimi, Ortadoğu’da ilk kez önem kazanan bir Avrupa düşünce hareketi
  8883. olmuştur. Bu, Avrupa’da düşüncelerin Hıristiyan terimleriyle anlatılmadığı ilk
  8884. büyük ayaklanmaydı, hatta bazı savunucuları tarafından Hıristiyanlık karşıtı
  8885. olduğu öne sürülüyordu. Avrupa’nın öteli hareketleri ile Fransız Devrimi
  8886. arasındaki bir ayrım da, Fransızlar’ın Ortadoğu halkları arasında düşüncelerini
  8887. yaymak üzere adım atmalarıydı. Fransız devrimci propagandasına ilk tepkiler, az
  8888. oranda ve Hıristiyan tebaa ile sınırlıydı. Ancak bunlar arasında düşünceler çok
  8889. hızlı yayılarak kısa süre içinde imparatorluğun tebaası ile birlikte efendilerini de
  8890. etkiledi. Dönemin Osmanlı yazarlarının bir benzetmesini ile “yeni Frenk
  8891. düşünceleri, yeni Frengi hastalığı gibi” yayılmıştı.
  8892. İslam halkları için eşitlik, kardeşlik ve özgürlük tamamen yeni ve tuhaf
  8893. düşünceler değildi. Kardeşlik, müminlerin kardeşliği, aralarındaki eşitlik gibi
  8894. temel bir ilkeydi ve aristokratik ya da etnik ayrıcalıklarla engellenmezdi. Başka
  8895. yerlerde olduğu gibi İslam topraklarında da yüzyıllar boyunca bu tür ayrıcalıklar
  8896. olmuştu. Ancak bu ayrıcalıklar, İslamiyet’in bir parçası olarak değil, ona karşı
  8897. çıkmış ve asla Avrupa’daki gibi kabul edilmemişlerdi.
  8898. Müminler ile inanmayanlar arasındaki eşitlik farklı bir konuydu ama İslam
  8899. dininin seçilmesiyle irade dışı bu kusur ortadan kalkabilirdi. Kadın ve kölenin
  8900. eşit olmayan statüleri böyle kolayca ortadan kalkmazdı ama bu durum o
  8901. dönemde de,daha sonraki dönemlerde de güçlü bir duygu uyandırmamıştı. Azat
  8902. edilen köleler yüksek makamlara çıkabiliyorlardı ve sultanın köleleri birçok
  8903. açıdan 'imparatorluğun gerçek yöneticileri olmuşlardı. Öte yandan, kadınların
  8904. vahiyle gelen ve Şeriat’ta yer alan aşağı statüleri pek net değildi. Müslüman
  8905. kadınların bazı mallar için Batılı hemcinslerinin henüz sahip olmadıkları hakları
  8906. olduğundan Şeriat’ın tamamen olumsuz bir etkisi yoktu. Batı’dan gelen birçok
  8907. kadın ziyaretçi bu konuyu belirtilmiştir.
  8908. Batı yönetimi, müdahalesi ya da etkisiyle hukuki cariye köleliği kaldırılmış
  8909. ve fazla bir tartışma yaratmamıştı. Buna oranla kadınların özgürlüğü, Batılı
  8910. düşüncelerden etkilenmekle birlikte, Batı’nın müdahalesine ve baskısına bağlı
  8911. değildir. Bu konuda kaydedilen ilerleme oldukça hararetli iç tartışmalarla yapılan
  8912. iç girişimler sonucunda olmuştur. Gerek geleneksel gerekse de radikal İslami
  8913. militanlar, bu çok kısıtlı ilerlemeden bile şikayetçi olmuşlardır. Erkeklerin
  8914. olmasa da, kadınların geleneksel kıyafetlerine dönmeleri, İslami canlanmanın
  8915. çok önemli sonuçlarından biridir. Devrimden sonra İran’daki erkekler, Batı stili
  8916. giyinmeyip kravat takmayarak Batı’yı reddettiklerini göstermişlerdir.
  8917. Kadınlardan da çok daha fazlası istenmiştir.
  8918. Özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe göre, en azından siyasi anlamıyla, yeni bir
  8919. sözcüktü. İslami kullanımda “özgür ve özgürlük” sözcükleri önce hukuki, sonra
  8920. da toplumsal bir anlamı taşımıştır. Özgür bir kadın ya da erkek köle olmayan
  8921. kişilerdi. Sözcük, zorunlu çalışmadan ve başka yükümlülüklerden kurtulmuş
  8922. olmak gibi bazı durumlarda belirli ayrıcalıkları ve bağışıklıkları ifade etmek için
  8923. de kullanıldı. Müslüman geleneğine göre uygarlığın karşıtı özgürlük değil,
  8924. adaletti. Adalet, tebaanın bir hakkı değil, hükümdarın görevi olarak görülürdü.
  8925. Devrimci Fransa’nın etkisiyle Batı’daki yurttaşlık kavramı ile beraberindeki
  8926. katılım ve temsil ilk kez öğrenilmiştir.
  8927. İstanbul’daki Fransız elçiliği daha başlarda bir pfopagan-da merkezi haline
  8928. gelmişti. İmparatorlukta konuşulan Türkçe, Arapça, Rumca ve Ermenice
  8929. dillerinde çevrileri yapılan devrimci edebiyat, Fransa’dan ithal edilmiş veya
  8930. elçilikteki bir matbaada basılmıştır. 1793 yılında Sarayburnu karşısında
  8931. demirlemiş olan iki Fransız gemisine Cumhuriyet bayrağının çekilmesi büyük
  8932. bir kutlama ile karşılanmıştı. Bu olay için Fransız elçisi şunları söylemiştir:
  8933. “Osmanlı ve Amerikan bayrakları ve silahlarını günahkar zorbaların ittifakında
  8934. birleştiren diğer devletlerin bayrakları bu iki gemide dalgalanmıştır.” Bu
  8935. kutlama, Fransızlar ve arkadaşlarının Fransız Sefareti’nde Türk topraklarına
  8936. diktikleri özgürlük ağacının etrafında yaptıkları “cumhuriyet karmanyolu" dansı
  8937. ile sona ermişti.
  8938. Bu olaylar, Türkler’den daha çok öteki Avrupa devletlerinin sefaretlerini
  8939. endişelendirmişti. Bir Osmanlı tarihçisinin yazdıklarına göre Rusya, Avusturya
  8940. ve Prusya birlikte, Türkiye’de Fransızların üç renkli şapkalarını ve başka
  8941. devrimci amblemlerini giymelerinin yasaklanmasını istemişlerdir. Bu ortak
  8942. istek karşında Babıali’den şu yanıt gelmiştir:
  8943. 3
  8944. "Sevgili dostlarımız, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir Müslüman devleti
  8945. olduğunu sizlere sıkça ifade etmekteyiz. Aramızda onların bu
  8946. işaretlerine önem veren hiç kimse yoktur. Dostumuz olan devletlerin tüccarları
  8947. aramızda misafir olarak bulunur, istedikleri gibi giyinebilirler, buna karışmak
  8948. Babıali'nin işi değildir. Sizler boşuna endişeleniyorsunuz
  8949. Diğer bir Osmanlı kaynağı, Babıali’nin yabancı konuklarının başlarına veya
  8950. ayaklarına giydikleri ile ilgilenmediğini belirtmektedir. Bu ve başka eski
  8951. kaynaklardan anlaşıldığına göre, Türkler başlangıçta eskisi gibi Batılı
  8952. düşüncelerin bulaşmasına karşı dinleriyle bağışıklı olduklarına inanmışlardır.
  8953. Ne var ki, kısa bir süre içinde düş kırıklığına uğrayacaklardı. 1797 yılı Ekim
  8954. ayında Campo Formio antlaşmasıyla Habsburg İmparatoru devrimci Fransa ile
  8955. barış yapmak zorunda kaldı. Antlaşmaya göre uzun bir ömür süren Venedik
  8956. Cumhuriyeti son bulmuş, topraklan da Fransız Cumhuriyeti ile Habsburg
  8957. İmparatorluğu arasında paylaşılmıştı. Fransa’ya Preveze limanı ile İyonya
  8958. Adaları ve Yunanistan ile Arnavutluk kıyılan verilmişti. Bu bölgede 1797’den
  8959. 1799’a ve 1807’den 18l4’e kadar kısa süren Fransız egemenliğinin çok büyük
  8960. etkileri olmuştur. Yüzyıllar boyunca Venedik egemenliğinde olan bu topraklarda
  8961. yaşayan halk Yunanlı’ydı. Fransız yönetimi zamanında gerçekleşmiş olan
  8962. devrimci ve radikal değişikliklerin Osmanlılar’ın Mora eyaletindeki Rum
  8963. komşularım etkilememesi olası değildir.
  8964. Çok uzun süredir Fransızlar, kendilerini Osmanlı İmparatorluğu’nun
  8965. geleneksel dostları gibi gösteriyorlardı. Eski dost, atık yeni komşuydu ve bu şok
  8966. karşısında dostluk duramadı. Kısa süre içinde başkente Osmanlı Yunanistanı’ı,
  8967. Fransız yönetiminde olan bölgelerde gerçekleşen olaylarla ilgili telaşlı raporlar
  8968. gönderilmeye başlandı: “Soyluların ayrıcalıkları ellerinden alınmıyor, köylüler
  8969. zorunlu çalıştırılamıyor, seçimler yapılıyor, eşitlik ve özgürlük konuşmaları
  8970. serbestçe yapılıyordu.” Bir Osmanlı tarihçisine göre en kötüsü şuydu: “Eski
  8971. Yunanistan devletlerinin dönemini anımsatarak bölgedeki Ortodoksları
  8972. cumhuriyetçilik için kışkırtıyorlar ve komşu Osmanlı devleti tebaasını da
  8973. etkilemeye çabalıyorlardı.
  8974. 4
  8975. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan bir Osmanlı eyaleti Mısır’ı ele geçiren
  8976. Fransızlar, burada da eski ihtişamlı günlerden ve modem özgürlükten söz etmeye
  8977. başladıklarında artık ders alınmıştı.Bu iki düşüncenin çeşitli karışımlarda çeşitli
  8978. zevklere sunulan bileşimi karşı konulmaz olmaya başlamıştı. Vatandaşlık
  8979. anlamında-özgürlük, başlangıçta sınırlı bir çekiciliği olan alışılmadık bir tad
  8980. vermişti ama Avrupa’dan ithal edilen yeni milliyetçilik ve yurtseverlik
  8981. düşünceleri ile birleşince ve sadakat ile kimliğin, dolayısıyla da bağlılık ve
  8982. yasallığın determinantları olarak millet ve ülke dinin yerine geçince gücü iyice
  8983. artıyordu.
  8984. Başta laik sonuçlan olmak üzere tehlike muhalefetsiz kalmadı. Sultanın
  8985. hükümetinin Arapça ve Türkçe yayınladığı bildiride şunlar vardı:
  8986. 5
  8987. "Fransızlar... Cennetin ve dünyanın Tanrısının birliğine inanmazlar...
  8988. Tüm dinlen terk etmişlerdir... Onlar... kıyamet ve hesaplaşma günü
  8989. cezalandırma, imtihan, soru ve yanıt olmayacakmış gibi davranırlar...Onlar
  8990. tüm insanların insanlık açısından eşit olduklarına inanırlar; hiç kimsenin bir
  8991. üstünlüğü olmadığım ve herkesin kendi ruhundan ve yaşamından sorumlu
  8992. olduğunu savunurlar. Bu boş inançları ve saçma düşüncelerinden hareketle
  8993. yeni kanun koymuşlardır. Şeytan‘ın söylediklerini yaparak, dinin temellerini
  8994. yıkmış, yasaklananları yasal yapmış, tutkulu arzularına ulaşmış, tüm insanları
  8995. günahlarına ortak etmeye çalışmış, dinler arasında nifak tohumlan ekmiş,
  8996. krallar ve devletler arasına fesat sokmuşlardır. Yalanlarla dolu sahte
  8997. kitaplarıyla “Biz size, dininize ve toplumunuza aitiz demiş ve herkesi Şeytan ın
  8998. bayrağı altında birleşmeye çağırmışlardır. ”
  8999. Burada Şeytan’a sıkça yer verilmiş olması ilginçtir. Kuran’ın son cüzü
  9000. (114:5) Şeytan’ın “insanların kalplerine fısıldadığı” yazmaktadır. Bu durum, XX.
  9001. yy sonunda Avrupa’nın, sonra da Amerikan düşünce ve yaşayış tarzının
  9002. çekiciliğine karşı koyma çabalarında da görülmüştür.
  9003. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ve birtakım değişikliklerle İran şahlarının
  9004. ülkesindeki geleneksel toplumsal ve siyasal düzenin kökeni klasik İslam hukuk
  9005. ve geleneklerine, bundan da öte eski Ortadoğu uygarlıklarına dayanır. Bu da,
  9006. öteki dini kültürlerdeki gibi Allah’ın son vahyini kabul edenler ve reddedenlere
  9007. eşit davranmak mantıklı ve uygun olmayacağından, eşitsizliğe dayanmaktadır.
  9008. Bunu eşit haklar düzeni olarak gösteren,geleneksel İslam rejimlerinin dini
  9009. hoşgörüsünü hakkıyla öven bazı modem savunucular olmuştur ama durum böyle
  9010. değildi. O dönemde bu tür bir eşitlik bir erdem gibi görülmez, görevin kötüye
  9011. kullanılması olarak kabul edilirdi. İslam devleti inanmayanlara eşitlik tanımayı
  9012. kabul etmeyerek iktidardaki dinlerin uygulamasını izlemekteydi. Ötekilerdeki bu
  9013. farklı yan, toplumda inanmayanlara Şeriatla tanımlanan, sınırlanan ve
  9014. Müslüman toplumunun çoğunluğunu kabul ettiği bir yer veriyordu. Ancak bu bir
  9015. eşit statü değil, bir hoşgörü düzeyiydi. İslamiyet’in hoşgörüsü, eski dinler olarak
  9016. kabul ettiği tek tanrılı olanlarla sınırlıydı ve uygulamada, Ortadoğu’daki çeşitli
  9017. mezheplerden olan Musevileri ve Hıristiyanları içeriyordu. İran’da küçük bir
  9018. Zerdüşt toplumu vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda bu azınlıklar “millet” olarak
  9019. adlandırılıyordu.
  9020. Millet bir dine bağlılığıyla tanımlanan dini ve siyasi bir topluluktu. Üyeleri,
  9021. o dinin, devlet kanunları ve çıkarlarıyla çatışmadığı sürece liderlerinin
  9022. kanunlarına ve kurallarına uymak zorundaydılar. Bu dini özgürlük ve komünal
  9023. özerklik karşılığında Müslüman olmayan milletler devlete sadakat borçlu
  9024. olurlardı ve “zimmi” statülerinin eksikliklerini ve sınırlılıklarını kabul ederlerdi.
  9025. Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler ve Museviler
  9026. olmak üzere başlıca dört millet vardı. Tümü de yalnızca dini terimlerle
  9027. tanımlanırdı. Müslüman millete “millet-i hakime” de denirdi ve arasında Türkçe,
  9028. Arapça, Kürtçe, Arnavutça, Rumca ve başka Balkan ve Kafkasya dilleri
  9029. konuşanlar vardı.
  9030. Rum milleti de aym ölçüde farklılıklar taşıyordu. Etnik Yunanlılarla birlikte
  9031. başka kökenlerden olduğu halde Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olanlar vardı:
  9032. Avrupa’da Romanyalılar, Sırplar, Arnavutlar ve Bulgarlar; Asya’da, Batılı
  9033. sınıflandırmasında Hıristiyan Türkler ve Araplar olarak bilinen Türkçe ve
  9034. Arapça konuşanlar.
  9035. Ermeni milleti homojen özellikteydi ve Ermeni Kilisesi’ne bağlı
  9036. Ermeniler’den oluşuyordu. Türkçe konuşan kişi sayısı çoktu ve bunlar Türkçeyi
  9037. Ermeni alfabesi ile yazarlardı. Belirli zamanlarda Suriye Yakubi Kilisesi ve
  9038. Mısır Kıpti Kilisesi’ne bağlı olanlar da Ermeni Kilisesi ile ilişki kurmuşlardı.
  9039. Gerek Ermeni, gerek de Rum milletinde, diğer Katolik Rum ve Ermeniler veya
  9040. daha sonra her iki milletten de Protestanlığı seçen kimsenin olmaması önemli bir
  9041. konudur.
  9042. Musevi milleti, Suriye ve Irak’taki Arapça konuşan Museviler, 1492
  9043. kovulma fermanıyla İspanya’dan kaçan ve İspanyolca konuşanlar, Mora’daki
  9044. Rumca konuşan Museviler ve daha başka dilleri konuşan daha küçük Musevi
  9045. gruplarından oluşuyordu.
  9046. Dinlerine göre tanımlanan bu milletlerde çeşitli etnik ve bazen de aşiret
  9047. grupları yer alıyordu. İçteki bölünmeler de önemliydi ve bürokratik, siyasi,
  9048. toplumsal ve ticari rekabetlerdeki dayanışma gruplarının temellerini
  9049. oluşturuyorlardı. Bunlar yüzyıllardan beri edebi kaynaklarda rastlandığı üzere ve
  9050. bugün de sürdüğü gibi çeşitli etnik stereotip tipe ve alışılmış ön yargılara neden
  9051. olmuşlardır. Ancak klasik millet sistemi henüz kendi iç mantığında yürüdüğü
  9052. için bu gibi etnik dayanışmalar temel kimliği tanımlamadığı gibi, kesin bir
  9053. bağlılığı da belirlemiyordu. Bugün bizler tarafından Araplar ve Türkler olarak
  9054. adlandırılan, kendilerine de Arap ve Türk diyenler, çok yakın çağlara kadar
  9055. kendilerini böyle tanımlamamışlardı. Dil Türkçe bilinse de İstanbul ve başka
  9056. şehirlerdeki uygar insanlar, kendilerini Türk olarak adlandırmazlardı. Türk adını
  9057. Anadolu’nun ilkel köylüleri ve göçerleri için kullanırlardı. Benzer şekilde, Mısır
  9058. ve Verimli Hilal’deki Arapça konuşan kişiler dillerine Arapça dedikleri halde,
  9059. Arap adını çöl kıyılarında yaşayan Bedeviler için kullanırlardı. Şehirlerde
  9060. yaşayan eğitimli insanlar, ancak modem çağlarda ve Avrupa’daki milliyet
  9061. düşüncelerinin etkisiyle kendilerini bu etnik terimlerle tanımlamaya
  9062. başlamışlardır.
  9063. Doğal olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Hıristiyan halklarını Avrupalı
  9064. düşünceler daha çok etkiliyordu. Bu yeni ve güçlü milliyetçilik düşünceleriyle
  9065. sırasıyla Yunanlılar, Sırplar, öteki Balkan halkları ve son olarak da Ermeniler
  9066. karşılaştılar ve tepkileri olumlu oldu. Müslüman olmayan azınlıklardan en
  9067. küçük, güçsüz ve en az tatminsizliği olan Museviler bile milliyetçiliklerini
  9068. geliştirmeye başladılar. Osmanlı Saraybosna şehrinde doğan ve yaşayan, Haham
  9069. Yehuda Alkalai 1843 yılında yazdığı kitabında Museviledin Kutsal Topraklar’a
  9070. dönüp ilahi yardım beklemeksizin, onu kendi çabalarıyla tekrar kurmaları gibi
  9071. yeni bir düşünceye yer verdi.
  9072. XIX.yy’da Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyan azınlıklar üç farklı ve
  9073. uyuşmayan hedefe yöneldiler. Osmanlı devletinde yaşayan Müslüman
  9074. çoğunlukla aynı haklara sahip eşit yurttaşlık, bu hedeflerden biriydi. Avrupalı
  9075. devletler, dini ayrım yapmadan bu eşit yurttaşlık konusunu Türkler’e
  9076. dayatıyorlardı. Ancak bazı durumlarda bu kendi ülkelerindeki uygulamalarla
  9077. çelişkili olsa da, Osmanlı liberalleri ve reformcuları tarafından benimsendi.
  9078. Bundan daha azı dönemim aydınlanmış düşünce standartları karşısında kabul
  9079. edilemez ve küçültücü kabul ediliyordu.
  9080. Yalnızca yeni düşünceler yüzünden değil, yeni refah nedeniyle de eski
  9081. eşitsizlikler kabul edilemez oluyordu. Devrim ve Napolyon savaşları sırasında ve
  9082. XIX. yy’ın başlarında Müslüman olmayan toplumlar çoğunlukla başarılı
  9083. olmuşlardı. Eğitim düzeyleri Müslümanlar’dan daha yüksek olduğu ve dış
  9084. dünya ile daha kolay iletişim kurabildikleri için gittikçe refah düzeyleri
  9085. artıyordu. Böylece eski sistemin onlara dayattığı -siyasi ve toplumsal
  9086. aşağılanmanın verdiği rahatsızlık daha az oluyordu. XIX.yy süresince Osmanlı
  9087. devletindeki hakların eşitliği, bazı önemli reform fermanlarıyla resmen
  9088. sağlanmış oldu. Sonuçlar kanunlardaki boyutlarına ulaşamamış olmasına rağmen
  9089. çok önemli olmuştur.
  9090. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyan azınlıkların artarak daha fazla bir
  9091. ilgiyle yöneldikleri ikinci hedef bağımsız, en azından kendi milli toprakları
  9092. üzerinde özerk olmaktı. XIX.yy’da ve XX. yy başında ilk önce Sırplar ve
  9093. Yunanlılar, daha sonra Balkan Yarımadası’nın öbür halkları kendilerinin
  9094. milli toprakları kabul ettikleri yerlerde egemen bağımsız devletler kurmuşlar ve
  9095. hem Osmanlıların hem de komşularının topraklarına göz dikmişlerdi. Asya’daki
  9096. Osmanlılar’a ait topraklarının tamamına dağılmış olan ama her yerinde azınlık
  9097. olan Ermeniler’in durumu daha zordu. Balkan halklarının, daha sonra da Arap ve
  9098. Museviler’in tersine, Ermeniler, Sovyetler Birliği yıkılıp eski Sovyet Ermeni
  9099. Cumhuriyeti bağımsızlığını alıncaya dek modern çağlarda hiç egemen devlete
  9100. sahip olmamışlardı.
  9101. Ara sıra gündeme geldiği halde, ısrarla üzerinde durulan üçüncü hedef ise,
  9102. milletlerin eski sistemde sahip oldukları özerklikleri ve ayrıcalıkları, başka bir
  9103. deyişle kendi dini yasalarını devam ettirme ve uygulama, eğitim sistemlerini
  9104. kendi dillerinde denetim altına alma ve kendi farklı kültürlerini sürdürme
  9105. haklarını korumaktı. Avrupa icatlarından, XIX.yy’da askere alma listenin önemli
  9106. bir maddesiydi. Önceleri silah altına alınmadan bağışık tutulmak aşağılayıcı bir
  9107. durumken artık zorunlu askerlikten bağışık tutulmak bir ayrıcalık haline
  9108. gelmişti, bu ayrıcalık için ufak bir bedel olarak askeri hizmet bağışıklık vergisi
  9109. altında eski kelle vergisi ödeniyordu.
  9110. Sonuç itibariyle birbiriyle uyuşmayan bu üç hedefin kısa vadede bile çeşitli
  9111. dezavantajları olmuştu. Eşit yurttaşlık, yükseğe çıkmak gibi daha aşağı inmek
  9112. anlamına da geliyordu. 1856 yılının Şubat ayındaki büyük Islahat Fermanı ile
  9113. ilgili olarak çağdaş Osmanlı tarihçisi Cevdet Paşa şunları yazmıştır:
  9114. 6
  9115. "...Patrikler, memnun değillerdi... Eskiden Osmanlı devletindeki
  9116. toplumların bir sıraları vardı. Sırayla Müslümanlar, Rumlar, Ermeniler ve
  9117. Museviler gelirdi. Artık tümü aynı düzeye indirilmişti. Bu duruma itiraz eden
  9118. bazı Rumlar şunları söylemiştir: Devlet bizi Musevilerle aynı yere koydu,biz
  9119. İslamiyet’in üstünlüğünden memnunduk. ”
  9120. Rumlar’ın bu tepkisi olağandı. XVII-XVIII. yy’da Başkentteki Rum
  9121. aristokrasisi Osmanlı devletiyle hemen hemen ortak bir ilişki kurmuştu.
  9122. Adlarım İstanbul’da yaşadıkları yerden alarak Fenerliler olarak adlandırılan
  9123. soylu aileler, Osmanlı hizmetindeki bazı önemli makamları ele geçirmişlerdi.
  9124. Babıali Yüksek Tercümanlığı bu makamlar arasındaydı ve dışardan yalnızca
  9125. bir çevirmenlikmiş gibi görünse de imparatorluğun günlük dış ilişkilerini
  9126. yürütme göreviydi. Avrupa’ya gönderilen her Osmanlı sefiri ile birlikte Yüksek
  9127. Tercümanlık’tan bir Rum çevirmen de bulunuyordu ve sefaret işlerinin
  9128. çoğunu o yapıyordu. İleride Romanya Krallığı olacak iki Tuna prensliğinin
  9129. valilikleri de Fenerliler’in yer aldıkları makamlardandı.
  9130. Bağımsız olma isteği ve buna ulaşma çabaları, doğal olarak Müslüman
  9131. olmayan tebaanın, özellikle de devletin Müslüman olmayan hizmetkarlarının
  9132. güvenilirliği ve sadakati ile ilgili şüpheler doğurmaya başlamıştı. Bunun
  9133. sonuçlar çok ağır oldu. İleride Yunan Bağımsızlık Savaşı’na haline gelecek
  9134. olan Yunan isyanının başlangıcında Babıali Yüksek dragoman’ı
  9135. (tercümanı) büyük olasılıklar uydurma olan, isyancılarla birlik olduğu
  9136. iddiasıyla asıldı. 1840’ta Osmanlılar’ın Atina’da açtıkları ilk elçiliklerinde bile
  9137. ilk elçileri, gelecekte Londra’daki sefirleri olacak Fenerli Rum Kostaki
  9138. Musurus idi. Ne var ki, Osmanlı Rumları bir toplum olarak Osmanlı
  9139. devletinde sahip oldukları güven ve güç makamlarına bir daha hiç sahip
  9140. olamadılar.
  9141. Azınlıkların durumlarında başka değişiklikler de olmaya devam ediyordu.
  9142. XVI.yy’da, Osmanlı hükümdarları, devletin Avrupalı düşmanlarına sempati
  9143. duymalarından şüphe edilmeyen ama Avrupa bilgi ve becerisine sahip tek
  9144. toplum olduklarından Museviler’den gerek siyasi, gerek de ekonomik işlerde
  9145. yararlanıyorlardı. Ancak Musevi toplumu, Osmanlı gücünün çökmesinden
  9146. bütün azınlıklardan daha fazla etkilenmiştir. Onlar, Osmanlı
  9147. Hıristiyanları’nın güvendiği gibi, Avrupalı tüccarların lütuflarına ve Avrupalı
  9148. devletlerin korumasına güvenemezlerdi. Yine onların tersine XIX. yy’ıri ikinci
  9149. yansına dek, Hıristiyan toplumlarını canlandıran herhangi bir eğitim ve kültür
  9150. canlanması yaşamamışlardı. Başkent ve taşrada iş ve hükümetteki yerlerini
  9151. Rumlar'a, Ermeniler’e ve önemli bir yeni unsur olan Levant’ın Arapça
  9152. konuşan Hıristiyanlan’na bırakmışlardı.
  9153. Bu azınlıklar, arasından Rumlar giderek şüphe altına girmeye başlarken,
  9154. Arapça konuşan Hıristiyanlar imparatorluktaki çok uzak yerlerde yaşıyorlardı
  9155. ve henüz gelecekte sahip olacakları etkinliği ve önemi elde etmemişlerdi. Bu
  9156. değişim en çok Ermeniler’in işine yarıyordu. Uzunca bir zaman “millet-i
  9157. sadıka”olarak adlandırılan Ermeniler’i yalnızca Osmanlılar değil,
  9158. Batılı araştırmacılar da Osmanlı devletine en sadık azınlık olarak kabul
  9159. ederlerdi. Onlar da kendilerinden önceki Rumlar gibi Batı’nın eğitim ve
  9160. ticaret olanaklarını kullanarak zengin olmuşlardı. Bir Ermeni grubu,
  9161. XX.yy’ın başına dek, Jöntürkler’in Sultan II. Abdülhamid’in despot
  9162. yönetimine son vermelerine ve 1908 Jöntürk devrimini yapmalarına yardım
  9163. etmişlerdi. Devrimden sonra hükümette bir süre bir Ermeni dışişleri nazırı bile
  9164. görev yapmıştı.
  9165. Ne var ki, Rumlar için olduğu gibi, Ermeniler için de eski ortak ilişkiye
  9166. devam etmek imkansızdı. Yeni refah, Rumlar’ı olduğu gibi onları da daha iyi
  9167. bir eğitim ve kültür ortamına kavuşturmuş, dış dünyadaki düşüncelere daha
  9168. açık duruma getirmişti. Batı’dan da, Doğu’dan da gelen düşünceler, genellikle
  9169. birbiriyle çatışan ve çelişen mesajlar içeriyorlardı. Batılı düşünceler, milli
  9170. bağımsızlık, liberal demokrasi ve sayılan hızla çoğalan misyoner okulları
  9171. sayesinde büyüyen Hıristiyanlık duygusuydu. Doğulu düşüncelerse, Rus
  9172. devletinin koruma önerisi, Rus devrimcilerinin ihanet mesajları ve
  9173. yöntemleriydi. Tüm bu düşünceler, iyi kullanılsa da “zimmi” statüsünün artık
  9174. katlanılabilir olmadığı kişiler arasından taraftar buluyordu.
  9175. Osmanlı gücünün çok açık bir şekilde gerilemesiyle yeni umutlar doğdu.
  9176. 1876 Bulgar krizi, sonra da Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilerek yabancı
  9177. devletlerin iç işlerine karışması,bu adımların tatmin yollarını gösteriyordu.
  9178. 1878 Berlin Antlaşması’nın 6l. maddesi ile Ayastefanos Antlaşması’nın 16.
  9179. maddesi korunuyordu. Bu maddelere göre, Osmanlı devleti Ermeniler'in
  9180. yaşadıkları eyaletlerde gereken yerel reform ve düzenlemeleri yapmak, onları
  9181. Kürtler’e ve Gürcüler’e karşı korumakla yükümlüydü. Bu konudaki
  9182. uygulamaların, denetleyici olan(Avrupalı) devletlerine düzenli bir şekilde
  9183. bildirilmesi gerekiyordu.
  9184. Bu durumun açık mesajını pekiştiren olaylar oldu.Bulgarlar da
  9185. kendilerinden önceki Yunanlılar gibi ayaklanma, bastırılma ve müdahale
  9186. yollarıyla bağımsızlıklarını elde ettiler. Bu yolu izleyerek Ermeniler’in de
  9187. bağımsız bir devlet kuracakları düşünülüyordu. Kışkırtmanın silahlı eyleme
  9188. dönüşmesiyle çok uzun süredir uyuyan dini ve etnik düşmanlıklar tekrar
  9189. uyandı. 1890 yılından sonra, özellikle 1895-1896 yıllarında Doğu Türkiye’de
  9190. isyan ve bastırma, terör ve kıyım hakim oldu ve bu durumdan kısa süreliğine
  9191. olsa da başkent de etkilendi. II. Sultan Hamid’in emriyle, Ermeni isyancılar
  9192. ile onlara yardım ve yataklık edenleri sindirmek üzere yerel başıbozuklardan
  9193. oluşan Ha-midiye birlikleri tarafından çok sayıda Ermeni öldürüldü. Ancak
  9194. bu olay devrimci eylemlerin bastırılması yerine, teşvikiyle sonuçlandı.
  9195. Hıristiyanlar (Ermeniler) ile Müslümanlar (Türk, Çerkez ve Kürt köylüleri ve
  9196. göçerleri) arasındaki savaş ve baskınlar yerel olarak sürdü.
  9197. Ermeniler’in durumu onlardan daha önce bağımsızlık mücadelesi
  9198. başlatan Balkan Hıristiyanları'ndan daha kötüydü. Çoğunluk oldukları
  9199. kasabalar, köyler ve bölgeler çok dağınıktı. Bulgaristan ya da Yunanistan gibi
  9200. bir anavatan şeklinde birleşmemişti ve yaşadıkları her yerde azınlık
  9201. durumundaydılar. Ermeni anavatanı ile eski başkentleri, çarların
  9202. imparatorluğuna ilhak edilmişti. Koruma ve teşvik teklif etmelerine rağmen
  9203. Ruslar, özgür bir' Ermenistan istemiyorlardı.
  9204. Türkler, Araplar ve imparatorluğun diğer Müslüman halkları, eski
  9205. bağışıklıklarını kaybetmeye başlamışlardı ve Avrupa’nın vatansever, milliyetçi,
  9206. liberal düşünceleri onları da etkilemişti.
  9207. Geleneksel yasallık ve sadakat yapısını zayıflatarak eski düzeni yıkan bu
  9208. düşünceler, önce Batı Avrupa’dan vatanseverlik, sonra da Orta ve Doğu
  9209. Avrupa’dan milliyetçilik şeklinde iki aşamalı olarak gelmişti.
  9210. Geleneksel İslam dünyasında da, Hıristiyan dünyasındaki gibi, ülkeler ve
  9211. milletler güçlü bir milli ve bölgesel kimliğe sahiplerdi. Ortadoğu İslamiyeti’nin
  9212. başlıca üç halka Araplar, İranlılar ve Türkler, tarihleri, kültürleri, dilleri,
  9213. edebiyatları,, ortak kökenleri, ayırt edici gelenekleri ve davranışlarından
  9214. oluşan milli miraslarıyla gurur duyarlardı. Ayrıca insanın doğduğu yere karşı
  9215. doğal bağlılığı ile gelişen yurt sevgisi, yerel gurur, sıla özlemi gibi duygular
  9216. Batı’da da olduğu gibi, İslam edebiyatında da vardı ama siyasi bir mesaj
  9217. içermiyorlardı. Batılı düşüncelerin etkilerinden önce, milli vatanın ya da
  9218. milletin siyasi kimlik ve egemenlik unsuru olduğu düşüncesi bilinmez ve
  9219. benimsenmezdi. Müslümanların kimlikleri dinleriydi ve dinleri için
  9220. onları yöneten hükümdara ya da hanedana sadakatle bağlı olurlardı.
  9221. İslam dünyası için milliyetçilik ve vatanseverlik yabancı kavramlardı.
  9222. Tarihçilerin yazdıklarına göre ülke ve millet ne egemenliği kısıtlar, ne de
  9223. kimliği tanımlardı. Ali Paşa tarafından da gözlemlendiği gibi, bu düşünceler
  9224. yıkıcı etkiler yapmıştır.
  9225. Batı uygarlığında, insanın yalnızca doğduğu yeri doğal olarak sevmesi
  9226. olmayan, insanın vatanına karşı siyasi ve gerekirse askeri görevi anlamına
  9227. gelen vatanseverlik yerleşmiş bir kavramdı ve kökeni eski Yunanistan ve
  9228. Roma’ya dayanıyordu. İngiltere, Fransa, sonraları da Amerika Birleşik
  9229. Devletleri’nde başka iki düşünceyle ilişkili hale geldi: ülke nüfusunun çeşitli
  9230. birimlerinin bir tek milli bağlılıkta birleşmeleri düşüncesi ve egemenliğin tek
  9231. ve gerçek kaynağının Kilise ve devlet değil, halk olduğu düşüncesi.
  9232. İngiltere ve Fransa’nın farklı din ve dilleri olan halklarının birleşik ve
  9233. güçlü milletler haline gelmelerini vatanseverlik sağlamıştır. Avrupa’nın
  9234. Osmanlı gözlemcileri, bu düşüncenin, Osmanlı İmparatorluğunun farklı dini
  9235. ve etnik toplumlarını ana-vatanlarına ve onu yöneten Osmanlı devletine ortak
  9236. bir sadakatle bağlamak için kullanılabileceğini düşünmüşlerdi.
  9237. Vatanseverlik düşüncesi, bu amaç için çeşitli avantajları olan Mısır’da biraz
  9238. daha geç etkili olmuştur. Bölgenin öteki ülkelerine göre Mısır, gerek coğrafya
  9239. gerek de tarih açısından daha sınırlıdır. Mısır, tek bir nehrin vadisi ile deltasından
  9240. oluşuyordu. İslâmlaştırılmış ve Araplaştırılmış olduğu halde, bin yıl süresince
  9241. sahip olduğu bir kimlik ve bölgede eşi görülmeyen bir homojenlik ve
  9242. merkeziyetçilik vardı. Osmanlı sultanlığının sözde egemenliğindeki Mısır’da
  9243. özerk bir devlet kuran Hidiv hanedanının emelleri, ülkenin bu yeni vatanseverlik
  9244. düşüncesini belirlemesine yardım etmişti. Hidivler, ayrı bir milliyet ve devlet
  9245. olarak tanımlanacak, ayrı bir Mısır kimliği düşüncesini yayacak bir ideolojiye
  9246. karşı açık bir ilgi duyuyorlardı. Batılı anlamda bir millet ve ülke olarak XIX.
  9247. yy’ın çok dilli ve çoğulcu Osmanlı İmparatorluğu yerine, Mısır’ı görmek çok
  9248. daha kolaydı. Öte yandan bu kimliğin kabul edilmesi Mısır’da da çok
  9249. yavaş;olmuş ve itirazla karşılaşmıştır. Bugün bile Mısırlılar’ın tamamının tam
  9250. olarak kabul etmiş olduğu söylenemez.
  9251. Yüzyılın ortalamadan sonra, vatanseverliğin ardından çok farklı bir düşünce
  9252. olan milliyetçilik gelmiş ve daha ileri gitmiştir. Batı Avrupa’da vatanseverlik iyi
  9253. hizmet görmüş, bir taraftan ülke ve devlet, öteki taraftan da millet tam olarak
  9254. tanımlanmıştır. Ancak bu durum, Orta ve Doğu Avrupa’daki bölünmüş
  9255. Almanya, Avusturya-Macaristan’ın etnik çeşitliliği ve çarların “milletlerin
  9256. hapishanesi” gibi farklı koşullara uyum sağlayamamıştır. Çünkü vatanseverlik
  9257. bu koşullarda statükonun desteklenmesi anlamına geldiğinden, giderek artan
  9258. sayıdaki kişi açısından kabul edilemez oluyordu. Bu kişilerin günlük
  9259. yaşamlarına, ülke ve statü yerine, dil, kültür ve ortak soydan geliş
  9260. olarak tanımlanan millet düşüncesi daha uygundu. Orta Avrupa milliyetçiliğinin,
  9261. Batı’nın liberal vatanseverliğinden daha anlaşılabilir ve kabul edilebilir olduğu
  9262. Ortadoğu gerçekleri de bu düşünceye daha yakındı.
  9263. Ortadoğu’ya gelen vatanseverlik ve milliyetçilik düşüncelerinin, özgürlükçü
  9264. muhalefet hareketleriyle ilişkisi bulunuyordu. Genellikle vatanseverlik var olan
  9265. siyasi düzeni pekiştirirken, milliyetçilik baltalıyordu. Vatanseverlere göre
  9266. ülkenin bağımsızlığı kabul edilmiş bir gerçekti ve özgürlük ülkede yaşayanların
  9267. durumlarına ilişkindi. Milliyetçilere göre devlet baskıcı, yabancı olabilirdi; ülke
  9268. ve millet yabancı ve bölünmüş bir yönetim altında olabilirdi; hu sapmaların sonu
  9269. ve milli bağımsızlıkla birliğin elde edilmesi, özgürlük demekti.
  9270. ‘ Hıristiyan Avrupa’dan gelen düşüncelere daha açık olan ve kendilerini
  9271. yöneten devletin yabancı bir despot olduğuna daha kolay inanan Müslüman
  9272. olmayan kesim, bu yeni düşüncelerin etkisini ilk hissedenler olmuştu ve bu
  9273. durum yalnızca devletle sınırlı değildi. İmparatorluğun tüm Ortodoks
  9274. Hıristiyanları’nı eski rejim altında birleştiren Rum milleti için de aynı durum söz
  9275. konusuydu. Rum Ortodoks Kilisesi’nin Helen olmayan taraftarları, XIX.yy’da
  9276. üst makamlarının neredeyse tamamı etnik Yunanlılar’ın elinde olan dini
  9277. otoriteden hoşnut değillerdi. İlk önce Balkan halkları, sonra da daha az başarıyla
  9278. Suriye’nin Arapça konuşan Ortodoks Hiristiyanları kendi toplum işlerinde daha
  9279. çok söz hakları ve kendi dini örgütleri olmasını istediler. Rum milletini içten içe
  9280. yıkan, bu yeni milliyetçi eğilimler, daha sonra da Osmanlı İmparatorluğu’nu
  9281. yıkacaktı.
  9282. Batı’dan gelen ani etkilere karşı Osmanlı ve Rus imparatorlukları tarafından
  9283. korunan ve Avrupa’dan daha uzakta bulunan İran’da, Batılı düşüncelerin etkisi
  9284. çok daha zayıf yavaş ve geç olmuştur. Şahlar da sultanlar gibi farklı din ve dilleri
  9285. olan çeşidi azınlıkları yönetiyorlardı ama İran’da bu azınlıklarının rolleri,
  9286. Osmanlı İmparatorluğu’ndakinden çok daha önemsizdi ve varolan toplumsal ve
  9287. siyasi düzen için Osmanlı’da olduğu gibi bir tehdit hiç olmamıştı. Müslüman
  9288. olmayan azınlıkların sayısı Osmanlı İmparatorluğu'ndakine göre daha azdı, bu
  9289. azınlıklar daha az zenginlerdi ve daha çok baskı altında
  9290. bulunuyorlardı. Zerdüştiler ile Museviler kültürel açıdan bütünleşmişlerdi,
  9291. yalnızca Farsça konuşuyorlardı ve kökenleri İslamiyetten önceki çağlara
  9292. dayanıyordu, ancak toplumsal ve hukuki açıdan tecrit edilmişlerdi ve siyasi
  9293. güçleri yoktu. Ermeniler, tek büyük Hıristiyan toplumuydu ve pek çok konuda
  9294. durumları Zerdüşti ve Musevi tebaadan çok daha iyiydi. Ancak onların tersine,
  9295. İranlılar’dan yalnızca dinleriyle değil, sahip oldukları ayn etnik, dil ve kültürel
  9296. kimlikle de ayrılıyorlardı. İran’daki Müslüman olmayan toplulukların kendi
  9297. içlerinde belirli bir özerk düzenleri olsa da, Osmanlı İmparatorluğu’nun
  9298. milletleriyle karşılaştırıldığında bu topluluklar çok önemsizlerdi.
  9299. İlk bakışta, Müslümanların içindeki dini ve etnik azınlıkların daha önemli
  9300. olduğu düşünülebilir. Küçük bir Sünni azınlığı ve yeni Bahai inancının daha
  9301. aktif taraftarlardan oluşan bir azınlık vardı ama Sünniler sessizlerdi, diğerleri de
  9302. sıkı kısıtlamalar altındaydılar. İran nüfusunun yansından çoğu Farsça
  9303. konuşanlardan oluşuyordu, nüfusun geri kalanı da etnik azınlıklardan
  9304. oluşuyordu. Bunlar, kuzeydoğuda Türkmenler, kuzeybatıda Azeriler ve Kültler,
  9305. güneydoğuda Beluciler, güneybatıda Kaşgaylar ve Araplar idi. Pek çoğunun
  9306. dilleri, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarının ötesinde, çarların Transkafkasya ve
  9307. Orta Asya sömürgelerinde konuşulan Türki dillerin akrabalarıydı. Ancak
  9308. bu etnik farklılıklar Osmanlılar’dakinden daha az önemliydi. Bu azınlıkların
  9309. tümü Müslüman, çoğunluğu Şii olduğundan, sahip oldukları dini bağlılık ve
  9310. kültürel yakınlık Avrupa’dan gelen yeni milliyetçilik düşüncelerinden çok daha
  9311. güçlüydü.
  9312. Tüm bunlara karşın İran, yine de yeni düşüncelerden milliyetçilik olmasa
  9313. da,vatanseverlik düşüncesini kabul etmeye daha uygundu. Arap dünyasına haline
  9314. gelen Mısır, Kuzey Afrika ve Mezopotamya halklarının tersine İranlılar,
  9315. İslamiyetten önceki geçmişlerinin bilincini korumuşlar ve başarılarıyla gurur
  9316. duyuyorlardı. Geçmişteki anılar, tarihi olmaktan çok efsanevi olduğu halde çok
  9317. canlıydı, sanat ve edebiyatta önemli bir yerleri vardı. Yine Arap dünyasının
  9318. tersine kendi dillerini korumuşlardı. Dillerini yazarken Arap alfabesini
  9319. kullanıyorlardı,Arapça’dan da pek çok sözcük almışlardı ama Farsça,
  9320. Arapça’dan çok farklı bir dildi.
  9321. İranlılar, XVI.yy’da Safevi hanedanının ortaya çıkmasının ardından tek bir
  9322. meşruti hükümdar altında birleşmişlerdi. Onları komşularından ayıran şey Fars
  9323. dili ve kültürü, daha çok da Safeviler’in resmi, sonra da bölgenin hakim dini
  9324. olan Şiilikleriydi. İranlılar’ın Şiilikleri, Sünni komşuları Orta Asya’nın İslam
  9325. devletleri, Afganistan, Hindistan ve Osmanlılar ile sürekli bir çatışma
  9326. yaşamalarına neden oluyordu. İran’a geç gelen vatanseverlik geldiğinde de, Şii
  9327. radikal hareketlerin Batı, modernlik ve laiklik aleyhtarı liderleri tarafından
  9328. sempatiyle karşılanmıştı.
  9329. Seymour’un raporuna göre, 9 Ocak 1853 tarihinde ‘Tüm Rusyalar’ın Çarı”
  9330. St. Petersburg’da İngiliz sefiri Sir George Hamilton Seymour ile bir
  9331. konuşmasında, Osmanlılar için şunları söylemişti: “Elimizde hasta bir adam var
  9332. ve gereken düzenlemeleri yapmadan elimizden kayarsa çok yazık olur.”
  9333. Seymour da hasta adama iyi davranılarak iyileşmesi için yardım edilmesi
  9334. gerektiğini, cerrah yerine bir doktorun gerekli olduğunu söylemişti. Yurt içinde
  9335. ve yurt dışında pek çok doktor bulunuyordu ve bunlar ara sıra anlaşmazlığa
  9336. düşseler de hasta adamı iyileştirmek için bir miktar ilerlemişlerdi. Sakin ve
  9337. sabırlı olarak başarıya ulaşabilirlerdi belki de ama bunun için zamana da,
  9338. sakinliğe de sahip olamadılar.
  9339. 18. BÖLÜM
  9340. SAVAŞLAR
  9341. Osmanlı İmparatorluğu yıkılışına dek geçen yüz yılı aşkın süre içerideki ve
  9342. dışarıdaki düşmanlarıyla savaşmıştır. XVI. yy başlarından itibaren Müslüman
  9343. Ortadoğu’daki güç olmak ve aralarındaki sınırı belirlemek için İran’la yapılan
  9344. savaşların sonuncusu 1821-23 yıllarında olmuştur. Sonucunda sınırlar
  9345. kesinleşmiş ve ortak bir komisyon tarafından çizilmiştir. Netlik kazanmayan
  9346. birkaç sınır çizgisi de, Türkiye ve İran cumhuriyetlerinin doğu sınırı olarak
  9347. sonraki yıllarda belirlenmiştir. Osmanlı ve İran’ın bölgedeki hakim güç olma
  9348. mücadelesi her iki ülkenin de yerlerini dış güçlere bırakmalarıyla sona ermiştir.
  9349. Yaklaşık olarak iki yüzyıl boyunca, bu dış güçlerin bazen bölge içinde, bazen de
  9350. dışında sürdürdükleri rekabet ve mücadele, bölgenin siyasi tarihine hâkim
  9351. olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun yaptığı zorlu ve uzun süren savaşlar, bu
  9352. rakip dış güçler ve himayelerindeki yerel devletler arasında olmuştur.
  9353. İmparatorluğun içinde bulunan düşmanlarla da çok savaşılmıştır. Bu
  9354. savaşlarda karşılarındaki, kimileri bağımsızlık isteyen milliyetçi gruplar ve tümü
  9355. Hıristiyan olan ve dışarıdan yardım alan gruplar başarı kazanmışlardı. Osmanlı
  9356. paşaları da İmparatorluktaki karışıklıktan yararlanarak valilikleri oldukları
  9357. illerde kendilerine özerk beylikler kurmak isteyerek isyan çıkarmışlardır.
  9358. Mehmed Ali Paşa bunlar arasında en başarılı kişidir ve sözde Osmanlı
  9359. egemenliğini kabul ederek, Mısır’da yan bağımsız bir devlete hükmeden yeni bir
  9360. hanedan kurmuştur. Irak ve Suriye’de, daha küçük ve kısa süreli olarak böyle bir
  9361. özerklige sahip başka paşalar da olmuştur.
  9362. Arap topraklarında yaşayan ama. Arap olmayan bu paşaların çoğunluğu,
  9363. Balkan ya da Kafkas kökenli Türkçe konuşan Osmanlılar’dı. Yalnızca iki alanda
  9364. Arapça konuşan liderler bir tür bölgesel özerkliğe sahip olmuşlardı. Hıristiyan ve
  9365. Dürzi yerel liderlerin bir beylik kurdukları, gelecekteki Büyük
  9366. Lübnan Cumhuriyeti’nin temeli olan Lübnan bunlardan biriydi. Yüzyılın
  9367. ortalarından itibaren, bu beylik ve etrafındaki Osmanlı yönetiminde bulunan
  9368. topraklar bir Arap kültür ve ekonomi rönesansına şahit olmuşlardır.
  9369. Arabistan yarımadası, özellikle de Osmanlılar, İran ve sonra da İngiltere
  9370. arasında tartışmalı durumdaki Körfez bölgesi Arap hareketlerinin diğer alanı
  9371. olmuştur. XVIII.yy’in sonuna doğru bu rekabetlerin yerel ve bölgesel aşiret
  9372. reisleri tarafından kendi lehlerine çevrilmesiyle büyük bir ölçüde özerklik
  9373. kazanmışlardı. 1756 yılında baştaki Sabah ailesinin iktidarı ele aldığı Kuveyt
  9374. (Hintçe kale sözcüğünün Arapça kısaltmasıdır) prensliği bunlardan en
  9375. önemlisidir.
  9376. Vahabilik, Osmanlı devletinin meşruluğuna karşı gelen tek Arap hareketidir.
  9377. Necid’deki bir diri adamı olan Muhammed ibn Abdülvahab, bu hareketin
  9378. kurucusudur ve Hz, Muhammed'in gerçek ve saf İslamiyeti’ne geri dönülmesini
  9379. istemiş,onu çarpıtıp yozlaştıran yanlış ve kör inançlara, kötü uygulamalara ve
  9380. onları destekleyip koruyan rejimlere karşı çıkmıştır.Necid’de Dariye emiri
  9381. Muhammed ibn el-Suud onu destekleyenler arasındaydı. Muhammed ibn
  9382. Abdülvahab taraftarlarına öğretilerini ve ateşli silah kullanmasını öğrettiğini
  9383. anlatan bazı metinler vardır. XVIII. yy ortalarından sonra dinin bu yeni
  9384. savaşçıları ibn Suud’un askeri yeteneğiyle Arabistan'ın büyük bir bölümünü ele
  9385. geçirip Suriye ve Irak sınırlarını bile tehdit ettiler. Dini arındırma çabalan, Hz.
  9386. Muhammed’in ve ondan sonrakilerin zamanındaki İslamiyet’in ortaya çıkışının
  9387. yenilenmesi olarak sunuluyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu içinde
  9388. bulunduğu tüm sıkıntılara rağmen, o güçsüz halinde, Vahabi Suudi saldırısını
  9389. kolayca püskürterek Bizans ve Pers büyük imparatorluklarının aksine başarı
  9390. kazandı. VII. yy’da saldıranlar da savunanlar da aynı silahlan kullanmışlardı ve
  9391. XVIII-XIX yy’da ise Osmanlılar’ın topları vardı.
  9392. Osmanlı ordularının isyancı Bedevilerin üstesinden gelebilecek olan güçleri,
  9393. Avrupalılar’ı kovacak kadar güçlü değildi. Dış güçlerin iç isyanlara karışmaları
  9394. da dış savaşlara yol açmıştı. Diğer dış savaşların nedenleri yabancı devletlerin
  9395. arasındaki rekabetti. Rusya ile 1808-1876 yılları arasında dört defa
  9396. savaşan Osmanlılar, tümünde de toprak kaybetmiştir. Batılılar’ın müdahalesiyle
  9397. Ruslar kazandıklarının bir bölümünden vazgeçmeselerdi Osmanlı’nın
  9398. mağlubiyeti çok daha kötü olurdu.
  9399. Bu müdahaleler, Osmanlı gerilemesinin, diplomatlarca “Doğu Sorunu”
  9400. olarak adlandırılan duruma gelmesi gibi önemli bir değişikliği göstermektedir.
  9401. Dolayısıyla imparatorluğun ayakta kalması yalnızca Osmanlı ordularının başarılı
  9402. olamayan inatçı savunmalarıyla değil, bu yeni müdahalelere bağlı olarak
  9403. da gerçekleşmiştir. Avrupa devletleri, Rusların yayılmasından endişe duyuyordu.
  9404. Diğer taraftan da Osmanlı devleti bu rakipleri tanıyıp elde ettikleri fırsatlardan
  9405. faydalanma olanağı kazanıyordu.
  9406. Osmanlılar 1699 yılında, Viyana’dan ikinci ve son kez çekildiklerinde, bir
  9407. yenilginin ardından imzaladıkları ilk antlaşmayla ülkelerinin, Avusturya’nın
  9408. ilerlemesinden duyduğu endişeleri taşıyan İstanbul’daki İngiliz ve Hollanda
  9409. sefirlerinin düşüncelerinden ve yardımlarından yararlanmışlardı. XIX. yüzyıl
  9410. süresince diplomatik müdahale kadar, askeri müdahale de olağan durumdaydı.
  9411. Fransız! ada karşı İngilizler, devrim ve Napolyon savaşları sırasında, daha sonra
  9412. da Ruslar’a karşı Fransızlar, Türkler’e yardım etmişlerdi. Prusyalı bir ara bulucu,
  9413. 1829 yılında zafer kazanmış Rusları şartlarını yumuşatmaya ikna etmişti,
  9414. Osmanlı müttefikleri olarak İngiltere ile Fransa, Kırım Savaşı’nda Rusya’ya
  9415. karşı omuz omuza savaşmışlardı. İngiliz diplomatik müdahalesi ile 1878 yılında
  9416. Osmanlı askeri yenilgisinin siyasi sonuçlan daha ılımlı hale getirilerek,
  9417. imparatorluğun yıkılışı bir sonraki yüzyıla ertelenmişti. Bu sırada da, hasta
  9418. adamın mirasından bir ön pay alan Batılı müttefikler, Osmanlı eyaletlerini
  9419. doğrudan yönetmek yerine daha uzak topraklardaki yerel yönetimleri ele
  9420. geçirmişlerdi.
  9421. İranlılar da XIX.yy’da ve XX.yy başlarında, Osmanlılarla aynı tehditlerle
  9422. karşı karşıya kalmışlardı ve işleri çok daha kolay olsa da, tehlikeliydi. Kısa bir
  9423. süreliğine de olsa îranlılar da, Napolyon’un şaha yardım için, kuzeyde Ruslar’a
  9424. kaptırılan toprakları geri almak ve güneyde Hindistan’da İngilizîer’e
  9425. saldırmak üzere 1806-1807 yıllarında Tahran’a bir heyet göndermesiyle, Avrupa
  9426. mücadelesine karışmış oldular. Fransızlar’ın bu ilgileri,Tilsit’te 1807 yılında
  9427. imzalanan Fransız-Rus barışının ardından yok oldu. İngilizler ile Ruslar
  9428. oldukları yerlerde kaldılar. İran tarihi bir yüzyılı aşkın bir süre Asya’daki en
  9429. büyük iki Avrupa imparatorluğunun rekabeti altında geçti.
  9430. Rusya, yerel hükümdarların ve şahın aleyhinde elde ettikleri topraklarla önce
  9431. Hazar Denizi’nin batısında, sonra da doğusunda, İran'ın kuzey komşusu oldu.
  9432. Hindistan’da güçlenen yönetimiyle de İngiltere, İran’ın güneydoğu sınırına koşu
  9433. oldu ve etkinliklerini de daha ötelere götürdü. Rus birliklerinin güneye doğru
  9434. ilerlemesiyle Tahran’da Rus etkisinin artması sonucunda bu ilerlemeyi
  9435. imparatorluk çıkarlarına bir tehdit olarak gören İngilizler, Rus yayılmasını
  9436. durdurmak üzere kendi yayılmalarını genişletmeye çalıştılar.
  9437. Fransızlar çekildi. Almanlar da I.Dünya Savaşı’nda müttefikleri olana kadar
  9438. Osmanlı topraklarında görülmediler. O zamana kadar Osmanlılar’ın aksine
  9439. İranlılar, güneyde İngiltere ve kuzeyde Rusya olmak üzere yalnızca iki
  9440. imparatorluk devletiyle karşı karşıya kaldılar.
  9441. Bazı açılardan İranlılar’ın durumları Osmanlılar’dan daha iyiydi. Özellikle
  9442. de Ermenistan topraklarını Ruslar ele geçirdikten sonra, dini azınlıkları artık
  9443. önemli olmayacak derecede azalması ve daima İran devletine boyun eğmemiş
  9444. olan etnik azınlıkların da yeni bir devlet yaratmak ya da başka bir devletle
  9445. birleşmek istemekten vazgeçmesi, İran açısından oldukça büyük avantajlardı.
  9446. Şahlar, silahlı kuvvetlerini, zorunlu olarak yönetim ve eğitimlerini
  9447. modernleştirmek ve merkezileştirmek; iletişim alanında modem bir altyapı
  9448. kurmak ya da başkalarının kurmasına izin vermek; asgari ölçüde gereken Batı
  9449. teknik ve yöntemlerini benimsemek ve kendilerine uydurmak, bunu yaparken de
  9450. rakip imparatorluk güçlerini birbirlerine düşürerek bağımsızlıklarını korumak
  9451. gibi bazı politikalarında Osmanlı sultanlarını örnek almışlardı.
  9452. Ne var ki, İranlılar gerek iç, gerek de dış politikalarda Osmanlılar’dan daha
  9453. az başarı elde etmişlerdir. İranlılar’ın askeri ve sivil reformları daha az ayrıntılı
  9454. olmuştur. Merkezileştirme önlemleri bölge ve aşiret tavırlarıyla gecikmiş, kimi
  9455. zaman da engellenmiştir. Dolayısıyla da rakip imparatorlukların ilerlemelerini
  9456. engelleme amaçlarına ulaşamamışlardı.
  9457. Rus baskısı genellikle askeri olmuştu, Rus fetih ve ilhak aşamaları da
  9458. antlaşmalarla yasallaştırılmıştı. İngiltere, anlaşma ve ödünlerle belirlenmiş daha
  9459. çok ekonomik ve diplomatik bir nüfuz elde etmişti. Ancak her iki devlet de
  9460. birbirlerinin yöntemlerini gözardı etmemişlerdi. Kimi zaman İngiltere İran’a
  9461. isteklerini yaptırtmak için Hindistan’dan İngiliz askerleri getirtiyordu. Rus iş
  9462. adamları ve diplomadan da Rus etkinliklerini artırmaya çabalıyorlardı. İngilizler,
  9463. İran’da 1864 yılında Hindistan’la iletişim hattının bir parçası olarak ilk telgraf
  9464. sistemini kurdular. 1872 yılında da bir İngiliz şirketine Reuter İmtiyazı ile
  9465. İran’ın maden kaynaklarını geliştirme, telgraf hattı ve bir banka kurma ve
  9466. demiryolu inşa etme hakları verildi. Karşılık olarak İran gümrük gelirleri
  9467. gösterildi ama İran hükümeti bu imtiyazı, hem şiddetli Rus muhalefeti hem de
  9468. pratik zorluklar yüzünden iptal etti.
  9469. Ruslar’ın bir başarısı da 1879’da Rus eğitimi almış, Rus silahlarıyla
  9470. donanmış ve kısmen Rus subayları emrindeki Kazak Tugayı’nın sözde şahın
  9471. muhafızları olarak kurulmasıdır. Ruslar’ın Orta Asya'da ilerlemeleri Kuzey
  9472. İran’daki güçlerini sağlamlaştırarak güneye doğru ilerlemelerinde bir üs
  9473. olmuştur. İngilizler’e 1901’de verilen petrol imtiyazı Ruslar’ın ilerlemesinde ve
  9474. başarısında tek önemli istisnadır.
  9475. 1905’te yalnızca İran’la sınırlı kalmayan tüm bölgede önemli olan bir
  9476. değişiklik gerçekleşti. Rus-Japon Savaşı’nda Rusya'nın ağır bir şekilde
  9477. yenilmesi, Avrupalı bir imparatorluk devletinin bir Asya milleti karşısındaki ilk
  9478. yenilgisi olmuştur. Bu yenilgi Rusya’da önemli sorunlara neden oldu, 1905
  9479. yılının Ekim ayında temsili ve parlamenter hükümeti öngören bir anayasa
  9480. yapılması gerekti. İran dersini almıştı, çarların despotluğu yenilgiye uğramıştı.
  9481. 1889 yılında kendileri bir anayasa yapan Japonlar zaferi kazanmışlardı. Bu
  9482. örneği izleyen Ruslar da liberal demokrasinin gücünü ve etkinliğini
  9483. gösteriyorlardı.
  9484. 1905 yılının Aralık ayında İran anayasal devrimi başladı. Mücadelelerden
  9485. sonra, ilk Meclis 1906 yılı Ekim ayında, Tahran’da toplandı ve şahın imzaladığı
  9486. anayasayı hazırladı. Bu sırada uluslararası durumda İran aleyhine değişiklikler
  9487. oldu. Rusya ile İngiltere, Almanya’nın güçlenmesinden korktukları için, 1907
  9488. yılının Ağustos ayında İran’ı kuzeyde Rus, güneyde İngiliz etki alanına alacak
  9489. ve ortada iki devlete açık bir kuşak oluşturacak bir anlaşma yaptılar. Bunun
  9490. sonrasında İran, şah ile meclis, gericiler ile liberaller ve Rus ile İngiliz çıkarları
  9491. arasında bir mücadele dönemine girdi. Savaş 1914 yılında başladığında Ruslar
  9492. da Kuzey İran’ı işgale başladılar.
  9493. Daha iyi koşullarda başlayan Osmanlı 1908 anayasa devrimi, yeni bir çağın
  9494. başlangıcım müjdeliyordu. Sultan Abdülhamid’in despotluğuna son verilmiş,
  9495. otuz yıl önce rafa kaldırılmış olan anayasa tekrar yürürlüğe girmiş ve özgür
  9496. seçimler ilan edilmişti. Birbirleriyle kucaklaşan Türkler, Ermeniler,
  9497. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler, yeni bir kardeşlik ve özgürlük çağının
  9498. başladığını müjdeliyorlardı. Türk tarihçisinin 1940 yılında yayınlanan bir
  9499. kitabında bu devrimle ilgili şöyle denilmiştir: “Dünyada bunun gibi umut verici
  9500. ve yine bunun gibi umutların bu kadar çabuk boşa çıktığı çok az hareket
  9501. olmuştur.”
  9502. 1
  9503. Jöntürk Devrimi’ni ileriye doğru önemli bir adım olarak gören Osmanlı
  9504. Hıristiyanları ile Avrupa devletleri, onun kendi planlarına müdahale etmesine
  9505. izin vermediler ve tam tersine, kaçırılmayacak bir fırsat olarak gördüler.
  9506. Avusturya-Macaristan, Bosna ve Hersek! ilhak etti. Bulgaristan bağımsızlığını
  9507. ilan etti. 1896 Yunan-Türk Savaşı’nın ardından imparatorlukta özerk statü
  9508. verilmiş olan Girit de Yunanistan’la birleştiğini ilan etti. 1909 yılında karşı
  9509. devrimci bir isyan kanlı bir çarpışmayla bastırıldı.
  9510. İtalyanlar’ın Trablus’a saldırmasıyla 1911 yılının Eylül ayında yeni bir
  9511. savaşlar dizisi başladı. Bu sırada Mısır’dan Fas’a kadar bütün Kuzey Afrika
  9512. kıyıları İngiliz ya da Fransız denetimin-deydi, yalnızca iki Osmanlı sancağı olan
  9513. Trablusgarp ve Bingazi kalmıştı. İmparatorluk oyununa daha sonra dahil olup
  9514. hasta adamın topraklarında bir köprübaşı tutmak isteyen İtalya, Avrupa
  9515. devletlerinden izin alarak bir kara ve deniz harekâtı başlattı. Ancak Kuzey
  9516. Afrika’da beklenmedik derecede güçlü bir Osmanlı direnişi ve yerel direnişle
  9517. karşılaştı. Ne var ki, aynı yılın. Ekim ayında daha yakın yeni bir tehditle
  9518. karşılaşan Osmanlılar bu direnişe son vermek zorunda kaldılar
  9519. 18 Ekim 1912 tarihinde başlayan I. Balkan Savaşı, 30 Mayıs 1913 tarihinde
  9520. son buldu. Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan gibi Balkanlı müttefikler
  9521. Osmanlılar’dan büyük topraklar elde ettiler. Arnavutluk da bağımsız devletler
  9522. arasına girdi. 1913 yılının Haziran ve Temmuz aylarında yapılan II. Balkan
  9523. Savaşı’nda Osmanlılar kaybettikleri toprakların bir bölümünü ve özellikle Meriç
  9524. ırmağına dek Edirne’yi geri alma şansını elde ettiler ve burası da bugünkü
  9525. Türkiye’nin Avrupa’daki sınırı oldu.
  9526. Tüm bu zorluklara karşı büyük umutlarla kurulan Jöntürkler demokrasisi
  9527. sarsıldı ve 1913 yılının Ocak ayındaki bir darbeyle askeri bir diktatörlük başa
  9528. geçti. Sonraki yıl, Jöntürkler Merkezi Devletler tarafında bir dünya savaşına
  9529. katıldılar ve Osmanlılar bu ölümüne savaşta geleneksel dostları ile düşmanlarını
  9530. karşılarında ittifak halinde buldular.
  9531. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük devletler arasında yer alarak, büyük bir
  9532. devlet olarak yaptığı son savaş Birinci Dünya Savaşı idi. İki Alman
  9533. kruvazörünün eşliğindeki Türk savaş gemileri tarafından, 1914 yılının Ekim ayı
  9534. sonunda Ruslar’ın Odessa, Sivastopol ve Theodosia limanları bombardımana
  9535. tutuldu. Halife sultan tarafından ona ve müttefiklerine karşı savaş açan herkese
  9536. cihad ilan edildi. İngiltere, Fransa ve Rusya başlıca üç müttefikti ve Kuzey
  9537. Afrika, Orta Asya ve Hindistan’da çok büyük Müslüman nüfusları bulunuyordu.
  9538. Türkler ve Alman müttefikleri, bu Müslüman halkların cihad çağrısına karşılık
  9539. efendilerine başkaldıracaklarını düşünmüşlerse de bu olmamıştır. Osmanlılar
  9540. doğu ve güney sınırlarında imparatorluk Rusyası ve İmparatorluk İngilteresi'nin
  9541. güçleriyle karşı karşıya kaldılar.
  9542. Türkler savaşın başlarında başarılı oldular ve 1914 yılının Aralık ayında
  9543. Doğu Anadolu’da saldırıya geçtiler. 1878 yılında Rusya’ya bağlanan Kars’ı ve
  9544. bir süreliğine yine Ruslar’dan İran'ın Tebriz şehrini aldılar. 1915 yılı başında,
  9545. Osmanlı birlikleri Filistin’den Sina çölüne girdiler ve İngiliz işgalindeki
  9546. Mısır’da Süveyş Kanalı’na saldırdılar.
  9547. Osmanlıların bu başarıları kısa sürdü. Doğuda Ruslar büyük bir güçle karşı
  9548. saldırıya geçtiler ve yerel halkın da yardımıyla girdikleri Van’a bir süreliğine
  9549. hâkim oldular. Türkler tarafından Süveyş Kanalı’na düzenlenen saldırılan, o
  9550. sırada Hindistan’dan Basra Körfezi’ne bir birlik gönderen İngilizler püskürttü.
  9551. 22 Kasım 1914 tarihinde bir Osmanlı limanı olan Basra bir İngiliz birliğince
  9552. işgal edildi. Öncelikli amacı İran’dan gelen petrol boru halimi korumak olan
  9553. İngilizler, bu ilk başarılarından sonra daha büyük planlar yapmaya başladılar ve
  9554. 1915 yılında Dicle ve Fırat nehirlerinde bazı yerleri ele geçirerek kuzeye,
  9555. Bağdat’a doğru ilerlediler.
  9556. Osmanlılar da bu sırada başkentlerinin çok yakınında daha tehlikeli bir
  9557. saldırıyla karşılaşmışlardı. 1915 yılının Şubat ayında Çanakkale bölgesinde bir
  9558. deniz harekâtı başlatan İngilizler Limni adasını işgal edip orayı bir üs haline
  9559. getirdiler. Boğazlar’daki Osmanlı savunma hatlarını yarmayı ve Karadeniz’de
  9560. Ruslarla birleşmeyi amaçlayan İngiliz ve Avustralya birlikleri ilkbahar ve yaz
  9561. süresince Gelibolu yarımadasına çıkartma yaptılar. Ancak 1915 sonu ve 1916
  9562. başmda işleri yolunda giden Osmanlılar, Ruslar’ı Van’dan çıkarıp, İngilizler! de
  9563. Irak’ta yendiler. Sonra da Süveyş Kanalı’na ikinci bir saldırıya giriştiler. 1916
  9564. başındaki büyük bir savaşta ağır kayıplar veren İngiliz ve Avustralyalılar
  9565. Gelibolu’dan çekilerek Boğazlardan geçme girişiminden vazgeçtiler. Ancak
  9566. sonuçta müttefiklerin üstün gücü galip oldu. 1917 Rus Devrimi’nden sonra
  9567. Doğu’daki baskı azalmış olsa da, güneyden gelen İngilizler’i durdurmak
  9568. mümkün olmadı.
  9569. Osmanlı İmparatorluğu halkının büyük bölümü, tüm bu mücadele ve
  9570. karışıklık ortamında, etnik ve dini kimliklerini gözardı ederek, devlete
  9571. bağlılıklarını korumuşlardır. Yalnızca Anadolu’daki Ermeniler ve Hicaz’daki
  9572. Araplar arasında bu durumun istisnaları olmuştur. Ermeniler ve Araplar’ın da
  9573. çoğunluğu kanunlara karşı gelmeyen, barışçı insanlardı ve erkekleri sultanın
  9574. ordularında hizmet ediyorlardı. Ancak bu iki grubun bazı milliyetçi liderleri,
  9575. savaşı Osmanlı yönetiminden kurtulup milli bağımsızlığı elde etme fırsatı olarak
  9576. görüyorlardı. Bunun sultanın düşmanları olan Avrupalı devletlerin yardımıyla
  9577. olacağı açıktı. Ruslar 1914 yılında dört ve 1915 yılında beş büyük Ermeni
  9578. gönüllü birliği kurdular. Başlangıçta Rus Ermenistanı’ndan olan bu birliklerde
  9579. aralarında asker kaçağı ve tanınmış kişiler olan Osmanlı Ermenileri de
  9580. bulunuyordu. Osmanlı parlamentosunun eski bir Ermeni üyesi birliklerden
  9581. birinin komutanıydı. Ülkedeki çeşitli bölgelerde Ermeni gerilla çeteleri faaliyete
  9582. başladılar ve Ermeni halkı Anadolu’da Van ve Kilikya’da Zeytun şehirleri başta
  9583. olmak üzere ayaklandı.
  9584. 1915 yılı ilkbaharında Ermeni isyancılar Van’ın denetimini ele geçirdikleri
  9585. sırada, İngilizler Çanakkale’ye girmişler, Ruslar da doğudan saldırıyorlardı.
  9586. Diğer bir İngiliz birliği de Bağdat’a doğru ilerliyordu. Osmanlı hükümetince,
  9587. Anadolu Ermeni nüfusunun sürülmesine ve başka yerlerde iskânına karar
  9588. verildi. Bölgede buna benzer sert uygulamalar daha önceki çağlarda da olmuştur.
  9589. Katolikler, Protestanlar, demiryolu işçileri ve silahlı kuvvetlerdeki bazı Ermeni
  9590. grupları ve aileleri bu sürgünün dışında tutuldular. Anadolu'daki Ermeniler’in
  9591. çoğunluğu ve tehlikeli bölgelerle şüpheli grupların dışındakiler bile, sürgüne ve
  9592. onun ölümcül sonuçlarına dahil edildiler.
  9593. Sürgünlerde büyük zorluklar yaşandı. Savaş halindeki imparatorlukta insan
  9594. gücü eksik olduğundan, yeterli asker ve jandarma bulunmadığı için yerel halktan
  9595. seçilen gruplara sürgünlere eşlik etme görevi verildi. Sayıları kesin olmamakla
  9596. birlikte yüz binlerce Ermeni’nin açlık, yorgunluk, hastalık ve hava koşulları
  9597. nedeniyle öldüğü bilinmektedir. Yerel aşiretler ya da köylüler, kendilerine eşlik
  9598. etmek için para almayan, açlık çeken ve disiplinsiz muhafızlarla işbirliği yapan
  9599. köylüler ve muhafızlar tarafından da çok. sayıda Ermeni öldürülmüştür.
  9600. Bu aşırılıkları engellemek için Osmanlı merkezi hükümetinin bazı çabaları
  9601. olmuştur. Arşivlerde yüksek Osmanlı makamlarının Ermeniler’e karşı şiddetin
  9602. cezalandırılması ve engellenmesi için telgrafları ve sürgünlerde işlenen
  9603. suçlardan yargılanan ve hüküm giyen, kimileri de ölüm cezasına alan bin dört
  9604. yüz kadar askeri mahkeme kaydı bulunmaktadır. Ancak tüm bu çabaların etkisi
  9605. kısıtlı olmuş, Ermenilerle bir zamanki barışçı komşuları arasında yıllardır biriken
  9606. etnik ve dini anlaşmazlıklar yüzünden durum daha kötü bir hal almıştı. İstanbul
  9607. ve İzmir, sürgünden bağışık tutulurken, çoğunluk Osmanlı Suriye ve
  9608. Mezopotamyası’na sürülmüştür.
  9609. Osmanlı yönetimine karşı Arap isyanı daha iyi planlama, zamanlama ve
  9610. destekle yapılmıştı. Ermeniler Müslüman çoğunluk arasında Türkiye’nin
  9611. ortasında yaşarlarken, Arap isyanı yarı özerk Hicaz eyaletinde başlamıştı.
  9612. Burada neredeyse tamamı Müslüman olan Araplar vardı. İslamiyet’in en kutsal
  9613. iki yeri olan Mekke ile Medine buradaydı ve bir Arap hükümdarı olan Şerif
  9614. Hüseyin baştaydı. Bölge Osmanlı güç merkezlerinden uzakta ve Mısır’daki
  9615. İngilizler’e yakındı. Arap isyancıların İngilizler’e sunacakları faydalı şeyler
  9616. vardı. Şerif, gizli ve uzun görüşmelerin ardından 1917 yılında Hicaz’ın
  9617. bağımsızlığını ve sonra da kendini. “Araplar’ın Kralı” olarak ilan etti. Bunları
  9618. destekleyen İngiliz hükümeti, daha önce de Hüseyin’e yazdıkları mektuplarda
  9619. çok açık olmasa da bir Arap bağımsızlığından söz etmişti.
  9620. Müslüman tebaaları üzerindeki otoritelerini sürdürmek isteyen İngiliz ve
  9621. Fransızlar için birkaç bin Bedevi başıbozuk, düzenli ve büyük ordular içinde
  9622. askeri önemi taşımıyordu ama Türkler’e karşı savaşan Arap ordusu ve kutsal
  9623. yerlerin koruyucusunun Osmanlı sultanına ve sözde cihadına karşı çıkması çok
  9624. önemliydi. Arap isyanının zamanlaması, Osmanlı ordularının Arap
  9625. eyaletlerinden çekilmesine rastlamıştı. Araplar’ın seçtikleri koruyuculardan yana
  9626. daha şanslı olmaları belki de en önemlisiydi. Ruslar’ın yaptığı gibi, İngilizler
  9627. kendi ülkelerinde bir devrimle uğraşmıyorlardı ve askeri destek
  9628. verebilirlerdi. Siyasi vaatlerinin tutulması farklı bir konu olsa da, en azından
  9629. Arap isyancıları Osmanlı misillemesinden kurtarmışlardı.
  9630. 1916 yılı sonunda İngiliz birlikleri, Mısır’dan Osmanlı Filistini’ne doğru
  9631. ilerlerken, bir diğer İngiliz birliği de Irak’a çıkarak kuzeye doğru ilerlemeyi
  9632. sürdürdü. İngiliz güçleri 1917 yılı ilkbaharında Bağdat’ı ve Filistin’de Gazze’yi
  9633. aldılar. 1917 yılı Aralık ayında Kudüs’ü, 1918 yılı Ekim ayında da Şam’ı ele
  9634. geçirdiler. 29 Ekim 1918 tarihinde, üç günlük ön görüşmenin ardından, bir
  9635. Osmanlı heyeti Limni Adası’nın Mondros limanı açıklarındaki İngiliz
  9636. Âgamemnon zırhlısına gitti ve sonraki gün ateşkes imzalandı.
  9637. I.Dünya Savaşı, ilerleyen Batı karşısında İslam ordularının çekilmeleriyle
  9638. sona erdi ve resmen tarafsız olan İran yabancı askerler tarafından işgal edildi.
  9639. Osmanlı topraklarında, daha önceki Kirim Savaşı gibi, bu sonuncu savaş da
  9640. Avrupa ile yakınlaşmayı yoğunlaştırarak yaşanacak değişimleri hızlandırdı.
  9641. Kırım Savaşı’nın tersine, savaştan yenilgiyle çıkılmış, Arap topraklan İngiliz ve
  9642. Fransızlar’a bırakılmıştı. Türkler, zafer kazanmış devletlere yalnızca Anadolu’da
  9643. meydan okuyarak verdikleri mücadelenin ardından bağımsız Türkiye
  9644. Cumhuriyeti’ni kurdular.
  9645. Avrupa tarihinde 1918-1939 yılları savaşlar arası dönem olarak
  9646. adlandırılmasına karşın, kimilerine göre de bu yıllar, aynı savaşın iki aşaması
  9647. arasındaki uzun bir ateşkes yıllandır. Ancak Ortadoğu açısından her iki açıklama
  9648. da yeterli değildir. Bölge tarihinde bu yılların bir ara dönem ya da bir cerrahi
  9649. müdahale gibi değerlendirilmesi daha anlaşılır olacaktır. Bu dönem, Ortadoğu
  9650. açısından hem iki dünya savaşı hem de onların arasındaki huzursuz banş
  9651. yıllandır.
  9652. Ortadoğu’nun büyük bir kısmında dört yüzyıldan beri süren eski düzenin
  9653. çöküşü, daha doğrusu ortadan kaldırılması bu dönemin başlangıcı olmuştur.
  9654. Osmanlılar kendilerinden öncekilerin çalışmaları üzerine ayakta kalabilen bir
  9655. siyasi yapı ve işleyen bir siyasi düzen kurmuşlardı. Geliştirdikleri oldukça iyi
  9656. anlaşılan siyasi kültürde, yer alan her grup ve birey, durumlarını, sınırlarını,
  9657. güçlerini, en önemlisi de ne alıp vereceklerini ve kimden alıp kime vereceklerini
  9658. çok iyi biliyordu. Osmanlı düzeni zor zamanlarda da’ birçok zorluğa rağmen
  9659. işlemeye devam ediyordu. Hıristiyan tebaasının çoğunluğunun onayını ve
  9660. bağlılığım kaybetmiş olsa da, Müslüman halkın çoğunluğu meşruluğunu kabul
  9661. etmeye devam ediyordu. Osmanlı düzeni son yüz yılı içinde kendine gelmeye v
  9662. düzelmeye başlamıştı ama I.Dünya Savaşı’na girilmesi ve imparatorluğun
  9663. sonunun gelmesiyle bu gelişme kesilmişti.
  9664. XVIII. yy sonunda General Bonapart’ın ordusuyla Mısır’a gitmesi,
  9665. Ortadoğu'daki olayların seyrini etkilemiş ve Avrupalı büyük devletlerin çıkarları,
  9666. eylemleri ve amaçlarıyla kimi zaman krizler çakmıştı. En sonunda Osmanlılar’ın
  9667. çekilmesiyle yerlerine bölgenin hâkimleri olarak Batılı devletler geçince,
  9668. imparatorluk rekabetleri de yeni ve daha doğrudan bir duruma geldi.
  9669. Söz konusu rekabetlerin üç dönemi vardır. İlk dönemde, bölge büyük oranda
  9670. İngilizler ve Fransızlar’ın elindeydi ve ikisi arasındaki mücadele uluslararası
  9671. ilişkilerin başlıca konusunu oluşturuyordu. İkinci dönemde,1930’lar ve
  9672. 1940’lardaki İngiliz-Fransız hakimiyeti önce Faşist İtalya’dan, sonra da Nazi
  9673. Almanyası’ndan yeni tehditlerle karşılaştı. Üçüncü dönemde, yani II.Dünya
  9674. Savaşı'nda Almanlar ve İtalyanlar bertaraf edildiler. Sonrasında da güçlerini
  9675. kaybeden Fransa ve İngiltere hakimiyetlerini de kaybettiler. Bu gelişmelerin
  9676. ardından, yeni bir mücadele daha uzaktaki yabana devletler olan Sovyetler
  9677. Birliği ile Birleşik Devletler arasında başladı.
  9678. Ortadoğu sahnesi I. Dünya Savaşı sona erdikten sonra, savaşın dumanları ve
  9679. diplomasinin sisleri yok olunca, meydana gelmiş olan büyük değişiklikler ortaya
  9680. çıktı. Bazı değişiklikler, Doğu ve Batı Avrupa imparatorluklarının
  9681. hakimiyetindeki insanlara yeni umutlar vermişti. Rusya’daki devrim, sonrasında
  9682. da merkezi otoritenin azalması Orta Asya ve Kafkasya ötesi topraklarda liberal
  9683. milliyetçi Müslüman rejimlerinin kurulmasına neden oldu. Güneyde ise İngiltere
  9684. ve Fransa hakimiyetleri altına giren Arap halklarına önce özerklik, sonra da
  9685. bağımsızlık vaat ediyordu. Kuzey Afrika’da milliyetçi liderlerin 1918 yılı Kasım
  9686. ayında ilan ettiği Trablus cumhuriyeti, İtalya tarafından da bir süreliğine
  9687. tanımıştı.
  9688. Ne var ki, kısa bir süre içinde bu umutlar hayal kırıklığıyla sonuçlandı.
  9689. Kızılordu’nun Orta Asya ve Kafkaslar’daki girişimleri ve Moskova’nın denetimi
  9690. tekrar ele geçirmesiyle bağımsızlık deneyimleri son bulan bu ülkelerin tümü
  9691. Rusya'nın yörüngesine yerleştirildiler. Yerel hükümdarlarını deviren -
  9692. Trablusgarp ve Bingazi’deki İtalyanlar da kendi otoritelerini hâkim kılarak
  9693. İtalyan sömürgeleri oldular ve 1934 yılının Ocak ayında Libya adını aldılar.
  9694. Barış anlaşmaları Güneybatı Asya’da Araplar arasında uyandırılan umutları
  9695. tatmin etmemiş ama boşa da çıkarmamıştı. Verimli Hilal, İngiltere ve Fransa
  9696. tarafından önceki sömürgeler yerine, yeni sınırlan ve adları olan yeni devletlere
  9697. bölündü ve bağımsızlık hazırlıktan için Milletler Cemiyetinden yetki
  9698. alındı. Sonra da yeni devletler kendilerine uygun modellerde rejimler kurdular.
  9699. Önce Mezopotamya, sonra da Irak olarak bilinen doğudaki devlet İngiliz
  9700. Mandası altında Şerif Hüseyin’in oğlu Kral Faysal yönetiminde bir monarşi
  9701. haline geldi. Suriye ve Levant olarak bilinen batıdaki devletin kuzeyi ile ortası
  9702. Fransız Mandası’na, Filistin olarak adlandırılan güneyi de İngiliz
  9703. Mandası’na girdi. Manda altındaki bu iki devlet kendi içlerinde topraklarını
  9704. böldüler. Fransa birçok kez denemesinin sonucunda Lübnan ve Suriye adını alan
  9705. iki cumhuriyet kurdu. Bölgelerini ikiye bölen İngilizler ise, doğuda Şerif
  9706. Hüseyin’in diğer oğlu Abdullah’ın başına geçtiği Trans-Ürdün adım alan bir
  9707. Arap emirliği kurdu; batıda Filistin adını alan Ürdün’ün yönetimini ellerine
  9708. aldılar.
  9709. Arabistan’da daha-farklı bir durum vardı. Güneybatıdaki İngiliz kolonisi
  9710. Aden ve büyük bölümü İngiliz denetimindeki Basra Körfezi şeyhlikleri hariç
  9711. yarımadanın çoğunluğu bağımsızdı. Vahabi öğretisinin ikinci seferinde daha
  9712. başarılı olması sayesinde Suud Hanedanı’nın başa gelmesi, bu bölgedeki
  9713. en önemli gelişme oldu. 1914’te savaşın başladığı sıralarda hanedanın başında
  9714. olan Abdülaziz ibn Suud Doğu Arabistan’a kadar hâkimiyetini genişletti ve
  9715. Türkler’e karşı ihtiyaç duyduğu yardım için İngilizlerle ilişki kurdu. Savaş
  9716. bitince de fetihlerini sürdürerek Kuzey ve Güney Arabistan’da yeni yerler ele
  9717. geçirdi ve bu ülkelerin hükümdarları sürgüne gönderdi.
  9718. İngiltere’nin Doğu ve Güneydoğu Arabistan’a ilişkisinden haberdar olan
  9719. Abdülaziz ibn Suud, doğuda bululan prensliklere ve şeyhliklere karşı hiçbir şey
  9720. yapmayıp yalnızca iki önemli rakibinin kaldığı Batı ve Güneybatı Arabistan’a
  9721. konsantre oldu. Bu rakipler, Türkler’e karşı olan Arap isyanının kahramanı Şerif
  9722. Hüseyin’in Hicaz Krallığı ile yarımadanın güneybatı köşesindeki Yemen
  9723. İmamlığı idi.
  9724. 1924 yılında ibn Suud, Hicaz’a karşı harekete geçti ve 1925 sonunda
  9725. Medine, Mekke ve Cidde’yi aldı. Kral Hüseyin oğlu Ali’nin başa geçmesi için
  9726. tahttan çekilmişti. Ali ülkeyi terk etti ve ibn Suud 8 Ocak 1926 tarihinde Hicaz
  9727. Kralı ve Necid Sultanı ilan edildi. Krallığın adının Suudi Arabistan olarak
  9728. değiştirildiği 1932 yılının Eylül ayına dek ibn Suud unvanını korudu. Bu
  9729. gelişmelerin ardından barışçı süreç başladı. İbn Suud, İran,Irak, Türkiye ve uzun
  9730. tartışmaların ardından da Ürdün ile dostluk anlaşmaları yaptı.
  9731. 1934 yılında Yemen ile yeni bir savaş patlak verdi. İbn Suud, askeri zafer
  9732. kazanmalarına rağmen, İngilizler’in arabuluculuğuyla barış anlaşması
  9733. imzalamak zorunda kaldı. Sınırlarında bir düzenleme elde ederken, Yemen’in
  9734. bağımsızlığı da korundu.
  9735. Yüzlerce yıldır bölgedeki hakim güç olma mücadelesi veren Osmanlı
  9736. İmparatorluğu ve İran, 1918 sonunda kendi bağımsızlıklarını kaybetme riskiyle
  9737. karşılaşmışlardı. Yenilgiye uğramış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti
  9738. işgal edilmiş, toprakları da zafer kazanmış olan düşmanları ve uyduları arasında
  9739. paylaşılmaya başlanmıştı. İran, sözde tarafsız olduğu halde, çarpışan devletlerin
  9740. savaş alanı haline gelmişti. Almanlar, Türkler, Ruslar ve İngilizler, bağımsız İran
  9741. devletini hiçe sayarak İran-topraklarında faaliyederini sürdürmüşlerdi. Batı’nın
  9742. yükselen gücü karşısında, onlar için de öteki Asya ve Afrika ülkelerinin kaderini
  9743. paylaşmaktan başka kurtuluş yoktu.
  9744. Sonuçta iki ülke de bu kaderlerini farklı şekillerde değiştirebilmişlerdir. Bu
  9745. değişim, 1919 yılında, ileride Atatürk adım alacak olan Türk subayı Mustafa
  9746. Kemal’in Anadolu’daki düşman işgaline karşı başlattığı ve başında bulunduğu
  9747. direniş hareketiyle başladı. Şaşırtıcı zaferlerinin sonucunda işgalcileri kovarak,
  9748. zafer sahibi devletler tarafından padişahın hükümetine zorla kabul ettirilmiş ve
  9749. ağır şartlar getirmiş olan barış antlaşmasını iptal etti. Padişahın hükümeti yeni
  9750. güce katılmayı kabul etmeyince, padişahlığı kaldırarak cumhuriyeti ilan etti.
  9751. Atatürk’ün başında bulunduğu cumhuriyet ile geniş ve kapsamlı bir
  9752. modernleşme ve Müslüman dünyasında benzeri görülmeyen laikleşme süreci
  9753. başladı.
  9754. İran’da da 1919 yılında, İran'ın toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını tanıyan,
  9755. yanı sıra da etkin bir İngiliz üstünlüğü sağlayan İngiliz ve İran anlaşması son
  9756. buldu. Anlaşmayı kanunlaştırmak üzere toplanan İran parlamentosundan onay
  9757. çıkmadı. Rusya’nın Kuzey İran’da Bolşevik kisvesi altında tekrar
  9758. ortaya çıkmasıyla durum daha karmaşık bir hal aldı. İran Kazak Tugayı subayı
  9759. Rıza Han, anarşi döneminin ardından 1921 yılının Şubat ayında iktidarı ele
  9760. geçirerek bir diktatörlük kurdu. 1925 yılında da şahı tahttan indirdi ve kendini
  9761. şah ilan ederek iktidarını güçlendirdi. Sonraları Pehlevi adını alan Rıza Şah’ın,
  9762. hanedanı, İran İslam Devrimi ile yıkılana dek 1979 yılına kadar devam etti. Rıza
  9763. Şah da Atatürk’ün yaptığı gibi modernleşme ve merkezileşme politikası
  9764. uyguladı. Ancak Atatürk’ün yaptığı gibi din ile devlet ilişkisini ayırmayı
  9765. denemedi.
  9766. Ortadoğu’daki yalnızca üç bölgede ayakta kalan bağımsız Müslüman
  9767. devletler olmuştu. Bir süre sağlam görünen İngiliz ve Fransız egemenliğini,
  9768. yalnızca iki devlet arasındaki mücadeleler tehdit etti. Ne var ki, bu devletlerin
  9769. Ortadoğu’da egemenlik kurma istekleri iki dünya savaşı arasında azalmaya
  9770. başlamıştı. Ekonomik olarak güçsüz olmaları ve isteksizlikleri nedeniyle,
  9771. kendilerinden önce imparatorluk kuranların sahip oldukları irade gücüne sahip
  9772. değillerdi.
  9773. Her iki devletin artan kararsızlığı, tebaa halklarında yeni bir isyan ruhunun
  9774. ortaya çıkmasına yol açtı. Yüzyılın başlarında Rusya’yı yenerek anayasal
  9775. demokrasi ile sınai modernleşmenin canlandırıcı özelliklerine sahip olduğunu
  9776. gösteren Japonya’dan sonra, Türkler de galiplerin dayattığı anlaşmalardan
  9777. kurtularak milliyetçiliğin faydalarını görmüşlerdi. Asya ve Afrika’da ilk başarılı
  9778. milliyetçi devrimi kazanan Mustafa Kemal komutasındaki Türk ordularının
  9779. zaferi ve galip müttefiklerin karşısındaki başarıları, Batı karşısında onların
  9780. silahlarıyla zafer kazanmanın yolunu ilk kez gören Müslüman ve diğer halklar
  9781. için yeni bir umut olmuştu. İslami Osmanlı İmparatorluğu’ndan
  9782. sonra, Modernleşen Türkiye Cumhuriyeti de, bir süreliğine İslam dünyasına yol
  9783. göstermiş oldu ama böyle bir niyeti olmayan Atatürk’ün devlet ile dini
  9784. birbirinden ayırarak hukuk ile devleti laikleştirmesi ve de sıklıkla Türkiye’yi
  9785. Avrupa'nın bir parçası haline getirme amacından söz etmesi, başlangıçta onun
  9786. zaferlerini alkışlayan Müslümanların düşmanlığını kazandırdı.
  9787. Arap ülkelerin neredeyse tümünde, yeni efendilere karşı şiddet hareketleri
  9788. baş gösterdi. Doğrudan yönetim gibi basit bir politikanın yürümeyeceği
  9789. anlaşılarak, bunun yerine manda kuran devletler amaçlarına Arap hükümetleri
  9790. eliyle dolaylı olarak ulaşmak istediler. Böylece de onlara bir ölçüde bağımsızlık
  9791. tanıdılar. Bununla birlikte kendilerinin ayrıcalıklı durumlarını ve milli
  9792. topraklarda silahlı kuvvet bulundurma haklarını güvenceye alacak antlaşmalar
  9793. yaptılar.
  9794. Ancak bu politika başarılı olmadı. Mandater devletlerce milliyetçi isteklere
  9795. verilen ödünler çok küçük ve geç ordu. Antlaşmalar aktif siyasi desteği olmayan
  9796. hükümetler tarafından ya da ortak bir dış tehdide karşı yapıldı. Habeşistan’ın
  9797. İtalya tarafından istila edilmesi, İngiltere ve Mısır’ı tehdit etmeye başladığında
  9798. 1936 yılında yapılan İngiliz ve Mısır Antlaşması da böyle bir antlaşmaydı.
  9799. Bir takım milliyetçi hareketlerle Araplar’ın' hayal kırıklıkları kendini
  9800. gösterdi. Mücadeleleri uzun, zorlu ve en azından siyasi amaçlarına
  9801. ulaşmalarında başarılı olmuştu. Kısa bir süre sonra Mısır ile Irak resmen
  9802. bağımsız oldular, birindeki himaye, diğerindeki manda rejimi son buldu. Öte
  9803. yandan, Irak’ta Kraliyet Hava Kuvvetleri üsleri ve Mısır’da kanal bölgesinde ile
  9804. diğer yerlerde askeri üslerle İngiliz varlığı sürdü. Yabancı güçlerin çekilmesi ve
  9805. eşit olmayan antlaşmaların iptal edilmesi konusunda resmi bağımsızlığı gerçek
  9806. bağımsızlığa dönüştürecek milliyetçi çabalar devam etti.
  9807. Manda sistemi, Levant devletlerinde daha uzun süre devam etti. Fransızlar,
  9808. Suriye ve Lübnan’da kalırken, İngilizler de, Ürdün emirine biraz daha fazla
  9809. özerklik vererek Filistin'de doğrudan yönetimi sürdürdüler.İki bölgede de
  9810. durumu karmaşık hale getiren şeyler vardı. . Lübnan, Osmanlı
  9811. İmparatorluğu’nun Asya’daki kalıntıları üzerinde kurulan yeni Ortadoğu
  9812. devletleri arasında özel bir konuma sahipti. Lübnan ötekilerin tersine, yeni
  9813. kurulmuş bir devlet değildi ve Osmanlı hakimiyetindeki yüzlerce yıl,
  9814. genellikle büyük zorluklarla yerleşen ayn bir özerklik geleneğine
  9815. sahipti. Fransızlar, dağ ve çevresindeki özgün Lübnan topraklarına ekledikleri
  9816. bölgelerle “Büyük Lübnan’ı kurmuşlardı. Bu ana bölgede genellikle Sünni
  9817. olmayan Müslümanlar ve Hıristiyanlar” yaşardı ve bu bölge uzun zamandır
  9818. Osmanlı dünyasında sosyal, entelektüel ve bir ölçüde siyasi bağımsızlığın
  9819. sığınağı durumundaydı. Hıristiyan çiftçiler, Beyrut’un kuzeyindeki bölgelerde o
  9820. zaman tüm Ortadoğu’da tek bağımsız toprak sahipleri toplumunu
  9821. oluşturmuşlardı. XIX.yy’da da gelişen Hıristiyan burjuvazisi Beyrut şehri ve
  9822. limanı etrafında yerleşmişti. Yetenek ve enerjileriyle Arap canlanmasına çok
  9823. önemli entelektüel, siyasi ve ekonomik katkılan olmuştu. Tekrar canlanan
  9824. Müslüman milliyetçiliği, Hıristiyanlar’ın etkisini önemli derecede azaltmasına
  9825. rağmen, Lübnan bir süre daha Arap dünyasındaki kültürel ve dini çoğulculukla
  9826. siyasi ve ekonomik özgürlüğün tek merkezi olarak benzeri olmayan görevini
  9827. sürdürmüştür.
  9828. Arap-İslam dünyasının tek istisnası olan Lübnan’daki Hıristiyan kalesinden
  9829. başka, güneyde daha önemli bir istisna ortaya çıkmaya başlıyordu. Antik
  9830. çağlardan itibaren Filistin’de bulunan Museviler, Roma döneminin sonu
  9831. geldiğinde artık nüfusun çoğunluğu durumunda değillerdi. Musevi nüfus, göçler
  9832. ve dini esinlenmelerle desteklenmeye çalışılıyordu. XIX.yy’ın son çeyreğinde
  9833. Doğu Avrupa’dan gelen genç Museviler durumu değiştirdiler. Bu Museviler,
  9834. önce Avrupa, sonra da Ortadoğu’da reddedilişlerine ve gördükleri zulme karşı
  9835. gelişen ve bir ölçüde Musevi dini geleneğinden, bir ölçüde de yeni
  9836. milliyetçi akımlarının Musevi biçiminden doğan Siyonist akımın öncüleriydi.
  9837. Gelecekte bu akımı devam ettirenlerin kurdukları yerleşim birimleri İsrail devleti
  9838. olacaktı.
  9839. Gençlerin ve yaşlıların oluşturduğu Musevi toplumu Birinci Dünya Savaşı
  9840. sonunda epeyce büyümüştü. Siyonist girişimi, 1917 yılının Kasım ayında
  9841. Balfour Deklarasyonuyla İngiliz hükümeti tarafından resmen tanındı.
  9842. “Museviler’in milli vatanının kurulması” projesine devlet desteği vaat edildi ve
  9843. bu konudaki hükümler İngiltere’nin Filistin’i yönettiği Milletler Cemiyeti
  9844. mandasına geçirildi. Araplar’ın İngiliz mandasına ve Musevi varlığına-karşı
  9845. mücadeleleri bu vaadin verilmesi ve gerçekleştirilmesiyle özel konuma geldi.
  9846. 1930’lardan sonra Ortadoğu’daki Batı’nın hâkimiyetinde yeni bir tehdit
  9847. ortaya çıktı. Bu tehdidin kaynağı isyan eden halk değil, imparatorluk gücünün
  9848. iki yeni rakibi Faşist İtalya ile Nazi Almanya idi.
  9849. 1930’larda bölgede liberal ve anayasal kurumların bir dönem sahip oldukları
  9850. çekicilik etkisini yitirmeye başladı. Aslında bunların iyi işlememesi şaşırtıcı
  9851. değildi. Çünkü bu kurumlar, küçük bir Batılılaşmış seçkinler grubu olarak
  9852. kalmışlar ve toplumda bir bütün olarak gerçek bir destek bulamamışlardı. Ayrıca
  9853. gerek kavram olarak gerekse de görünüşte hiçbir etkileri yoktu. Geçmişi
  9854. canlandıramadıkları gibi, günün gereklerine de yanıt olamıyorlar ve geleceğe
  9855. dair bir umut veremiyorlardı. Daha kötüsü de, artık çok sayıda Arap tarafından
  9856. Batı Avrupa’daki nefret edilen imparatorluk güçleri gibi görülüyorlardı.
  9857. Farklı bir alternatif sunan İtalya ile Almanya, yakın bir geçmişte birçok
  9858. küçük devleti zorla özgürleştirip birleştirerek birlik sağlamışlardı. Onlar,
  9859. durumlarının ve çözümlerinin benzer koşullarda olduğunu düşünenlerin liderleri
  9860. için fesin kaynağı ve örnek olmuşlardı. En önemlisi de, siyasi, stratejik ve
  9861. ideolojik olarak İngiltere, Fransa ve Filistin’de artmaya devam eden Musevi
  9862. varlığının hasımları olmalarıydı.
  9863. Hitler başa geçtikten sonra, 1933 yılında İngilizlerin Kudüs Müftüsü olarak
  9864. atadıkları Hacı Emin el-Hüseyni, Alman konsolosuna desteğini bildirmiş ve
  9865. yardım teklifinde bulunmuştu. Hacı Emin el-Hüseyni, İngilizler ve Musevilerle
  9866. yıllarca süren mücadeleden sonra Filistin’den ayrılarak Beyrut, Bağdat
  9867. ve Tahran’a gittikten sonra 1941 yılında Berlin’e ulaştı. 1941 yılının Nişan
  9868. ayında Raşid Ali el-Geylani adlı Iraklı bir siyasetçinin askerin de desteğini
  9869. alarak iktidarı ele geçirerek Mihver ülkeler yanlısı bir rejim kurduğu Bağdat,
  9870. müftünün en önemli durağı olmuştu. Vichy hükümetihin denetiminde bulunan
  9871. Suriye’den az da olsa yardım almıştı ama Mihver güçlerinin kurtaramayacağı
  9872. uzaklıkta olduğu için rejimi Ingilizler ve İngiliz yönetimindeki birliklerce
  9873. devrilmişti. Raşid Ali rejimine destek amacıyla Suriye’de, gelecekte Baas partisi
  9874. olacak ve rakip kollan Suriye’yi de Irak’ı da yönetecek olan bir komite kuruldu.
  9875. Raşid Ali kaçarak Berlin’de Kudüs Müftüsü ile buluştu. Savaş yıllarında
  9876. Mihver devletlerine destekleri ya da onlara sempatileri olan bazı kişiler ileride
  9877. ünlü kişiler olmuşlardır. Nasır, Almanya’ya sempatisini ve Alman yenilgisiyle
  9878. yaşadığı hayal kırıklığını ifade etmiştir. Enver Sedat, Almanya için gönüllü
  9879. casusluk yaptığım belirtmiştir. Raşid Ali bile Saddam Hüseyin’in Irağı’nda
  9880. kahraman olarak görülmüştür.
  9881. Nazi davasına göre aşağı ırktan bir halka Nazi ırkçılığı çekici gelemezdi.
  9882. Nazi propagandası Sami ırkı aleyhtarlığı yerine, Musevi aleyhtarı olduğu için
  9883. destek görebilirdi. Öte yandan Museviler, Almanya’da Naziler ve başka yerlerde
  9884. onların taklitçilerinin zulümleri yüzünden Filistin’e göçmek zorunda kalıyor ve
  9885. orada Musevi toplumu güçleniyordu. Naziler yalnızca bu göçe neden olmakla
  9886. kalmadılar, îngilizler Araplar’ın iyi-niyetini kazanabilmek için Filistin’e girişte
  9887. sınırlamalar getirirken, Naziler savaş başlayana dek bunu teşvik edip
  9888. kolaylaştırmışlardı. Yine de çok sayıda Arap, Museviler’i Filistin’den
  9889. uzak tutmaya çalışan îngilizler yerine, onları oraya gönderen Almanlar’ ı
  9890. tutmuşlardır.
  9891. Mihver devletleri olanlardan farklı şekillerde fayda sağlamaya uğraştılar. İlk
  9892. önce Faşist İtalya, sonra da Nazi Almanya Arap dünyasındaki geniş çaplı
  9893. propagandalarıyla siyasi düşünür ve eylemci yeni nesili etkilediler. Özellikle de
  9894. Naziler, Museviler’e karşı nefreti körükleyerek kendilerinin yarattıkları sorunu
  9895. sömürmeyi- başardılar.
  9896. Mihverlere dönüş aslında bir tür önlemdi. Savaşın" başlangıcında, özellikle
  9897. de 1940-194l’de, Fransa’nın düşmesiyle Rusya’nın işgali arasında İngiltere tek
  9898. başınayken Mihver zaferi-kaçınılmaz görünüyordu. Artık Ortadoğu’da
  9899. başlarındaki imparatorluk devletlerine bağlılık ve sadakat duyan kişi sayısı çok
  9900. azalmıştı. Irak’ın Nuri Said’i, Mısır’ın Nahas Paşası ve Arabistan’ın ibn Suud’u
  9901. gibi Batı dostları oldukları için övgü (ya da yergi) alan kişiler bile Berlin’le ilişki
  9902. kurmaya uğraşmışlardır. Aldıklan çok sayıdaki yardım teklifini kabul etmeyen
  9903. Naziler bu konuda başarılı olamadılar. Mihverler açısından destek kısmen
  9904. ideolojik olmasına karşın, “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” ilkesi
  9905. geçerliliğini koruyordu. Batı’nın amansız düşmanları olmaları Mihverlerin en
  9906. çekici yanlarıydı. İleride çok daha farklı bir güç olan Sovyetler Birliği de aynı
  9907. nedenle, hatta aynı kişilerden destek alacaktı.
  9908. II. Dünya Savaşı’nda iki taraf Ortadoğu’daki destekçilerine hayal kırıklığı
  9909. yaşatırken, onlar da kendilerini hayal kırıklığına uğrattılar. İki tarafa da az da
  9910. olsa askeri yardım oldu. Raşid Ali’nin devrilmesinde ve Ortadoğu’da Müttefik
  9911. düzenin devam etmesinde Ürdün’ün Arap Lejyonu’nun önemli bir rolü olmuştur.
  9912. Almanlar’ın “Doğu Lejyonları” adıyla topladıkları Fransız Kuzey Afrikalıları,
  9913. İngiliz Hintlileri, Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetlerinden Kızılordu askerleri
  9914. gibi Müttefik savaş tutsaklarından oluşan gönüllü güçler olmuştu. Bu güçlere bu
  9915. halkların Almanya’nın işgalindeki Avrupa’da yaşayanlarından gönüllüler de
  9916. katılmışlardır ama bu katılım ciddi bir boyutta ve sayıda olmamıştır. Londra’nın
  9917. pişmanlığına karşın Filistin’de oluşturulan bir Musevi Tugayı, Kuzey Afrika ve
  9918. İtalya seferlerinde rol almakla birlikte askeri açıdan önemli olmamıştır.
  9919. Ortadoğu ülkelerinin Müttefik davasına en önemli katkılan toprak, kaynak ve
  9920. tesislerinin kullanılması olmuştur. Bu da ülkelerin çoğunluğunda,inanda ve
  9921. himaye şartlarında oluşturulan askeri garnizonlar ile olanaklı olmuştur. Tarafsız
  9922. İran’da da 1941 yılında aynı anda İngiliz ve Rus birliklerinin İran topraklarına
  9923. girmeleriyle sağlanmıştır. Savaşın sonuna dek tarafsızlığını koruyan yalnızca
  9924. Türkiye olmuştur. Türk hükümeti, galip devletlerin yanında yer alabilmek için
  9925. ancak son haftalarda savaş ilan etmiştir. Bu durum, bir Türk devlet adamı
  9926. tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: “Biz, yemek listesinde değil,
  9927. konuk listesinde bulunmak istedik.”
  9928. Durum Ortadoğu halkları ve hükümetleri açısından hüsranla son buldu.
  9929. Almanlar Arap yandaşlarını hayal kırıklığına uğrattılar. Aslında Naziler
  9930. Avrupa’yı hedef almış olduklarından Ortadoğu ile gerçekten ilgilenmiyorlardı.
  9931. Avrupalı dostları olan Faşist İtalya’yı, Vichy Fransası’nı ve 1939 yılının
  9932. Ağustosundan 1941 yılının Haziran’ına dek Sovyetler Birliği’ni tatmin etmek
  9933. için Ortadoğu’da korudukları devletleri gözden çıkarabilirlerdi.
  9934. Müttefik kuvvetleri bağımsızlık ve çekilme sözlerine rağmen savaş bittiği
  9935. zaman halen Arap ülkelerinde bulunuyorlardı. Kuzey Afrika gibi bu ülkelerden
  9936. bazıları halen sömürge yönetimindeydiler. Filistin’deki Museviler bile, İngiliz
  9937. makamlarının, savaşın öncesinde ve sonrasında Avrupa’da kalan
  9938. Museviler’in Filistin’e gitmelerini engellemeye çalıştıkları için
  9939. yöneticilerine yabancılaşmışlardı.
  9940. Musevi Örgütleri’nin, Londra ve Washington’dan Auschwitz’teki Ölüm
  9941. kamplarını bombalamalarını istemeleri ve Berlin’deki Müftülük’ün de Alman
  9942. hükümetinin Tel Aviv'i bombalamasını istemesi olmak üzere savaş sırasında
  9943. savaşan taraflara sürekli olarak istekte bulunulmuştu. Bu istekler kabul
  9944. edilmemişti ama bu ne bir tarafın kötü ne de diğer tarafın iyi niyetiyle olmamıştı.
  9945. Her ikisinin kabul edilmeme nedeni de aynıydı: Bunların askeri bir amacı
  9946. olamayacağı ve savaşın kazanılmasına katkı sağlamayacağı için getireceği riske
  9947. ve masrafa değmeyecekti.
  9948. Sonuç olarak, 1939-1945 arasındaki savaş yıllan Ortadoğu’daki her iki taraf
  9949. açısından da tatmin edici olmadı. Mihver devletlerin büyük çabalarına ve
  9950. davalarına duyulan büyük sempatiye karşın tepki çok yetersizdi. Vichy
  9951. hükümetinin işgali altodaki Suriye’de birkaç tesis ile 1941 yılında Irak’taki
  9952. Mihver yanlısı darbe, Almanlar’ın tek kazanından oldu ama her ikisi de uzun
  9953. sürmedi. İngilizler’in Arap milliyetçiliğinin dostluğunu kazanma girişiminin
  9954. sonucu daha da kötü oldu. Muazzam askeri varlıklarına rağmen Müttefikler
  9955. ancak hoşgörüsüz bir tarafsızlık elde ettiler. Mısır’ın önce İtalyanlar’a, sonra da
  9956. Almanlar’a karşı savunulması İngiltere’ye ve imparatorluk güçlerine, Kuzey
  9957. Afrika’nın kurtarılışı da Amerikalılar’a bırakılmıştı.
  9958. Bu büyük savaş, ilkindeki gibi, yine hızlı ve uzun vadeli değişikliklere yol
  9959. açtı. Müttefik ve Mihver propagandacılar milliyetçi hareketlerin teşvik edilmesi
  9960. konusunda yarışıyorlardı. Arap topraklarında kamp kurup savaşan Müttefik ve
  9961. Mihver orduları, yanlarında modem savaşın ayrılmaz parçaları olan kaygıyı ve
  9962. alışılmamış bir yaşamı da getirmişlerdi. Artık çok sayıda Arap devleti az ya da
  9963. çok oranda bağımsızlık elde etmiş ve dış siyasetlerini uygulamaya başlamıştı.
  9964. 1945 yılında kurulan Arap Birliği, Ortadoğu’nun egemen Arap devletlerinin
  9965. tümünü ortak siyasi amaçlar için bir araya getirmişti. Başlangıçta İngilizler
  9966. tarafından desteklenen bu proje, çok geçmeden onlardan kurtularak üyelerinin
  9967. zaman zaman çatışan amaçlarına uygun şekilde gelişmişti.
  9968. Petrolün bulunması, çıkarılması ve kullanılması, bu yüzyılda bölgedeki en
  9969. önemli değişikliklerinden biri olmuştur ve Ortadoğu’nun Rusya yönetimindeki
  9970. yerlerinde başlamıştır. 1842 yılında Apsheron yarımadasında ilk petrol sondajı
  9971. yapılmıştır. Rus Azerbaycanı’nda petrol sanayiinin gelişmesi ile
  9972. Pennsylvania’daki Amerikan petrolünün gelişmesi yaklaşık olarak aym zamanda
  9973. olmuştur. 1863 yılında Bakü’de ilk rafineri inşa edilmiştir. 1877-1878 yıllarında
  9974. Apsheron petrol bölgesinden Bakü'ye ilk petrol hattı döşenmiştir. Rus Devrimi
  9975. yaklaşırken Rusya’nın petrolünün yüzde doksan beşi Bakü petrol yataklarından
  9976. sağlanıyordu. Avrupalı ve Amerikalı iş adamları, henüz bağımsız olan İran ve
  9977. Osmanlı topraklarında ayrıcalık kazanmak üzere ilk girişimlere başlamışlardı.
  9978. XX. yy’ın başlarında İran şahı, aslında Yeni Zelandalı olan bir İngiliz işadamı
  9979. William Knox D’Arcy’ye ilk önemli ayrıcalığı tanıdı. Sonra da D’Arcy’nin
  9980. ayrıcalığı Anglo-Iranian Oil Company tarafından alındı. Bu, çoğu İngiliz,
  9981. Fransız,Hollandalı ve Amerikan olan imtiyaz şirketlerinin imtiyaz hakkını
  9982. ödeyerek Ortadoğu petrolünü çıkartmalarının ilk örneği olmuştur. Sonraları da
  9983. sırasıyla İran, Irak, Arabistan ve başka yerlerde yeni büyük petrol yatakları
  9984. bulundu. Böylece Ortadoğu petrol üreten başlıca bölgelerden biri oldu.
  9985. Ortadoğu ülkeleri bu yeni gelişmeyle çeşitli şekillerde etkilendi. Kara
  9986. ulaşımı, içten yanmalı motorun kullanılmaya başlamasıyla kolaylaştı. Önceki
  9987. yüzyıllarda hayal bile edilemeyecek hızda, büyük merkezleri birbirine bağlamak,
  9988. insanları, ürünleri, basılı malzemeyi ve düşünceleri taşımak artık
  9989. olanaklıydı. Araba, kamyon ve otobüsün, at, eşek ve devenin yerini alması;
  9990. matbaa, gazete, sinema, radyo ve televizyon gibi Batılı iletişim araçlarının
  9991. yaygınlaşması ve hızlı ekonomik gelişme ile çok uzun menzilli toplumsal bir
  9992. değişim başladı.
  9993. Fransızların ve İngilizler’in Ortadoğu’dan ne umup ne buldukları merak
  9994. edilebilir. Artık kabul edilen gerçek şudur ki iki devletin de bölgeye gidip orada
  9995. yirmi beş yıl kalmasının en önemli medeni stratejik, bölgenin askeri tehlikesi ile
  9996. potansiyeli olmuştur. Bu stratejik amacın kapsamı, bir tampon,, bir kavşak,
  9997. iletişimde bir merkez noktası, bir üs olarak Ortadoğu şeklinde sunulmuştur.
  9998. Bölgeye başkalarının girmesini engellemek stratejik amaçlardan biriydi ve eğer
  9999. Batılı güçler onları kovmak için orada olmasalardı başkalarının oraya
  10000. gireceklerinden emindiler. Fransızlar ve İngilizler için çok önemli diğer bir konu
  10001. da daha zengin imparatorluk topraklarını güvence altında tutmaktı. Hindistan
  10002. konusunda İngilizler, Kuzey Afrika konusunda da Fransızlar endişeleniyorlardı.
  10003. İki devlet de bu topraklarını Müslüman Ortadoğu’dan çıkabilecek istikrar
  10004. bozucu güçlere karşı korumaya gerek duyuyorlar, buna engel olmak için de,
  10005. Ortadoğu halklarının ve ülkelerinin imparatorluk kontrolünde ya da hiç olmazsa
  10006. denetiminde olması gerektiğini düşünüyorlardı.
  10007. Şüphesiz daha başka unsurlar da söz konusuydu. O dönemde Fransız
  10008. varlığından yana olanlar, Fransa'nın kültürel ve dini misyonuna, Hıristiyan,
  10009. özellikle de Katolik azınlıkların korunmasına ve Fransız kültürünün
  10010. yaygınlaştırılmasını desteklemişlerdir. Benzer düşünceler İngilizler tarafından da
  10011. destek bulmuştur.
  10012. Zamanında geçerli olan emperyalizm yorumunun tersine ekonomik
  10013. nedenlerin çok önemi olmadığı gibi fazla bir ekonomik beklenti de yoktu. Tam
  10014. tersine, İngilizler de, Fransızlar da stratejik ve siyasi amaçlarına ulaşabilmenin
  10015. yüksek maliyetleriyle çok uğraşmışlardır. İki devlet de maliyeti
  10016. olabildiğince düşük tutmaya gayret etmişlerdir. Önemli bir unsur olarak oldukça
  10017. geç ortaya çıkan petrolün ileride kazanacağı önem bilinmiyordu. Savaşlar arası
  10018. dönemde petrole karşı ilgi ekonomik olduğu kadar stratejikti.
  10019. Fransızların ve İngilizler’in Ortadoğu’daki durumlarında birtakım hataları
  10020. olmuştu. Güçlerini devam ettirmek için yapmaları gereken masraftan
  10021. kaçmıyorlar, muhalefete karşı koymak için de güç kullanmak istemiyorlardı.
  10022. Hem Fransa’da, hem de İngiltere’de bir kararsızlık, duraklama ve güçsüzlük söz
  10023. konusuydu. Girişimin masrafa ve çabaya değip değmeyeceği en başında tartışma
  10024. konusu olmuştu. Rivayete göre, Churchill Ortadoğu’yu olduğu gibi Türkler’e
  10025. geri vermenin daha iyi olacağını söylemiştir; herhalde bu hediye Türkiye
  10026. Cumhuriyeti tarafından asla kabul edilmezdi.
  10027. Fransızlar’ın ve İngilizler’in Ortadoğu’daki konumu önemini kaybederken,
  10028. diğer taraftan bölge, halen imparatorluk havasının açgözlülük, acımasızlık ve
  10029. kendini beğenme ruh halini taşıyan milletler ve rejimlerden oluşan diğer düşman
  10030. güçlerin tehdidindeydi. Bu unsurlar iki devlet arasında yorgunluk, doygunluk ve
  10031. kendinden şüphelenme durumunu ortaya çıkarmıştı. Bir süreliğine her ikisi de
  10032. birbirleri için oluşturdukları tehdidin farkına varmışlardı. Her ikisi de hem
  10033. bölgedeki hâkimiyetlerine son vermek isteyen güçlerden ya da dışardan onların
  10034. yerini almak isteyenlerden gelen çok daha büyük tehditlere, hem de birbirlerine
  10035. karşı kararsız ve güçsüz davrandılar.
  10036. Kavga ve didişmelerin sürekliliği de Fransızlar'ın ve İngilizler’in
  10037. konumunun zayıflamasına neden olmuştu. Bu durum, Fransız'lar ve İngilizler ve
  10038. diğerlerine karşı; Fransızlar ve İngilizler birbirlerine karşı; Fransızlar ve
  10039. İngilizler kendi kendilerine olmak üzere pek çok düzeyde ve pek çok şekilde
  10040. yaşanıyordu. Bugün karar verme süreci olarak adlandırılan durum, yerel
  10041. makamlarla merkezi hükümetler arasında, toplumsal kökenler, çatışan çıkarlar ve
  10042. amaçlarla bölünmüş bürokratik fraksiyonlar arasında, çeşitli servisler ve daireler
  10043. arasında ısrarlı ve sayısız çatışmalarla saptırılıyor ve gecikiyordu.
  10044. Ortadoğu’ya bir yapı ve koruyucu bir perde sağlayan OsmanlI
  10045. İmparatorluğu, bölgeyi dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korumuştu. Artık bu
  10046. koşullar ortadan kalkmıştı. Osmanlı sisteminin ve yapısının yerini sonuç olarak
  10047. tümü yıkılıp yok olan yenileri almıştı. Koruyucu perde yine var olsa da, Avrupalı
  10048. devletlerin sağladığı koruma ancak birbirleri için olduğundan, Ortadoğu
  10049. ülkelerinin halklarının çoğuna pek de fayda sağlamıyordu.
  10050. Bu dönemin bilançosu, bir taraftaki Fransızlar ve İngilizler için ve diğer
  10051. taraftaki Ortadoğu halkları için ne olmuştu? Ortadoğu’daki Fransız ve İngiliz
  10052. güçlerinin hakim olduğu dönem, modem tarihin en büyük zaferlerinden birinden
  10053. hemen sonra sona erene dek ne başarmıştı? Batılı devletler ya da Ortadoğu
  10054. ve halkları açısından sonuçlar bir değer taşıyor muydu?
  10055. En olumlu sonuçlar, büyük olasılıkla o dönemde en az önem taşıyan hedefler
  10056. olan ekonomik ve pratik hedeflerle ilgili olmuştu. Şüphesiz Ortadoğu halkının
  10057. çoğunluğu açısından 1939 yılındaki yaşam, 1918 yılından ve hatta 1914 yılından
  10058. çok daha iyi olmuştur. Nüfusun tamamının olmasa da çoğunluğun yaşam
  10059. standardı yükselmişti. Konfor artmış ve yaygınlaşmış, yaşam süresi eskisine
  10060. göre uzamış, yeni bir altyapı kurulmuş ve her çeşit genel hizmet sağlanmıştı.
  10061. İngiliz Hindistanı veya Fransız Kuzey Afrikası gibi imparatorluk
  10062. yönetiminin doğrudan bulunduğu yerlere oranla bu yararlar Ortadoğu’da daha az
  10063. olmuştu. Ortadoğulular emperyalizmin kötü yanlan altında yaşadıkları ve önemli
  10064. avantajlarının çok azından faydalanabildikleri için şanssızdılar. Çok az da olsa
  10065. faydalandıkları bu avantajlar önemli olmuştu. Birçok açıdan bölge halklarının
  10066. durumu 1939 yılında açıkça görünür şekilde iyileşmişti.
  10067. Ortadoğuluların kazandığı çok önemli bir fayda da Lübnan ve Mısır dışında
  10068. pek bilinmeyen İngilizce ve Fransızca dilleri olmuştu. Modem dünyaya, onun
  10069. kültürüne ve bilimine bu diller sayesinde erişebilmişlerdi. Bölge halkları
  10070. açısından Batı bilimi, başka bir deyişle modem bilim önemli bir kazanç olmuştu.
  10071. Batı kültürü ve toplumsal sonuçlarının etkileri çok daha farklı olmuş, kimileri
  10072. tarafından hevesle karşılanırken, kimileri tarafından da şüpheyle karşılanmış,
  10073. kimilerince de lanet olarak görülmüştür.
  10074. Ortadoğu, Fransız ve İngiliz hâkimiyeti ile liberal ekonomi ve siyasi
  10075. özgürlük dönemi yaşamıştır. Ancak özgürlük sınırlıydı ve zaman zaman
  10076. kaldırılırdı. Yine de tüm sınırlamalara ve iptallere rağmen, öncesinde hiç
  10077. rastlanmamış, sonrasmda da rastlanmayacak denli geniş kapsamlıydı. Artık Batı
  10078. tarzı kurumların çoğunluğu yok olmuş, terk edilmiş, hatta suçlanmışlardır.
  10079. Ortadoğu’da liberal düşüncelere ve uygulamalara karşı tekrar bir ilgi doğmaya
  10080. başlamıştır ve bu değişim bölgenin bazı ülkelerinde daha uygun bir zemin
  10081. bulabilir.
  10082. Fransız ve İngiliz hâkimiyetinin, öncelikle Batılı devletler, sonuç olarak da
  10083. Ortadoğulular açısından en olumlu sonucu, Ortadoğu’nun II. Dünya
  10084. Savaşı’ndaki rolünden de anlaşılacağı üzere, istenen stratejik hedefe
  10085. ulaşılmasıdır. Ortadoğu’nun Mihver devletlere karşı savaşta üs ve destek
  10086. kurumlan sağlaması, Batı için en önemli hizmeti olmuştur. Buna karşılık
  10087. olarak onu Mihver devletlerin doğrudan hâkimiyetinden kurtarmaları da Batı’nın
  10088. Ortadoğu’ya en önemli hizmeti olmuştur.
  10089. 19.BÖLÜM
  10090. ÖZGÜRLÜKLER
  10091. 1945'te Müttefikler’in kazandıkları zafer ve Mihver devletlerin aldıkları
  10092. yenilgi dünyaya hemen barış getirmemiştir. Doğu ve Orta Avrupa’da Sovyet
  10093. İmparatorluğu’nun ilerlemesi, Asya ve Afrika'da Batılı sömürge
  10094. imparatorluklarının gerilemesi bu bölgelerde önemli sorunlara yol açmıştır.
  10095. Kaybedilen ve kazanılan bağımsızlık, eski nefretlerin canlanmasına ve yenilerin
  10096. ortaya çıkmasına neden olmuş ve milyonlarca kişiyi mülteci durumuna
  10097. getirmiştir. Ortadoğu da savaş sonrası ve imparatorluk sonrası karışıklıklardan'
  10098. nasibini almıştır. Bölge barışı, sıklıkla içeriden ve zaman zaman da dışarıdan
  10099. düşmanlarla mücadelelerle huzursuz olmuş ve kesintiye uğramıştır.
  10100. Ortadoğu’daki sıkıntılar, Sovyetlerin Orta ve Doğu Avrupa’daki
  10101. hâkimiyetinden ya da İngiliz yönetiminin Güney ve Güneydoğu Asya’yı
  10102. terk ederken yaşananlar kadar zarar verici ve yoğun olmamıştır. Ortadoğu
  10103. sorunları, büyük boyutta olmasa da siyasi ve diplomatik çözümleri bakımından
  10104. yoğun ve zor olmuştur.
  10105. Ortadoğu’da da eski sömürgeler dünyasındaki başka yerlerde olduğu gibi,
  10106. halkın bir süreliğine ilgilendiği tek konu bağımsızlık olmuştu.I. Dünya
  10107. Savaşı’nın ardından, Türkiye, İran ve Afganistan olmak üzere bölgenin üç ülkesi
  10108. tam bağımsızlıklarını kazanmış ve bu konuda da uzun süreli deneyimleri
  10109. olmuştu. Bunlara iki savaş arası dönemde dört Arap devleti, Suudi
  10110. Arabistan, Yemen, Irak ve Mısır katılmıştır. Suudi Arabistan ve
  10111. Yemen’in bağımsızlığı kuramsal olduğu kadar uygulamada da söz konusuydu,
  10112. ancak- Irak ve Mısır, eşit olmayan antlaşmalarla' diplomatik olarak ve Ingiliz
  10113. güçlerinin ve üslerinin varlığıyla askeri olarak eski hükümdarlarına bağlı
  10114. durumdaydılar. Suriye ve Lübnan da Fransa zorunlu olarak Levant’ı terk ettikten
  10115. sonra bağımsız Arap devletlerine katılmıştır. 1945 yılının Mart ayında, Suudi
  10116. Arabistan, Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve prensipte halen İngiliz
  10117. mandasında olan Filistin bölgesinin bir parçası durumundaki Trans-Ürdün
  10118. tarafından Arap Devletleri Birliği kuruldu. Trans-Ürdün, 1946 yılının'Mart
  10119. ayında bağımsızlığını kazanarak Ürdün adını aldı.
  10120. Antlaşmaları iptal ederek ve yabana varlığına son vererek sözde
  10121. bağımsızlıklarını gerçek bağımsızlık yapmak bu devletlerin ilk hedefiydi. Batılı
  10122. imparatorlukların topraklarından çekilmesinden sonra, 1950’li yılların başında
  10123. tam bağımsızlık süreci tamamlandı.
  10124. Yine bu dönemde Arap dünyasının geri kalanında da bu süreç yayılmıştı.
  10125. 1951 yılında Libya, 1956 yılında Sudan, Tunus ve Fas, 1960 yılında Moritanya
  10126. 1960, 1961 yılında Kuveyt 1961, 1962 yılında Cezayir, 1967 yılında Güney
  10127. Yemen (Eski Aden kolonisi), 1971 yılında Körfez Emirlikleri bağımsızlıklarını
  10128. kazandılar. Güney Yemen ve Cezayir başta olmak üzere, bağımsızlıklarına zorlu
  10129. ve uzun bir mücadeleyle kavuşanlar da oldu. Diğerleri de bağımsızlıklarını
  10130. çoğunlukla barışçı yollarla, zaman zaman da anlaşmalarla yapılan sıkı
  10131. pazarlıklarla kazandılar.Filistin mandası son bulduktan sonra 1948 yılında
  10132. kumlan İsrail dışında, savaştan sonraki dönemde bağımsızlığını elde eden yeni
  10133. devletlerin tümü Arap devletleriydi. 1990’lı yılların başlarında durumda
  10134. dramatik bir değişiklik oldu. XIX.yy’da çarların ele geçirdikleri ve XX.yy’da
  10135. Sovyetlerin elindeki Kafkas ve Orta Asya ülkeleri, Sovyetler Birliğinin 1991
  10136. yılında dağılmasıyla, hiç beklemedikleri bir bağımsızlığa kavuştular. Tüm bu
  10137. ülkeler, tarihsel süreçte Ortadoğu’nun parçası ya da Ortadoğu’ya bağımlı
  10138. olmuşlardı. Bu ülkelerden Gürcistan ve Ermenistan Hıristiyan’dı ama
  10139. yüzyıllarca Türk ya da İran Müslüman imparatorluklarına tabi olmuşlardı.
  10140. Azerbaycan ve beş Orta Asya cumhuriyeti olan diğerlerindeki hâkim din
  10141. İslamiyet’ti; Farsça ve Türkçe’ye yakın diller konuşuyorlardı. Bunlar,
  10142. Ortadoğu’daki güney komşularına tarihi, dini ve kültürel sayısız bağ ile
  10143. bağlıydılar, içlerinden Tacikistan hem dili hem de kültürüyle bir Pers ülkesiydi.
  10144. Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan olmak üzere diğer dördü
  10145. Türkçe ile akraba dilleri konuşuyorlardı. Kazakça’nın hariç, bu diller arasında,
  10146. Irak’tan Fas’a kadar konuşulan Arap lehçelerinden daha fazla bir
  10147. fark bulunmuyordu ama Araplar’ın tersine, Türkler’in ortak bir yazılı dilleri
  10148. yoktu. Çok uzun zamandır Ortadoğu’ya hâkim olan ve politikasını belirleyen
  10149. Arap dünyasına paralel bir Türk devletleri dünyası pek çok şey vaat eden yeni
  10150. bir gelişmeydi. Ancak yeni devletlerin eski deneyimleri onları milli ve kişisel
  10151. özgürlüğe pek hazırlamamıştı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasına rağmen, yeni
  10152. Rus devleti bu cumhuriyetlerle ilgilenmiş ve oralarda Rus varlığım devam
  10153. ettirmek istemişti. Türk dünyasının, bir süre önce Arap dünyasının yaşadığı eski
  10154. imparatorluk efendilerinden kurtulma deneyimlerini yeniden yaşamak üzere
  10155. olduğu görülmüştür.
  10156. Ne var ki egemen bağımsızlığın elde edilmesi bölgedeki siyasi sıkıntılara son
  10157. verememişti. Eski çatışmalar sürerken, iç, bölgesel ve uluslararası düzeylerde
  10158. yeni çatışmalar çıkmıştır. Arap dünyasındaki yeni bağımsız milletlerden Fas ve
  10159. Mısır gibi ayn bir kimliğe sahip eski ve sürekli bir tarihsel varlıkları olanların
  10160. sayısı çok azdı; çoğunluğu gerek ülke gerek de rejim olarak yeni yaratılmışlardı.
  10161. Suudi Arabistan, farklı aşiret ve bölge gruplarının fetihleriyle bir araya geldiği
  10162. halde, homojenlik gibi bir üstünlüğe sahipti. Tamamı Arap, tamamı Müslüman
  10163. ve doğu bölgesi hariç tamamı Sünni idi. Yeni devletlerden pek çoğu böyle bir
  10164. avantaja sahip değillerdi. İç rekabetler ve nefretlerle parçalanmışlardı ve bu
  10165. rekabetlerin isyan, devrim ya da iç savaş adını alan silahlı çatışmalara dönüştüğü
  10166. de oluyordu.
  10167. Yerel ve bölgesel, mezhepçi ve dinci, aşiretçi ve etnik bu rakip gruplar ile
  10168. bazen de aynı grubun içindeki rakip fraksiyonlar arasında gerçekleşen en yıkıcı
  10169. ve uzun olan mücadele Lübnan’da olmuştur. Yabancı devletlerin katkılarıyla bu
  10170. mücadeleler çok daha karmaşık duruma gelmiş ve uzamıştır. 1958, 1975-1976 ve
  10171. 1983-1991 yıllarındaki Lübnan iç savaşları da bu şekilde gerçekleşmiştir.
  10172. Güney Arabistan da sürekli çatışmanın olduğu bir bölgedir. 1962 yılında
  10173. Mısır’ın desteklediği devrimci bir hareketle İmam’ın geleneksel yönetimi
  10174. devrilmiş ve yerine bir cumhuriyet kurulmuştur. Suudi Arabistan ve Mısır gibi
  10175. dış devletlerin ve ülkedeki kralcı ve cumhuriyetçi grupların mücadeleleri
  10176. daha uzun süre devam etmiştir. Eski imamlık ile merkezinde Aden olan eski
  10177. İngiliz topraklarının birleşmesiyle 1990 yılında kurulan Birleşik Yemen, 1994
  10178. yılında güneyi ile kuzeyi arasındaki iç savaşla tekrar sarsılmıştır. 1965-1975
  10179. yıllan arasında parçası olduğu Umman Sultanlığı’ndan ayrılmak isteyen
  10180. Dofar’daki uzun süreli çatışmaya Yemenliler de katılmışlardır, şahın gönderdiği
  10181. bir İran birliğinin yardımıyla bastınlan bu ayrılıkçı Do-far isyanı, o dönemde
  10182. Sovyetler Birliği’ne çok yakın bir marksist devlet olan Güney Yemen de dahil
  10183. olduğu için çok büyük önem taşıyordu.
  10184. Ortadoğu ülkeleri arasında hükümetlerin muhalif azınlıkları ve bölgeleri
  10185. bastırmak üzere güç kullandıkları başka ülkeler de vardır.-Türkiye ve Irak, Kürt
  10186. azınlıklar arasındaki tatminsizlikler ve zaman zaman da ayaklanmalarla
  10187. karşılaşmıştı. Irak, aslında ülkenin tamamında çoğunluk olan orta ve güney
  10188. bölgelerdeki Şii nüfusa karşı askeri hareketle karşılık vermiştir. Sudan’ın Arapça
  10189. konuşulan Müslüman kuzey bölgesi, çoğunlukla Arap ve Müslüman olmayan
  10190. güneydeki Afrikalılarla savaş durumundadır. 1970 yılının Eylül ayında
  10191. Ürdün’deki Filistin liderliği ile Ürdün krallığı arasındaki anlaşmazlık doruk
  10192. noktasına ulaşması sonucunda, Ürdün devletinin otoritesine açıkça meydan
  10193. okuyan Filistin Kurtuluş Örgütü kanlı bir yenilgiye uğramıştır. Tüm bu
  10194. gelişmelerden en kötü olanı 1990’ların başlarında, Cezayir’de güçlü İslami
  10195. köktendinci hareket ve liderliğin, Cezayir hükümetinin meşruluğuna ve
  10196. otoritesine karşı iç savaştır.
  10197. Bir Arap ülkesinin herhangi anlaşmazlığı sonuçlandırmak için başka bir
  10198. Arap devletine karşı silah kullanmaması Arap Birliği’nin temel ilkelerinden
  10199. biridir. Arap devletlerinin aralarında çeşitli anlaşmazlıklar çıkmış, bazen bir
  10200. devlet komşu devletin toprağında hak iddia ederek oranın kendi elinden
  10201. emperyalist müdahaleyle alınan milli toprağı olduğunu savunmuştur. Mısır’ın
  10202. Sudan, Suriye’nin Lübnan, Fas’ın Moritanya ve Irak’ın Kuveyt üzerindeki
  10203. iddiaları bu yönde olmuştur. 1953 yılında Mısır, Sudan’ın ayn bir egemenliği
  10204. olduğunu kabul ederek üzerindeki iddialarından vazgeçmiştir. 1970 yılında Fas
  10205. da Moritanya’yı tanımıştır. Zorlu ve uzun bir mücadelenin ardından 1994 yılının
  10206. Kasım ayında Irak, Kuveyt’in egemenliğini ve bütünlüğünü kabul etmek
  10207. zorunda kalmıştır.
  10208. Irak’ın sınır düzeltmesi ve Kuveyt’in bütününde hak iddia etmesi şeklinde iki
  10209. ayrı iddiası olmuştur. 1961 yılındaki Irak tehdidi nedeniyle Kuveyt’e İngiliz
  10210. askerleri gönderilmişti. Böylece bir süreliğine de olsa Irak’ın ilerlemesi
  10211. durdurulmuş ancak iddiasına son verilememişti. Suriye’nin Lübnan ve eski
  10212. Filistin mandasının tamamı üzerindeki iddiasına ilişkin sorunlara henüz çözüm
  10213. bulunamamıştır. 1963 yılında Fas ile Cezayir arasındaki, 1980, 1986-87
  10214. yıllarında da Libya ile Çad arasındaki ufak sınır çatışmaları, yerel düzeyde
  10215. kalmış ve önemli bir genel etkileri olmamıştır. 1990 yılında Irak’ın Kuveyt
  10216. egemen devletini istila, işgal ve ilhak etmesi, Arap Birliği’nin ilk büyük ihlali
  10217. olmuştur. Olay Araplar arası çatışma şeklinde başlayıp hızla uluslararası büyük
  10218. bir kriz haline gelmiştir.
  10219. Pan-Arabizm ideali doğrultusunda zaman zaman egemen Arap devletleri, bir
  10220. tür doğrudan ama gönüllü birliktelik çaba-' lan olmuştur. 1958 yılında Mısır ve
  10221. Suriye’nin birleşmesiyle kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti bunlardan en
  10222. önemlisidir. Kısa süreli huzursuz bir birlikteliğin ardından BAC'den ayrılan
  10223. Suriye, 1961 yılından itibaren varlığını birlik dışında sürdürmüştür.Daha çok
  10224. Libya’nın başlattığı başka ayrılma çabaları da sonuç vermemiştir.
  10225. Bölgelerini imparatorlukların terk etmelerinin ardından kumlan Arap
  10226. devletleri, bir iki istisna hariç, yapay nitelikli olmalarına karşın bağımsız
  10227. devletlerini ve toprak bütünlüklerini korumak konusunda hayret verici ölçüde
  10228. ısrarlı olmuşlardır. İki açıdan da sayısız girişim olmasına rağmen Arap devletleri
  10229. ne dağılmış ne de birbirleriyle birleşmişlerdir (Yemen hariç).
  10230. Bölgede yakın geçmişte yapılan savaşlardan iki tanesi çok yıkıcı ve uzun
  10231. olmuştur. Bu savaşlar, 1948 yılında İsrail ile Arap devletleri arasında çıkan ve bir
  10232. dizi kısa savaştan sonra 1994 yılında son bulan savaş ve 1980-1988 yıllarında
  10233. İran ile Irak arasındaki savaştır.
  10234. İsrail-Arap savaşlarının kökenleri, İsrail devletinin kuruluşundan daha
  10235. öncesine, Arap liderliğinin orada bir Musevi vatanı oluşturulma çabasını
  10236. engellemeye çalıştığı döneme kadar uzanır. Bu mücadele, henüz o günlerde
  10237. Filistin olarak tanımayan topraklar Osmanlı İmparatorluğu’a aitken başlamıştır.
  10238. Bu mücadele, Filistin’de Museviler için milli bir vatan oluşturulması ilkesinin de
  10239. yer aldığı İngiliz mandasının uygulanmaya başlamasından sonra ivme
  10240. kazanmıştır. 1930-1940’larda Almanya’da Naziler’in iktidara gelmesiyle birlikte
  10241. Nazi düşünce ve uygulamalarının gerek zorla gerekse de başka yollarla diğer
  10242. ülkelere yayılması durumu kriz haline getirmiştir. Avrupa’nın ortasında militan
  10243. bir Sami ırkı düşmanlığı, Siyonistler’iri Museviler’in kaderiyle ilgili fikirlerini
  10244. doğrular nitelikteydi. Durgunluk nedeniyle ekonomilerinin çökmesinden sonra
  10245. eski sığınılacak ülkelerin kapılarının kapanması, Avrupa'nın, daha sonra da
  10246. Ortadoğu’nun Musevileri’ne gidecek yer bırakmayacaktı.
  10247. 1945 yılında savaş bittiğinde Avrupa’nın Almanya işgalindeki yerlerindeki
  10248. Museviler’in çoğunluğu öldürülmüş, sağ kalan birkaç yüz bini de genellikle
  10249. kamplarda yaşıyorlardı. Batı Avrupa’dan gelmiş olanlar ülkelerine dönerek pek
  10250. bir zorlukla karşılaşmadan tekrar entegre oldular. Oysa, iç karışıklıklar, yabancı
  10251. istila ve işgallerine uğrayan Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinden gelenler çok daha
  10252. büyük sorunlar yaşadılar; geri dönmek istediklerinde eski komşularının şiddeti
  10253. ve düşmanlığıyla karşılaştılar. Sonuç olarak da Vaad Edilmiş Topraklar’a
  10254. gitmenin tehlikelerini, onları kabul etmeyen vatandaşları arasında yeni bir baskı
  10255. ve zulüm süreci yaşamaya tercih ettiler.
  10256. Bu beklenmedik Musevi göçmen dalgası, İmparatorluğun yıkılan sütunlarına
  10257. tutunmaya çalışan, Filistin’de ve diğer yerlerde Araplar’ın artan öfkesinin
  10258. farkında olan İngilizler açısından çok önemli bir sorundu. İki yıl boyunca,
  10259. İngiltere hükümetinin bazı ülkelerde diplomasi aracılığıyla, açık denizlerde güç
  10260. kullanarak gelen bu dalgayı Filistin mandasında polisiye eylemlerle engelleme,
  10261. durdurma ve püskürtme çabalan girişimleri sınırlı oldu. Nazi kıyımının
  10262. dehşetiyle henüz şaşkına durumdaki Batı dünyasının Museviler’e karşı sempatisi
  10263. vardı. Sovyet bloğu da Museviler’i kendiyle ilgili nedenler yüzünden İngiltere'ye
  10264. karşı koruduğundan diplomatik çabalar da sonuç vermedi.
  10265. Hindistan’da İngiliz yönetiminin son bulmasının ardından İn-gilizler’in
  10266. Ortadoğu’da kalmalannın asıl amacı ortadan kalkmıştı. Savaş sonrasında fakir ve
  10267. güçsüz durumdaki İngiltere’de yurtiçi ve yurt dışında popüler olmayan başarısız
  10268. .bir politikayı sürdürmek artık anlamlı değildi. İngiltere hükümeti, ortadan
  10269. kalkmış olan Milletler Cemiyeti’nden aldığı mandayı Birleşmiş Milletler’e iade
  10270. edeceğini 2 Nisan 1947 tarihinde bildirdi ve 15 Mayıs 1948 Cumartesi günü
  10271. mandaya son verilmesi karan alındı.
  10272. Bir yıl daha Filistin’de kalan İngilizler, bu sürede yalnızca geçici bir
  10273. hükümette görev aldılar. Artık eski manda bölgesinin geleceğinden Birleşmiş
  10274. Milletler sorumluydu. Yoğun ve uzun görüşmelerin ardından 29 Kasım 1947
  10275. tarihinde Genel Kurul tarafından Filistin’in üçe bölünmesi kararı verildi. Bu üç
  10276. bölüm, bir Musevi devleti, bir Arap devleti ve Kudüs şehrinin uluslararası
  10277. gözetimde olacağı bir ayn birim (corpus separatum). Bu karar, Genel Kurul
  10278. tarafından gerekli üçte iki çoğunlukla alınmasına karşın uygulanması konusunda
  10279. zorlayıcı bir hüküm bulunmuyordu.
  10280. Öte yandan kararın uygulanmasını engellemeye çalışanlar da olmuştu. 17
  10281. Aralıkta, Arap Birliği Konseyi bu bölünmeye gerekirse güç kullanarak karşı
  10282. koyacağını bildirdi. Manda hükümetine ve Musevi yurduna karşı Filistin liderliği
  10283. tekrar silahlı direnişe geçti. Filistin’deki Musevi liderliğiyse Birleşmiş Milletler
  10284. planım kabul etti. Manda “Sabat” günü son bulduğundan birkaç saat önce
  10285. harekete geçerek 14 Mayıs 1948 Cuma günü, BM bölünme planında onlar için
  10286. ayrılan topraklarda İsrail adını verdikleri devleti kurduklarını duyurdular. Bir
  10287. süredir bu devletin kurulmasını engellemek için savaşan Filistin liderliği, şimdi
  10288. de komşu devletlerin ordularından ve uzaktaki Arap-ülkelerinden destek
  10289. buldular.
  10290. Filistin’de savaş zamanında azalan Museviler ile Araplar arasındaki
  10291. çatışmalar, 1947 yılında tekrar başlayarak manda sona erdikten sonra da sürdü.
  10292. Suriye’den Arap Kurtuluş Ordusu adlı gönüllü bir birlik de Filistin Arapları’na
  10293. yardım ediyordu. ABD tarafından “de facto” ve SSCB tarafından “de jure’’
  10294. olarak kabul edilen İsrail devletinin kurulması ve komşu Arap devletlerinin
  10295. silahlı müdahalesiyle çatışma resmen uluslararası bir boyut kazandı. Böylece
  10296. Filistin için mücadele, Arap-İsrail savaşına dönüştü.
  10297. Bu şartlar altında yeni devletin dayanabilme şansı pek yoktu ama birkaç
  10298. haftalık mücadelenin sonunda durumda önemli bir değişiklik meydana geldi.
  10299. Düşmanları ve deniz arasında sıkışmış olan Museviler umulmadık bir güç
  10300. sergilediler. Öte yandan da Arap koalisyonu hanedan rekabetleri ile milli
  10301. rekabetler yüzünden gücünü kaybetti.
  10302. Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan hassas ateşkeslerle kesintiye
  10303. uğrayan ilk savaş aylarca devam etti. Bu aralıklı savaşlarda askeri durumda kesin
  10304. bir değişiklik oldu. İlk Arap saldırısı karşısında İsrail devleti, yalnızca
  10305. direnmedi, biraz da toprak ele geçirdi. İleride “Gazze Şeridi” adını alacak olan
  10306. Gazze’de Mısırlılar, Şeria ırmağının batısında ve Doğu Kudüs’te Ürdünlüler, Ölü
  10307. Deniz’in doğu kıyısında Suriyeliler olmak üzere Filistin’in geri kalan kısmı
  10308. komşu devletlerin ordularının elinde bulunuyordu. İsrail ile komşu Arap
  10309. devletleri arasında 1949 yılının Ocak ve Nisan aylarında Rodos adasında ateşkes
  10310. pazarlıktan yapılarak anlaşmalar imzalandı.
  10311. Sonraki onlarca yıl boyu, anlaşmaların tarafları arasındaki ilişkiler yalnızca
  10312. bu anlaşmalara göre sürdü. Arap devletleri ateşkes anlaşmalarını kabul
  10313. etmelerinin İsrail devletini ve sınırlarını da kabul etmiş olmaları anlamı
  10314. taşımadığını kesin olarak bildirmişlerdi. Lübnan ile yapılan anlaşma iki tarafın
  10315. arasındaki eski uluslararası sının tanıyordu. Suriye, Mısır ve Ürdün ile yapılan
  10316. anlaşmalar, yalnızca ateşkes hatlarını tanıyor, siyasi ve toprak sınırlarının
  10317. belirlenmesini “Filistin sorununun kesin olarak çözülmesine” bırakıyordu.
  10318. 1
  10319. İsrail topraklarında yaşayan, sayılan o dönemin Birleşmiş Milletler
  10320. kuruluşları tarafından 726.000 olarak tahmin edilen Filistinli Arap savaş
  10321. sırasında kaçmış, sürülmüş ya da komşu Arap ülkelerine sığınmıştı.
  10322. Kaçışın ve sürgünün yol açtığı acı ile savaşın ve diplomasinin karmaşası ve
  10323. kararsızlığı içindeki Filistinli mülteciler, II. Dünya Savaşı sonrasında dünyanın
  10324. kanlı bir şekilde tekrar şekillenmesi sırasında Hindistan, Doğu Avrupa ve başka
  10325. yerlerden kaçan ya da vatanlarından kovulan milyonlarca insanın kaderine ortak
  10326. oldular. Ancak onlardan farklı ve benzeri görülmeyen bir şekilde, ne yerlerine
  10327. iade edildiler, ne de yeni yerlerine yerleştirildiler, kamplarda tutularak, hem
  10328. onlar ve hem de onlardan sonraki nesiller daima vatansız mülteci olarak
  10329. görüldüler. Ürdün bunun tek istisnası olmuştu. Haşimi devleti ırmağın batı
  10330. yakasında kendi işgalindeki topraklan resmen ilhak etmiş, sonra da Arap
  10331. Filistinliler'in tümüne vatandaşlık hakkı vermişti. İsrail de Arap ülkelerinden
  10332. kaçan ya da sürülen yüz binlerce Musevi’yi kabul etmişti. Bunların durumu
  10333. giderek yoğunlaşan Arap-Musevi çatışmalarında oldukça zor bir hale gelmişti.
  10334. İsrail ve Arap komşuları arasında zaman zaman toplu olarak, zaman zaman
  10335. da ayrı ayn yapılacak savaşların ilki 1948-49 savaşıydı. Bu savaşların
  10336. yapılmasında her iki taraf da eşit sorumluluğa sahipti. Arap devletleri 1948 ve
  10337. 1973 savaşlarını başlatırken-İsrail de 1956 ve 1982 savaşlarını başlatmıştır.
  10338. Sorumlusunu belirlemenin daha zor olduğu 1967 savaşının başlamasına neden
  10339. olan olaylarla ilgili daha fazla çok bilgi elde edildikçe, tarafların bir Yunan
  10340. trajedisindeki gibi, savaşa doğru yaklaşmalarının kaçınılmaz olduğu
  10341. görülmektedir.
  10342. 1967 savaşı, bu savaşların en dramatiğiydi. İsrail silahlı kuvvetleri altı günde
  10343. Mısır, Ürdün ve Suriye ordularıyla bir Irak birliğini art arda yenilgiye
  10344. uğratmışlardı. İsrail savaşın sonunda Ürdün ırmağının batısındaki manda
  10345. Filistini ile birlikte güneyde Mısır’dan Sina Yanmadası’nı, kuzeyde de
  10346. Suriye’den Golan Tepeleri’ni ele geçirmişti. Artık İsrail’in askeri sınırlan Süveyş
  10347. Ka-nalı’nda, Ürdün ırmağında ve Şam’dan 48 km uzaktaki Golan
  10348. Tepeleri’ndeydi. 1979 yılma dek Sina Yarımadası İsrail’in elinde kalmıştı. O
  10349. tarihte Mısır ile İsrail arasında imzalanan ve bir Arap devletiyle yapılan ilk
  10350. anlaşma olan barış anlaşmasıyla iki devlet arasında banş ve normal diplomatik
  10351. ilişkiler sağlanmış, İsrail belirli aşamalarla manda Filistini ile Mısır Krallığı
  10352. arasındaki eski uluslararası sınıra çekilmeyi kabul etmiştir. Bir Arap devletiyle
  10353. yapılan ikinci barış anlaşması, İsrail ile Ürdün arasında 1994 yılının Ekim ayında
  10354. imzalanan barış anlaşmasıdır. Suriye ile de aynı amaca yönelik görüşmeler
  10355. başlatılmıştır.
  10356. Anlaşmazlık, İsrail hâkimiyetinin Batı Şeria ve Gazze Şeri-di’ne
  10357. yayılmasıyla Filistin liderliğinin aktif katılımı şeklinde yeni bir boyut
  10358. kazanmıştır. 1949-1957 yılları arasında Arap Birliği ve özellikle Filistin’de bazı
  10359. yerleri işgal etmiş olan Arap devletleri, Filistinliler adına konuştuklarını ileri
  10360. sürmüşler ve Filistinlilerin siyasi sürece aktif olarak katılımını teşvik etmemişler,
  10361. hatta zaman zaman da engellemişlerdir. 1967 yılında bu devletlerin topyekün
  10362. yenilgileriyle bu gibi iddialar sona ermiş ve üç yıl _önce kurulan, o güne dek
  10363. Araplar arası siyasetin aracı olan Filistin Kurtuluş Örgütü yeni bir önem
  10364. kazanmıştır. Filistin Kurtuluş Örgütü tamamen yeni bir rol elde etmiş, İsrail
  10365. karşısındaki Arap muhalefetinin simgesi gerileyen asker yerine ilerleyen gerilla
  10366. olunca da giderek uluslararası boyuta erişmiştir. 25 yıl süresince, Filistin
  10367. Kurtuluş Örgütü liderliği farklı görüşlerin gerilla savaşı, direniş ve terörizm
  10368. olarak adlandırdığı bir mücadele sürdürmüştür. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün ilk
  10369. üssü Ürdün'de bulunuyordu. 1970 yılında Ürdün krallık hükümetiyle çatıştıktan
  10370. sonra Lübnan’a gitmişlerdi. Lübnan’daki iç savaş ve merkezi hükümetin gücünü
  10371. kaybetmesiyle Filistin Kurtuluş Örgütü denetiminde bir devlet içinde devlet
  10372. kurulmuştur. Bu dönem, 1982 yılında Lübnan’a giren İsrail ordularının Filistin
  10373. Kurtuluş Örgütü’nü ülkeden kovulmasını sağlamasına kadar sürdü. Sonra da
  10374. Tunus’a taşınan liderlik ve karargâh 1994 yılına kadar orada kaldı.
  10375. Bundan sonra da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İsrail’e karşı mücadelesinin
  10376. yönü değişmiştir. O güne kadar öncelikli amaçlan propagandaydı ve eylemleri
  10377. diğer ülkelerdeki İsrailli ve başka hedeflere yönelikti; 1980’lerin sonu ve
  10378. 1990’ların başında da mücadele işgal edilmiş topraklara taşınarak “İntifada”
  10379. adı verilen yeni bir isyan ve direniş dönemi başladı. İntifada yabancı ülkelerdeki
  10380. tarafsız hedefler yerine, ülke içindeki işgal personel ve araçlarına karşıydı ve
  10381. birincil amacı dikkati çekmek değil, işgalin gücünü ve cesaretini kırmaktı.
  10382. 1993’te İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü hükümeti görüşmelere başlama ve
  10383. birbirlerini tanıma karan aldılar. Görüşmelerin sonucunda İsrail polis ve
  10384. askerlerinin Gazze Şeridi ve Batı Şeria’daki otoritelerinin Filistinliler’e
  10385. devredilmesi ile ilgili anlaşmalar yapıldı.
  10386. Kaçınılmaz olarak bu gelişmeleri Arap-İsrail çatışmasının uluslararası
  10387. bağlamı etkilemiştir. ABD ile SSCB, 1948-49 yıllarında yeni İsrail devletine
  10388. diplomatik destek sağlamışlardır. Bu tarihlerde Stalin, dünyadaki en büyük
  10389. düşmanı olarak ABD’yi değil,‘İngiltere’yi görüyor; İngiltere’nin Ortadoğu’daki
  10390. durumunu sarsmak için yeni İsrail devletinin iyi bir fırsat olduğunu
  10391. düşünüyordu. Amacını gerçekleştirmek için de o günlerde bir Sovyet uydusu
  10392. olan Çekoslovakya’nın, İsrail’e ilk savaşından ayakta çıkmasını sağlayan
  10393. silahları satmasına izin verdi. Her iki tarafın da genel olarak uyduğu resmi
  10394. ambargoya rağmen bazı özel ABD kaynaklarından askeri yardım gelmişti.
  10395. Fransızlar ve İngilizler 1956 yılında, öncesinde İsrail’le anlaşarak, sözde İsrail
  10396. ve Mısır'ın arasına girmek için Mısır’a asker gönderdiler. Ancak üç işgalci
  10397. devlete karşı sert bir tavır takman ABD ve SSCB hükümetleri çeşitli yollarla
  10398. Mısır topraklarından çekilmelerini sağladılar.
  10399. Bu sırada stratejik durum bazı radikal değişimlere uğramıştı. Savaştan
  10400. sonraki yıllarda Sovyet baskısı daha çok Türkiye ve İran üzerinde oldu ve bu iki
  10401. ülke Sovyet baskı ve tehditlerine karşı Amerika Birleşik Devletleri’nden yardım
  10402. istediler. İlk başlarda İngilizler’in çökmekte olan durumlarını desteklemek
  10403. isteyen ABD, bunun mümkün olmadığını görünce, muhtemel bir Sovyet
  10404. saldırısına karşı Ortadoğu’da bir savunma sistemi kurmak üzere Ortadoğu
  10405. işlerine karışmıştı. Türkiye ile Yunanistan, 1952 yılında NATO’ya girdiler. 1955
  10406. yılında da Irak hükümeti, İran, Türkiye ve İngiltere ile Bağdat Paktı adı verilen
  10407. yeni bir ittifak kurması için ikna edildi. O günlerde Amerika Birleşik Devletleri
  10408. bu ittifakta resmi bir üyelik yerine gayri resmi bir ilişkiyi tercih etti.
  10409. Bir Arap ülkesinin Batılılar’ın himayesindeki bir ittifaka alınmaya
  10410. çalışılmasının verimli sonuçları olmadı. Eski egemen devletler olan İran ve
  10411. Türkiye, Sovyetler Birliği’nin güney sınırında olduklarından, gerek geçmiş
  10412. deneyleri gerek de günün gerçekleri nedeniyle kuzeyden gelecek tehdidin
  10413. farkındaydılar. Bu tür bir deneyimleri olmayan Arap devletlerinin yakın
  10414. geçmişteki siyasi tarihleri önce Batı yönetiminden, sonra da Batı işbirliğinden
  10415. kurtulma çabalarından oluşmuştu. Irak’ın Bağdat Paktı’na girmesi, ülkede Batılı
  10416. devletlerin hâkimiyetine doğru bir geri adım olarak kabul edildi. Başta yeni
  10417. cumhuriyetçi rejime girmiş olan Mısır olmak üzere, öteki Arap ülkelerinde bu
  10418. durum güçler dengesinin Mısır aleyhine değiştirilmeye çalışılması olarak
  10419. görüldü. Sovyetler Birliği 1950’li yıllarda Mısır ve diğer Arap devletleriyle
  10420. yakın ilişkiler kurmaya çalıştığında iyi karşılandı ve çok geçmeden kazandığı
  10421. güç ve etkinlikle Arap hükümetlerini antlaşma imzalamak ve kendine /üs
  10422. kolaylıkları tanımak konularında ikna etti.
  10423. Birleşmiş Milletlerde ve diğer uluslararası alanlarda İsrail’e karşı Arap
  10424. davasını diplomatik olarak savunmaları, Sovyet politikasının 1950’li yılların
  10425. ortalarından başlayarak 1960-70’li yıllarda daha da güçlenen bir özelliği
  10426. olmuştur. Arap ordularına gelişmiş silahlarla teknik ve lojistik olarak askeri
  10427. yardım sağlamışlardır. Bu durum karşısında ABD, İsrail ile yeni ve daha yakın
  10428. bir stratejik ilişki kurmak zorunda kalmış ve İsrail’in başlıca diplomatik, stratejik
  10429. ve mali kaynağı olmuştur.
  10430. Bu gelişmelerle Arap-İsrail çatışması, Soğuk Savaş’ın en önemli
  10431. konularından biri haline gelmiştir. Diğer sorunlarda da yaşandığı gibi
  10432. Ortadoğu’da süper devletlerin çeşitli devletlerin yanında yer almaları krizlere ve
  10433. yol açtıklarına kısıtlama getirmiş ama diğer taraftan da çözüm için gerçek bir
  10434. adım atılmasına engel olmuştur. Dünyanın başka yerlerindeki paralel
  10435. barış süreçleri için olduğu gibi, Ortadoğu barış süreci için de Soğuk Savaş’ın
  10436. bitmesi gerekiyordu.
  10437. Arap-İsrail çatışması, Ortadoğu devletleri ve halkları arasındaki savaşlar
  10438. içinde dış dünyanın en çok dikkatini çeken savaş olmuştur. Bunun nedeni kısmen
  10439. rakip süper devletlerin doğrudan işe karışmaları, kısmen de olaylara karşı endişe
  10440. ve ilgidir. Bu dış kaygılar, taraflardan birinin zafer kazanmasına ve çatışmanın
  10441. kesin bir sonuca ulaşmasına engel olmuştur. Sert ve kısa savaşlar şeklinde süren
  10442. bu çatışmalar, uluslararası müdahalelerle asla stratejik olmayan zaferler olmak
  10443. üzere taktik zaferleriyle son bulmuştur. Uluslararası kurumların çatışmayı
  10444. çözmek yerine devam etmeye götürmesi bu konuda amaçlanmayan bir sonuç
  10445. olmuştur.
  10446. 1980-1988 yılları arasında İran ve Irak arasındaki savaşa tepki daha farklı
  10447. olmuştur. Onlar, İsrailliler ve Araplar gibi güçlü bir uluslararası destek
  10448. alamamışlardır. Hatta tam tersine, her iki devletin de dış dünyada güçlü
  10449. düşmanları olduğundan, gerek diğer devletler gerek de uluslararası kurumlar
  10450. savaşa son vermek için risk almayı ve uğraşmayı göze almamışlardır. Bu iki ülke
  10451. arasında, tüm Arap-İsrail savaşlarındakinden çok daha fazla can kaybı olan ve II.
  10452. Dünya Savaşı'ndan bile uzun süren bir savaş olmuştur.
  10453. Temelde çok açık ve basit olan Arap-İsrail çatışmasında ortada üç soru yardi:
  10454. İsrail var olacak mı? Olacaksa, sınırlan ne olacak? Bu sınırların içinde kim
  10455. hüküm sürecek? Çok farklı yönleri olan Irak-İran savaşındaysa konu daha
  10456. karmaşıktı. Bir bakıma bu savaş, Saddam Hüseyin ve Humeyni gibi iki güçlü
  10457. lider arasında kişisel bir mücadele olarak düşünülebilirdi ve zaten de böyle
  10458. gösterilmiştir. Etnik açıdan Araplar ile İranlılar arasındaki bir mücadeleydi.
  10459. İdeolojik açıdan İslama canlanma ile laik modernizm (sonradan Saddam
  10460. Hüseyin bu konuda fikir değiştirmiştir) arasında bir mücadeleydi. Mezhep
  10461. açısmdan Şiiler ile Sünniler arasındaki bir mücadeleydi. Ekonomik
  10462. açıdan bölgedeki petrolünün kontrolü için bir mücadeleydi. Bu mücadeledeki
  10463. önemli bir başka nokta da hem Iraklılar’ın hem de İranlılar’m ülkelerine ve
  10464. kendilerini yönetenlere olan vatansever bağlılıklarıydı. Güneybatı İran’da
  10465. yaşayan Arap azınlık Iraklılarla birleşmemiş; Irak’ın Şii nüfusu da, birkaç istisna
  10466. dışında İran devrimi ve rejimine sempati duymamıştır.
  10467. İran ve Irak, iç ve dış baskı altında olmadıkları ve ikisi de petrol ihraç ettiği
  10468. için henüz mali sıkıntıları olmadığı için karşılıklı olarak yıkıcı savaşlarına 8 yıl
  10469. devam etmişlerdir. Başlarda üstünlüğü sağlamış gibi görünen İran, Irak’ın ilk
  10470. saldırısını durdurarak güçlü bir karşı saldırıya geçmiş ve Irak topraklarına
  10471. girmiştir. Irak, ABD’den aldığı büyük istihbarat ve lojistik yardımının yanı sıra,
  10472. zengin Arap ülkelerinden de gördüğü destek sayesinde bu saldırıyı durdurmuş ve
  10473. kendisinin biraz daha avantajlı olduğu bir barışı İran’a imzalamayı başarmıştır.
  10474. Saddam Hüseyin, İran karşısında bu yarım zaferi kazanmasından ve dış
  10475. dünya tarafından onaylanmasından aldığı cesaretle 1990 yılının Ağustosu ayında
  10476. Kuveyt’i işgal ve ilhak etmiştir.
  10477. Saddam Hüseyin, bazı açılardan doğru bazı açılardan da yanlış olan askeri ve
  10478. siyasi hesaplar yaparak bu iki savaşı başlatmıştır. İran’a saldırırken doğru
  10479. düşünerek, hiçbir bölge ve dış devletin onları dehşete düşüren ve korkutan
  10480. devrimci bir rejimi desteklemek için kılını kıpırdatmayacağını
  10481. hesaplamıştı. Ancak öte yandan yanlış düşünerek, devrim karışıldığı
  10482. içindeki İran’ı kolayca ve hızla işgal edeceğini hesaplamıştı. Aradan geçen 10
  10483. yılın ardından Kuveyt’i işgal ederken bu defa doğru ve yanlışların dengesi tersti.
  10484. Kuveyt’i kolayca ve hızla işgal edeceği askeri hesaplan doğruydu. Yanlış olan,
  10485. bölge devletlerinin onu destekleyecekleri, en azından kabullenecekleri ve
  10486. dış güçlerin zorunlu ve etkisiz bir protestodan ileri gitmeyecekleri siyasi
  10487. hesabıydı.
  10488. Bu hataya dünyadaki değişikliği dikkate almaması nedeniyle düşmüştür.
  10489. 1990 yılının sonunda, birkaç ay sonra Sovyetler Birliği’nin dağılmasına ve
  10490. Soğuk Savaş’ın sona ermesine yol açacak süreçler başlamıştı. Saddam Hüseyin,
  10491. eskiden olduğu gibi bir süper devletin tedbirliliği ile bu tehlikeli serüvenlere
  10492. girmekten kaçınmıyordu ve bu yeni özgürlüğünden sonuna faydalanmak
  10493. istiyordu. Ancak bunun için ödemesi gereken bir bedel olacaktı. Çok geçmeden
  10494. göreceği üzere, süper devlet, bölgedeki kurbanlarının çağırdığı diğer süper
  10495. devlete karşı kendini koruması için hamisini çağıramayacaktı.
  10496. Bölgedeki yeni oluşumda dış devletler artık Ortadoğu’daki olaylarla ilgili
  10497. karar vermiyor ve bunları yönetmiyor olduklarından, Ortadoğu hükümetlerinin
  10498. eylemleri ve siyasetleri giderek isteksizleşen yabancı devletlerin müdahalesini
  10499. gerektiriyordu. 1990-1991 arasındaki Kuveyt savaşı, bölgedeki daha
  10500. önceki mücadelelerin tersine dış rakiplerce ne kışkırtılmış ne de uzatılmıştı;
  10501. bölgesel, hatta Araplar arası bir mücadele olmuştu. Bu savaşa özellikle ABD
  10502. olmak üzere yabancı devletler de karışmışlardı. Savaş ve sonrası, süper
  10503. devletlerin her ikisinin de Ortadoğu için savaştan çekildiklerini gösterdi. Çünkü
  10504. bir imparator rolü oynamak ya da en azından bölgenin tehlikeli devletlerine
  10505. karşısında diğerlerini korumak için birinin gücü, ötekinin de isteği yoktu.
  10506. 8 yıl süren İran ve Irak savaşıyla karşılaştırıldığında, Saddam Hüseyin’in
  10507. ordularının bölgesel ve dış devletler-koalisyonu tarafından yenilmesi, çok daha
  10508. kolay ve hızlı olmuştu. Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri ve müttefikleri
  10509. Irak güçlerini Kuveyt’ten çıkarmakla yetinmeyip Saddam Hüseyin’i ve rejimini
  10510. iktidarda bırakmışlardı. Bu sonuca ilişkin çeşitli yorumlar yapılmışsa da,
  10511. oldukça basit bir nedeni vardı. 1991 yılında rejimi yıkmak yerine bir başkasını
  10512. getirmek anlamına geliyordu; bu da geçmişteki bazısı açık, bazısı gizli manda ve
  10513. koruma dönemlerini anımsatacak bir korumaya neden olacaktı. O günlerde
  10514. ABD’nin Bağdat’a bir yönetici konsül yerleştirme niyeti olmadığı belirtilmişti
  10515. ve Amerika'nın Arap müttefikleri de bunu istemiyorlardı. Böylece hükümetlerini
  10516. koruma ve değiştirme karan Irak halkına bırakıldı. Koalisyon güçleriyle Irak
  10517. arasında yapılan ateşkesin hemen ardından bu politikanın pratik sonuçlan
  10518. görüldü. Saddam Hüseyin güneyde Şiiler’i, kuzeyde Kürtler’i ve merkezdeki
  10519. muhalifleri acımasızca bastırmaya girişti.
  10520. Ders açıkça ortadaydı; ABD kendinin ve uluslararası toplumun temel
  10521. çıkarlarını savunacak şekilde davranacaktı; bu çıkarlar da deneme yanılma
  10522. yöntemiyle tanımlanacaktı. Diğer taraftan Ortadoğu halkları ve devletlerinin
  10523. başlarının çaresine bakmaları gerekiyordu. Artık Ortadoğu daha özgür olduğu
  10524. kadar da daha tehlikeli bir yerdi.
  10525. Soğuk Savaş
  10526. :m bitmesiyle iki süper devletin bazen düşman olarak, bazen de
  10527. beraber hareket ettikleri çift kutuplu sistemin çöküşü, süper devletlerin
  10528. müdahalesinden ya da kontrolünden kurtarılmış başka yerlerde olduğu gibi
  10529. Ortadoğu'da da halkları zor bir seçim yapmak zorunda bırakmıştı. Dünyânın
  10530. başka bölgelerindeki örnekleri gibi, sorunlarını çözmek için istemeden ve zor
  10531. olsa da harekete geçerek yan yana barış içinde yaşamayı seçebilirler ya da
  10532. sorunlarını ve birbirlerine karşı nefretlerini dizginlemeden kanlı çatışmaları
  10533. seçebilirlerdi. Bu kanlı çatışmalara girme olasılıklarını ve bunu bölgenin dışında
  10534. değil, içinde isteyen güçlerin varlığım fark etmeleri, Filistin Kurtuluş Örgütü
  10535. liderlerinin, İsrail hükümetinin ve bazı Arap devletlerinin, başta Amerika olmak
  10536. üzere dış yardımlarla, karşılıklı olarak birbirlerini tanıma, ortak bir hoşgörü ve
  10537. daha pratik olarak, işgal edilmiş toprakların İsrail’den Filistin yönetimine
  10538. verilmesi ilgili görüşmeler yapmalarını sağlayan önemli bir etkendir.
  10539. Arap halklarının sonuncusu olan Filistinliler, işgal edilmiş bölgelerde İsrail
  10540. yönetimine son verilmesiyle ilgili anlaşma sağlanması üzerine özgürlük
  10541. hayallerine ulaşabileceklerdi. Ne var ki geçmişte Arap halkları arasında olduğu
  10542. gibi, Filistinliler arasında da aciliyet kazanan yabancı yönetiminden kurtulduktan
  10543. sonra kendilerini nasıl bir özgürlüğün beklediği sorusuna yanıt aranıyordu.
  10544. Yabancı yönetimindeki halkların kimileri için ilk, kimileri için de tek hedef bu
  10545. yönetimi sona erdirmekti. Ancak yabancı bir yönetim altındayken bile o sona
  10546. erdikten sonra gelecek rejim konusunda tartışmalar başlamıştı. Bu tartışma
  10547. bağımsızlık elde edildikten sonra daha acil bir duruma geldi.
  10548. Fransızlar ve İngilizler kendilerini örnek alarak yeni devletler yaratmışlar;
  10549. Fransızlar parlamenter cumhuriyetler, İngilizler anayasal monarşiler
  10550. kurmuşlardı. Ancak efendileri çekildikten sonra bunların neredeyse tamamı
  10551. yıkılmış ya da terk edilmiş; bölge halkları başka modeller aramaya
  10552. başlamışlardı. Mihverlerin Ortadoğu’ya yönelttikleri stratejik ve siyasi tehdidin
  10553. yenilmelerine neden olmasına rağmen, düşüncelerinin yeni ortaya çıkan
  10554. milliyetçi ve ona bağlı başka hareketlerde artan bir etkisi olmuştu.
  10555. Bu yeni düşünce, toplumsal ve siyasi organizasyon biçimi iki nedenle çok
  10556. çekiciydi. Bunlardan ilki, Batı hâkimiyetine karşı olması; İkincisi, sunulan
  10557. ideolojilerin ve toplumsal stratejilerin bölgenin geleneklerine ve gerçeklerine
  10558. daha yakın olmasıydı. Toprak tanımlamasının belirsiz olduğu, değişen
  10559. milli kimliğe sahip ülkelerde etnik milliyetçilik, vatanseverlikten daha
  10560. anlaşılabilir bir olguydu. Benzer biçimde, otoriter ve radikal ideolojilerin
  10561. çekiciliği, özgürlükçü ve liberal düşüncelerden fazlaydı. Batı’nın gereksiz ve
  10562. uygunsuz görülen daha bireyci formülleri karşısında, kolektif ve komünal
  10563. kimlikler ve haklar daha anlamlıydılar. Irak’ta ve Suriye’de Mısır’da olduğundan
  10564. daha aktif olan bu etkiler, halen öyledirler. Mısır’da da daha güçlü bir milli
  10565. kimlik ile daha yaygın ve etkili parlamenter tecrübeye sahip eski bir liberalizm
  10566. geleneği vardır.
  10567. İsrail’in doğuşunun Birleşik Arap güçleri tarafından engellenememesi, Arap
  10568. ülkelerinde derin bir iç hesaplaşmaya'yol açmış ve sorumlu olan yöneticilerin ve
  10569. rejimlerin birkaç yıl içinde şiddet eylemleriyle yıkılmasına neden olmuştu. İlk
  10570. rejim Suriye’de yıkılmıştır. Albay Hüsnü Zaim, 1949 yılının Mart ayında
  10571. başkanlık ve parlamenter düzenini kansız bir darbeyle sona erdirmiş ve bir dizi
  10572. darbeyi başlatmıştır. Askeri yönetim, parlamenter rejimin başlaması ve
  10573. seçimlerin yapılmasıyla 1954 yılında son bulmuş ama bu durum kısa sürmüştür.
  10574. 1958-1961 yıllarında Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin bir_parçası olan Suriye, bu
  10575. birlikten ayrıldıktan sonra hızla Baas partisinin diktatörlüğüne girmiştir.
  10576. Ürdün’de Filistin’deki Arap yenilgisinin sorumlusu olarak görülen, daha kötüsü
  10577. de, İsrail’le barış yapmaya çalışan Kral Abdullah 1951 yılında öldürülmüştür.
  10578. Arap rejimlerinin en zayıfı olarak görülen Haşimi monarşisi ise bir şekilde
  10579. ayakta kalabilmiş ve krallığın kurucusu Abdullah’tan sonra oğlu, ondan sonra da
  10580. torunu hükümdar olarak başa geçmişlerdir.
  10581. En dramatik değişikliklerin olduğu Mısır’da, Kral Faruk 1952-54 yıllarındaki
  10582. bir dizi hareketin ardından sürgün edilmiş ve monarşinin yerine cumhuriyet ilan
  10583. edilmiştir. Kısa bir süre sonra devrimin lideri General Muhammed Necib
  10584. indirilerek yerine, rejim değişikliğini planlayan ve gerçekleştiren “Hür Subaylar”
  10585. örgütünün gerçek başı Albay Nasır geçmiştir. Askeri karakterini kaybetmeye
  10586. başlayan Cumhuriyetçi hükümet, otoriter olmayı sürdürmüştür.
  10587. Arap devle deri de zamanla başka devrimci dalgadan etkilenmişlerdir.
  10588. Irak’ta, özellikle Batılı bağlan nedeniyle gözden düşen monarşi 1958 yılında
  10589. kaldırılmış, yerine bir dizi askeri diktatör almıştır. Irak’ta da Suriye’de olduğu
  10590. gibi ordunun yerini, Baas’ın parti diktatörlüğü almıştır. Suriye’de hüküm
  10591. süren partiyle ortak kökenleri olmasına rağmen Baas’ın iki kanadı birbirlerine
  10592. düşmandılar.
  10593. İsrail’e sınırı olan Arap devletlerinden yalnızca, 1948 askeri harekâtında
  10594. önemli bir rolü olan ve Rodos ateşkes anlaşmasıyla İsrail’le uluslararası sınırı
  10595. kabul eden Lübnan demokratik ve parlamenter sistemini korumuş, ama büyük
  10596. ölçüde dış müdahaleler sonucunda iç savaşla yıkılmıştır.
  10597. Daha uzaktaki, İsrail’e sının olmayan Arap rejimlerinden, Kuzey Afrika’da
  10598. Libya ve Cezayir ile Güney Arabistan’da da iki Yemen devrimle yıkılmıştır.
  10599. Arap yarımadasında Filistin’deki çatışmaya daha uzak yerlerde ve Fas’ta
  10600. geleneksel rejimler varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
  10601. Olayda daha aktif olan ülkelerde arka arkaya gelip geçen devrimler ve
  10602. devrimci rejimler olmuştur. Ancak her yeni rejimi iktidara getiren, İsrail’in
  10603. bölgenin ortasında olması, tüm Arap dünyasının düşmanlığına karşın ayakta
  10604. kalması, hatta gelişmesi temel sorunları çözülemeden sürmüştür.
  10605. Aylarca süren zorlu savaşların ardından İsrail’in halâ ayakta kalması,
  10606. umutsuzluğun aşırı özgüvene karşısındaki zaferi olarak görülebilir. Ancak bu
  10607. görüş, sonraki savaşlarda daha büyük ve daha donanımlı ordular karşısında
  10608. kazandığı çok daha büyük ve hızlı zaferler için yeterli olmayacaktır.
  10609. Kimileri açısından İsrail’in kurulması ve gelişmesini Batı emperyalizminin
  10610. Arap ve İslam ülkelerine karşı saldırgan eylemlerinin devamı olarak
  10611. görüyorlardı. Bu açıdan bakıldığında İsrail, Batı etkisi, nüfuzu ve hâkimiyeti için
  10612. bir köprübaşı olmak için çok uygundu. Siyonizm emperyalizmin ve İsrail Batı
  10613. gücünün bir aracıydı. Daha sonra da kimileri de bir açıklamaya gerek duyarak
  10614. Avrupa’nın Sami ırkına aleyhtarlığı düşüncesinden hareketle olayları aynı ölçüde
  10615. dramatik ama tarafları rolleri değiştirmiş olarak göstermek istemişlerdir.
  10616. Başkalarının açıklarını aramak ve onları suçlamak yerine kendi toplumlarının
  10617. hatalarını bulmak ve düzeltmekle uğraşan bazı kesimler de tarafların bilimsel ve
  10618. teknolojik başarılarına, toplumsal ve ekonomik yapılarındaki farklılıklara,
  10619. Araplar’da olmayan İsrail’in siyasi özgürlüğü gibi ayrıntılara dikkat
  10620. çekmişlerdir. Nüfusunun büyük çoğunluğunun Ortadoğulu olmasına rağmen
  10621. İsrail, yalnızca Batılı devletlerin bir aracı olarak değil, Batı uygarlığının bir
  10622. parçası olarak Batı’nın bir parçası gibi görülmektedir. Dolayısıyla İsrail’in
  10623. başarısı, Müslümanların yüzyıllardır süregelen, Müslüman devletlerin fakir ve
  10624. güçsüz olmasına karşın Batı’nın gücü ve refahı çelişkisinin parçasıdır.
  10625. Bu çelişkiye çeşitli yanıtlar verilebilir. Kimilerine göre başlıca neden
  10626. dağınıklık ve bir dönemin büyük Arap dünyasının kendi aralarında anlaşamayan,
  10627. enerjilerini kısır rekabetler ve çatışmalarla harcayan küçük devletlere ayrılmış
  10628. olmasıydı ve çözümü de pan-Arabizm, yani çeşitli Arap devletlerinin dar fikirli
  10629. politikalarından daha saf ve soylu olan daha büyük bir ülkeye sadakat idealiydi.
  10630. Emperyalizme karşı mücadelelerinde bu ideal en üst seviyesine çıkmıştı. Ancak
  10631. bu ideal, devletler bağımsızlıklarını elde ettikten sonra liderlerin bu görevlerini
  10632. kurumlara bırakmak konusunda isteksiz olmaları yüzünden gerilemiştir. Öte
  10633. yandan Avrupa, hatta Batı dünyası tarihinde, ülkeler arasında birlik olmamasının
  10634. maddi ve entelektüel ilerlemeye mutlaka engel olmadığı, hatta bazı durumlarda
  10635. ilerlemeye katkı bile sağladığı görülmüştür.
  10636. Bölgenin ayrılmış olduğu devletler siyasi sınıf ve bölgenin gerçekleri
  10637. konusunda bilinçlenmede bir istikrar sağladıklarında, hükümetler ve halklar milli
  10638. egemenlik yapısı içinde uygulanacak çözüm arayışına girdiler. Siyasi
  10639. bağımsızlık mücadelesi gerilerde kalmaya başlayınca, ekonomik sorunlar ve
  10640. daha hızlı ekonomik kalkınma gereksinimleri ön plana çıktı. Ancak bu şekilde
  10641. modem dünyadaki yerlerini alabileceklerini ve modem düşmanlarına karşı
  10642. koyacak gücü bulabileceklerini düşünen bu ülkelerin çoğunluğunda ekonomik
  10643. durum,, "yalnızca Batı ve Uzakdoğu’nun yükselen ekonomileri karşısında değil,
  10644. hızla artan nüfusun yaşam standardının düşmesiyle de kötüye gidiyordu.
  10645. Bir süre tüm bu sorunlara yalnızca sosyalizmle çözüm arandı. Gelişmekte
  10646. olan ülkelerin pazar ekonomisindeki yavaş ilerlemeyi bekleyecek zamanlan
  10647. olmadığı ileri sürülüyor ve bu anlayış genel kabul görüyordu. Bununla birlikte
  10648. siyasi demokrasinin kararsızlıklarına ve karışıklıklarına dayanacak sabırları da
  10649. yoktu. Gereken hızlı kalkınma ancak güçlü bir el ve merkezi planlama, başka bir
  10650. deyişle otoriter bir sosyalist hükümet tarafından gerçekleştirilebilirdi. Bu görüş,
  10651. zamanın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki en saygın devleti olan Sovyetler Birliği
  10652. örneği ve etkisiyle daha da güçleniyordu.
  10653. 1950’li yıllarda entelektüeller arasında yayılmış olan sosyalizmi iktidara
  10654. getirenler entelektüeller olmamıştır. Sosyalizm de önceki neslin yaşadığı
  10655. liberalizm gibi zorla tepeden inmişti ve durumu daha iyi değildi. Mısır’da
  10656. iktidara gelişinin 9- yılında Nasırcı rejimin bir kararıyla sosyalizm getirilmişti.
  10657. Başka ülkelerde de farklı görüşlerdeki askeri ve milliyetçi rejimler sosyalizmin
  10658. hızlı ekonomik kalkınmanın tek yolu olduğunu düşünüyorlardı. Sosyalizmin
  10659. çeşidi türleri vardı: Aşağı yukarı Marksist ve Sovyet türü; Arap sosyalizmi adı
  10660. verilen diğerleri daha insancıl, daha az katı ve Arap koşullarına daha uygun
  10661. görülüyordu.
  10662. 1990’ların başlarında Marksist sosyalizmin de Arap sosyalizminin de başarılı
  10663. olmadığı ve reformcu hükümetlerin genellikle yanlış yönlendirilmiş, beceriksiz
  10664. reformlarının ekonomik kalkınmayı hızlandırmak şöyle dursun, daha da
  10665. yavaşlattığı görüldü. Ekonomik politikaların başarılı olduğu tek alan, ’
  10666. geleneksel İslami düzenin ılımlılığının ve yeni Batılı düzenin özgürlüklerinin
  10667. baltalandığı ve yok edildiği acımasız diktatörlüklerin yıkılması alanıydı.
  10668. Bunların yerlerini, sözde sosyalist ülkelerdeki yeni siyasi düzenin en kötü
  10669. örneklerinden, Orta ve Doğu Avrupa modellerinden bazen oralardan ithal edilen
  10670. uzmanların yönetimiyle taklit edilen çeşitli totaliter diktatörlükler
  10671. aldı. Ekonomik politikalar başarılı olamadıkları halde, hızlı bir ekonomik ve
  10672. daha hızlı bir toplumsal ve kültürel değişim dönemi yaşandı. Siyasi açıdan en
  10673. aza inen Batı etkisi, başka açılardan artıyordu.
  10674. En maddi, en kalıcı ama en az fark edilen Batı etkisi, çoğu eski Avrupalı
  10675. yöneticiler ya da imtiyaz sahipleri tarafından yapılan modern devlet ve şehir
  10676. hizmetleri alanlarında görülmüştür. Bu alanda modernleştirme süreçleri tersine
  10677. çevrilmemiş ya da saptırılmamıştır. Telefon, televizyon, araba, uçak, top ve tank
  10678. top gibi Batılı olan ya da icatlarını kolaylaştıran Batılı felsefelerle ilgili alanlarda
  10679. da bir engelleme olmamıştır.
  10680. Daha şaşırtıcı olanı da, Batı aleyhtarı olduklarını belirten devletlerin Batı’nın
  10681. anayasa ve yasama meclisleri gibi siyasi mekanizmalarını korumalarıdır. Gerçek
  10682. İslam devletini kurduğunu iddia eden İran İslam Cumhuriyeti, bunu İslam
  10683. doktrini ve tarihinde benzeri olmayan bir biçimde yazılı bir anayasa ve seçilmiş
  10684. bir parlamentoyla yapmıştır.
  10685. Bölgedeki Batılı siyasi düşüncelerinin en kalıcı ve güçlü olanının devrim
  10686. düşüncesi olduğu söylenebilir. Müslüman Ortadoğu’nun tarihinde, başka
  10687. toplumlarda olduğu gibi, hükümetlerin komplolar ya da isyanlarla devrilmesine
  10688. ilişkin pek çok örnek vardır. Eski bir İslami gelenek de liderlerin siyasi ve
  10689. toplumsal sistemdeki kutsal görevlerinin uranlığı yıkarak yerine adaleti getirmek
  10690. olduğuna inanmaktır. Hükümdara karşı gerekli saygının sınırlarını belirleyen
  10691. İslam hukuku ve gelenekleri, bir hükümdarın tebaasının bağlılığını kaybettiği ve
  10692. yasal olarak tahtından indirilmesi gereken durumları çok dikkatle ele alarak
  10693. tartışmaya açıktır.
  10694. İslam dünyası için XVI. yy Hollandası’nda, XVII. yy İngilteresi’nde ve
  10695. XVIII. yy Amerika ve Fransası’nda ortaya çıkan devrim düşüncesi çok yabancı
  10696. ve yeniydi. 1905 yılında İran’daki meşrutiyetçilerin ve 1908 yılında da Osmanlı
  10697. İmparatorluğu’ndaki Jöntürkler’in kendilerine özgü devrimleri Ortadoğu’da
  10698. gerçekleşen ilk devrimler olmuştur. Bunlardan sonra da pek çok devrim
  10699. gerçekleşmiştir. XX. yy’ın son 10 yılında bölgedeki devletlerin önemli bir
  10700. çoğunluğu daha öncekilerin şiddet yoluyla yerlerinden atıldıkları rejimlerle
  10701. yönetilmişlerdir. İlk başlarda yabancı efendilere karşı bir milli mücadele
  10702. verilmiş, sonraları da genellikle askerlerin, hizmet ettikleri orduların
  10703. hükümdarlarını devirmeleriyle gerçekleşen rejim değişiklikleri olmuştur. Bütün
  10704. bunlar aynı heyecanla, zamanla Ortadoğu’da bir hükümetin meşruluğuna ilişkin
  10705. olarak en yaygın kabul gören sıfat olan “devrimci” unvanında iddia sahibi
  10706. olmuşlardır.
  10707. Rejim değişikliği, bazı durumlarda toplumun daha derin hareketlerinden, en
  10708. üst konumdakileri değiştirmenin ötesinde, çok daha derin nedenlerden ve çok
  10709. daha büyük sonuçlara neden olarak yapılmıştır. 1979 yılındaki İran İslam
  10710. Devrimi bunlardan biridir. Bu devrim, şekli, kökenleri ve kaderi
  10711. açısından Fransız ve özellikle de Rus devrimleriyle kıyaslanabilir.
  10712. İran’da gerçekleşenler klasik-anlamda bir devrim gibi görülebilir. Hal-kın
  10713. katılımıyla bir kitle hareketinin siyasi ve ekonomik gücü değiştirmesi ve büyük
  10714. bir toplumsal değişim sürecini başlatması, daha doğrusu devam ettirmesi söz
  10715. konusudur.
  10716. Fransa’da Bourbonlar ve Rusya’da Romanovlar dönemlerindeki gibi büyük
  10717. bir değişim süreci İran’da da Pehleviler döneminde başlamış bulunuyordu. Bunu
  10718. sürdürebilmek için siyasi güçte bir değişiklik olması gerekiyordu. İran
  10719. devriminde de başka yerlerdeki devrimlerde olduğu gibi değişim sürecinin
  10720. sapması ve durması olasılık dahilindeydi. Farklı ve kimi zaman çelişkili
  10721. açılardan bakan kimi İranlılar, bunun daha ilk aşamada gerçekleştiğini ileri
  10722. sürmüşlerdir. Devrimci rejim, iktidarı elde ettikçe onların bu görüşlerine
  10723. katılanların sayısı artmıştır.
  10724. İran'daki devrim, devrim adı verilen önceki süreçlerin aksine, Islami Devrim
  10725. adını almıştır. Devrimin Paris ve Petrograd örneklerini önemsemeyen liderleri,
  10726. tıpkı sağdakiler gibi Avrupa'nın sol ideolojilerini kendilerine karşı mücadele
  10727. sürdürdükleri kafir düşmanın bir parçası gibi görüyorlardı. Onlarınki farklı bir
  10728. toplumdu, farklı bir kitaba dayanıyordu ve farklı tarihi anılarla biçimlenmişti.
  10729. Yalnızca onların mücadele için kitleleri seferber edecek gücü olduğu için
  10730. devrimin sembolleri ve sloganları İslami’ydi.
  10731. İslamiyet sembol ve sloganlardan ibaret değildi ve devrimci liderler ile
  10732. sözcülerinin yorumlayışlarına göre de varılacak hedefleri belirliyor, en az o
  10733. kadar önemli bir konu olarak mücadele edilecek düşmanları tanımlıyordu.
  10734. Bunlar, ülke dışında kafirler, ülke içinde mürtetler olmak üzere tarihten,
  10735. hukuktan ve geleneklerden tanıdık kişilerdi. Devrimcilere göre “mürtet” onların
  10736. gerçek İslam yorumlarına inanmayan, kafir ve yabancı yöntemleri ithal ederek
  10737. İslam toplumunu ve onun içinde yaşadığı hukuk ve inancı yıkan tüm
  10738. Müslümanlar ve özellikle de Müslüman hükümdarlardı. İran’daki İslam
  10739. devriminin ve bu tür hareketlerin yerleşeceği başka ülkelerdeki amacı,
  10740. Müslüman ülkelere ve halklara yabana hâkimiyetindeyken zorla kabul ettirilen
  10741. tüm yabancı ve kafir birikimleri yok etmek ve gerçek ilahi kudretin İslâmî
  10742. düzenini getirmekti.
  10743. Ne var ki İran’da ve başka yerlerdeki bu devrimcilerin geçmişlerinin
  10744. incelenmesi sonucunda elde edilenler, onların Batı’yı ve Batı’nın sunduklarını
  10745. reddederken, propagandalarında ki gibi geniş kapsamlı ve ayrım gözetmez
  10746. olmadıklarını ve dinsizlerin ülkelerinden gelen bazı şeylerin iyi karşılanmaya
  10747. devam edildiğini ortaya koymaktadır.
  10748. Bunlardan bazıları çok belirgindir. İran’daki İslam devrimi elektronik
  10749. çağdaki ilk gerçek modem devrimdir. Humeyni milyonlarca v atandaşına sesini
  10750. kasetlerle ülke dışından gönderen ilk karizmâtik hatiptir. Aynı zamanda sürgünde
  10751. olup da yurdundaki taraftarlarına Şah’ın İran’da gerçekleştirdiği otomatik telefon
  10752. sistemiyle ulaşan ilk sürgün liderdi. (Ama bunu ilk sürgün yeri olan Irak’tan
  10753. değil, daha sonra Fransa’dan yapabilmiştir.) İran devrim liderleri resmi ve iç
  10754. savaşlarda Batı’nın ya da Batı taklitçilerinin silahlarını kullanmışlar, ayrıca
  10755. internet ve uydu anteni gibi yine Batı’nın hediyesi olan silahlan da
  10756. ellerinin altında bulundurmuşlardır.
  10757. İran’daki devrimci rejim Avrupa’dan başka bir alanı daha ödünç almıştır.
  10758. Sembolleri Avrupalı’dan çok İslami olmakla birlikte, yöntemleri ve tarzları
  10759. İslami olmaktan çok Avrupalı’dır. İdeolojik açıdan düşman kabul edilen pek çok
  10760. kişinin acilen yargılanarak idam edilmesi, özel mülkiyete büyük oranda
  10761. el konulması, yüz binlerce erkek ve kadının sürgün edilmesi, iktidarın
  10762. pekiştirilmesi için uygulanan şiddet, endoktrinasyon ve baskı, Hz. Muhammed
  10763. ve Hz. Ali örneklerinden çok Robespieıre ve Stalin örneklerine çok yakındır.
  10764. İslami olmayan bu yöntemler, tam anlamıyla devrimcidir.
  10765. İran devrimcileri de Ruslar ve Fransızlar gibi kendi ülkelerine olduğu kadar
  10766. diğer ülkelere de hitap etmişler ve devrimleriyle aynı kültüre sahip ülkelerde de
  10767. büyük bir hayranlık yaratmışlardır. Doğal olarak bu hayranlık Güney
  10768. Lübnan’daki Şiiler arasında ve Sünni komşuları arasında zayıf durumda kalan
  10769. bazı Körfez devletlerinde çok daha fazla olmuştur. Hatta bir süre Müslüman
  10770. dünyasında Şiiliğin neredeyse hiç bilinmediği bölgelerinde de büyük güç
  10771. kazanmıştır. Mezhep farklılığı önemli olmadığı için Humeyni bir Şii ya da bir
  10772. İranlı olarak değil bir İslami devrim lideri olarak görülmüştür. Zamanında Paris
  10773. ve Petrograd’daki gelişmelere ilahi bir heyecanla tepki gösteren genç Batılı
  10774. radikallerin yaptığı gibi, İslam dünyasının her köşesinden milyonlarca genç,
  10775. genç olmayan, erkek, kadın da aynı heyecanla, sonsuz umutla, her türlü dehşeti
  10776. mazur görme ve bağışlama isteğiyle, gelecek için endişeli sorulan sorarak İslami
  10777. devrimin çağrısına koşmuşlardır.
  10778. İran devrimin ardından zor yıllar yaşamıştır. Halk iç çatışmalar ve baskı,
  10779. yabana savaşlar, giderek artan ekonomik kriz yüzünden çok acı çekmiştir. Başka
  10780. devrimlerdeki gibi, bazen aşırılıkçılar ve ılımlılar, başka bir deyişle ideologlar ve
  10781. pragmatikler olarak tanımlanan rakip fraksiyonlar birbirleriyle sürekli
  10782. çatışmalardır. Tüm bunlar ve başka değişiklikler nedeniyle İran tarzı İslami
  10783. devrim ideali, çekiciliğinin tamamını olmasa da birazını yitirmiştir. Başka
  10784. Müslüman ülkelerde ortaya çıkan ve ondan ilham alan,, etkilenen ya da ona
  10785. paralel giden İslami devrim hareketleri de oralarda iktidar için ciddi, bazen de
  10786. başarılı rakipler olmuşlardır.
  10787. Tüm bu devrimci rejimlerin, monarşilerin ve geleneksel rejimlerin ortak
  10788. yanlan, modernleşmenin onlara sunduğu siyasi mekanizmaları ve ekonomik
  10789. faydaları korumaları ve kullanmaları olmuştur. İstenmeyen şey ekonomik
  10790. mekanizmanın yabancı kökeni değil, mekanizmanın yabancılar tarafından
  10791. kontrolü ve sömürülmesi olmuştur.
  10792. Ortadoğu rekabetinde, Sovyetler ve ABD de onlardan önceki İngilizler ve
  10793. Fransızlar gibi, kendi imajlarında devlet ve toplumlar oluşturmak istemişlerdi.
  10794. Ancak bu hiç de kolay değildi. Otoriter bir devleti desteklemek bir sorun
  10795. olmayabilirdi, ama bir İslam ülkesinde Marksist, sosyalist bir rejim
  10796. yaratmak oldukça zor, Liberal bir demokrasi yaratmaksa fazlasıyla zordu. Öte
  10797. yandan demokrasilerin yaratılması kadar yıkılması da zordur. Uzun vadede bu
  10798. durum bölge içinde ve dışındaki demokrasilere yarar sağlarken, onların otoriter
  10799. düşmanlarına da zarar vermiştir.
  10800. Sonuç olarak büyük güçlüklerle elde edilen bağımsızlığın kullanılması ve
  10801. insanların kaderlerinin iyileştirilmesi konularında temel iki ideolojik görüş
  10802. oluştu: Demokrasi ve İslamiyet. İkisi de çeşitli ve rekabetçi şekillerde
  10803. uygulandılar. Müslümanların kopya ya da taklitle kullandıkları çeşitli ithal
  10804. yöntemlerin tümü açık bir başarısızlığa uğrayınca, zarardan başka bir
  10805. şey getirmeyen yabancıların ve kafirlerin bu yöntemleriyle ilgili tartışmalar güç
  10806. kazandı. Müslümanların İslam dinine ve hukukuna dönmeleri, devlet ve toplumu
  10807. yabancı birikimlerden arındırarak özbenliklerine kavuşmaları ve gerçek bir
  10808. İslâmî düzen yaratmaları çözüm olarak görüldü.
  10809. Diğer seçenek demokrasiydi. Ancak barış zamanlarında uygulanan yalnızca
  10810. en üst düzeydeki küçük bir grubun yönettiği Batı demokrasisinin taklidi yerine,
  10811. köyden en tepeye dek kamu yaşamının her düzeyinde özgür kurumlanyla gerçek
  10812. demokrasinin uygulanmasıydı. Demokratlarla köktendinciler muhalefetteyse,
  10813. köktendinciler çok daha avantajlıydılar. Çok despot olsa da hiçbir hükümetin
  10814. tamamen kontrol edemeyeceği ve başka hiçbir grubun rakip olamayacağı
  10815. camilerde ve vaazlarda gerçekleştirdikleri bir toplantı ve iletişim ağları vardı.
  10816. Zaman zaman despot bir rejim tarafından rakip muhalefet ortadan kaldırılarak
  10817. köktendincilerin yolu açılmıştır. Köktendinciler dışında toplumdaki tek bir grup,
  10818. bağımsız eylem yapacak birlik, yapı ve olanağa sahip ve bölgedeki siyasi
  10819. değişimin diğer büyük motoru olan ordudur. Ordu, çeşitli zaman ve zeminlerde,
  10820. Sudan’daki gibi köktendincilik, Türkiye’deki gibi demokrasi için harekete
  10821. geçmiştir.
  10822. Gerek demokratik gerek de İslami çözümlerin savunucularının kendi
  10823. içlerinde de büyük ayrılıkları, hatta zıt düşünceleri vardır. Müslümanlar içinde
  10824. aktif ve önemli bir azınlık olan islami köktendinciler için yalnızca iktidara gelme
  10825. aracı olması dışında demokrasi gerekli değildir. Demokratlar içinde militan
  10826. laikler de İslamiyet’in bir devletin kamu yaşamında oynadığı geleneksel role son
  10827. verme ya da en azından azaltma isteklerini gizlemezler. Batı’nın din ve devlet
  10828. ayrılığı düşünceleriyle dine dayalı İslam devleti geleneği arasındaki çatışmanın
  10829. süreceği görülmektedir.
  10830. İslam ülkelerinde yaşanan uzun özgürlük döneminin kadınlar ve erkekler
  10831. üzerinde silinemeyecek derin etkileri olmuştur. Geri dönüşler olsa da Avrupa
  10832. tarzı demokrasi İslam topraklarında henüz ölmemiştir ve yeniden canlanma
  10833. işaretleri görülmektedir. Parlamenter ve anayasal sistemlerin etkin
  10834. olmaya başladığı ülkeler bulunmaktadır. Aynca henüz daha küçük olsa da
  10835. ekonomik olduğu kadar siyasi liberalleşmeye doğru adımlar atan ülkeler de
  10836. vardır.
  10837. En militan ve radikal kesimlerin ya fark edemedikleri ya da kabul etmek
  10838. istemedikleri Avrupa yöntemlerinin getirilmesi ve kabullenilmesi toplumsal ve
  10839. kültürel yaşamda çok ileri gitmiş ve ısrarla varlığım korumuştur. Geleneksel
  10840. sanat ilk değişikliklere sahne olmuştur. Kitaplardaki eski minyatür ve
  10841. binalardaki eski süsleme gelenekleri XVIII.yy sonlarına doğru yok olmaya
  10842. başlamıştı. Bunların yerini XIX.yy’da Batılılaşmış ülkelerde başlarda Avrupa
  10843. örneklerinden etkilenen, sonra da onların hâkimiyetine giren örnekler almıştır.
  10844. Eski minyatür ve hat sanatları bir dönem daha sürmüş olmasına karşın, birkaç
  10845. istisna hariç, özgünlüklerini ve prestijlerini kaybetmişlerdi. Sanatsal
  10846. anlamda toplumun kendini anlatma şekli olarak bunların yerine tuvale yağlı
  10847. boyayla çizen Avrupa stili ressamlar geçmiştir. Mimari, cami mimarisi bile, Batı
  10848. teknikleriyle birlikte Batı sanat akımlarına da uyum göstermiştir; bazı geleneksel
  10849. İslami örneklere dönme çabaları da bilinçli bir neo-klasisizm formunu almıştır.
  10850. Heykel, İslami sanatsal normların değişmediği ve İslamiyet’in resim yasağının
  10851. ihlali olarak görülen tek alan olmuştur. İran’da Şah ve Türkiye’de Atatürk gibi
  10852. laik modem liderlere karşı olan suçlamalardan biri kendi heykellerini
  10853. diktirmeleri olmuş ve bu putperestlik olarak görülmüştür.
  10854. Edebiyatta da sanattakinden daha yavaş ve geç bir Batılılaşmadan olmuştur.
  10855. Geleneksel edebi biçimler, XIX. yy ortalarından sonra belirli kesimler dışmda
  10856. bırakılmıştır. Yerlerini Batı’dan gelen yeni biçimler ve düşünceler alarak,
  10857. geleneksel masal ve öykünün yerine roman ve öykü geçmiş; denemeler ve
  10858. gazete makaleleri ortaya çıkmış; modem şiir yeni konular ve biçimlerle tüm halk
  10859. katmanlarına yayılmıştır. Bölgedeki ülkelerin tümünde Modem edebiyatın
  10860. yazıldığı dil bile, Batı etkisiyle geri dönülemez, ve yaygın bir biçimde
  10861. değişmiştir.
  10862. Avrupa sanat müziğinin etkisinin hâlâ çok az görüldüğü müzik alanı en az
  10863. değişiklik olan alandır. Avrupa etkisinin daha derin ve uzun süreli olduğu
  10864. Türkiye’de, uluslararası ün kazanmış yetenekli sanatçılar ve Avrupa tarzında
  10865. besteciler yetişmiştir. Batı’mn kültürel bir parçası haline gelen İsrail’deki
  10866. şehirler gibi, Ankara ve İstanbul da uluslararası konser şehirleri olmuştur. Aynca
  10867. bu şehirlerde konserleri doldurup taşıracak ölçüde çok ve sadık dinleyici kitleleri
  10868. bulunmaktadır.Ortadoğu’da diğer yerlerde Batı müziği besteleyen, çalan ve
  10869. dinleyenler henüz sayıca çok azdır. Müzik hâlâ çeşidi geleneksel biçimleriyle en
  10870. yüksek düzeyde bestelenmeye, çalınmaya ve halkın büyük çoğunluğu tarafından
  10871. kabul ve takdir görmeye devam etmektedir. Son zamanlarda Batı müziğinin
  10872. popüler türlerine karşı görülen ilgi, daha çok büyük şehirlerdeki küçük gruplar
  10873. arasında kalmıştır. Bir kültürün en derin ve mahrem ifadesi olan müziğin yabancı
  10874. etkilere en kapalı kültür alanı olması çok normaldir.
  10875. Kıyafet, Avrupa etkisinin çok açık bir şekilde gözlendiği bir alan olmuştur.
  10876. Müslüman ordular tarafından modem silahların ve donanımın kullanılması bir
  10877. ihtiyaç olabilir. Aynca savaşta kafir düşmana karşı zafer kazanmak üzere onu
  10878. taklit etmenin hukuka uygun olduğuyla ilgili hadisler de bulunmaktadır. Ama
  10879. kafirin kıyafetini taklit etmek çok farklıdır ve hem sembolik, hem kültürel, hem
  10880. de dini bir önem taşır.
  10881. XIX. yy’da Osmanlılar subay ve askerleri için Avrupa tarzı üniformaları,
  10882. atları için Avrupa koşumlarını kullanmışlar, başka Müslüman devletler de onları
  10883. izlemişlerdir. Batıklaşmayan tek şey başlıklar olmuştur ki bunun da nedeni
  10884. önemlidir. Türkiye’de İslami tutuculuğun bu son kalesi, Kemalist devrimle
  10885. düşmüştür. Avrupa tipi şapka ve kepler, Türk ordusu ile halkı tarafından
  10886. kullanılmaya başlamış ve bir süre sonra da Müslüman devletlerinin neredeyse
  10887. hepsinde tüm halk ve sonra da ordular tarafından benimsenmiştir.
  10888. Kadınların durumu daha farklıydı. XIX. yy’da ve XX. yy başlarında kadın
  10889. kıyafetinin Batılılaşması çok yavaş, çok geç ve çok sınırlı olmuştur. Bu değişim
  10890. güçlü bir direnişle karşılaşmış ve nüfusun çok daha küçük bir kısmını
  10891. ilgilendirmiştir. Toplumun çeşitli katmanlarında erkeklerin Batılı kıyafetleri
  10892. normal görülürken, kadınlar henüz geleneksel kıyafetleri içindeydiler. XX. yy
  10893. ortalarında önce modernleşmiş zengin sınıflar, sonra çalışan kadınlar ve
  10894. öğrenciler arasında Batılı kıyafetleri giyen kadın sayısında artış oldu. Bu
  10895. değişimin tersine dönerek erkeklerden çok kadınların geleneksel kıyafetlerine
  10896. dönmeleri İslami canlanmanın dikkat çekici sonuçlarından biridir.
  10897. Kadınların durumundaki değişim, Batılı etkisi ya da örneğine dayalı
  10898. değişikliklerin hepsinin en büyüğü ve en uzun vadelisi olmuştur. Cariyelik,
  10899. köleliğin kaldırılmasıyla birlikte kanun dışı olmuş, bazı yerlerde bir süre daha
  10900. sürse de, kabul edilirliği ve yaygınlığı sona ermiştir. Çok eşlilik başta Türkiye,
  10901. Tunus ve şahın devrilişine kadar İran olmak üzere birkaç ülkede yasaklanmıştır.
  10902. Müslüman devletlerin çoğunluğunda yasal olmaya devam etse de, bazı hukuki
  10903. ve başka sınırlamalar getirilmiştir. Çok eşlilik, Şehirli orta ve üst sınıflar
  10904. arasında toplumsal olarak kabul edilemez olmuş; şehirli alt sınıflarda ise zaten
  10905. ekonomik nedenlerle hiç olmamıştı.
  10906. Ekonomik gereksinim kadınların özgürlüğünde önemli bir noktaydı. îlk
  10907. çağlardan itibaren iş gücünün bir parçası olan köylü kadınlar ve şehirli
  10908. hemcinslerine yasaklanmış bazı toplumsal özgürlüklere sahiptiler. Ekonomik
  10909. modernleşmeyle kadının el emeğine gereksinim ortaya çıkmış, modern savaşlar
  10910. için yapılan seferberlikle bu gereksinin artmıştır. Bu durum, özellikle Osmanlı
  10911. İmparatorluğu’nda, I. Dünya Savaşı’nda erkek nüfusun büyük çoğunluğu askere
  10912. alındığında önem kazanmıştır İki dünya savaşı arasındaki döneme ve sonrasına
  10913. kadar uzanmış olan kadınların ekonomiye katılması ve neden olduğu toplumsal
  10914. değişiklikler kadınlar lehine bazı hukuksal değişikliklere de yol açmıştır. Bu
  10915. değişiklikler toplumsal yaşamı ve aile yaşamını da etkilemiştir. Kadınların
  10916. eğitiminde de önemli gelişmeler olmuş, 1970-80'li yıllarda pek çok kadın
  10917. üniversitelere yazılarak öncelikle, “kadın meslekleri” olarak tanımlanan
  10918. hemşirelik ve öğretmenlik eğitimi almaya başlamışlar, sonra da başka fakültelere
  10919. ve mesleklere girmişlerdir, İran’da bile kadın hastalar için kadın doktorlar, daha
  10920. önemlisi de kadın parlamenterler bulunmaktadır.
  10921. Bazı militanlar, kadınların geleneksel mesleklere girmelerine bile tepki
  10922. göstermişlerdir. Humeyni, kadınların erkek çocuklara öğretmenlik yapmasının
  10923. mutlaka ahlaksızlıkla sonuçlanacağını büyük bir öfkeyle ifade etmiştir.
  10924. Parlamenter rejimlerin olduğu ülkelerde kadınların siyasi özgürlüklerinde
  10925. önemli gelişmeler olmuştur. Bu, ordu ya da parti denetimindeki diktatörlükte,
  10926. pek de önemli değildir, ikisi de büyük çoğunlukla erkeklerden oluşur. Batılılar
  10927. kadınların özgür olmasının liberalleşmenin bir parçası olduğunu ve kadınların
  10928. durumunun otokratik rejimlere oranla liberal rejimlerde daha iyi olacağını
  10929. düşünmüşlerdir. Bu varsayım şüpheli ve genel olarak yanlıştır. Irak ve Güney
  10930. Yemen, Arap ülkeleri arasında kadınların en çok hukuksal özgürlüğe sahip
  10931. oldukları yerlerdir ve ikisinin rejimi de baskıcıdır. Mısır, Arap ülkelerinin en
  10932. açık ve en hoşgörülü ülkesi olduğu halde, orada kadın haklan çok gerilerde
  10933. kalmıştır. Bu tür toplumlarda büyük bir bölümü erkek ve muhafazakâr olan
  10934. kamuoyu değişikliğe karşı koymaktadır. İran gibi köktendincilikle yönetilen ya
  10935. da köktendincilerin etkin oldukları ülkelerde kadın hakları konusunda çok
  10936. önemli gerilemeler olmaktadır. Köktendincilerin başlıca şikâyetlerinden biri olan
  10937. kadınların özgürlüğüdür ve geri alınması programlarının en başında yer
  10938. almaktadır.
  10939. Öte yandan geri dönülmez değişikliklerin olduğu çok açık ortadadır. Şeriatı
  10940. yeniden getireceklerini ileri sürenler dahi cariyeliği yasallaştıramayacaklardır.
  10941. Ortadoğu şehirlerindeki eğitimli sınıflar arasında çok eşlilik olasılığı fazla
  10942. değildir. Kadınların eğitiminde köktendinci etkiler ve yöneticiler
  10943. tarafından önemli değişiklikler yapılmış olmakla birlikte, kadınlar eski cahil
  10944. hallerine getirilememiştir ve bu da pek mümkün değildir. İslam ülkelerinde de
  10945. Avrupa ve Amerika’daki gibi kendi kurtuluştan için çalışan ve seslerini
  10946. duyurmaya çalışan kadınlar bulunmaktadır. İslam topraklarında Batı eğitimi
  10947. almış çok sayıda kadın yaşamaktadır ve onların önemli etkileri görülmeye
  10948. başlanmıştır. Nüfusun dışlanmış yarısının katkılarıyla İslam kamu yaşamı daha
  10949. zengin olacaktır.
  10950. Halk arasında kendilerinden önceki ve sonraki toplumsal, hukuksal ve
  10951. kültürel değişiklikler çok farklı tepkiler yaratmıştır. Tüm bu gelişmeler pek çok
  10952. kadın için kurtuluş ve fırsat olmuş; pek çok erkek için gizli olan bir dünyanın
  10953. yolu açılmıştır. Batı etkisi bazı yerlerde hayal edilemeyecek ölçüde
  10954. servet sağlamıştır. Batı teknolojisi ve Batı tarzı ticaret para kazanmanın yeni
  10955. kapılarını açarken, Batı tüketim kültürü de bu paranın harcanacağı yeni yolları
  10956. açmıştır.
  10957. Modernleşme, kimilerine göre de Batılılaşma, fakir ile zengin arasındaki
  10958. uçurumu iyice büyütmüş, bu uçurumu gözle görülür, elle tutulur yapmıştır. Arap
  10959. yarımadası dışındaki pek çok yerde artık zenginlerin kıyafetleri, yiyecekleri
  10960. farklıdır ve halkın modernleşmemiş kitlesinden farklı toplumsal kurallar
  10961. çerçevesinde yaşamaktadırlar. Başta televizyon olmak üzere Batılı iletişim
  10962. araçları, fakirlerin kendileriyle zenginler arasındaki farkı ve daha da önemlisi
  10963. neleri kaçırdıklarım görmelerini sağlamaktadır.
  10964. Bazı ülkelerin akıllı ve ılımlı hükümetleri bu hızlı değişim döneminde
  10965. yaşanan kaçınılmaz huzursuzluk ve sancıyı daha aza indirebilmişlerdir.
  10966. Bazılarında da otokratik rejimlerin ekonomik yanlışlıkları yüzünden durum daha
  10967. da kötü olmuştur. Hızla artan nüfusa karşılık ülkedeki besin kaynaklarında
  10968. paralel bir artışın olmaması gibi ciddi sorunlar ortaya çıkmıştır. Bazı ülkelerin
  10969. ellerinde bulunan önemli kaynaklar da boşa harcanmıştır. Ekonomik sıkıntıların
  10970. büyük bir bölümü, ülkede düzeni korumak, ülke dışında da olası düşmanlardan
  10971. korunmak için askeriye ve güvenliğe yapılan çok miktardaki harcamalardan
  10972. kaynaklanmıştır. Ne var ki her şey bu harcamalarla açıklanamaz. Bir Fransız
  10973. haber dergisinde röportaj yapılan bir Cezayirli şunları söylemiştir: “Eskiden
  10974. Cezayir Roma'nın tahıl ambarıydı ama artık ekmeklik buğdayı ithal etmek
  10975. zorunda. Bahçeler ve sürüler ülkesi ama et ve meyve ithal etmek zorunda. Doğal
  10976. gaz ve petrol yönünden zengin ama milyarlarca dolar dış borcu ve milyonlarca
  10977. işsizi var.” Ve bu durumun 30 yıllık kötü yönetimin sonucu olduğunu da
  10978. eklemiştir.
  10979. Cezayir’in petrol geliri az ve nüfusu çoktur. Öte yandan gelirleri büyük,
  10980. nüfusları küçük olan ülkeler de ekonomilerini altüst etmişler ve halklarını
  10981. fakirleştirmişlerdir. Petrol yatakları olan ülkeler uzun vadede bundan hem yarar
  10982. hem de zarar görebilirler. Petrol gelirleri siyasi olarak otokratik hükümetli
  10983. devletleri mali baskılardan kurtarıp güçlendirirler. Oysa başka ülkelerde aynı
  10984. mali baskılar hükümetleri demokratikleşmeye zorlarlar. Bu ülkeler, petrol
  10985. zenginlikleri yüzünden tehlikeli bir şekilde dünyadaki petrol fiyatı
  10986. dalgalanmaları ve petrol dışı enerji kaynaklan gibi, denetimleri dışındaki
  10987. etkenlere maruz kalmaktadırlar. Ortadoğu’nun baskılarından ve kararsızlığından
  10988. kaçmak isteyenler, Ortadoğu’dan başka yerlerde de petrol olmasını ve petrolden
  10989. başka enerji kaynakları bulunmasını çözüm olarak görmektedirler.
  10990. Ortadoğu XX.yy’ın son on yılında iki büyük krizle karşılaşmıştır. Bunlardan
  10991. biri ekonomik ve toplumsaldır; ekonomik yoksunluğun yol açtığı zorluklar ve
  10992. bunların toplumsal sonuçlandır. İkincisi siyasi ve toplumsaldır: Uyumun, bir
  10993. devletin işlerliğini sağlayan ve otokratik bir yönetimde bile toplumun onlar
  10994. olmadan işlevini göremeyeceği kabul edilmiş kuralların ve ilkelerin
  10995. bozulmasıdır. Uyum kaybının sonuçlan ve yeni bir uyum yaratmanın zorluk ve
  10996. tehlikeleri için Sovyetler Birliği’nin dağılması iyi bir örnektir.
  10997. Ortadoğu devletleri ve halkları XX. yy’ın son on yılında bu sorunları,
  10998. çözmek için yalnız kalmışlardır. Artık yabancı devletler bölgenin işlerine
  10999. karışmıyor, hatta aşırı bir isteksizlik gösteriyorlardı. Avrupa, Amerika ve
  11000. Uzakdoğu ülkeleri gibi dış dünya devletleri Ortadoğu ile üç konuda ilgiliydiler:
  11001. Enerji gereksinimleri için kaynak; mal ve hizmetleri için zengin ve genişleyen
  11002. bir pazar ve bu ikisini güvenceye almak için görünüşte de olsa, uluslararası
  11003. hukuk ve düzenin sağlanması.
  11004. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal ve ilhakı ile Suudi Arabistan ve diğer
  11005. Körfez ülkelerine karşı oluşturduğu tehdit, dış askeri müdahaleyi kışkırtmış ve
  11006. en üst noktasına ulaştırmıştı. Çünkü dış dünya açısından iki tehdit söz
  11007. konusuydu. İlk tehdit, bölgenin petrol kaynaklarının, daha doğrusu dünya petrol
  11008. kaynaklarının büyük bir bölümünün saldırgan bir diktatörün tekelci kontrolüne
  11009. girmesi; İkincisi de II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası düzene
  11010. dönülmesiydi. İlk kez Birleşmiş Milletler’in bir üyesi başka bir ülkenin işgaline
  11011. uğruyordu.
  11012. Saddam Hüseyin’e göz yumulması, çok güçsüzleşmiş durumdaki Birleşmiş
  11013. Milletler’in eski Milletler Cemiyeti’nin kaderini paylaşması ve dünyanın şiddet
  11014. taraftarlarına bırakılması anlamına gelecekti.
  11015. Bölgenin içinden ve dışından büyük güçler, Saddam Hüseyin’i Kuveyt’ten
  11016. çıkarmak için birleşerek onun kazanmasına izin vermediler. Öte yandan Saddam
  11017. Hüseyin, Irak’tan değil Kuveyt’ten çıkarılmış, ülkesindeki hükümet biçimine
  11018. devam etmesine izin verilmişti. Verilen mesaj açıktı.Iraklılar eğer istiyorlarsa
  11019. yeni ve farklı bir hükümeti kendileri yaratmak zorundaydılar, onlar adına bunu
  11020. başkası yapmayacaktı.
  11021. XX.yy’ın son on yılında dış güçler, daha çok kendi çıkarlarını gözetmek,
  11022. yani pazarlarını ve petrolü ve Birleşmiş Milletlerin temel kurâllarına gereken
  11023. saygıyı elde etmek, uluslararası toplumun çıkarlarını savunmak için hareket
  11024. edecekleri mesajını veriyorlardı. Diğer taraftan Ortadoğu’da iki yüzyıldan beri
  11025. ilk defa halklar ve hükümetler kendi kaderlerini belirleyeceklerdi. İsterlerse
  11026. beraber yeni bölgesel devletler kurabilirler ya da bölge hakimiyeti için rekabete
  11027. girebilirlerdi. Belki de Yugoslavya ve Somali gibi bölünerek bir kaosa
  11028. girebilirlerdi; aslında bölgede dini görevleri ve milli haklan olduğuna
  11029. inandıklarından ödün vermektense bu yolu tercih edeceklerini açıkça ifade etmiş
  11030. hareketler ve kişiler vardı. Lübnan’da iç savaş sırasında yaşananlar tüm bölge
  11031. için bir örnek teşkil edebilir. Tıpkı geçmişteki gibi yeni bir Haçlı Seferi
  11032. yaratacak yeni bir cihad başlatabilirler. Belki de kendileriyle, komşularıyla ve dış
  11033. dünya ile bir barış yapmak için birleşerek daha tatmin edici, zengin ve özgür bir
  11034. yaşam için maddi kaynaklarıyla birlikte manevi kaynaklarını da paylaşabilirler.
  11035. Modem çağların bu zor döneminde, Ortadoğu halkları ve devletleri en doğru
  11036. kararı ancak kendileri verecektir.
  11037. NOTLAR
  11038. GİRİŞ
  11039. 1. Kâtip Çelebi, Mizan Al-Haqq (İstanbul, Hicri 1290), sf. 42-43.
  11040. İngilizcesi G. L. Lewis, The Balance Of Truth (Londra, 1957), sf. 56.
  11041. 2. Abu Abdallah Muhammad’ 'Abd Al-Wahhab, RihlaîAl-Wazirfi
  11042. îftikak Al-Asir, Ed. A. Bustani (Tangier, 1940), sf. 67.
  11043. 3.. Takvim-t Veka'i, I Jumada 11247/14 Mayıs 1832.
  11044. 4. Mehmed Efendi, Paris Sefaretnamesi, Ed. Ebüzziya (İstanbul,
  11045. Hicri 1306), sf. 139-146.
  11046. 1. BÖLÜM Hıristiyanlık Öncesi
  11047. 1. Sabbath 33b; Bkz. The Babylonian Talmud: Seder Mo’ed, Çev. I. Epstein (Londra, 1930), cilt. I, sf. 156.
  11048. 2. BÖLÜM İslamiyet Öncesi
  11049. 1. Ammianus Marcetlinus, Çev. John C. Rolfe (Cambridge, Mass.r
  11050. Loeb Classical Libraıy, 1963) cilt II, sf. 375 ve cilt I, sf. 27
  11051. 2. Menander, Excerpta De Legationibus, Ed. C. De Boor (Berlin,
  11052. 1903), cilt I, sf. 205-206; Cambridge Medieval History, cilt IVa, sf.
  11053. 479’daki çeviri.
  11054. 3. BÖLÜM Kökenler
  11055. 1. Al-Mas'udi, Muruj Al-Dhahab, Ed. Barbier De Meynard ve Pavet
  11056. De Courteille, Charles Pellat (Beyrut, 1970), cilt IH, sf. 76-77.
  11057. 2. İbn Qutayba, 'Uyun Al-Akhbar, Ed. Ahmad Zaki Al-’Adawi
  11058. (Kahire, 1343-8/1925-30), cilt II, sf. 210; İngilizcesi Ed. ve Çev. Bemard
  11059. Lewis, İslam From The Propbet Muhammad To The Capture O/Constantinople, 2 (1974), sf. 273.
  11060. 3. Al-Muqaddasi, Descriptio Imperii Moslemici, Ed. M. J. Goeje, 2.
  11061. Baskı (Leiden, 1906), sf. 159.
  11062. 6. BÖLÜM Moğollar’m Ardından
  11063. 1. Al-Suyuti, Hıtsn Al-Muhadara (Kahire, Hicri 1321), sf. 39.
  11064. 2. C. Imber, The Ottoman Empire 1300-1481 (İstanbul, 1990), sf. 24.
  11065. 3. TbeReign Of The Sultan Orchan, SecondKing Of The Turks, Translated Out Of Hojah Effendi, An Eminent Turkish Historian, By William Seaman
  11066. (bonûn, 1652), sf. 30-31.
  11067. 7. BÖLÜM Barut İmparatorlukları
  11068. 1- İbn Kemal, Tevârib-İÂl-t Osman VU Defter, Ed. Şerafettin Turan
  11069. (Ankara, 1957), sf. 365.
  11070. 2. Kemalpashazade, Mohaczname, Ed. M. Pavet De Courteille
  11071. (Paris, 1859), sf. 97-109-
  11072. 3. Rudolf Tschudi, DasAsafname Des Lutfi Pasha (Berlin, 1910), sf. 32-
  11073. 33-
  11074. 4. Peçevi, Tarih (İstanbul, Hicri 1283), cilt I, sf. 498-99-
  11075. 5. The Turkish Letters Of Ogier Gbiselin De Busbecq, Çev. Edward Seymour Forster (Oxford, 1922), sf. 112.
  11076. 6. Ed. Guglielmo Berchet, La Repubblica Di Venezia E La Persia (Torino, 1865), sf. 181; İngilizcesi A. Narrative Öfltalian Travels in Persia in The
  11077. 15th and I6th Centuries (Londra, 1873), sf. 227.
  11078. 7. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanh Devleti Teşkilatından
  11079. Kapıkulu Ocakları, cilt I (Ankara, 1943), sf. 306, Not l’deki alıntı.
  11080. 8. Selaniki Mustafa, Tarib-i Selâniki, Ed. Mehmed İpşirli (İstanbul, 1989),
  11081. sf. 471.
  11082. 9. Koçu Bey, Risale, Ed. Ali Kemali Aksüt (İstanbul, 1939), sf. 32; sonraki
  11083. alıntı sf. 45.
  11084. 8. BÖLÜM Devlet
  11085. 1. Ed. ve Çev. Emest Barker, Social And Political Thougbt in Byzanti-um
  11086. From Justinian I To The Last Palaeoiogos: Passages From Byzan-tine
  11087. Vvriters AndDocuments (Oxford. 1957), sf. 54-55.
  11088. 2. Barker, op. cit. sf. 75-76.
  11089. 3. Metin ve çeviri M. Back, Die Sassanidischen Staatsinschrlften,
  11090. Açta Iranica 18 (1978), sf. 284-85.
  11091. 4. The Diıvans Of ‘Abid B. Al-Abras, Ed. ve Çev. Sir Charles Lyali OLeiden, 1913), sf. 81, sf. 64.
  11092. 5- Repertoire Cbronologique D'Epigraphie Arabe, cilt I (Kahire, 1931), No.
  11093. 1.
  11094. 6. Al-Jahiz. Rasa'il, Ed. A. M. Harun (Kahire, 1964-65), cilt II, sf. 10-11.
  11095. 7. Ibn Qutayba, op. cit. Cilt II, sf. 115.
  11096. 8. Mustafa Nuri Paşa, Netaic Öl-Vukuat (İstanbul, Hicri 1327), cilt I, sf.
  11097. 59.
  11098. 9. Lütfi Paşa, Tevarih-i Âl-i 'Osman (İstanbul, Hicri 1341), sf.
  11099. 21; Yazıcıoğlu Ali, Selçukname, Agah Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve
  11100. Sadeleşme Safhaları (Ankara, 1949), sf. 34'teki alınu.
  11101. 10. ‘Abbas Iqbal, Vezarat Dar Ahd-i Salatin-i Buzurg-i Saljuqi
  11102. (Tahran, 1959), sf. 302.
  11103. 11. Ibn' Al-Rawandi, Rabat-Us-Sudur, Ed. Muhammad Iqbal (Leiden,
  11104. 1921), sf. 334.
  11105. 12. Al-Jahshiyari, Kitab Al-Wuzam Wa‘l-Kuttab, Ed. Mustafa AlSaqqa, İbrahim Al-Abyari, ‘Abd Al-Hafiz Shalabi (Kahire, 1938), sf. 53-
  11106. 13- Lütfi Paşa, Asafname, sf. 14-15-
  11107. 14. Hilal Al-Şabi’, Kitab Al-Wuzara, Ed. H- F. Amedroz (Leiden-Bevnıt
  11108. 1904), sf 64.
  11109. 15- Al-Baladhuri, Futub Al-Buldan, Ed. M. J. Dc'Goeje (Leiden, 18b6),
  11110. cilt I, sf 263.
  11111. 16- Ibn Qutayba, op. cit. cilt I, sf 2, 6, 9, 10.
  11112. 9- BÖLÜM Ekonomi
  11113. 1. Ibn Al-Faqih, Mukhtaşar Kitab Al-Buldan, Ed. M. J. De Goeje
  11114. (Leiden, 1885), sf 187-88.
  11115. 2. Peçevi, op. cit. cilt I, sf 365.
  11116. 3. Akbbar Al-Şin Wa’l-Hînd, Ed. J. Sauvaget (Paris, 1948), sf. 18.
  11117. 4. Ralph sf. Hattox, Coffee and Coffeebouses: The Origins Of A
  11118. SocialBe-veragein The Medieval Near fiast(Seatde, Wash., 1985), sf. 14-
  11119. 15’ten alıntı.
  11120. 5. Ibn Khaldun, Al-Muc/addima, Ed. E. Quatremere (Paris, 1858), cilt I, sf.
  11121. 272.
  11122. 6. Jean De Thevenot, Relation D'un Voyage FaitAu Levant (Paris,
  11123. 1665), A. Lovell, The Travels OfMonsieurDe Thevenot înto The Levant
  11124. (Londra, 1687), bölüm I, sf 144’ten alıntı.
  11125. 7. Volney, Voyage En Egypte (Paris, 1825), ciltli, sf 254.
  11126. 8. Kari Jahn, Die Frankengeschicbte Des Raşid Al-Din (Almanca
  11127. Çeviri) (Vienna, 1977), Fol. 415 V. (Farsça Metin), sf 54 (Almanca Çeviri).
  11128. 9. P. Dan, Histoire De Earbarie Et De Ses Corsaires (Paris, 1637), sf.
  11129. 277. Calendar Of The State Papers Relating To Ireland Of The Reign
  11130. Of Charles I, 1625-1632, Preserved in The Public Record Office, Ed. R.
  11131. P. Mahaffy (Londra, 1900), sf. 621-622.
  11132. 10. BÖLÜM Seçkinler
  11133. 1. Malik İbn Anas, Al-Mudaunvana Al-Kubra (Kahire, Hicri 1323),
  11134. cilt IV, sf. 13-14; ATMuıvatta’ (Kahire, Hicri 1310), 3, sf. 57, 262.
  11135. 2. ‘Abd Al-Hamid, Risala ila ‘l-Kuttab, Ahmad Zaki Şafwat, famharat
  11136. Ra-Sa’ilAl-Arab (Kahire, 1356/1937), II, sf. 534; İngilizcesi Ed. ve Çev.
  11137. B. Lewis, İslam From The Propbet Muhammad To The Capture OfConstantinople (New York, 1974), cilt. I, sf 186.
  11138. 3. Paul Rycaut, The History Of The Present State Of The Ottoman Empire, 4. Baskı (Londra, 1675), sf. 45.
  11139. 4. Abu ‘Amr Muhammad Al-Kashshi, Ma'rifatAkbbar Al-Rijal
  11140. (Bombay, Hicri 1317), sf. 249.
  11141. 5. Ibn Sama'a, Al-Iktisab Pi'l-Rizq Al-Mustatab (Kahire, 1938), sf. 16.
  11142. 11. BÖLÜM Halk
  11143. 1. Metin: Al-Maqrizi, Al-Khilat (Bulaq, 1270/1854), sf. 199-200;
  11144. İngilizcesi Yusuf Fadl Haşan, The Arabs And The Sudan, From Tbe Seventb
  11145. To The Early Svcteenth Century (Edinburgh, 1967), sf. 23.
  11146. 2. Abu Dulaf, Qasida Sasaniyya, 17-23- satırlar; Çev. C.E. Bosworth, The
  11147. Mediaeval Islamic Undenuorld; The Banu Sasan in Arabic Soci-ety and
  11148. Literatüre (Leideıı, 1976), bölüm 2, sf. 191-92.
  11149. 12. BÖLÜM Hukuk ile Din
  11150. 1. Mirza Abu Talib Khan, Masir-i Talibi, Ed. H. Khadiv-Jam
  11151. (Tahran, 1974), sf. 251.
  11152. 2. Al-Jahiz, Kitab Al-Hayawan (Kahire, 1938), cilt I, sf. 174.
  11153. 3. Al-,Ghazali, Faysal Al-Tafriqa Bayn Al-Isiam Wa’l-Zandaqa
  11154. (Kahire, N.D.), sf. 68.
  11155. 4. Ignaz Goldziher, Vorlesungen Über Den İslam (Heidelberg, 1925),
  11156. sf. 185-86’daki alıntı.
  11157. 5. ‘Ali Ai-Muttaqi Al-Hindi, Kanz Al-'Ummal, bölüm I (Hyderabad
  11158. Hicri 1312), Nn. 5350, 5445, 5451, 5987.
  11159. 6. Mehmed Esad, Uss-i Zafer (İstanbul, Hicri .1293), B. Lewis,
  11160. İstanbul And The Civüization Of The Ottoman Empire (Norman, Okla.,
  11161. 1963), sf. 156’daki alıntı.
  11162. 7. Jalal Al-t)in Rumi, Ruba ‘iyyat.
  11163. 8. Jalal Al-Din Rumi, Divan-i Shams-i Tabriz. No. 31.
  11164. 13. BÖLÜM Kültür
  11165. 1. Mehmed Efendi, Paris Sefaretnamesi, Ed. Ebüzziya (İstanbul,
  11166. Hicri 1306), sf. 109; Fransızcası Le Paradis Des Infideles, Ed. Gilles Veinste-in
  11167. (Paris, 1981), sf. 163.
  11168. 2. Abu’l-Faraj Al-Isfahani, Kitab Al-Aghani (Kahire, 1372/1953), VII,
  11169. sf. 13-14.
  11170. 3. Ghars Ai-Ni’ma Al-Şabi’, Al-Hafawat Al-Nadira, Ed. Salih AlAshtar (Damascus, 1967), sf. 305-306.
  11171. 4. Ibn Qutayba, op. cit. cilt II, sf. 55.
  11172. 5. Anna Comnena, Alexiad, 15.1; Çev. E. R. A. Sewter (Londra, 1969),
  11173. sf. 472.
  11174. 6. Tbe- 'Complete Letters Of Lady Mary Wortley Montagu, Ed. Robert
  11175. Halsband (Oxford, 1965), cilt I, sf. 338-39.
  11176. 14. BÖLÜM Mücadele
  11177. 1. Abu Shama, Al-Rauıdatayn Fi Akhbar Al-Daıvlatayn, Ed. M. Hilmi ■
  11178. Ahmad ve M. Mustafa Ziyada (Kahire, 1926), I/II, sf. 621-22.
  11179. 2. B. lewis, The Müslim Discovery OfEurope, sf. 193’ten alıntı.
  11180. 3. Sthhdar Tarihi (İstanbul, 1928), cilt II, sf. 87.
  11181. 15. BÖLÜM Değişim
  11182. 1. Abdülhak Adnan (Adıvar), La Science Chez Les Turcs Ottomans
  11183. (Paris, 1939), sf. 57.
  11184. 2. Richard Hakluyt, The Principall Navigations Of The English
  11185. Nation, cilt V, sf. 178-83.
  11186. 3. State Papers 102/61/23.
  11187. 4. Letters, op. ciL cilt I, sf. 316-17.
  11188. 16. BÖLÜM Etki ve Tepki
  11189. 1. Ahmed Lütfi, Tarih (İstanbul, Hicri 1290-1328), cilt VIII, sf. 15-17.
  11190. 17. BÖLÜM Yeni Düşünceler
  11191. 1. Cavid Baysun, Tarih Dergisi 5 (1953), sf. 137-45.
  11192. 2. E. De Marcere, Une Ambassade A Constantinople: La Politique Orientale De La Revolution Française (Paris, 1927) ciltli, sf. 12-14.
  11193. 3. Cevdet, Vekâyi-i Devlet-i Aliye (İstanbul, 1294/1877), cilt V, sf. 130.
  11194. 4. Cevdet, op. cit. cilt VI, sf. 280-81.
  11195. 5. E. Z. Karal, Fransa-Mtsır Ve Ostnanh İmparatorluğu (1797-
  11196. 1802) (İstanbul, 1940), sf 108; İstanbul arşivlerinden alıntı. Sir Sidney
  11197. Smith, Acre; CezzarPaşa, Ta'nkh Ahmad Basha Al-Jazzar(Beyrut, 1955),
  11198. sf. 125.
  11199. 6. Cevdet, Tezakir 1-12 Ed. Cavid Baysun (Ankara, 1953), sf. 67-68.
  11200. 7. Harold Temperley, EnglandAnd TheNear East: The Crimea
  11201. (Londra, 1936), sf 272'deki alıntı.
  11202. 18. BÖLÜM Savaşlar
  11203. 1. Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi (İstanbul, 1940), cilt I, sf. 225.
  11204. 19- BÖLÜM Özgürlükler
  11205. 1. Şubat 1949 İsrail-Mısır Anlaşması, Madde V, Alt Bölüm 2, Suriye ve
  11206. Ürdün Anlaşmalarıyla Benzer Hükümler.
  11207. KAYNAKÇA
  11208. İki bin yıllık Ortadoğu tarihi için hem nitelik hem de içerik açısmdan çok
  11209. çeşitli pek çok kitap yazılmıştır. Ortadoğu tarihini tamamıyla olmasa da büyük
  11210. ölçüde anlatan önemli başvuru eserleri ve kaynakçalar da bulunmaktadır. Bu
  11211. kitapta ele alman konularla ilgili önemli başvuru eserleri, özellikle yeni ve
  11212. kapsamlı çalışmalan içerecek şekilde aşağıda listelenmiştir.
  11213. 1. Kaynakçalar ve El Kitapları
  11214. J. D. Pearson, Index Islamicus, 1906-1955. A Catalogue Ofarticles On Islamic Subjects In Periodicals And Other Collective Publications. Camb-ridge,
  11215. 1958, I, 1956-1960 (Cambridge, 1962); II, 1961-1965 (Cambridge, 1967); m,
  11216. 1966-1970 (Londra, 1972); IV, 1971-1975 (Londra, 1977); V, 1976-1980
  11217. (Londra, 1982), Quarterly Index Islamicus (Londra, 1977-). Deniş Sinor,
  11218. Introduction A l’Etude De VEurasie Centrale, Wiesbaden, 1963.
  11219. Jean Sauvaget, Introduction To The History Of The Müslim East: A
  11220. Bibliog-rapbical Guide, Berkeley & Los Angeles, 1965- (Claude Cahen,
  11221. Fransızca II. Basım)
  11222. J. D. Pearson, A Bibliograpby Of Pre-Islantic Persia, Londra, 1975.
  11223. Diana Grimwood-Jones, Derek Hopwood, J. D. Pearson, Arab Islamic
  11224. Bibliograpby: The Middle East Library Committee’s Guide, Hassocks, Süsse^
  11225. 1977.
  11226. Margaret Anderson, Arabic Materials In English Translation- A
  11227. Bibliograpby Of Works From The Pre-Islamic Period To 1977, Boston, 1980.
  11228. Claude Cahen, Introduction A l’Histoire Du Monde Musulman Medieval
  11229. VII-XVSiecle: Metbodologie Et Elements De Bibliograpbie. Paris, 1982.
  11230. Wolfgang Behn, Islamic Book Reuieıv Index, Berlin/Millersport, PA, 1982-.
  11231. L. P. Elwell-Sutton, A Bibliograpbical Guide To Iran, Totowa, NY, 1983-
  11232. Jere L. Bacharach, A Middle East Studies Handbook, Seatde & Londra, 1984.
  11233. R. Stephen Humphreys, Islamic History: A Frameıvork For Enquiry,
  11234. Prince-ton, NJ, 1991.
  11235. 2. Kronoloji ve Şecere
  11236. Eduard Von Zambaur, Manuel De Geneaologie Et De Cbronologie Pour
  11237. l’Histpire De l’Islam. Hanover, 1927; II. Basım, 1955.
  11238. C. E. Bosworth, The Islamic Dynasties: A Chronological And Geüealogical
  11239. Handbook. Edinburgh, 1967.
  11240. H. U. Rahman, A. Chronology Of Islamic History 570-1000 C.E., Londra,
  11241. İ989-
  11242. Robert Mantran, Les Grandes Dates De Tlslam, Paris, 1990.
  11243. 3. Atlaslar
  11244. Donald Edgar Pitcher, An Historical Geograpby Of The Ottoman Empire
  11245. From The Earliest Times To The End Of The Sixteenth Century, Leiden, 1972.
  11246. Tübinger Atlas Des Vorderen Ortents, Wiesbaden, 1977-.
  11247. William C. Briçe, An Historical Atlas Of İslam, Leiden, 1981.
  11248. Jean Sellier, Andre Sellier, Atlas Des Peuples d'Orient, Moyen Orient,
  11249. Cauca-se, Asie Centmle, Paris, 1993.
  11250. 4. Belgeler
  11251. Sylvia G. Haim, Ar ah Nationalism: An Antbology, Berkeley & Los
  11252. Angeles, 1962.
  11253. Charles Issawi, The Economic History Of Tbe Middle East, 1800-1914
  11254. (Chi-cago, 1966); The Economic History Of Iran, 1800-1914 (Chicago, 1970);
  11255. The Economic History Of Turkey, 1800-1914 (Chicago, 1980); The Ferti-le
  11256. Crescent, 1800-1914 (New York, 1988).
  11257. Kemal H. Karpat, Political And Social Thought İn The Contemporary
  11258. Middle East, Londra, 1968.
  11259. Lewis, Bemard, İslam, From Tbe Prophet Muhammad To The Capture Of
  11260. Constantinople, 2 Cilt, New York, 1974.
  11261. J. C. Hurewitz, The Middle East And Nortb Africa In World Politics. A
  11262. Docu-mentary Record, II. Basım, New Haven & Londra, 1975.
  11263. Andrew Rippin, Jan Knappert, Tesctual Sourcesfor The Study Of İslam,
  11264. Chicago, 1986.
  11265. Norman Stillman, The Jews OfArab Lands (Philadelphia, 1979); The Jews
  11266. Of Arab Lands In Modern Times (Philadelphia, 1991).
  11267. 5. Ansiklopediler
  11268. The Encyclopedia Of İslam, Leiden, 1954-,
  11269. Encyclopedia Iranica, Ehsan Yarshater. Londra & Boston, 1982-.
  11270. The Cambridge Encyclopedia Of The Middle East And Nortb Africa,
  11271. Camb-ridge & New York, 1988.
  11272. The Oxford Dictionary OfByzantium, New York, 1991-
  11273. TAKVİM HAKKINDA
  11274. Kronolojide yer alan tarihler başlangıcı Hz. İsa’nın doğumu olan miladi
  11275. takvime göredir. 1582 yılında Papa XIII. Gregor’un hazırladığı Gregoryen adlı
  11276. takvim, tarihin çeşitli dönemlerinde, dünyanın çeşitli yerlerinde kullanılmıştır.
  11277. Modern çağlara gelene dek Doğu kiliselerinin çoğunluğu ve Ortodoks
  11278. Hıristiyanlar tarafından eski Julien takvimi kullanılmıştır; halen de dini takvim
  11279. olarak kullanılmaktadır. Gregoryen takvimin 7 Ocak günü Ortodoks Noeli’dir.
  11280. Ortadoğu’da, İslamiyet’in doğuşundan itibaren büyük çoğunlukla Müslüman
  11281. takvimi yani hicri takvim kullanılmıştır. Müslüman takviminin başlangıcı, Hz.
  11282. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretinin tarihi olan 16 Temmuz 622’dir.
  11283. Hicri takvim 10 ay 354 gündür. Hicri takvimde güneş yılına uygun bir düzeltme
  11284. yapılmadığı için aylar mevsimlere uygun değildir. Hac ve Ramazan orucu gibi
  11285. önemli dini günler güneş yılma göre değişir. Yaklaşık olarak 103 Hicri yılı, 100
  11286. Gregoryen yılıdır.
  11287. Ay hesabına dayanana Hicri takvim idari ve mali amaçlara uygun
  11288. olmadığından, Müslüman devletler, ilk dönemlerinden itibaren Hicri yılda,
  11289. Hıristiyan, İran ve başka takvimlere uyacak düzenlemelere gitmişlerdir.
  11290. Aşağıdakiler başlıca düzenlemeler olmuştur:
  11291. 1- Türk Mali Yılı Maliye:
  11292. Hicri tarihi güneş yılı ile birleştiren eski mali takvimlerden uyarlamadır. İlk
  11293. kez 1789 yılında, Osmanlı gelirler idaresinde kullanılmıştır.
  11294. 2- İran Güneş Yılı.
  11295. İlk kez 1925 yılında kullanılmıştır. Hicret ile başlar ancak güneş yılına göre
  11296. hesaplanır. İran güneş yılını Gregoryen îakvimi-ne uygun hale getirmek için
  11297. hesaplama; 1 Ocak - 21 Mart tarihlerine 622 ve 21 Mart - 31 Aralık tarihlerine
  11298. 621 eklenerek yapılır. Mart’ın 3- haftasına denk gelen 1 Farvardin Yeni Yıldır.
  11299. Artık İran’da yalnızca dini amaçlar için kullanılmaktadır.
  11300. Musevi takvimi ise, dünyanın yaratılışından itibaren başlar. Ay esasına
  11301. göredir. 19 yılda 1 ay eklenerek güneş yılma çevrilir. 5756 yeni yılı 25 Eylül
  11302. 1995 tarihinde başlamıştır. İsrail devletinde dini ve başka bazı amaçlar için
  11303. kullanılır.